Editörler : F16 Gökçen
«48495051525354555657585960

retro merkur
Kapalı
17 Eylül 2019 12:25

Kesinlikle dostum.

MindEr Han, 5 yıl önce

Murphy Kanunları...

güne ne zaman olumlu, huzurlu, hayatı yaşamak isteği ile başlasan...

birileri çıkıp tüm günün içine ediyor...

bazı zaman bu kişi amirin, çalışma arkadayın oluyor, bazı zaman ailen bazı zaman kıymet verdiğin herhangi biri...

ama illa ki bir şeyler olur...

bence ömür denilen şey 250-300 yıl falan...

ama dış etkenler saniye saniye emiyor ömürden,

ve bize kalan da hepi topu 60-65 yıllık bir hayat oluyor...


MindEr Han
Kapalı
17 Eylül 2019 13:08

dur daha yazcaklarım var birikti :p


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 15:58

kim olduğunu bilsem de,

neden yaptığını bilsem de...

kanıtlayamıyorum...

belki de kanıtlamak istemiyorum, ama biliyo musun? keşke yüzüme söyleyecek kadar yüreğin olsaydı...

o zaman en kralı sen olurdun bu alemde ve gözümde...

arkadan hançer batırmak kolaydır,

önemli olan kişinin gözlerinin içine baka baka o hançeri batırabilmektir...

umarım bir gün bunu başarabilirsin...

gözlerine bakarak ölmeyi çok isterim.


retro merkur
Kapalı
19 Eylül 2019 16:02

Mesajın alınmıştır umarım..

MindEr Han, 5 yıl önce

kim olduğunu bilsem de,

neden yaptığını bilsem de...

kanıtlayamıyorum...

belki de kanıtlamak istemiyorum, ama biliyo musun? keşke yüzüme söyleyecek kadar yüreğin olsaydı...

o zaman en kralı sen olurdun bu alemde ve gözümde...

arkadan hançer batırmak kolaydır,

önemli olan kişinin gözlerinin içine baka baka o hançeri batırabilmektir...

umarım bir gün bunu başarabilirsin...

gözlerine bakarak ölmeyi çok isterim.


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 16:03

burdan biri değil ki alsın :D

karşıma çıkamayacak biri... keşke çıkabilse...


retro merkur
Kapalı
19 Eylül 2019 16:04

Yol ver hacı. Yük etme böylesini ömrüne.

MindEr Han, 5 yıl önce

burdan biri değil ki alsın :D

karşıma çıkamayacak biri... keşke çıkabilse...


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 16:05

tamam hacı :)


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 19:28

bu akşam yemek yemek gelmiyor içimden...

sanki soframda bir tabak eksilmiş gibiyim...

oğlan askere gitmiş gibi,

kızı yeni gelin etmiş gibi...

neden böyle hissediyorum anlamadım,

evli değilim ki ben çocuğum olsun...

durmuş saatime pil takmaya bile üşenir vaziyetteyim,

çöpleri de atmadım...

televizyyonu açmadığım gibi kumandanın nerde olduğu hakkında ufacık bir fikrim yok,

umrumda da değil açıkçası nerde olduğu...

umrumda olan bir şey var...

o da yok artık...

yani var da yok...

umrumda var, ama kendi yok...

neyse anladınız siz beni yormayın kalemimi...

bileklerim de ağrıyor hem...

bilek demişken...

daha O'nunla hastanenin yanındaki cafede tavla oynayacaktık...

bileği güçlü olan güçsüz olana çilekli süt falan ısmarlayacaktı...

yarım kalmış bir hikayenin başrol oyuncusu olmak çok zordur...

tamamlanmak istersin hep,

ama elinden de bir şey gelmez ki...

kılıçlar kınından çıkmış, son sözler söylenmiştir...

beyinler konuşurken, yüreklen incinmiştir bir kez...

bir kez incindiğinde de...

artık hiçbir şeyin askisi gibi olmayacağını bilirsin...

terleyen avcunu silersin üstüne...

beyin susar...

ama yürek susmaz...

tüm derdini anlatır kendi kendine...


selim tekin
Kapalı
19 Eylül 2019 21:46

Çoook söyleyemediğin varmış minderci


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 22:35

bunlar içimdekilerin zekatı üstad


MindEr Han
Kapalı
19 Eylül 2019 22:52

sonbaharda doğdum diye mi hep sonbaharda ölmelerim?

her sonbaharda başıma kötü olaylar geliyor...

mesela en kıymetli arkadaşımı diş çekimi sonrası kan kaybından kaybettim öldüm.

nişanlandım yüzük parmağımdan sonbahar günü çıktı...

teyzemi, dayımı, amcamı, dedemi sonbaharda kaybettim...

en sevdiğim muhabbet kuşumun ölmeden önce parmağımı ısırması ve sanki "lütfen beni bırakma" diye bakması da bu mevsime denk geldi...

otelde çalışırken sonbaharda sattılar oteli işsiz kaldım...

ve yine sonbahar...

bu sefer acı yüzünü erken gösterdi...

yüzümün gülmediğine güler oldum artık bu mevsimde...

neden diye sorduğumda yanıtsız kalan sorular ayrıca canını acıtıyor insanın...

keşke gitmeseydiniz be sevdiklerim...

keşke yanımda olsaydınız hep...


MindEr Han
Kapalı
23 Eylül 2019 14:09

az önce Işın Karaca'nın "Tutunamadım" şarkısını farklı birinden dinledim...

ne kadar çaresiz ve acımasız sözdür...

"tutunamadım"

son çaresizlik...

zira tutunamazsanız düşersiniz...

bazen yere, bazen yüreğe, bazense cehenneme...

ve o düşmenin sancısı...

bazen dizde, bazen umutsuz bakan gözde, bazense tüm bedeninde görünür...

kanar ama kimse umursamaz o kanamayı...

görmezler canının yandığını...

düşen hisseder o acıyı çünkü, onlar da illa ki başkaları için düşmüşlerdir ama senin acını anlamazlar daha evvelden yaşasalar da...

bakmayın böyle konuştuğuma ben de anlamam başkasının acısını...

insanoğlu bencil işte...

yandığını hatırlar her daim, yaktığını değil...

ve tabi ki düştüğünü hatırlar, düşenin yüzüne bile bakmaz...

tutunmak çok zor artık bir şeylere...

güven lazım, inanç lazım...

birkaç söze kendimizi bırakıveriyoruz boşluğa...

"nasıl olsa o tutar, beni yarıda bırakmaz O" diyoruz...

tutan da olmuyor, tutunabilen de...

ve ne olduğunu anlamadan yüzüstü çakılıyoruz...

sonra da isyan ediyoruz...

neden tutmadın beni diye...

oysa kimse seni tutmak zorunda değil, bu dünyaya tek geldin tek gideceksin ve bu durumu hiç değilse günde 25-30 kez tekrarlayan birisin...

ama olmadı değil mi?

yine gönül koydun seni tutmayanlara, düşmeni izleyenlere...

yine acınası duruma düştün...

oysa kimseye güvenmemen gerektiğini daha kaç kez göstermeliydi hayat?

ilkokulda yanında oturup seninle oyun oynayacağını söyleyip silgini çalan arkadaşın hem silgini çalıp hem de seni dövmedi mi?

ortaokulda hiç kabahatin olmadığı halde kendi yaptığını senin ütüne atıp senin disipline gitmene seyirci kalmadı mı?

lise yıllarında önce senden hoşlandığını söyleyip ssonra oturduğun mahalleyi öğrenince "varoşsun sen" diye terketmedi mi?

ya üniversiteyi bırakma kararı aldığın hatun? seni bırakıp senelerce "dostum" dediğin kişi ile evlenmedi mi?

yetmedi mi?

otelde çalıştığın süreci hatırla...

hani aşiret düğününün olduğu gece...

alkol kullanmadığın halde alkol çaldı ve içti diye iftira atmadı mı aynı odada yattığın "kardeşin"

ya eski nişanlın?

"her zaman yanında duracağım" diyerek seni en koyu karanlıklara atıp sana dünyanın borcunu taktı...

hala ödüyorsun değil mi o borcu?

bitmez o borç...

düşmelerin de...

tüm dalı kırılmış olan bu dünyada hala "tutunmak" için bir şeyler arıyorsun...

arama artık...

kendini üzüyorsun...

kimsenin acına üzüldüğü de yok, kanamalarını görmek için gözleri de...

tutunmak için de bir dal arama...

düşme yeter...


retro merkur
Kapalı
23 Eylül 2019 14:14

Sıcak bir ele ihtiyacın olduğunda kendi elini tut kimseden fayda yok demişler. Bu lafa eskiden beri hep gıcık olurdum. Ama şimdi gerçekliği Soğuk bir rüzgar gibi Yüzüme vuruyor

MindEr Han, 5 yıl önce

az önce Işın Karaca'nın "Tutunamadım" şarkısını farklı birinden dinledim...

ne kadar çaresiz ve acımasız sözdür...

"tutunamadım"

son çaresizlik...

zira tutunamazsanız düşersiniz...

bazen yere, bazen yüreğe, bazense cehenneme...

ve o düşmenin sancısı...

bazen dizde, bazen umutsuz bakan gözde, bazense tüm bedeninde görünür...

kanar ama kimse umursamaz o kanamayı...

görmezler canının yandığını...

düşen hisseder o acıyı çünkü, onlar da illa ki başkaları için düşmüşlerdir ama senin acını anlamazlar daha evvelden yaşasalar da...

bakmayın böyle konuştuğuma ben de anlamam başkasının acısını...

insanoğlu bencil işte...

yandığını hatırlar her daim, yaktığını değil...

ve tabi ki düştüğünü hatırlar, düşenin yüzüne bile bakmaz...

tutunmak çok zor artık bir şeylere...

güven lazım, inanç lazım...

birkaç söze kendimizi bırakıveriyoruz boşluğa...

"nasıl olsa o tutar, beni yarıda bırakmaz O" diyoruz...

tutan da olmuyor, tutunabilen de...

ve ne olduğunu anlamadan yüzüstü çakılıyoruz...

sonra da isyan ediyoruz...

neden tutmadın beni diye...

oysa kimse seni tutmak zorunda değil, bu dünyaya tek geldin tek gideceksin ve bu durumu hiç değilse günde 25-30 kez tekrarlayan birisin...

ama olmadı değil mi?

yine gönül koydun seni tutmayanlara, düşmeni izleyenlere...

yine acınası duruma düştün...

oysa kimseye güvenmemen gerektiğini daha kaç kez göstermeliydi hayat?

ilkokulda yanında oturup seninle oyun oynayacağını söyleyip silgini çalan arkadaşın hem silgini çalıp hem de seni dövmedi mi?

ortaokulda hiç kabahatin olmadığı halde kendi yaptığını senin ütüne atıp senin disipline gitmene seyirci kalmadı mı?

lise yıllarında önce senden hoşlandığını söyleyip ssonra oturduğun mahalleyi öğrenince "varoşsun sen" diye terketmedi mi?

ya üniversiteyi bırakma kararı aldığın hatun? seni bırakıp senelerce "dostum" dediğin kişi ile evlenmedi mi?

yetmedi mi?

otelde çalıştığın süreci hatırla...

hani aşiret düğününün olduğu gece...

alkol kullanmadığın halde alkol çaldı ve içti diye iftira atmadı mı aynı odada yattığın "kardeşin"

ya eski nişanlın?

"her zaman yanında duracağım" diyerek seni en koyu karanlıklara atıp sana dünyanın borcunu taktı...

hala ödüyorsun değil mi o borcu?

bitmez o borç...

düşmelerin de...

tüm dalı kırılmış olan bu dünyada hala "tutunmak" için bir şeyler arıyorsun...

arama artık...

kendini üzüyorsun...

kimsenin acına üzüldüğü de yok, kanamalarını görmek için gözleri de...

tutunmak için de bir dal arama...

düşme yeter...


goetheminder
Genel Müdür
11 Kasım 2019 13:42

anılarımı acılarımı saklı tuttuğum sayfam...

yeniden merhaba...

başlayacağız yeniden anlatmaya,

hazır mısın tozlu raflarını silmeye?


goetheminder
Genel Müdür
11 Kasım 2019 23:55

senelerdir okumayı ertelediğim, en sonunda alıp okumaya başladığım ve şu an bitmesine 30 sayfa kalmış olan kitap...

Şeker Portakalı...

Zeze'nin çocukluğunu okurken sanki kendimi gördüm...

yediğim dayaklar, yokluğun dibine vuruşlarımız, her şeye rağmen sahte dünyaya bırakılan bir tebessüm...

gazeteye serilmiş sofrada bulunan 4 çatal 4 kaşık... beşinci kaşığımız ve çatalımız yoktu... misafir geldiğinde ablamla ben sofradan kalkardık mesela... gizlice mutfağa gider çatalı kaşığı yıkar misafire uzatırdık...

onlar gittikten sonra çatalı ve kaşığı yeniden yıkar kalan neyse onları yerdik...

yokluğun dibine vurduğumuz zamanlardı, babam iş yerinden kömür alırdı. izin aldığını söylerdi ama inanmazdım, bilirdim çaldığını bizi iki gram daha ısınmamız için yaptığını...

okuldan spor ayakkabı istenmişti mesela, kasım ayıydı...

o sene erken düşmüştü kar, beden eğitimi öğretmenimiz spor ayakkabımı getirmediğim için dövmüştü, oysa bilmiyodu ki spor ayakkabım yoktu... sağlam dövmüştü yüzüm kızarık gitmiştim eve...

annem sorduğunda spor ayakkabım olmadığı için dövdüğünü söyledim, duymuş babam bunu ertesi gün eline spor ayakkabılarla geldi...

ama ben sevinmemiştim, çünkü babamın ayakkabısının burnunun açık oluğunu, kenisine ayakkabı alması gerekirken bana o parayla spor ayakkabı aldığını biliyordum...

1 ay, tam bir ay o ayakkabıyla işe gidip geldi... adam eve geldiğinde ayaklarını hep sobaya değirir ısıtmaya çalışırdı...

gel de giy o spor ayakkabılarını been eğitimi dersinde...

babamın parası olmayınca asabi olurdu, en ufak şeyde oklavayla ya da kemeriyle döverdi...

ama yoksulluk canıma yetmişti...

bir şey olmalıydı diye düşündüm o çocuk beynimle, bir çıkar yol olmalıydı...

arkadaşım Cengiz...

onların da durumu bizden farksız değildi...

plan yaptı kendince, bir bakkaldan bira şişesini çalıp, başka bakkala satacaktık...

başladık çalmaya...

1,2,3,4 derken adamın ne kadar şişesi varsa aldık diğer bakkala sattık...

3-5 gün sonra bakkal anladı tabi, bizi izledi suç üstü yakaladı...

bir temiz dayak yedik öyle böyle değil...

ama nerden bilirdik ki bu sadece "ara sıcak"tı...

bakkal babama da haber vermişti...

mahallede babam beni bekliyordu, kaçmak istedim ama ne mümkün?

dayağın içeriğini anlatmayacağım ama şiddetini özetlemem gerekirse o gün yediğim dayakla yoğun bakıma yatırıldım...

2 gün kaldım yoğun bakımda...

yaralarımın iyileşmesi için ise 2,5 hafta geçmesini bekledim...

ama öyle anlamlı bir dayaktı ki, artık yolda para görsem ederine bakmadan yanından geçip gidiyorum...

kimler dövmedi ki? saysam Zeze haline şükrederdi sanırım...üstümde sigara bile söndü...

Zeze...

sen benim çocukluğumsun...

ağacım yoktu belki ama He-Man çizmelerim vardı...,

çok severdim ve konuşurdum...

ah Zeze...

okuuğumda kendimi gördüğüm, yaralarımı tazelediğim yoksulluğun ibini bir kez daha derinden hissettiğim çocuk adam...

seni yazayım derken beni yazmışlar farkına varmadan...

bu yazı bittikten sonra 30 sayfanın da su gibi geçeceğini biliyorum...

şimdiden özledim seni...

ama keşke bitmesen...


goetheminder
Genel Müdür
28 Ocak 2020 02:23

imtihanı sessizlik olan büte kalır...

olana biteni sessiz kalanlara saygı duyardım her zaman ve her seferinde merak ederdim...

bunca olan bitene neden bu kadar sessiz kalıyorlar, nasıl susmayı başarıyorlar diye...

gerçekten de öyle yani, düşünsene bildiğin bir şeyler dönüyor ve sen sessizsin...

ama zamanla sesinin duyulmadığını anlıyorsun...

ne kadar çığlık da atsan, boğazını da parçalasan, sessizce de söylesen insanlar bildiklerini okur...

bunu keşfetmek ise insanın şansına ve hayata olan inancına bağlı...

sessiz kalmak gerçek bir sanattır,

çekip gitmek ise sanatı devrimle ödüllendirmektir...

sana kaçıncı vedam bilmiyorum ama,

uzunca bir süre yeniden hoşça kal sayfam...


goetheminder
Genel Müdür
07 Şubat 2020 22:46

o kadar kırgınım ki sayın sayfam...

dün birine, bugün başka birine, yarın kim bilir kime...

uzun uzun anlatmak istiyorum insanlara...

ama sonra yutkunuyorum, "bugüne kadar dile getirdin ne oldu, ne değişti" diyosun...

gerçekten ne değişti? çok zaman haklı olduğunu zaman sana gösterdi ama kim haksızlığını kabul etti?

aksine herkes bildiğini okudu hatta sen suçlu oldun, sert bir şekilde eleştirildin ve hatta terkedildin...

mesela birkaç örnek vereyim sana kıymetli sayfam...

henüz geçenlerde reel hayatımda bana biri "moralinin bozuk olduğunu ve benimle konuşmak istemediğini" dile getiren değer verdiğim, dostum sandığım kişinin bana bunu söyledikten saatler sonrasında kahkahalarla güldüğüne tanık oldum...

bu tahmininizden de kötü bir durum...

bu bir nevi "ben başkalarıyla mutluyum ve sen cehennem ol git ve hayatımdan çık artık" demektir...

***

mesela bundan seneler öncesinde aldatılma hikayem var şimdi geldi aklıma...

kendisi güvenlikti, ve tüm güvenlik arkadaşlarını da tanıyordum...

ilk zamanlar deliler gibi uzun sohbetler ettiğim kadın artık bana yazmıyordu...

ama kız arkadaşım hep whatsappta online idi...

ne zaman sorsam "ya bizim akraba, dost gruplarımız var onlarla yazışıyorum" yanıtını alıyordum...

üstelik ben yazdığımdan saatler sonra yazıyordu...

bir yere kadar inanıyor buna insan, sonra bir güvenlikle gülüşürken yakaladım, tabi o beni görmedi...

derhal o güvenliğin de numarasını kaydettim ve whatsapp dan online olma durumlarına baktığımda son görülme anları aynı saat, aynı dakika idi...

takibe aldım, sürekli aynı zamanda online olup aynı zamanda çıkıyorlardı...

ekran görüntülerini alıp gösterdim tabi ki inkar etti (üstte de dedim ya kim kabul etti ki yaptığını) "ne düşünüyorsun bilmiyorum ama öyle değil" dedi tabi ki...

sonra ne oldu dersiniz?

artık ikisi de online olmuyordu...

güvenlikten çok güvendiğim ve aynı zamanda ev arkadaşıma çaktırmadan erkeğin telefonuna göz at dedim...

çok iyi iş çıkaran arkadaşım öğrendi...

yeni adresleri skype...

baktığımda artık orda muhabbet ettiklerini ve ikisinin de online olduğunu gördüm...

adeta şizofrene dönmüştüm onları takip edeceğim diye...

yine ekran fotoğrafı, yine inkar, yine "düşündüğüm gibi olmadığının söylenmesi, ama bu sefer farklı olarak ayrılma kararım...

biraz gönülsüz itiraz etmesine rağmen çok direnmedi ayrıldık...

sonrası mı?

6 ay sonra nişan, 9 ay sonra düğün yaptılar...

haklı çıkmıştım ama neye yarardı ki?

eminim şu an sorsam "evet evlendik hatta çocuğumuz bile oldu ama düşündüğün gibi değil" diyecektir...

kulağa komik geliyor değil mi?

hiç komik değil...

***

insanlar neden dürüst değil be sayfa?

neden dürüst bir şekilde gerçekleri söylemek yerine beni aptal yerine koymayı tercih ediyorlar?

ordan bakınca gerçekten saf mı görünüyorum?

evet mi?

haklısın safım...

ama böyle böyle de he güvenimi hatta özgüvenimi kaybettim be sayfa...,

en ufak bir şeye onlarca anlam yüklüyorum artık yaşadıklarımdan ötürü...

bana "kötü günler geçiriyorum" deyip gülüp eğlenmeleri, başka biri yok diyenlerin artlarında sakladıkları, aptal yerine koymaları beni çok üzüyor be sayfam...

bunları normal biri yasa yine sıkıntı değil ama canın saydıkların yapınca gerçekten sanki tırnaklarını tek tek çekmişler gibi hissediyorsun...

umarım Rabbim onlara bu çaresizliği yaşatmaz...

umarım onlar kendilerini mutlu edenlerle bir ömür mutlu olurlar...

ama inşallah Rabbim onlara empati ve biraz da vicdan nasip eyler...

zira bıraktıkları yaralar kolay kolay kabuk tutmuyor...

akan gözyaşları ise kurumak bilmiyor...

kahrımı çektiğin için teşekkürler sayfam...

16 Mayıs 2020 14:30

İçimde tuta tuta içim şişti

Bu ne ya ...

Yazıcam sandınız değil mi Tabiki sizinle paylaşmıcam

:p


Yirmi2yirmi2
Kapalı
18 Mayıs 2020 05:46

Bizi unuttun aramıyorsormuyorsun diyene aksine hatırladığım için demek istemek...unutsam belki

goetheminder
Genel Müdür
06 Mayıs 2021 18:02

çok yakında yeni hikayelerde görüşmek üzere güzel sayfam...

Toplam 1187 mesaj
«48495051525354555657585960

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi