Editörler : Lanet
19 Nisan 2010 10:21

Edip Cansever ve Şiirleri

Edip CANSEVER

''Farklı bir edebi kişilik sergilediğini düşündüğüm bir şair.''

8 Ağustos 1928?de İstanbul?da doğdu. Bodrum'da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul'da 28 Mayıs 1986?da yaşamını yitirdi. İstanbul Erkek Lisesi?ni bitirdi. Kapalıçarşı?da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976?dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944'te İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini "İkindi Üstü" kitabında topladı. Bu şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. 1951'de "Nokta" dergisini çıkardı. Bu dergi genç şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı. İlk kitabından 7 yıl sonra yayınladığı "Dirlik Düzenlik" bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde düşünceyi dil içinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü. 1957'de yayınlanan "Yerçekimli Karanfil" ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası, Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden biri oldu. Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. "Dize işlevini yitirdi" gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. "Nerde Antigone", "Tragedyalar", "Çağrılmayan Yakup" bu dönemin ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı. Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi. Yapıtlarına tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle de kendisinden söz ettirdi. Sürekli yazan, yayınlayan bir şair olarak ilgileri hep üstünde tuttu.

ŞİİRLERİ:

İkindi Üstü (1947)

Dirlik Düzenlik (1954)

Yerçekimli Karanfil (1957)

Umutsuzlar Parkı (1958)

Petrol (1959)

Nerde Antigone (1961)

Tragedyalar (1964)

Çağrılmayan Yakup (1966)

Kirli Ağustos (1970)

Sonrası Kalır (1974)

Ben Ruhi Bey Nasılım (1976)

Sevda ile Sevgi (1977)

Şairin Seyif Defteri (1980)

Yeniden (1981)

Bezik Oynayan Kadınlar (1982)

İlkyaz Şikayetçileri (1984)

Oteller Kenti (1985)

DÜZYAZI:

Gül Dönüyor Avucumda (Ölümünden sonra 1987)

ÖDÜLLERİ:

1958 Yeditepe Şiir Armağanı Yerçekimli Karanfil ile

1977 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Ben Ruhi Bey Nasılım ile

1982 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü Yeniden ile

kaynak:http://www.edebiyatogretmeni.net/edip_cansever.htm


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
19 Nisan 2010 10:26

MASA DA MASAYMIŞ HA

Adam yasama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakir kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ısıgı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmegin havanın yumusaklıgını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu

Ne yapmak istiyordu hayatta

İşte onu koydu

Kimi seviyordu kimi sevmiyordu

Adam masaya onları da koydu

Üç kere üç dokuz ederdi

Adam koydu masaya dokuzu

Pencere yanındaydı gökyüzü yanında

Uzandı masaya sonsuzu koydu

Bir bira içmek istiyordu kaç gündür

Masaya biranın dökülüşünü koydu

Uykusunu koydu uyanıklığını koydu

Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu.


Organize_İşler
Müsteşar Yardımcısı
19 Nisan 2010 13:11

Teşekkür ederim ..:)

Kaybetti kumarda gözlerin ,

Kaybetti kumarda gözlere .

....

- Bitti o Sevda -

http://www.izlesene.com/video/amator-edip-cansever-bitti-o-sevda/1763853


*şirin
Yasaklı
19 Nisan 2010 14:41

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

Her yere yetişilir

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama

Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer

İçimden öyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Konyanın beyaz

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

Denize benzer ki dalgalıdır bakışları

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına

Öylesine benzer ki

Ve avlularına

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

Ve sözlerine

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

Ve bir gün birinin adres sormasına benzer

Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına

Minibüslerine, gecekondularına

Hasretine, yalanına benzer

Anısı işsizliktir

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

Cıgara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenberi

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun çabuk

Bakıyorum da simdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
19 Nisan 2010 21:40

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da,

Evet siz bizi anlamasanız da ne çıkar.

Eh,yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da,

Ne çıkar?Hiç!

.

.

Edip CANSEVER/Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
19 Nisan 2010 21:47

''Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.''

Berceste deyiş derler ya işte öyle...


*hero*
Aday Memur
20 Nisan 2010 16:48

YERÇEKİMLİ KARANFİL

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde

Oysaki seninle güzel olmak var

Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi

Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

Birleşiyoruz sessizce.


*şirin
Yasaklı
20 Nisan 2010 18:53

nedense o kısmı beni değişik bir şekilde etkiliyor sabah melikesi

"diş değil tırnak değil bir mendil niye kanar"

bu mısrayı duyunca acaip bir hüzün çöküyor içime sebepsiz anlam veremediğim tüyler ürperten...


leyal'lal
Müsteşar Yardımcısı
20 Nisan 2010 23:27

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı,

vaktinde anlamanın sevinci mi

ya da biraz geç kalmanın

o gereksiz tedirginliği mi...

Hangisi?

ama belli ki sonundayız her şeyin; en sonunda..."

*EDİP CANSEVER


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
02 Mayıs 2010 16:44

''Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı

Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna

Değişmek

Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını

Bana kızıyorlar sonra, ansızın bana

Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma

Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan

Ve geçilmiyor ki benim

Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan''

Umutsuzlar Parkı'ndan...

Cansever?in bu ve benzeri bir çok şiirinde, modern yaşamın getirdiği bunalımlar içinde varolma çabası veren ?kişinin şiiri? vardır.Bazı yazarlar tarafından ?dramatik monolog? olarakta adlandırılmıştır.

Kısa şiirler, özellikle direkt bireye yönelik bir konuşma gibi.


Meylina
Genel Müdür
13 Kasım 2010 13:21

Uzak Yakınlık

Soruyordun

İlkyaz işte

Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz

Tenhalık böyle

*

Dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde

Beklesem hemen gelecek olduğun

Tam öyle olduğun

Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda

Kırıp dökük de olsa yanımda

Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda

O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan

Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.

*

Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan

İkimizdik, iki kişi değildik

Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine

Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin

Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum

Sanki bir bakıma ayrılık böyle.

*

Karşılıklı otursak da ne zaman

Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi

Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye

Ayak bileklerimizden gerisin geriye

Bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma

Gereksiz ama yalnızlık böyle.

Edip Cansever


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
13 Kasım 2010 18:23

Gelmiş Bulundum

Ben mişim -neymiş- su sesiymiş

Oymuş -cam kırıkları gibi gövdemi yakan-

Yanağında sardunya kokusuyla yazdan

Kimmiş o gelen ya giden kimmiş

Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş

Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.

***

Güneş mi batarmış bir özel ismi bitirir gibi

Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan

Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan

Kim koparmış dalından bu yabani incirleri

Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri

Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

***

Yıldızlar, büyülü ülke adımı unutturan

Bir kaya, bir ot, bir akarsu

Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu

Ki bütün ölüleri sığa çıkaran

Ve kenti bir ölüm derinliğine salan

Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.

***

Şiirler yazdım, kitaplar okudum

Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum

Derinlerde kaldım böyle bir zaman

Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan

Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları

Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.

E.Cansever


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
21 Ocak 2011 16:19

"ve ağzında binlerce güneşin tadı

Dilinin ucunda yalnızca kendi adın.

Çünkü sevdikçe beni sen, kendini tanıdın."

Adını Funda Oteli Koy/Edip Cansever


**sude**
Başbakan Müsteşarı
26 Şubat 2011 12:57

"sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni artık kimse denizi bilmiyor."

edip cansever


Meylina
Genel Müdür
26 Mart 2011 14:38

Bu şehirde Edip Cansever'le...

Biricik Edip Cansever'in de anılarında bir İstanbul vardı: İlk şiir heveslerinin üşüştüğü Kumkapı, ortaokul yılları. Fatih'teki Millet Kütüphanesine gidip gelişler, geçmiş zamanın edebiyat dergileri cilt cilt. Ekmek karneli yıllarmış...

'Şair' Edip Cansever'i, gençliğimin unutulmaz edebiyat dergisi Yeni Dergi'nin sayfalarında tanıdım. Bunlar, Çağrılmayan Yakup'ta (1966) yer alan şiirlerdir: Kitaba ad veren şiir, "Cadı Ağacı", "Dökümcü Niko ve Arkadaşları". Hemen vurgulamalıyım: "Çağrılmayan Yakup" bizim kuşakta şiirseverlerin ezbere bildiği şiirdi. Bazı kişiler tanıdım, 1970'lerde, o uzun, güzel şiiri ezberden söylerlerdi.

Yeni Dergi'deki şiirler gönlümü çeldiğinden, Sahaflar Çarşısı'na bu kez Edip Cansever'in kitaplarını devşirmek için gittiğimi hatırlıyorum. Soğuk güz öğleden sonrasıydı. Elif Kitabevi'nde Yer çekimli Karanfil, Petrol yoktu ama, Umutsuzlar Parkı'nı, Nerde Antigone'yi, Tragedyalar'ı elimle koymuşçasına bulmuştum. Umutsuzlar Parkı sadece adıyla bile beni çok etkilemiştir. Esinlenerek, suluboya bir resim yapmaya çalıştım, beceremedim. Sonra bir de pastel boyayla...

Tragedyalar'ın etkisi daha derin oldu. Şiirlerinde mekânı eni konu soyutlamayı seven Edip Cansever, Tragedyalar'da İstanbul'dan, yaşadığım, doğup büyüdüğüm şehirden, soyutlamayı bir yana bırakarak söz açıyordu.

Gerçi onun İstanbul'u yine adlandırılıp sanlandırılmış değildi. Ama Ermenileriyle, Beyaz Ruslarıyla, pasajları, taş yapıları, kiliseleri, dükkânları, hele piyano tamircileriyle bütün bir Beyoğlu belirir yiter, yiter belirir. Daha Tragedyalar'da Edip Cansever'in şiiri romanla haşırneşirliğini söyler. Bu uzun şiirde Virginia Woolf'un Dalgalar'ını çağrıştırır bir hava eser. (Esinlenme değil! Sadece hayatı alımlayışta aynı kaygı.)

'İnsan' Edip Cansever'i, 1968'de, Cumartesi Yalnızlığı'nı yayımladıktan sonra tanıdım. İlk kitabım aracı oldu: Şairleri, yazarları tanıdım. Romancıların, hikâyecilerin çevresindeydim artık, kıyısından köşesinden.

Edip Cansever çok farklıydı. Tanıştığımız gün, usta-çırak ilişkisini, ona hayranlığımı handiyse görmezden gelerek, yadsıyarak, ağbisiz mağbisiz "Edip" dedirtti kendine, önceleri çok utanırdım, öylece adıyla hitap etmek! Sonra alıştım. Belki bu yüzden, değer verdiğim genç yazar arkadaşlarımın bana "Selim" demelerini istiyorum şimdilerde. Aradan çekilsin diye yıllar...

Cumartesi Yalnızlığı'nı okudu. Yaz başlangıcı, bir gün Edip Cansever'e gittim, Kapalıçarşı'ya. Edip Cansever'in Kapalıçarşı'da, baba mesleği, antikacı dükkânı vardı. Nuruosmaniye kapısından girince, dümdüz yürüyün, ikinci sokağa sapın. Güzel bir dükkân, camekânında arada değişen seçkin antika parçalar...

Birlikte çıktık. (Edip Cansever antikacılık işlerini hepten ortağına bırakmıştı.) Ankara Yokuşu'ndan inerken, Cumartesi Yalnızlığı'na yönelik eleştirilerini söyledi. Yalnızca "Yürek Burkuntuları" hikâyesini beğenmişti. "Gerisini yazmasan da olurdu" diyordu. Yürüyorduk. İçim kan ağlıyordu; kırılmıştım. Sevdiğim bir şairden uzaklaşıyordum. Bir daha şiirlerini okumayacağım diyordum içimden.

Birlikte Gar Lokantası'na gittik. Daha doğrusu Edip Cansever beni dâvet etti. Üzüldüğümü elbette ayırt etmişti, ama eleştirmekten vazgeçmedi. İnanılmaz bir sezgi, duyuş! Nezihe Meriç'ten, Oktay Akbal'dan etkilendiğimi ilk Edip Cansever söylemiştir. Ekliyordu: "Etkilenmek edebiyatın gereği, kendinin kılabilirsen..." Sonra yine ısrarla "Yürek Burkuntuları"... Bugün düşünüyorum da, ne kadar haklıydı...

Edip Cansever'e kırgınlığım çabuk geçti. Arada yine gidiyordum Kapalıçarşı'daki dükkâna. Bir defasında, üstteki küçücük odaya çıktık: Şairin çalışma odası. Tepe penceresi gökyüzüne bakan bu odayı hiç unutmadım. Ufarak yazı masası, iskemle ve avuç içi kadar gökyüzü gören tepe penceresi.

Bir başka yer, unutamadığım, Taksim Gezisi içindeki koltuk meyhanesidir. Açık havada. Aslında şık bir barakaydı. Orada bazı akşamüzerleri oturduk. Yüksek tabureler, mermer tezgâh. Şairin edebiyata duyduğu ürperti verici bağlılığı yaşadım. Çağlar öncesiyle yarışmak da diyebilirim buna. Meselâ Hamlet'i yeniden yazmak isterdi Edip Cansever. Ancak o zaman, Shakespeare'le boy ölçüştüğünde 'şair' olduğuna inanabilecekti. Sonra, her defasında, umutsuzluk devreye girer, Hamlet tasarısı düşlerde kalırdı.

1970'te Kirli Ağustos yayımlandı. Kirli Ağustos, benim için, Türkçe'de Akdeniz duyarlığı için yazılmış en güzel şiir kitabıdır. Her Gece Bodrum'u yazarken Kirli Ağustos'u birçok kez okudum, başucumdan ayırmadım. Bir anlamda, "Kirli Ağustos" şiirinden esinlendiklerimin romanını yazmak istiyordum. Ya da, bu şiir, yazmaya çalıştığım romanın billûrlaşmış haliydi. Hele şu dizeler:

"Başka değil, yokluğu görmek için / Kirli Ağustos! Gözkapaklarımı da yaktım sonunda."

1976'da Her Gece Bodrum yayımlandı. Edip Cansever'e imzalarken çok kaygılıydım, sahne gözümün önündedir: Beyoğlu'nda, Galatasaray Lisesi'nin karşısındaki Degüstasyon Lokantası'ndayız. Çantamdan kitabı çıkarıp veriyorum. Kemküm bir şeyler de söylemeye çalışıyorum.

Edip Cansever kendinden sonraki kuşağa sevgisini hiçbir zaman esirgemedi. Romanı bitirir bitirmez beni aradı; (gerçi ortak dostumuz Armağan İlkin'den öğrenmiştim!) "Tamam! Artık kendinsin!" diyordu. 1978'de Füsun Akatlı "Edip Cansever'le Konuşma"yı yayımladı. Füsun Akatlı soruyor: "Hangi romanları seversin? İster örnek ver, ister genel olarak söyle." Akatlı'nın duraksayarak sorması, 'genel' demesi bile edebiyat dünyamızın cimriliğine işaret değil mi? Edip Cansever, "İkisini de yapayım" diye yanıtlıyor, "Tutunamayanlar, Raziye, Her Gece Bodrum, bunlar benim çok sevdiğim romanlar..." Sevinçten uçtuğumu söylememe gerek yok herhalde.

Zaman, Ben Ruhi Bey Nasılım'a, Bezik Oynayan Kadınlar'a -ikisi de bence şiir-romandır-, Şairin Seyir Defteri'ne hayranlıklarla geçti. Çok çabuk geçti. Cumartesi akşamları âdeta bir 'edebî salon' olan Nahit Hanım'ın evinde, yaz akşamları Rumelihisarı'nda, kimileyin Cansever'lerin Bebek'teki giriş katında, sonra Etiler'deki yeni evde.

Edip Cansever'i bugün çok özlüyorum. Hayatının tek ülküsüydü şiir. Bunu hemen hissederdiniz. Size de usul usul geçirirdi o duygusunu. Siz de artık edebiyattan başka bir şey düşünmez olurdunuz. Bebek'teki Şadırvan'da saatlerce söyleştiğimizi hatırlarım, Dıranas'ın "Kar" şiiri için.

"İnsanın insana verebileceği en değerli şey / Yalnızlıktır" dizelerinin şairi gibi yitirdiğim, kim bilir kaç yıldır yokluğunu ya­şadığım bir başka yakınım, demin andığım çevirmen Armağan İlkin'dir. Armağan, kocası Altan, Edip Cansever, bazan eşi Mefaret Hanım, Nahit Hanım'a gidilmemiş cumartesiler, hele yaz mevsimiyse, Arnavutköyü'ndeki Kaptan'a giderdik. Tam Boğaziçi'ne özgü bir lokanta. O zamanlar önünden 'kazıklı yol' geçmemiş.

O lokantaların kendine özgü bir kokusu olur. Biraz deniz, yosun kokar, biraz deniz mahsulü, biraz da anason. Yazları pencere kenarında oturulur. Pencereler açıktır; yel, esinti, şıpırtılı deniz. Daha içeriye girerken serinlik tadılır. Güzel akşamlardı. Meselâ Armağan, E. M. Forster'dan Meleklerin Uğramadığı Yer'in çevirisini bitirmişti, Forster konuşuluyordu. Forster'ın roman sanatını çözümleme konusundaki uçsuz bucaksız sezgisi!.. Mesela Edip Cansever Sevda ile Sevgi'deki şiirlerinden birini yazmaktadır, daha o gün, taptaze o dize: "Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime."

Biricik Edip Cansever'in de anılarında bir İstanbul vardı: İlk şiir heveslerinin üşüştüğü Kumkapı, ortaokul yılları. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'ne gidip gelişler, geçmiş zamanın edebiyat dergileri cilt cilt. Ekmek karneli yıllarmış...

Bir defasında, gençliğinin anılarından bir oyun yazmak istediğini söylemişti. İsmini elbette hatırlıyorum: Gereksiz Bir Hüzün Sanki... Sonra, Gereksiz Bir Hüzün Sanki, yarım kalan son şiirinde bir dize oldu.

Selim İleri

2008


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
02 Nisan 2011 15:28

Düşündürücü, anlamlı kısacık bir alıntı:

"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da

Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey!

.

.

...."

diye devam eder. Hakikaten anlaşılamazsak, anlatamazsak, anlayamazsak ne çıkar? Ne kadar önemlidir anlaşılabilmek? ve dahası anlatılanlar anlatıldığı gibi mi yansır karşımıza, yoksa karşıdakinin anladığı kadar mıdır?

Evet, hakikaten ne çıkar anlayamazsak?


leyal'lal
Müsteşar Yardımcısı
22 Mayıs 2011 17:08

On kalır benden geriye dokuzdan önceki on

Dokuz değil on kalır

On çiçek, on güneş, on haziran

On eylül, on haziran..

On adam kalır benden, onu da

Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan

On adam kalır.

.

Ne kalır ne kalır

Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan

Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır

Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır

On çizik, on çentik, on dudak izi

Bir çay bardağında on dudak izi

Aşklardan sevgilerden

Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi

Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem

Bir de bu kalır.

.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır

Asıl bu kalır.

.

On yerde adam geçse geçmese

Dağlardan tepelerden inen bir düzlüktüm,

anlaşılır.

.

Akşam olur, bir günden dibe çökerim

Su içer,dibe çökerim

İyimser bir duvarcıyım, her gün bir tuğla

düşürürüm elimden

Bu yüzden gecikirim

Size bu sıkıntı kalır.

.

Ne kalır

Kahvelerde kalın kalın kayısı vakti

Dişleri kesmeyenin en az kayısı vakti

Dişleri hiç kesmeyenden

Gün geçer, kendi kalır

Kahvelerde kayısı.

.

Gezginim, açık denizlerden yanayım

Biraz da Akdenizliyim, bu işte böyle kalır

Akdenizli herkes konuşur duyarlığını

Başka ne kalır

Biz ki bir konuşuruz geriye on şey kalır.

.

Ben buyum, dersin, arkadaş

Sevgilim, ben buyum

Yüreğim vurgun, dişlerim altın

Ceketim sol omzumda

Vakit vakit incelen vakit.

.

Edip Cansever / Sonrası Kalır


sabah melikesi
Başbakan Müsteşarı
07 Haziran 2011 10:47

2 Nisan 2011 15:28 Düzenle Sil

Düşündürücü, anlamlı kısacık bir alıntı:

"Ne çıkar siz bizi anlamasanız da

Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey!

.

.

...."

diye devam eder. Hakikaten anlaşılamazsak, anlatamazsak, anlayamazsak ne çıkar? Ne kadar önemlidir anlaşılabilmek? ve dahası anlatılanlar anlatıldığı gibi mi yansır karşımıza, yoksa karşıdakinin anladığı kadar mıdır?

Evet, hakikaten ne çıkar anlayamazsak?

İDAL*

****

"Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey!"

Ne kadar anlatmak isteseniz de,anlaşılmak isteseniz de bazan bir arpa boyu yol alamazsınız bu yolda.Düşünme ufku geniş olmayan birileri varsa karşınızda çaba sarfetmek yersizdir.Çünkü takılmıştır bir yere çıkamaz o çerçeveden,ön yargıları vardır,kıramadığı zincirleri vardır,değişim çabası yoktur.Hepsini geçelim herkes sizi anlamak zorunda zaten değildir.Kendini anlatma çabasına girmek gerekebilir bazan ama o da bir yere kadar.Evet ne çıkar siz bizi anlamasanız da "hiç bir şey"!


ekonomist.fd
Kapalı
11 Eylül 2011 15:50

Üzerinize afiyet biraz mutlu olmuşum da.

Yarimin gözleri, nehir nehir yeşillenmiş, pırıl pırıl güneşlenmiş üstüne. Yarın dedikleri gün, bugün olmuş ve mavilikler ışıl ışıl, güzel günler ufku karşımızda. Seslerimiz berraklaşmış, turnalaşmış şarkılarımız. Kanatlarımız üzerinde durmuş gökyüzü. O çok sevdiğimiz rüzgar yalnız, çınar gölgesinde, çınar yaprağında değil, okyanuslar ortasında bir yelken gibi her tarafımızı sarmış. Bahar gelmiş dallarına yüreğimizin, kuşlar konmuş dallarımıza, şiirler geçmiş iliklerimize; Asyalı, Afrikalı, Avrupalı şiirler.

Üzerinize afiyet biraz mutlu olmuşum da.

Şehrimin bütün meydanlarını kazanmışız, yeni meydanlar açılmış şehrimde. Kırmızı karanfiller ölülerimizle değil, damar damar ellerimizle, elden ele dolaşmış. Neşeden ve renk ahenk bir umuttan karanfiller. Şarkılar söylenmiş, şiirler okunmuş, uzun yürüyüşler yapılmış, nehircesine. Hepimiz hiç kimse, hepimiz hepimiz olmuşuz.

Üzerinize afiyet biraz mutlu olmuşum da.

Yoklama yapıyorum durup dururken, nehirce kahkahalar atarken sokaklarda. Tebessüm burada. Anlayış burada. Saygı burada. Keyif burada. Coşku burada. Telaş burada. Neşe burada. Düşünce burada.

Üzerinize afiyet biraz mutlu olmuşum da.

Gülüp duruyorum kendi kendime. Gülmek, kahkahalar atmak geliyor içimden. Sokak sokak koşmak geliyor. Bas bas bağırmak geliyor. Fırtınaya, sağanak yağmura karşı durmak; açıp kollarımı iki yana. ?Bahar geldi, bahar geldi? diye mektuplar yazıp, bir bir posta kutularına bırakmak istiyorum insanların. Üstelik hiç tanımadığım, yüzünü bile görmediğim insanların. Resimler yapmak istiyorum şehrin duvarlarına, renk ahenk boyamak istiyorum her yeri. Her yeri temiz pak yapana kadar minicik toz bezleriyle köşe bucak silip, temizlemek istiyorum.

Şimdi yürüyorum tek başıma sokaklarda, sessiz ve kederli. Hastalık gibi yaşıyorum mutluluğu. Geliyorum gerçekliğine yürüdüğüm yolların. Ne sesim çıkıyor, ne kaleme varıyor elim. Adım adım dökülüyor tüm takatim sanki. Yürümek istiyorum! Durmak, yorulmak bilmeden. Yığılıp kalana kadar bir yerde, yürümek istiyorum! Rüzgara karşı ve ağlayarak?

Edip Cansever?in ?Mendilimde kan sesleri? ni alarak yanıma

?Ah güzel Ahmet abim benim. İnsan yaşadığı yere benzer ? diyerek ve utanarak, saçma sapan, zamansız peydah olan tek tebessümümden bile.

?Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir?

?Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir?

Diye diye büyütüyorum şimdi yüreğimdeki gözü yaşlı çocuğu.

Üzerinize afiyet biraz mutlu olmuşum da.

Susuyorum.


ekonomist.fd
Kapalı
11 Eylül 2011 16:39

birşey eksik sanki...buldum..ve yazayım dedim eksikliği edip cansever..mendilimde kan sesleri...bir iki cümle değil şiirin hepsi..

Mendilimde Kan Sesleri

Her yere yetişir

Hiçbir şeye geç kalınmaz

Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla.

Boynu bükük duruyorsam eğer

içimden böyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet Abim benim

insan yasadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Konyanın beyaz

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

Denizine benzer ki dalgalıdır bakışları

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına

Öylesine benzer ki

Ve avlularına

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

Ve sözlerine

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

Ve birgün birinin bir adres sormasına benzer

Sorarken sorarken üzünçlü bir ev görüntüsüne

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

Öyle bir cigara yakımına, birinin gazoz açmasına

Minibüslerine, gecekondularına

Hasretine, yalanına benzer

Anisi işsizliktir

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiyeye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

Cigara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenberi

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun cabuk

Bakıyorum da şimdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

istasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli degil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever

mutluluğunu bir hastalıkmışçasına yaşayanlara iyi okumalar...


İDAL*
Başbakan Müsteşarı
28 Ekim 2011 01:41

BAŞLANGIÇ

Doğanın bana verdiği bu ödülden

Çıldırıp yitmemek için

İki insan gibi kaldım

Birbiriyle konuşan iki insan..

Edip Cansever

Toplam 34 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi