İsrail ve PKK
İsrail'in güvenlik algılamasına göre ülke, düşmanlarla çevrili bir adadır. Coğrafyası nedeniyle derinliğinin azlığı savunma ve saldırı reflekslerinin hızlı olmasını gerektirir. Bu nedenle Ortadoğu'da olup biten tüm gelişmelerle yakından ilgilenir. Politik, askeri, ekonomik ve akademik gelişmeleri izler ve istihbarat üretmeye, fırsat alanlarını kullanmaya çalışır. Doğal olarak bölgenin sıcak konusu olan genelde "Kürt", özelde de "PKK"konusu ile ilgilidir.
Tüm devletler gibi İsrail de bu soruna "ulusal çıkar" çerçevesinden bakmaktadır. Soruna yaklaşımını Kürtlerin yaşadığı ülkelerle ilişkilere göre ayarlamıştır. Öğretici olması bakımından en iyi örnek Irak'tır. Arap-İsrail anlaşmazlığında önemli rol kapmaya çalışan Irak, 1963'den itibaren aktif olarak Kürt kartını kullanan İsrail'in hedef tahtasına oturmuştur. İsrail, 1963-1975 arasında Baba Barzani'nin peşmergelerini gerilla taktikleri konusunda eğitmiştir. Yine KDP'nin istihbarat örgütünün temellerini bu tarihlerde MOSSAD atmıştır. Öyle ki, Irak, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarına verdiği desteğin faturasını, Barzani'nin vur-kaç eylemleri ile ödemiştir.
Türkiye açısından bakılacak olursa, İsrail-PKK ilişkisi üç aşamalı bir süreçten geçmektedir. İlki, PKK'nın kuruluşundan 1992 yılına kadar olan dönemdir. İkinci süreç 1992-2002 dönemini kapsar. Son olarak 2002'den günümüze kadar olan dönem ayrı dinamikleri olan yeni bir süreçtir.
İsrail ile PKK'nın doğrudan ilişkisi, bu ülkenin Lübnan'ı işgal ettiği 1982 yazında başlar. İşgal esnasında Lübnan'da yerleşik Suriye patentli tüm örgütler geniş bir cephe oluşturdular. Bütün Marksist örgütler gibi PKK da cepheye katıldı ve İsrail ordusuna karşı çatıştı. PKK bu çatışmada 11 militanını kaybederken, 13 PKK'lı yakalanarak İsrail hapishanelerine götürüldü ve sorgulandı. Böylece İsrail daha işin başında PKK hakkında hatırı sayılır bilgi sahibi oldu. Bu militanlar FKÖ üyeleri ile birlikte serbest bırakıldılar. Önce Yunanistan'a, oradan da İran'a uçtular. Bu süreçte İsrail PKK'yı Suriye'nin desteklediği, izlenmesi gereken bir tehdit olarak gördü.
Soğuk savaşın sona ermesi, Birinci Körfez savaşı ve Irak'ta Kürt varlığının gittikçe güç kazanıyor olması İsrail'in Kürt kartını ve PKK konusunu yeniden ele almasına neden oldu. Bir yandan Irak'lı Kürtlerle ilişkileri geliştirirken bir yandan da Suriye'yi sıkıştırmak için PKK konusunda Türkiye'ye yardım etti. Bu süreçte PKK sorununu, Türkiye'ye askeri teknoloji satışı için bir fırsat alanı olarak da gördü. Yine zamanın ruhuna uygun olarak, "stratejik müttefik" olarak tanımladığı Türkiye'ye Öcalan'ın yakalanması konusunda yardımcı oldu. Takip eden günlerde İsrail'in Berlin konsolosluğunu işgal etmek isteyen PKK'lılardan dördü İsrail askerlerince öldürüldü.
Ancak İsrail'in PKK konusundaki tutum değişikliği 2002 yılından itibaren hissedilmeye başlandı. AK Partinin iktidara gelmesi, ABD'nin Irak'ı işgali, Ortadoğu'da değişen dengeler, AB süreci ve PKK sorununun eski hızını ve ilişki ağını kaybetmesi Türk-İsrail ilişkilerini yeni bir zemine taşıdı. İsrail-Türkiye "stratejik ittifakı" varoluş zeminini kaybettikçe, resmi söylemde olmasa da, medya ve akademik çevrelerde PKK ile ilgili Türkiye aleyhine gittikçe artan bir söylemin geliştiğini görmek mümkündür.
Öte yandan Irak'ın işgali, İsrail lehine bir durumdu ve 1975'de terk etmek zorunda kaldığı Kürtlerle yeni bir ilişki biçimi geliştirebilirlerdi. Nitekim işgal sonrası dönemde- her ne kadar resmi söylemde ret edilse de- İsrail'in Kuzey Irak yönetimi ile çeşitli askeri ilişkiler geliştirildiği ileri sürülmektedir. Yine PKK'nın İran'a yönelik faaliyetlerinin taktik olarak İsrail'in çıkarlarına hizmet ettiği de bir gerçektir.
PKK'nın sponsor bulma ve sınırsız hizmet sunma yeteneği biliniyor. Şüphesiz İsrail de bunun farkında. Ancak ilişkilerin gerildiği bu günlerde iki ülke yöneticilerinin unutmaması gereken iki kural var. Birincisi, ülkeler örgütlerle ilişkilerini ideolojik nedenlerle değil çıkarları nedeniyle yürütür. İkincisi, "camdan evin varsa komşunun camına taş atma," derler.
Nihat Ali Özcan, habertürk, 15 ocak 2010
İsrail ve PKK
İsrail'in güvenlik algılamasına göre ülke, düşmanlarla çevrili bir adadır. Coğrafyası nedeniyle derinliğinin azlığı savunma ve saldırı reflekslerinin hızlı olmasını gerektirir. Bu nedenle Ortadoğu'da olup biten tüm gelişmelerle yakından ilgilenir. Politik, askeri, ekonomik ve akademik gelişmeleri izler ve istihbarat üretmeye, fırsat alanlarını kullanmaya çalışır. Doğal olarak bölgenin sıcak konusu olan genelde "Kürt", özelde de "PKK"konusu ile ilgilidir.
Tüm devletler gibi İsrail de bu soruna "ulusal çıkar" çerçevesinden bakmaktadır. Soruna yaklaşımını Kürtlerin yaşadığı ülkelerle ilişkilere göre ayarlamıştır. Öğretici olması bakımından en iyi örnek Irak'tır. Arap-İsrail anlaşmazlığında önemli rol kapmaya çalışan Irak, 1963'den itibaren aktif olarak Kürt kartını kullanan İsrail'in hedef tahtasına oturmuştur. İsrail, 1963-1975 arasında Baba Barzani'nin peşmergelerini gerilla taktikleri konusunda eğitmiştir. Yine KDP'nin istihbarat örgütünün temellerini bu tarihlerde MOSSAD atmıştır. Öyle ki, Irak, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşlarına verdiği desteğin faturasını, Barzani'nin vur-kaç eylemleri ile ödemiştir.
Türkiye açısından bakılacak olursa, İsrail-PKK ilişkisi üç aşamalı bir süreçten geçmektedir. İlki, PKK'nın kuruluşundan 1992 yılına kadar olan dönemdir. İkinci süreç 1992-2002 dönemini kapsar. Son olarak 2002'den günümüze kadar olan dönem ayrı dinamikleri olan yeni bir süreçtir.
İsrail ile PKK'nın doğrudan ilişkisi, bu ülkenin Lübnan'ı işgal ettiği 1982 yazında başlar. İşgal esnasında Lübnan'da yerleşik Suriye patentli tüm örgütler geniş bir cephe oluşturdular. Bütün Marksist örgütler gibi PKK da cepheye katıldı ve İsrail ordusuna karşı çatıştı. PKK bu çatışmada 11 militanını kaybederken, 13 PKK'lı yakalanarak İsrail hapishanelerine götürüldü ve sorgulandı. Böylece İsrail daha işin başında PKK hakkında hatırı sayılır bilgi sahibi oldu. Bu militanlar FKÖ üyeleri ile birlikte serbest bırakıldılar. Önce Yunanistan'a, oradan da İran'a uçtular. Bu süreçte İsrail PKK'yı Suriye'nin desteklediği, izlenmesi gereken bir tehdit olarak gördü.
Soğuk savaşın sona ermesi, Birinci Körfez savaşı ve Irak'ta Kürt varlığının gittikçe güç kazanıyor olması İsrail'in Kürt kartını ve PKK konusunu yeniden ele almasına neden oldu. Bir yandan Irak'lı Kürtlerle ilişkileri geliştirirken bir yandan da Suriye'yi sıkıştırmak için PKK konusunda Türkiye'ye yardım etti. Bu süreçte PKK sorununu, Türkiye'ye askeri teknoloji satışı için bir fırsat alanı olarak da gördü. Yine zamanın ruhuna uygun olarak, "stratejik müttefik" olarak tanımladığı Türkiye'ye Öcalan'ın yakalanması konusunda yardımcı oldu. Takip eden günlerde İsrail'in Berlin konsolosluğunu işgal etmek isteyen PKK'lılardan dördü İsrail askerlerince öldürüldü.
Ancak İsrail'in PKK konusundaki tutum değişikliği 2002 yılından itibaren hissedilmeye başlandı. AK Partinin iktidara gelmesi, ABD'nin Irak'ı işgali, Ortadoğu'da değişen dengeler, AB süreci ve PKK sorununun eski hızını ve ilişki ağını kaybetmesi Türk-İsrail ilişkilerini yeni bir zemine taşıdı. İsrail-Türkiye "stratejik ittifakı" varoluş zeminini kaybettikçe, resmi söylemde olmasa da, medya ve akademik çevrelerde PKK ile ilgili Türkiye aleyhine gittikçe artan bir söylemin geliştiğini görmek mümkündür.
Öte yandan Irak'ın işgali, İsrail lehine bir durumdu ve 1975'de terk etmek zorunda kaldığı Kürtlerle yeni bir ilişki biçimi geliştirebilirlerdi. Nitekim işgal sonrası dönemde- her ne kadar resmi söylemde ret edilse de- İsrail'in Kuzey Irak yönetimi ile çeşitli askeri ilişkiler geliştirildiği ileri sürülmektedir. Yine PKK'nın İran'a yönelik faaliyetlerinin taktik olarak İsrail'in çıkarlarına hizmet ettiği de bir gerçektir.
PKK'nın sponsor bulma ve sınırsız hizmet sunma yeteneği biliniyor. Şüphesiz İsrail de bunun farkında. Ancak ilişkilerin gerildiği bu günlerde iki ülke yöneticilerinin unutmaması gereken iki kural var. Birincisi, ülkeler örgütlerle ilişkilerini ideolojik nedenlerle değil çıkarları nedeniyle yürütür. İkincisi, "camdan evin varsa komşunun camına taş atma," derler.
Nihat Ali Özcan, habertürk, 15 ocak 2010