Editörler : E.Kayı Han
23 Nisan 2010 01:52

Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. hadis-i şerif

Beşikten mezara kadar ilim öğreneceğiz...öğreteceğiz.

24 Nisan 2010 01:29

Peygamber Efendimizin (s.a.), -Faydasız ilimden Allah'a sığınırım- buyurduğu faydasız ilim nedir?

Değerli Kardeşimiz;

İlmin zekatı, öğrendiğimiz ilmi önce kendi hayatımızda yaşayıp daha sonra bu ilmi inanlara anlatmakla olur. Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri, bilmeyenlere, en güzel tarzda öğretmek gerekir. Çünkü ilmin zekatı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapan, tavsiye ettiği iyi şeyleri kendi yapmalı, kötü olarak bildirdiği şeyleri kendisi işlememelidir! İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur?an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz!) [Bekara 44]

Övünmek ve başkalarına karşı üstünlük taslamak için ilim öğrenmek ise mekruhtur.

İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ilim kelimesi yüzbeş defa zikredilir. Bu kökten gelen diğer

kelimelerle birlikte bu sayı sekiz yüzellidokuzu bulur. Ayrıca "akıl, fikir, zikr" gibi kelimeler Kur'an-ı Kerim'de çok zikredilir.

İslâm'a göre ilim ve hikmet müminin kaybolmuş malıdır; mümin, yerine ve söyleyene bakmaksızın onu nerede bulursa alır. Her fenalığın, hatta küfür ve şirkin de başı bilgisizlik ve cehalettir. Küfrün ne demek olduğunu bilen bir kimse kafir olmaz. şirkin ne demek olduğunu bilen, başkalarını Allah'a ortak koşmaz, Allah'tan başkasına ibadet etmez. Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim'de "Sakın ha cahillerden olma" (el-En'âm, 5/35) buyurulmuştur. Kur'an-ı Kerîm'in açıkça ifade ettiğine göre "Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar" (el-Fâtır, 35/28).

Kur'an-ı Kerîm'de ilmin her çeşidi övülmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı açıkça belirtilmiştir: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? " (ez-Zümer, 39/9).

İslâm ilmin, âlimin ve ilim yolcusunun değerini yükseltmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de "Allah, içinizden iman edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir" (el-Mücadele, 58/15) buyurulur.

Peygamber efendimiz (s.a.s) de hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "İlim tahsil etmek maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâlâ Cennet yollarından açar. Melekler, ilim ve tahsil edene karşı memnuniyetleri ve tevâzûleri sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde ve yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için Allah'tan rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibadet eden kimseye üstünlüğü, on dördündeki ayın, görünen diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır, onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve değerli bir şey almış demektir" (Ebû Davud, İlm, 1)."Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya yurdundan) çıkarsa geri dönünceye kadar Allah yolundadır" (Tirmizî, İlm, 2).

"Alimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleridir. Onlar benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir" (Keşfü'l Hafâ, H. No: 751).

İslâm'da ilim, Allah'ın rızasını kazanmak ve amel etmek için öğrenilir. Peygamber efendimiz (s.a.s), dualarında; "Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır" (Tirmizî, Daavât, 128); "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" (Tirmizî, Daavât, 68) buyurururdu.

Görülüyor ki, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı ilimdir. İlim amellerin en faziletlisidir. Yukarıdaki emir ve sözlerin ışığında İslâmiyet'le ilim birbirinden ayrılmaz iki şeydir demek mümkündür.

Dünya, ahiretin tarlası ve Allah'a giden yolun başlangıcıdır. Dünya düzenini ayakta tutmak için bildirilen bir takım desturlar vardır. İşte bu dünyada insanların ekonomik, sosyal, dinî ve dünyevî bütün durumlarını düzenleyici ve insanları birleştirici kuvvet sadece ilim yoluyla kazanılır.

İlim, nefisleri helâk edici ahlaksızlıklardan temizler; insanları aydınlatarak güzel ahlâka kavuşturur ve ahiret yolunun aydınlanmasını öğretir. İlim, Allahü Teâlâ'nın kemâl sıfatıdır. Peygamberlerin ve meleklerin şerefi ilimden gelmektedir. Allah'ın huzuruna ilimle gidilir. İlim tek başına faziletin de kendisidir.

Âlim ise, bilmeyen kalabalığa gerçek ve doğru yolu gösterici olması bakımından "Rabbinden sana indirilen gerçekleri insanlara bildir" (el-Maide, 5/67) ilâhi emrine muhatap olan peygamberin izindedir.

İlmi Gizlemek:

Âlimler sahip oldukları ilimleri başkalarına aktarmak zorunda mıdırlar? Başka bir deyimle, ilmi gizlemek, kınanan ve suç sayıları bir iş midir?

Kur'an-ı Kerîm'de bu konuda Yahudi ve Hristiyanlarla ilgili olmak ve hükmü müslümanları da kapsamak üzere bazı ayetler nazil olmuştur. İmam Suyûtî "ed-Dürrü'l-Mensûr" isimli eserinde, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Muâz b. Cebel ve bazı sahabiler Yahudi bilginlerinden bir gruba Tevrat'taki bazı hükümleri sordular. Yahudiler bu bilgileri gizlediler ve haber vermekten kaçındılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra- gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak tövbe edip, durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır. Onları bağışlarım; çünkü ben tövbeyi çok kabul edenim, çok esirgeyenim" (el-Bakara, 2/159-160).

Yahudilerin gizlediği bilgiler arasında recim cezası bulunduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in geleceğini bildiren haberler de bulunmaktadır Nitekim bir ayette şöyle buyurulur; "Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de (vasıflarını) yazılı buldukları o elçiye, o ümmi Peygambere uyarlar" (el-A'râf, 7/157).

Ancak İslâmî hükümleri gizlemekten vazgeçip de tövbe eden, Hz. Peygamber'e iman ederek gidişini düzelten ve Allah'ın Peygamberlerine vahyettiği şeyleri insanlara açıklayanlar müstesnadır. Bunlar İslâmî hükümleri gizlemekten vazgeçtikleri takdirde Allah onların tövbesini kabul eder. Onları rahmet ve mağfiretine kavuşturur.

Ayet-i Kerime'nin hükmü yalnız Ehl-i kitaba değil; Allah'ın ayetlerini gizleyen ve şer'î hükümleri açıklamayan herkese şâmildir. Çünkü ayetin ifade tarzı usul âlimlerinin de dediği gibi özel sebebe bağlı olmaksızın genel anlam ifade eder.

Ebû Hayyân şöyle demiştir: "Açıkça anlaşılıyor ki, özel nüzul sebebi olsa bile ayetin umum manası, ehl-i kitap olsun, başkaları olsun ilmi gizleyen herkes hakkındadır. Ayet, Allah'ın dininden olup da yayılmasına ve duyurulmasına ihtiyaç duyulan herhangi bir ilmi gizleyen herkesi içine alır. Aşağıdaki hadis bu ayeti tefsir eder.

Hadiste şöyle buyurulur: "Kendisine bir ilim sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyamet gününde ateşten bir gem vurulacaktır" (İbn Mâce,

Hâkim).

Sahabiler de bu ayeti aynı şekilde anlamıştır. Ebû Hureyre'nin, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Eğer Allah'ın kitabındaki bir ayet olmasaydı, size hiç bir hadis rivayet etmezdim" Ebû Hureyre bundan ilmi gizleyenlerle ilgili olan ayeti okumuştur (Ebû Hayyân,

el-Bahru'l Muhit, I, 454).

Diğer yandan bazı âlimler ilmi gizlemeye yol açacağı endişesiyle, yukarıdaki ayete dayanarak, Kur'an okuma karşılığında para almanın caiz olmadığını söylemişlerdir. Onlara göre ayet, hükümleri açığa vurmayı, yaymayı ve gizlemeyi emrediyor. Bir kimse. edası kendisine gerekli olan bir amel için ücret almaz. Namaz kıldığı için ücrete hak kazanamaması gibi. Çünkü namaz, Allah'a yaklaşmak için yapılan bir ibadettir. Bu yüzden namazı öğretmek karşılığında alınacak ücret caiz olmaz.

Ancak, sonraki (Müteahhirûn) âlimleri, ücret veya maaş alınmadığı takdirde dini görev ve çalışmaların ihmal edileceğini, dini tebliğin yaygınlaşamayacağını, ilmin giderek yok olacağını düşündüler ve dinî ilimlerin eğitim öğretim ve tebliğinde görev yapanların, bu hizmetleri karşılığında ücret alabileceklerine dair fetva verdiler.

Selam ve dua ile...


karakaya06
Genel Müdür
24 Nisan 2010 02:02

elinize sağlık hocam. güzel paylaşım. faydalı ilim öğrenen bunu yaşayan ve başkalarına öğretenlerden oluruz inş. Allah razı olsun

21 Temmuz 2010 20:21

Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz. hadis-i şerif

25 Aralık 2012 23:49

Allahummes Salli Ala Seyyidine Muhammedin ve Ala Ali Seyyidine Muhammed


sosyall05
Genel Müdür
25 Aralık 2012 23:56

bır de sey vardı ilim çinde de olsa gidip alın

22 Ocak 2013 21:22

Allahumme Salli Ala Seyyidina Muhammedin Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed

23 Ocak 2013 16:46

Zaman içinde zaman?
Zamanın en nurlu zamanı.. Kâinatın gözünün en aydın zamanı.. yetimlerin, masum kız çocuklarının nefes aldığı, sonsuz bir huzur ummanına daldığı bir zaman.. yaradılış ağacının çekirdeğinin, meyve olup kâinata sunulduğu zaman..

Zaman bayram yapıyor, yalnız Arap yarım adası, yalnız Mekke değil bütün mekânlar, bütün yeryüzü bayram yapıyor.. hatta semavat âlemi de, sema ehli de bayram yapıyor.. kutlu bir doğum yaşanıyor, kâinatın kalbi Kâbe?nin yanında, Kâbe de bayram yapıyor. Ebedî bayramların yaşanmasına vasıta; arzın-arşın, seyyaratın-semavatın, on sekiz bin âlemin, bütün mükevvanatın, umum kâinatın ve dahi cennetin yaradılışına vesile bir kutlunun doğumudur yaşanan?

Peygamberler silsilesinin maddeten sonuncu, manen en evveli olan varlık hamurunun mayası, en evvel yaratılan nur; âlem sahnesine iniyor, kâinat, fahrine eriyor, bir şeref, bir mutluluk ki; tarifi imkânsız.. bir kutlu doğumdur yaşanan..
Renkler artık solmayacak, geceler bile gündüz olacak, baharlara hazanın eli uzanamayacak, kız çocuklarını yutan çukurlar açılmayacak, çöle yağan rahmet yağmuru çamurları elmas yapacak ?pek çok hamdü-sena edilmiş kimse? nin doğumudur yaşanan?

Sene 571? Nisan ayının 20?nci günü? Pazartesi sabaha karşı? Kamerî Rebiülevvel ayının 12?nci günü? Mekke ufukları ağarırken, henüz güneş doğmadan, güneşler güneşi Hazreti Muhammed Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâm?ın doğumudur yaşanan?

Amine Annemiz anlatıyor:
?Gebeliğimin altıncı ayı geçmişti. Bir rüya gördüm. Esrarlı bir kimse yanıma gelip, dedi: ?Yâ Amine! Sen âlemlerin hayrına gebesin! Doğurunca ismini ?Muhammed? koy ve hâlini hiç kimseye açma!? Derken, doğum zamanı geldi. Abdülmuttalib Kâbe?yi tavafa gitmişti. Ben evde yalnızdım. Birden kulağıma müthiş bir sadâ çarptı. Anlatılmaz bir sesleniş? Korkudan kalakaldım. O anda bir ak kuş peydahlanıp kanadıyla arkamı sığadı. İçimde korku diye bir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım. Beyaz bir kâse içinde bir şerbet uzattılar, alıp içtim. Şerbeti içer içmez bir ışık çağlayanı içine düştüm. İşte o an? Baktım, Abd-i Menaf kızlarına benzer kadınlar etrafımda dolanıyor. Her biri hurma ağacı boylu hurî güzeli? Hayretler içinde kaldım. ?Yârab, bunlar da kim?? diye Allah?a yalvardım.?

Doğum anında hazır bulunan Abdurrahman b. Avf?in annesi Şifa Hatun anlatıyor:
?Allah?ın Resûlü?nü (a.s.m.), dünyaya geldiği zaman ben aldım. Ellerimin üstüne düştü. Kulağıma bir âvâze geldi: ?Allah?ın rahmeti sana olsun!...? Baktım ki, doğudan batıya her yer nur kaplı? Hatta Rum illerinin saraylarını gördüm. Bu halden silkinip Allah?ın Resûlü?nü (a.s.m.) emzirdim ve yatırdım. Yine acayip bir hale düştüm. Titremeğe başladım. Gözüm karardı. Yavrucağı göremez oldum. Bir konuşma oldu: ?Nereye gitti?? ?Doğuya götürdüler!...? Bu konuşma kalbimden hiç silinmedi ve hep içimde çınladı. O güne kadar ki, Ona peygamberlik geldiği zaman, iman edenlerin arasına hemen katılıverdim.?

Yine Amine Annemiz anlatıyor:
?Tam doğum zamanı gördüm ki, bir bayrak doğuda, bir bayrak batıda, bir bayrak da Kâbe?de? Doğurdum? Çocuğu secdede görmeyeyim mi? Şehadet parmağı göğe doğru? O anda yavru, bembeyaz bir bulut içinde kayboldu. Bir ses çınladı: ?Doğuyu ve batıyı dolaştırın, deryaları gezdirin? Ta ki, Allah?ın Resûlü?nü (a.s.m.) ismiyle, sıfatiyle ve suretiyle bilsinler.?

Hassan b. Sabit anlatıyor:
?Ben sekiz yaşında var, yoktum. Medine?de sabah vakti? Sokakta deli gibi koşan bir Yahudi gördüm. Yahudi koşarken çığlığı basıyordu: ?Hey, Yahudiler toplanın!...? Yahudiler üşüştü. Sordular: ?Ne var, ne diye haykırıyorsun?...? Yahudi?nin gözleri fal taşı gibi açılmış soluk soluğa cevap verdi: ?Ahmed?in yıldızı bu gece doğdu, Ahmed bu gece dünyaya geldi!...?

Hazreti Aişe Validemiz haber veriyor:
?Mekke Yahudilerinden biri, Allah?ın Resûlü?nün (a.s.m.) doğdukları gecenin sabahı, Kureyş büyüklerinin bulunduğu yere geldi ve sordu: ?Bu gece aranızdan birinin bir erkek çocuğu dünyaya geldi mi?...? Dediler: ?Haberimiz yok!...? Dedi: ?Hemen gidin ve soruşturun! Bu gece doğan bir oğlancık var? Sırtında alâmeti olacak?? Soruşturdular ve o gece Abdullah?ın bir oğlu olduğunu haber aldılar. Sırtında da nişan? Çocuğu yüzükoyun çevirdiler. Yahudi?ye gösterdiler. Yahudi, peygamberlik nişanını görünce, elleri bir şeyi sıkmak, boğmak ister gibi ileriye uzandı ve gözlerine sanki perde indi. Haykırdı ?Eyvah!... Peygamberlik artık İsrail oğullarından gitti!? Sonra Kureyş büyüklerine ?Size öyle bir devlet geliyor ki, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar zemini, bütün yeryüzünü kaplayacak!...? dedi.

Süveybe isminde bir cariye Mekke sokaklarında koşuyor, nurdan çocuğun amcası Ebu Leheb?e kutlu doğumu muştulama heyecanıyla. İstikbalde ?Muhammed? ismine ve davasına azgın bir düşmanlık ve küfür besleyecek, amca Ebu Lehebin kalbinde bir coşku, bir sevinç dalgası, cariye Suveybe?nin zincirlerini kıracak, esaretten kurtaracaktı. Ve Süveybe hürriyet şerefi yanında, Kur?an ayetlerinin pınarı olan mukaddes dudaklara süt emzirmiş, Efendimize (a.s.m.) süt anne olma şerefine de ermişti.

Nurdan Varlık 40 yaşında.. Fetret karanlıklarında boğulmuş âlemin ışıksızlığa dayanacak takâti tükenmiş, kör kuyularda merdivensiz kalmanın verdiği kahreden ümitsizliğin gebermesine ramak var?

Ve O, Nübüvvet tacını giymiş, semadan emir gelmiştir:
?Kabilen içinden en yakınlarını korkut ve onları doğru yola çağır.?

Hidayet Serdarı Efendimiz (a.s.m.) bu adresi belli emr-i İlâhi?ye imtisalen Abdülmuttaliboğullarını bir araya toplar, içlerinde Ebu Leheb de vardır. Cehennemden insanlığı kurtaran el, nurlu faaliyetlerine en yakınlarından başlamıştı ama Ebu Leheb Ona uzak hem de çok uzaktı. İlâhî emir karşısında şeytanı kıskandırırcasına küstahlaşmış, bağırmaya başlamıştı:
?Kahrolası!... Bizi bunun için mi çağırdın??

Hakaretler, sövüp saymalar? Ebu Cehil alçaklıkta sınır tanımıyor. Bununla da yetinmeyip, yerden taş toprak alıp, uğruna kâinat yaratılan yüze atmak isterken, küfür homurdanan dudaklarından da ?Teb Ya Muhammed! Kuru Ya Muhammed!? sözleri çıkıyordu. Onun ?Teb!? sözü helezonlar çizerek semaya yükseliyor, gazap kapılarını çalıyordu. Ve semadan inen ayetler Ebu Leheb?in bedbahtlığını ebedileştiriyordu:
?Ebu Leheb?in elleri kurusun!... Zaten kurudu, mahvoldu o!??

Ve günler Allah kelâmını tahakkuk ettirmek istercesine süratle birbirini kovalar. Ebu Leheb hastadır, çürüyen bedeninden etler dökülmektedir, küfür pisliğinin yuttuğu vücudundan, etrafa saçılan kokular insanları onun yanından yöresinden kaçırmaya yetmiş; yalnız olarak, hor ve hakir bir şekilde ölümünü beklemektedir.

Öz yeğeni Allah?ın habibi, kendisi Allah?ın en büyük düşmanlarından? Muhammedî güneş insanlığı karanlıklardan kurtarırken, Ebu Leheb kova kova balçık taşıyordu, sıvamak için? Kalplerin Tabibini zehirli yılan olup sokmak isteyen O, ?Teb!?Teb!...? diye bağırarak, kendisiyle beraber davasını çürütmek isteyen O idi?

Ve çürüdü gitti Ebu Leheb. Bir çukur kazdılar, fena halde kokan cesedine yaklaşamadıkları için uzun sırıklarla ite kaka çukurun içine gömdüler onu. İşte Allah ve Resûlüne düşmanlığın acı neticesi?

Ölümünden sonra rüyada görürler Ebu Leheb?i, feryatlar içindedir:
?Ah!... Cehennemdeyim. Cehennemdeyim ve âzâb içindeyim. Ancak pazartesi günleri âzâbım hafifliyor. O zaman parmaklarımı emiyorum ve uçlarından çıkan suyu emiyorum. Zira pazartesi günü Allah Resûlü?nün (a.s.m.) doğduğunu haber veren cariyeyi azâd etmiştim. Bu hareketimin yüzü suyu hürmetine pazartesi günleri hafifliyorum.?

Ebu Leheb gibi bir küfür babasının dahi ameli zayî edilmiyordu. Hayatı boyunca küfrünün ürettiği her türlü zulmü, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) ve Müslümanlara reva görmekte zerrece tereddüt etmeyen bu baş düşman dahi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin rahmetinden işte böyle istifade ediyordu.

Nedenli günah hamalı da olsak Ebu Leheb?in bu halinden cesaretlenip affedilebiliriz ümidiyle dergâh-ı İlâhiye?ye sığınıp tevbe istiğfar etmeliyiz; bu gecenin şerefine rahmet kapıları açılacaktır inşaallah?

23 Ocak 2013 21:35

Allahumme Salli Ala Seyyidina Muhammedin Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed

29 Ocak 2013 23:15

?İslâmiyet güneş gibidir üflemekle sönmez. Gündüz gibidir: göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.?

30 Ocak 2013 23:08

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalât-ü Vesselâm Buyurdular ki:
Bir evde Kur?an okunduğunda melekler hazır olur.
Şer az olur. Bir evde ise Kur?an okunmadığında,
Orada şeytanlar hazır olur, melekler bulunmaz,
Ev halkına darlık gelir, hayr azalır ve şer çoğalır.
Ramuz?ül-Ehadis


ASAY-I MUSA
Yasaklı
13 Mart 2013 23:09

Bismillahirrahmanirrahim

Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesb ederek devam etse, netice vermesi galiptir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki, sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de duadır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başındaMuhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın muazzam olan duası, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlık-ı Âlem, istikbalde o zâtı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabına bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı halk etmiş.

Madem duanın bu derece azîm ehemmiyeti ve vüs?ati vardır. Hiç mümkün müdür ki, bin üç yüz elli senede, her vakitte, nev-i beşerden üç yüz milyon, cin ve ins ve melek ve ruhaniyattan had ve hesaba gelmez mübarek zatlar, bil?ittifak zât-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında rahmet-i uzmâ-yı İlâhiye ve saadet-i ebediye ve husul-ü maksud için duaları nasıl kabul olmasın? Hiçbir cihetle mümkün müdür ki, o duaları reddedilsin?

Madem bu kadar külliyet ve vüs?at ve devam kesb edip lisan-ı istidat ve ihtiyac-ı fıtrî derecesine gelmiş. Elbette o zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, dua neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukul toplansa, bir akıl olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler. İşte, ey Müslüman, senin rûz-i mahşerde böyle bir şefîin var. Bu şefîin şefaatini kendine celb etmek için, sünnetine ittibâ et.

SÖZLÜK:
azîm : büyük
bil?ittifak : oy birliğiyle
husul-ü maksud : istenen şeyin gerçekleşmesi
ihtiyac-ı fıtrî : doğal ihtiyaç
kesb etmek : kazanmak
külliyet : kapsamlılık, genişlik
lisan-ı istidat : kabiliyet dili
mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye : İlâhî isimlerin tecellîlerine ayna olma
nev-i beşer : insanlık
rahmet-i uzmâ-i İlâhiye : Allah?ın pek büyük rahmeti
rûz-i mahşer : insanların diriltilip toplanacağı gün
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sebeb-i hilkat-i âlem : âlemin yaratılış nedeni
şefî? : şefaatçi
ukul : akıllar
vüs?at : genişlik

Toplam 12 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi