İsmaililer, Tanrının salt ışık olan yüce bir varlık olduğuna, ondan çıkmış olan tüm ruhların yine ona döneceğine inanırlardı. Onlara göre, 6. dereceye malik olabilmiş kişilerin ruhları, ölümden sonra Tanrıya dönme mutluluğuna erişirken, daha düşük dereceli kardeşlerin ve sıradan insanların ruhları, gövdeden gövdeye geçerek, dünyada acı çekmeye devam ederlerdi. İsmaililer için, yeryüzü cehennemin ta kendisiydi. Bu nedenle de, şeyhlerinin emri üzerine kendilerini feda etmekten çekinmezlerdi, çünkü, daha iyi bir hayata doğacaklarına ya da Tanrıya ulaşacaklarına inanırlardı.
Hasan Sabbah dönemi ve sonrasında, İsmaili fedailerin, kendi ölümleri pahasına Sünni yöneticilere karşı gerçekleştirdikleri suikastların altında, bu düşünce yatmaktadır. Daha iyi bir yaşam için kendi canını feda etme düşüncesini anlamayan yöneticiler, bu tür eylemlerin ancak bilinci yerinde olmayan dimağların eseri olabileceğini var saymışlardır. Bu nedenle de fedailerin, eylemlerinden önce Haşhaş içtikleri ve sahte bir cennet ile kandırıldıkları söylentileri yayılmıştır.
İsmaili öğretisi, ruhun, gövdede bulunduğu süre içinde yaptıklarından sorumlu olduğunu savunmaktadır. İyi bir kişi olarak yaşanmışsa, bir sonraki hayatta daha üst düzey birisi olarak dünyaya gelinecek ve böylece tüm aşamaların tamamlanması mümkün olacaktır. Şeriatın iddia ettiği gibi bir öte dünya, cennet veya cehennem yoktur. Cennet de, cehennem de bu dünyadadır. Yaşamını mutlu geçirmiş kişi cennette, mutsuz kişi ise cehennemdedir.Ortodoks Sünni yönetimin baskısı nedeniyle gerçek inancın gizlenerek, Müslüman görünme adeti, "takkiye"nin ilk uygulayıcıları, Sünni topluluklar içinde yaşayan İsmaililer olmuştur.
Alamut'u alan ve İsmaili müritlerini birer fedaiye dönüştüren yeni bir sistem uygulayan Sabbah, Abbasi hilafeti ile Selçuklu yönetimini devirmek için girişimlerine başladı. Sabbah, örgüt üyelerine "Assasins" adını verdi.Bu kelime Arapça'da "Bekçiler" ya da, "Sır Bekçileri" anlamına gelir. Sabbah'ın sır bekçileri, yeniden doğuş inancı ile, sınırsız itaat koşuluyla yetiştirilmiş birer fedai idiler. Bu nedenle örgütün bir diğer adı da, "Fedayiin" oldu. Dönemin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın elçisinin gözünü korkutmak için seçilmiş birkaç fedainin, kendilerini kale burçlarından aşağı atmaları, ayrıca fedailerin yöneticilere karşı hayatları pahasına giriştikleri suikast eylemleri, o günün dünyasında büyük yankılar uyandırdı.
İsmaililer, Tanrının salt ışık olan yüce bir varlık olduğuna, ondan çıkmış olan tüm ruhların yine ona döneceğine inanırlardı. Onlara göre, 6. dereceye malik olabilmiş kişilerin ruhları, ölümden sonra Tanrıya dönme mutluluğuna erişirken, daha düşük dereceli kardeşlerin ve sıradan insanların ruhları, gövdeden gövdeye geçerek, dünyada acı çekmeye devam ederlerdi. İsmaililer için, yeryüzü cehennemin ta kendisiydi. Bu nedenle de, şeyhlerinin emri üzerine kendilerini feda etmekten çekinmezlerdi, çünkü, daha iyi bir hayata doğacaklarına ya da Tanrıya ulaşacaklarına inanırlardı.
Hasan Sabbah dönemi ve sonrasında, İsmaili fedailerin, kendi ölümleri pahasına Sünni yöneticilere karşı gerçekleştirdikleri suikastların altında, bu düşünce yatmaktadır. Daha iyi bir yaşam için kendi canını feda etme düşüncesini anlamayan yöneticiler, bu tür eylemlerin ancak bilinci yerinde olmayan dimağların eseri olabileceğini var saymışlardır. Bu nedenle de fedailerin, eylemlerinden önce Haşhaş içtikleri ve sahte bir cennet ile kandırıldıkları söylentileri yayılmıştır.
İsmaili öğretisi, ruhun, gövdede bulunduğu süre içinde yaptıklarından sorumlu olduğunu savunmaktadır. İyi bir kişi olarak yaşanmışsa, bir sonraki hayatta daha üst düzey birisi olarak dünyaya gelinecek ve böylece tüm aşamaların tamamlanması mümkün olacaktır. Şeriatın iddia ettiği gibi bir öte dünya, cennet veya cehennem yoktur. Cennet de, cehennem de bu dünyadadır. Yaşamını mutlu geçirmiş kişi cennette, mutsuz kişi ise cehennemdedir.Ortodoks Sünni yönetimin baskısı nedeniyle gerçek inancın gizlenerek, Müslüman görünme adeti, "takkiye"nin ilk uygulayıcıları, Sünni topluluklar içinde yaşayan İsmaililer olmuştur.
Alamut'u alan ve İsmaili müritlerini birer fedaiye dönüştüren yeni bir sistem uygulayan Sabbah, Abbasi hilafeti ile Selçuklu yönetimini devirmek için girişimlerine başladı. Sabbah, örgüt üyelerine "Assasins" adını verdi.Bu kelime Arapça'da "Bekçiler" ya da, "Sır Bekçileri" anlamına gelir. Sabbah'ın sır bekçileri, yeniden doğuş inancı ile, sınırsız itaat koşuluyla yetiştirilmiş birer fedai idiler. Bu nedenle örgütün bir diğer adı da, "Fedayiin" oldu. Dönemin Selçuklu Sultanı Melikşah'ın elçisinin gözünü korkutmak için seçilmiş birkaç fedainin, kendilerini kale burçlarından aşağı atmaları, ayrıca fedailerin yöneticilere karşı hayatları pahasına giriştikleri suikast eylemleri, o günün dünyasında büyük yankılar uyandırdı.