Editörler : Pangaea
14 Mayıs 2009 23:28

üniversite okuduğuna pişman olanlar ve keşke diyenler

evet arkadaşlar ben çevremdeki lisede, ilk öğretimde okuyan gençlere eğer odtüyü boğaziçini kazanamayacaksanız boşuna sadece binadan ibaret olan verdiği diplomanın bir geçerliliği olmayan sıradan üniversitelere gidip yıllarınızı boşa harcamayın diyorum benim şimdiki aklım olsa bir meslek öğrenirdim üniversiteyide açık öğretimden okurdum diyorum oda askerliği kısa dönem yapmak için yoksa onada gerek yok

ilköğretimden sonra bir mesleğe girip çalışan birinin iş bulması oranı %100 liseden sonra bu oran %50 ye düşüyor üniversiteden sonra ise %10 %20 lerde sürünüyor

üniversite bitirmenin hiçbir mantığı yok

benim yaşıtlarımın çoğunun evi arabası var çocuğu var onlar üniversite okumak yerine meslek öğrenmeyi tercih ettiler bizde üniversite okuyup kendimizi rezil ettik

aslında bu başlığı ilk öğretimi bitirenlere liseyi bitirenler tavsiye etmek okutmak lazım abilerini örnek alıp

geleceklerini iyi planlasınlar


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
14 Mayıs 2009 23:35

üniversite sınavına başvuruda ciddi bir azalma varmış

bu ciddi bir sorun incelemek lazım diyorlar

salaklar bunu sorun olarak görüyorlar

halbuki çocukların gözü açılmış geleceği görüyorlar

gidip alınlarından öpmeleri lazım

bu osym de kafası çalışan biri yok mu acaba çok merak ediyorum


ATMA RECEP
Kapalı
14 Mayıs 2009 23:50

Valla ben okuduğuma hiç pişman değilim.Elimden gelse 4 sene daha okurum.Zevkler ve renkler tartışılmaz :D


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
14 Mayıs 2009 23:55

senin adına sevindim recep çok optimist bir arkadaşımızsın

bende üniversitede okurken senin gibiydim

bana gençliğimi hatırlattın


ATMA RECEP
Kapalı
14 Mayıs 2009 23:59

Hayırlısı kardeş,Üniversite okumasaydım ticaret yapsaydım şu 5-6 sene de evim de olurda arabam da,şu an evimde yok arabamda ama pişman değilim.Herşeyin hayırlısı.Şükür etmesini unuttuğumuz an bittiğimiz andır.


besyo3645
Yasaklı
15 Mayıs 2009 00:00

sana yuzde yuz katılıyorum mehmet kardeşim..


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
15 Mayıs 2009 00:13

arkadaşlar keşkelerinizi yazın buraya

üniversite okumasaydım

keşke bayan kuaförü olsaydım çok güzel para var bir för 20 tl:)))

15 Mayıs 2009 02:18

üniversite deil ama tef de okuduğum için binlerce pişmanım

NOT: tef de okumayı ben istemedim

sistem magduruyum ne yazık ki

lanet olsun


cotanak1984
Kapalı
15 Mayıs 2009 09:11

hemşerim her üniversite bitirene iş var diye bir şey yok zaten üniversiteler iş bulma kurumu değil bireye çağdaş eğitim verme kurumudur,sen kendini geliştirip de iş arayacaksın ve bulacaksın, ülkemizde maalesef üniversite okumak büyük bir marifetmiş gibi empoze ediliyor ve her üni okuyanında iş bulacağı düşünülüyor, bence aşırı yanlış bir şey. Ben 2007 Haziranda mezun oldum hiç bir sertifikam yok-dilim yok ama 2008'e kadar 3 özel firmadan iş teklifi aldım 1 firmada 14 çalıştm hemde kpss çalıştım şu an bir kamu kurumunda çalışşıyorum çok mutluyum önemli olan istektir, üniversite mezununa iş verilir diye beklersen çok beklersin iş işi isteyecksin ve onun peşinde varını yoğunu harcayacaksın bunu uygula inan pişman olmassın, ama şu da var ben şu an yüksek lisans öğrencisiyim aynı zamanda dünyaya tekrar gelsen ne olurdun deseler hiç üni. okumazdım bayan kuaförü olurdum hem çevrem hem tonla param olurdu


mansurcevher
Memur
15 Mayıs 2009 09:50

keşke liseden sonra bi iş öğrense idim üniversiteyide dışardan bitirsem diyorum kendime

eğer üniverste okuyunca iş bulunamayacaksa niye okuduk benimle okuyanların yarıdan çoğu işsiz niye biz 4 senemizi harcadık 4 sene bir ustanın yanında kalsak şimdiye usta olurduk bitirdikte noldu üni.

bence dışardan yeter üniversite bazı bölümler için

15 Mayıs 2009 09:58

keşke liseden sonra perşembe pazarında hırdavatçının yanında çalışmaya devam etseydim. şimdi kendi işyerim, evim, arabam, çoluğum çocuğum falan vardı. ama diğer taraftan bakınca çoluk çocukla da uğraşmak istemezdim yalan olmasın böyle de iyi fena sayılmaz..


theLostWorld
Kapalı
15 Mayıs 2009 10:37

dert sahibi olmazsak iyi...


Aslans
Daire Başkanı
15 Mayıs 2009 10:44

bende okuduğuma pişman olanlardanım. sözde 2 tane bitirdik ama şu an bi işe yaramıyor. AMA KEŞKE DEMEYİN.. KEŞKE DEMEK ŞEYTANDANDIR. bizimde kaderimiz böle imiş.. hayırlı cumalar

15 Mayıs 2009 11:00

allah herkesin hakkında hayırlısını versin.hayırlısı buymuş demekki.ayrıca benim yığınla üniversite okumamış eşim dostum var gerçekten onlarda kafa olarak çok ileride bir insan oldugumu görüyorum.üniversite insanın kendini eliştirmesini sağlıyor.ayrıca çoluk çocuk olayına takılmayın sıkıntılı iş.böyle daha güzel.


sea sparrow
Aday Memur
15 Mayıs 2009 11:26

merhabalar. bende pişmanlar grubundanım. meslek lisesi elektrik bölümünü ardından iki yıllık elektrik teknikerliğini ardından da açık öğretimden işletme fakültesini bitirdim. şu anda kpss mağdurlarındanım. şuna tüm kalbimle inanıyorum ki eğer liseden sonra okumasaydım kesin elektrik teknisyeni olarak bir yerlere yerleşmiştim. termik santral işçi alıyor 20 teknisyen 2 tekniker. tedaş işci alıyor 50 teknisyen 4 tekniker. teknisyenler 65- 75 ortalam ile yerleşiyor çünkü alım fazla teknikerler 75-85 arası kalıyor ve alım çok az. içim kan ağlıyor pişmanlıklar içindeyim. kalın sağlıcakla...


kingerhan
Kapalı
15 Mayıs 2009 13:27

yahu sizler ne diyorsunuz Allah aşkına!!

bakıyorumda bazıları "aman üniversite okudumda ne iy ioldu, tevekkül edin, çalışınş kazanın vs. vs" diye - kusura bakmayın ama - saçmalayıp duruyor,

eğer "tıp" gibi çok net bir bölüm okumadıysanız iş açısından boşuna kimse okuyupta "büyük adam olucam" hayalleri kuramsın derim ben, yazık olacak sonra herkese...

"hayal ne kadar büyük olura kırıklarıda o kadar büyük olur" diyordu bir yerlerde birileri,

şimdilerde bu forumlarda gördüğüm bir "sürü" insan "hayal kırıklığının başkenti" olmuş durumda

yolda giderken bir kerestecinin önünde Audi Q7 görünce okuduğum için ettiğim lanet bir kat daha artıyor, ha okumasam alırmıydım o arabayı bilmiyorum, sanmıyorum da ayrıca ama en azından 5-6 yılımı boşa heba etmezdim, en acı olanıda şimdilerde "o kadar okududa ne oldu"lara muhatap olmazdım...

ben 5-6 yıl hangi işi yapsam liseden sonra o işin "piçi" olmuştum ama şimdi "uluslararası ilişkiler" okumuş ve çok şey bilip hiçbirşey yapamayan bir mesleksiz olmuş durumdayım,

"dışişleirne girseydin" diyecek "akıllılara"da diyecek bişeyim yok!!!

son cümle yani dostlar,

boku bokuna okumayın...


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
15 Mayıs 2009 13:50

kardeş bayan kuaförlerinin önünde modifiyeli mavi subarular yatıyor 18 lik 20 lik parlak jantlar geniş lastikler zaten o jantlar 4-5 milyar

bir fön 20 tl

dış işlerine girseydin demesi kolay okadar kişi içerisinden yiyorsa sengir şansın %1 lere tekabül ediyor

üniversite bitiren birisinin iş bulma oranı %10 dan fazla deil hem aday fazla hem istihdam az

ha bu işvar diyenlerde torpille amca dayı sayesinde işe girenler yani biz onlar yüzünden iş imkanı %10 diyoruz torpilli iş imkanlarını direk kafadan eliyorum

bankaları büyük şirketleri filan oralara amcası dayısı müdür olanlar giriyor onların yeri hazır


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
15 Mayıs 2009 13:56

geçen korsan cd aldım biyerden 100 adet filan gidip satacaktım birisi görür rezil oluruz diye utandığımızdan satamadık geri iade ettim

ama üniversite okumasaydım çocukluktan başlasaydık bu işe yırtık olurduk gider satardık

bu cd işinde bile iyi para var bu işi 5-6 ay tezgahta yapan sonra dükkan açıyor

istanbulda bir işportacının aylığı 4-5 milyar diyorlar

15 Mayıs 2009 13:57

midye dolmacılar günde 300 lira kazanıyormuş dostum:))


mehmet_2026
Müsteşar Yardımcısı
15 Mayıs 2009 14:01

yuh bee günde 300 tl mi

yemişim üniversitesini diplomasının kpsssini memurluğunu


kingerhan
Kapalı
15 Mayıs 2009 14:01

Bilmiyorum bir fikir verir mi ama aşağıda iki yazı bulacaksınız,

Biri işsizlik üzeine Radikal 2'den alıntıdır,

Diğeride "ekşi"den alıntı bir "intihar" yazısı

ne alakası var demeyin, okuyun, sadece okuyun...

ZEYNEP TEMEL

İşsizliğin ekonomik tahribatı en büyük yıkımdır. Paran yoktur. Eskisi gibi harcama yapamazsın, sorumlulukların vardır, ailene karşı zorlanırsın, ezilirsin

Hayatınız bir kumanda ile durdurulmuş gibidir, sıkıntı ve mutsuzluk artık normal ruh haliniz olmuştur, dışarı çıkmak istemezsiniz, arkadaşlarınızdan köşe bucak kaçarsınız soru sormasınlar diye, kendinizi işe yaramaz ve değersiz hissedersiniz, eskiden yapmaktan hoşlandığınız birçok şey size zevk vermez ya da eskiden yaptığınız birçok şeyi zaten yapamazsınız... Nasıl bir hastalıktır bu işsizlik...

İstatistiklerle ya da ekonomik verilerle açıklanan bu kavramın insan üzerindeki tahribatlarını açıklamak istiyorum. Bir bilim insanı objektifliği ile değil şahsi tecrübelerimin subjektifliği ile... İlk hafta güzeldir. İşe gitmezsin, uyursun, gezersin, sorumluluk yok, stres yok, patron yok, bir yere yetişme derdin yok, sabah trafiği yok, ilk hafta böyle geçer. İkinci hafta. İş aramaya başlarsın, hemen iş bulacağından eminsindir; bunca tecrübe, üniversite, sertifikalar, eğitimler boşa değil herhalde dersin. Başlarsın kariyer sitelerine kaydolmaya, cv?ler doldurursun. Tanıdıklar duyar iş aradığını bana bir cv gönder, bizim bir tanıdık vardı derler, yollarsın. Sonra bir iki kere binbir mahçubiyetle ararsın, haber bekliyorum denir. Ama o haber hiç gelmez olumlu ya da olumsuz... İş başvuruları yaparsın insan kaynakları sitelerinden, gazetelerden. Görüşmeye çağrılırsın. Binbir umutla gittiğin görüşmelerde, karşına burnu bir karış havada insan kaynakları müdireleri ya da müdürleri çıkar. O anda sanki kaderin onların elinde gibi hissedersin. Sorular sorarlar neden işten ayrıldın, keyfimden demek istersin rahat battı bana, sizi görmek için ayrıldım demek istersin, diyemezsin. Politik cevaplar sıralarsın kendinin bile inanmadığı. İşimden ayrıldım çünkü patronum bir morondu, iki kere ikiyi toplayamazken, dünya görüşü sıfırken bana bağırıyordu dayanamadım, deli gibi çalışırken kriz bahanesiyle üç kuruş maaş alıyordum, aylık maaşım köpeğinin sağlık masrafından daha azdı gücüme gitti, işimi dürüst ve eksiksiz yaparken patrona yalakalık yapanlar tarafından kıskanıldım işten atıldım, patronum tarafından cinsel tacize uğradım, bir sürü sebep vardır ama hiçbiri dile getirilmez. Bir de uzmanlar tarafından hazırlanmış ilginç sorular vardır; başarı nedir, şimdi pencereye yaklaş ne görüyorsun, para mı kariyer mi, hepsine onların istediği cevabı verirsin. Önemli olan işe girmektir. Nasıl olsa işe girdikten sonra senin kişisel fikirlerinin önemi olmayacaktır. İş görüşmelerine gidersin gelirsin haber beklersin, biz size müspet ya da menfi döneceğiz derler, hiç dönülmez. İş görüşmeleri rutin haline gelmiştir. Ne iş yapıyorsun diyenlere iş arıyorum, mesleğim bu dersin, gittikçe umudun azalır. Neden işe alınmadığını düşünmeye başlarsın, kendini eksik ve yetersiz hissetmeye başlarsın. Hayaller kurarsın bir zamanlar fakir ama işsiz bir genç vardı tadında...

Borç büyür, umutsuzluk büyür

İşsizliğin ekonomik tahribatı en büyük yıkımdır. Paran yoktur. Eskisi gibi harcama yapamazsın, sorumlulukların vardır, ailene karşı zorlanırsın, ezilirsin. Eskiden normal olan harcamaların lüks olmuştur senin için. Dışarı çıkmak senin için eziyettir. Paran yoktur arkadaşlarınla buluşamazsın, bırak buluşmayı borç aldığın kişilerle görüşmemek için köşe bucak kaçarsın. Kredi kartlarının ekstreleri ödenmemiştir, faturaların ödenmemiştir, borçların birikir, büyür. Umudun azaldıkça borçların büyür, günler aynı olmaya başlar, içindeki sıkıntı büyür, borçların büyür, mutsuzluğun büyür, borçların büyür girdap gibi.

Sosyal ilişkilerin de payını alır işsizlikten. Eskisi gibi görmezsin insanları artık, sevdiğin insanlar aramamaya başlar seni. Neden, ben mi kaçıyorum, buluşamadığım için mi aramıyorlar, borç isterim diye mi korkuyorlar, dostum dediğin insanların hayatlarında değişen bir şey olmadığı için seni anlamalarını beklemen hata olur. İlgi beklersin, mutsuzsundur, paylaşmak istersin yanında çok az kişi bulursun. Herkes dert etme der bulursun, merak etme der -ama bulamıyorum işte her gün bu rüyayı yaşamaktan bıktım diye- bağırarak ağlamak istersin. Ama yüzüne sahte bir gülümseme yapıştırır, hayırlısı dersin. Herkes seni görünce iş buldun mu diye sorar, batar bu soru sana ama insanlar da haklıdır. Depresif bir ruh hali yapışır üstüne, insanlar sevmez sızlananları, mutsuzluk bulaşıcıdır diye programlanmışlardır, kaçarlar senden. Her konuşmandan, sızlanmandan bıkmışlardır. Sen kırılırsın, habire beklemediğin kişilerden beklemediğin hareketler görürsün. Görmesen de depresyon gözlüğün sana her şeyde bir kırgınlık gösterir. Her gün isyan edersin neden üniversite okudum diye, televizyonda magazin programlarındaki halleri gördükçe daha çok isyan edersin, neden popçu ya da topçu olmadın ki, para kazanmak bu kadar kolaydı da ben neden yıllarca dirsek çürüttüm dersin. Neden senin bakan, milletvekili tanıdığın yok ki sanki, veterinerlik mezunuyken başbakan danışmanı olamadın, torpilin olmadığı için işsiz kaldın... Banka soysam, kendimi Meclis?in önünde yaksam, köprüden atlasam gibi acayip fikirler gelir aklına, deliriyor muyum acaba dersin...

Türkiye?de herkesin yakalanabileceği bir hastalığa sahipsindir. Hastaları gün geçtikçe artan; genç nüfusu ile övünen bir ülkenin en çok gençlerinin yakalandığı bir hastalığa. Ne aşısı olan ne de aşı bulmaya çalışan doktorların olduğu bir hastalık. Kalıcı hasarlar bırakır ruhunda, ideallerinde, devlete güvencinde. Türkiye?de her gün binlerce kişi bu hastalığa yakalanıyor, milyonlarca kişi hastalık korkusu ile yaşıyor.

Acilen hastalar, hayattan tecrit edil-(melid)-ir...

BİR İNTİHAR DÜŞÜNCESİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

(başlık bana aittir)

ciddi olarak düşünürken değil belki, ya da intihar eylemini gerçekleştirmek üzreyken değil belki, ama günlük hayatta sizi karşılayan sanki ayarlanmış gibi, götünüze tam oturan o kazıkları yerken, bir başka ölüme, ölmeden ölen birilerine, hayatın ibneliklerine hiç mahkemeye çıkmayacak gereksiz bir şahit gibi tanık olurken, size ikinci bir şans tanıyan $ey. "bi çıkış yolu, bi acil çıkış kapısı var lan artık, eğer ki ben istersem" diye düşünürsünüz. buna tutunursunuz. ilaçlara farklı gözlerle bakmaya başlarsınız. vapurda sizinle birlikte masum masum işine gücüne giden insanları kimsesiz hayatınızın boktan finalinin sessiz, ilgisiz -belki de alakasız- tanıkları olarak görürsünüz bi anda. geride bırakacağınız bi bok sineği bile yoksa bir de, düşüncelerinize başka insanlar için hissedilen suçluluk duygusu da dadanmaz, ki bu daha iyidir.

cidden karar verdiğinizdeyse beyninizi, yaşadığınız, nefesinizi alıp aynı biçimde geri verdiğiniz her an, "eee ne zaman olm, neden hala yapmıyorum, neden hala burdayım, neden başlamıyorum?" soruları kaplar.

bu düşüncelerden kurtulmak için planlar yapılır, ki elli kere tekrar edilen planlardır bunlar. kurtarılma ihtimalinin olmadığı bi yöntem seçilir, gidilir, binilir vapura sanki o gün iskelesinden ayrıldığınız yakada yapacak işleriniz yokmuş gibi, yayılır ayaklar, uzatılır vapurun en alt kısmındaki o sert tahta banklara, az sonra sulara bırakılmaya hazır beden. aksi gibi yağmur da yağıyordur fakat bu elbetteki muhteşem kurnaz planı engelleyecek bi neden değildir. fakat biraz üşüyorsunuzdur, hafif titremeye başlamşsınızdır ve tam o anda aptal, allahın belası bir anı çöreklenir zihninize, eski ve unutulmaya yüz tutmuş bir üşümeye dair.

ve bir sıcaklığa dair; fakat asla unutulmamış, asla unutulamamış, zihnin o merkez bölgesinde duru şekilde kalmış ve hatta zaten asla ordan ayrılmamış olan o kahrolasıca anıya dair. o sıcaklık ki, sizin yalnızca bir tek dakika içinde yaşayıp belki bin tane dirilip ölmeye yetecek kadar akıl almaz, o derece saçma ve o kadar anlamlıdır bir de, aksi gibi.

gözleri ıslatan ılık bi su birikintisi vurur kirpiklerin ucuna o durasıca kalbin yolladığı anıdan hediye.

fakat siz, bu kadar aptal değilsinizdir. bu aptal anının, aptal bir vücut ısısının, bir aptal sessiz, sebepsiz tutuşmanın sizi burda, bu yağmurun fırtınanın bastırdığı hava koşulunda, o soğuk ve nedense gözünüze biraz ürpertici gelen denizin içinde kör topal ilerleyen bu vapurun içinde, o kutsal kurtuluşunuzdan, kutsal amacınızdan sizi saptıramasına izin verecek kadar aptal değilsinizdir. hem yağmur vardır sonuçta, kirpiklerinizi ıslatan şey biraz da gözünüze kaçan, fırtına ile yağmur değil midir?

yok hayır, her şey güzeldir şu noktada, her $ey olması gerektiği gibi. hem bak bu fırtına içinde atlasan nah bulup çıkartırlar seni.

bunları düşünür özgüvenini tazelersin bi anlamda, bi kere başladığın işi bırakmayı sevmeyen bi insansındır hem, dönemezsin.

bu düşüncelerle vapurun daha müsait bölümüne geçmek için kafanı sola çevirirsin, bi adam görürsün yaşlıca. düşünürsün, o niye katlandı acaba tüm bunlara, niye dayandı, yoksa o, salak mıydı?

ve bu düşünce birden çöreklenir kafana. çok ciddiyim, amcanın hayatı boyunca neler yaşadığını ve bunlara nasıl katlandığını çıldırasıya merak edersin o iki saniyelik göz değdirmesinin nihayetinde.

ve tam da şimdi siki tuttuğunun resmidir işte. bi on dakika sonra siktir olup gidecek o bey amcaya, o beraber oturduğunuz on dakikalık süre içinde bağlanmışsındır.

sanki artık onunla ortak bi geçmişe sahipsindir, sanki artık, az sonra vapurun aşağısına bırakacağın bedeninin tek fakat resmi muhattabı odur. sanki şimdi kalkıp gitmek, şimdi acil çıkış kapısını bu bey amcasız geçmek, sanki ona bir ihanet olacaktır.

sanki şimdi, tüm bir vapur, senin ölümüne yas tutacak, sensiz hayata devam edecek, senin ortada bırakacağın insanların bütünüdür. sanki artık, bedenine kıymakla onlara haksızlık edeceksindir ve sanki artık, geride birilerini bırakacaksındır.

assiktir. az evvel hayatının aşkıyla yaşadığın son el teması sadece gözünü sulandırmış, fakat görevinden caydıramamışken, şimdi kamara görevlisinden çaycıya, en çok da bu yaşlı bey amcaya varana dek, herkes senin bedeninin bekası için, senin yaşamın için bugün bu anda bu vapura doluşmuşken, ayağa kalkamıyorsundur işte.

bu düşüncelerinin saçmalığı ve aynı anda inanılmaz derecede mantıklı oluşu seni kitler, şoka uğratır ve katiyetle, seni oturduğun o buz gibi, o çikolata rengi rahatsız banklara yapıştırmıştır işte.

kim bilir o anda yüzün nasıl bi şoke biçimini alır ki yanındaki, senin hayatını dünyanın belki de en garip biçiminde kurtaran o bey amca, sana "neyin var" diye sorar.

sanki hayatta kimse daha önce sana hal hatırını sormamıştır, sanki daha önce kimse sana seninle ilgili tek bir soru sormamıştır.

yoksa o bey amcanın o sorusuna, nasıl öyle, minnet dolu, kırıklık dolu, umutsuzluk dolu bi ağlayışla, saçma sapan bi bahane cümlesi yöneltebilirsin ki? ve sen nasıl o bey amcadan o saçma sapan bahane cümlene zerre kadar inanmadığını sana beyan eden o bakışına karşılık, katlanan bir minnet duyamazsın ki? sanki tüm hayat hikâyeni tek bir bahane cümlesiyle anlamış gibi, sanki sana dünyanın en güzel teselli cümlelerini sarfetmiş gibi, sanki sana sen ölürken, seni dirilten mucizevi - saçmasapan bi ilaç içirmiş gibi.

"geçer çocuğum, neler geçmiyor ki?"

sallarsın başını. ki kesinlikle bu yanıtı almaya müsait bir bahane cümlesi de kurmamışsındır az önce. fakat bu noktada bu gibi saçma soruların zaten yeri yoktur, kimsenin anlayamadığı gibi anlamıştır o anda seni o bey amca.

işte tam o anda, hayat, hiç de öyle sandığım kadar zor ve mantıklı değilmiş dersin. aksine, mantıksız ve basitmiş, yaşamasını bilene. mantıksızlıklar arasında mantık aramaya, o bey amcanın seni bu biçim nasıl olupta anladığını sorgularsan ancak, görevini tamamlamaya güç bulabilirmişsin.

ama sen, herkes senin için o vapurda, o fırtınayı, o kıyameti çekerken, martılar karşıda pusuda senin için öylece beklerken, bulamazsın yerinden kalkacak gücü. acil çıkış kapısı, yeni ve tüm bu vapuru dolduran insanlardan yoksun bi şekilde, gözüne hayli yabancı ve itici gelir.

sen o insanlarla hayatının yarım saatini geçirmişken, siz sessizce yol alıp bütün bir hayatı anlamlandırmışken, sen onlara eyvallah deyip çekipte gidemezsin.

hayatının bütününü kaplayan insanlar senin bu biçim canını yakarken, hayatını anlamsızlaştırıken şerefsizlikleriyle, sen birlikte yarım saatliğine susup yol aldığın o insanlarda bulursun anlamı, işte.

vapur yanaşır kıyıya, on dakika evvel senin acil çıkış kapın olacak fakat on dakika evvelkinden çok dhaa dostane görünen denizin üstünde.

sen yine kalkamazsın.

kalakalırsın bu saçmasapan geri dönüş sebebin karşısında. bi dolu insanın, senin yüzünü bile görmediğini, muhtemelen seni hiçbi şekilde, hayatlarının hiçbi noktasında zerre kadar siklemeyeceğinin farkına varırsın.

aptal, dersin kendi kendine. hayvan kadar oldun, halen böyle çocukça oyunlar oynuyorsun kendine. bu kadar mı korkaksın lan sen? dersin, yanıt alamazsın, tıpku her suçlu çocuğun anne babasını yanıtsız bırakışı gibi. aptallığına yanarsın. hadi bi daha dene dersin, fakat sen, yine yerinden kalkamazsın.

hem bey amca da kalkmamıştır zaten daha.

istem dışı ona tekrar değdirirsin gözünü, şöyle bir iki üç saniye.

karşılığında gülümseme alırsın suçlayıcı -çünkü sebep odur, suçlu odur, onun yüzündendir tüm bu saçmalık- bakışının.

gülümser sana bakıp, hem de senin gibi göz ucuyla da değil; gözünün ta içine bakıp gülümser, dünya da daha içten ve daha sıcak bir gülümseme yoktur o anda, ya da sen öyle sanırsın. ki sen öyle sandıktan sonra, doğrusunun hangisi olduğununda pek kıymeti yoktur artık.

sana gülümser ve sadece, ağlamamanı, bir de kendine iyi bakmanı öğütler.

dünyanın en güzel şeylerini öğütler o kıçını zamkladığın bankta, o dişleri dökülmüş, pejmürde daha az evvel götürülmüş bi şişe bira kokan o bey amca.

sonra kalkar, seni buz gibi banka kıçı yapışmış halde orda bırakır gider. ve sen hala zamklısındır oturduğun yere. vapurdan telaşla atlayan insanlara bakarsın, bir de orda vapura binmeyi sabırsızlıkla bekleyen karşı taraftaki topluluğa.

gülümsemiyorlardır, hiçbiri. hepsi de bunalmıştır beklemekten, yorulmuştur, belki canından bezmiştir ama; sen o an hepsinin sana -ynı on dakika önce olduğun gibi, o vapurda, hepsi sanki senin için ordaymış hissini veren insanlar gibi, hepsinin senin için, senin yaşamında yer tutmak, senin devam edecek yaşamına ortak olmak için beklediğini hissedersin. hatta sen, tıpkı bi zavallı gibi, buna inanırsın da.

zavallılığına aldırmadan inanırsın. inandıkça acil çıkış kapısı bulanıklaşır. acil çıkış kapın bulanıklaştıkça gülümser insanlar, onlar gülümsedikçe sen onları seversin, onları sevdikçe hayatı seversin, hayatı sevdikçe ona bağlanırsın.

ve arkanda bırakacağın bi vapur dolusu insanın ahını almamak için, onlar için, -belki aptalca, belki korkakça, belki de zavallıca- gülümseyerek karşı iskeleye atlarsın.

toparlarsak intihar: sadece aynı istikamete doğru yol aldığı insanlara bile bağlanacak kadar onlara, ve hayata düşkün olan adamların harcı olmayan; ve kimse sizi kovamadan başınız dik, ceketinizi alıp çıkmanızdır, acil çıkış kapısından.

Bu yazıyı sonuna kadar okuyanlar şimdi Gülben Ergen - Oğuzhan Koç'tan "Giden Günlerim Oldu" düaetini dinleyip ağlayabilirler...

Saygılarımla...

Toplam 50 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi