Editörler : E.Kayı Han
17 Kasım 2014 00:02

Dini Bazı Prensipler ve Tesbitler.

Dinî Bazı Prensipler ve Tesbitler.


fazilet-83
Başbakan Müsteşarı
17 Kasım 2014 00:35

http://forum.memurlar.net/arama/uye/2783281/konu/

...


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
17 Kasım 2014 01:27

İslâm, Cenabı Hakk'ın melekûtunda (yarattığı yüce gök cisimlerinde) düşünceye dalmayı, Allah'a yaklaşmayı gerektiren ibadetlerin en büyüklerinden sayar. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki: "Bir ân düşünmek, bir gece boyunca namaz kılmaktan iyidir."

Müslümanların hepsi bilir ki tıp, anatomi, biyoloji, organların vazifeleri, psikoloji ve sair gibi insanı Hikmetli Yaratıcının yaratmada tecelli eden hikmetlerini tanıyacak ve yaptığı sırları anlayacak duruma getiren bilgilere ait eserleri okumak, en büyük ibadetlerdendir. Bunun içindir ki tahsil günlerinin büyük kısmını Hakk'a ibadetle ve yaratılmış olağanüstü güzel şeyleri anlayarak Allah'a bilmede yükselmekle geçirmek, her Müslüman'ın elindedir, elverir ki niyeti hayır olsun.

(Abdülaziz ÇAVİŞ, Anglikan Kilisesine Cevap, 27)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
18 Kasım 2014 02:09

İslâm'ın gözünde her fert, sebepleri ve şartları mevcud olduğu takdirde, şeriatin bütün hükümleriyle mükelleftir ve bu hususta beşer fertleri eşittir.

İslam, fert vicdanının hürriyet ve bağımsızlığını söylüyor. O sebepten ne kimse başkasının vicdanı üzerinde baskı yapabilir, ne de ona vicdanının kabul edemeyeceği bir emir verebilir.

İslâm'da dini mertebesi ne kadar yüksek olursa olsun, hiç kimse yoktur ki, başkasının ebedî nimetten mahrum kalmasına hükmetmek, yahut günâhlarından birinin bağışlanmansını, yahut o adamın Allah rızasına ermesini garanti etmek selahiyetine sahip bulunsun.

Allah insanı bütün teklifleri ile mükellef tutuyor, gizli aşikar bütün fenalıkları kendisine yasaklıyor; helâli haramı açık açık bildiriyor; onun için hazırladığı sevabı da, cezayı da söylüyor ve işliyeceği günâhlardan yalnız onu mesul tutuyor.

Allah, insanın yaratılışındaki zayıflığı ve günâh işleme kabiliyetini bildiği için daima kendisine tevbe ve dönme emrini veriyor. Günahkârlar için şöyle buyuruyor:

"Ey kendilerini yazık eden kullarım, Allah'ın rahmetinden emidinizi kesmeyin. Muhakkak bilin ki Allah günâhların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayan, merhamet edendir." ( Zümer Suresi, 53)

(Abdulaziz ÇAVİŞ, Anglikan Kilisesine Cevap, 28)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
18 Kasım 2014 02:23

Allah insanı üstün olarak yaratmıştır. İslam insanı bütün zincirlerden kurtarmış da "İkaz et ki vazifen ancak ikazdır. Yoksa onların üzerinde murakıp değilsin" (Gaşiye Sûresi: 21, 22) diye hitabettiği peygamberi de dahil olmak şartıyle, hiçbir varlık için, mükerrem bir yaratık üzerinde tehakküm hakkı kabul etmemiş.

İslamda insana verilen şeref ve hürriyet ne kadar geniştir!

(Abdulaziz ÇAVİŞ, Anglikan Kilisesine Cevap, 29)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:12

Müslümanlıkta herkesin vebali kendisine aittir (İsra Suresi, 15). Beşer fertlerinden hiçbirinin vebali, başkasına geçmez. Onun için İslâm'ın gözünde çocuk günahlardan, kabahatlerden pak olarak doğar. Hiçbir hesaba hiçbir cezaya maruz kalmaz. Ve yükümlülük çağına gelinceye kadar bu masumluğu korur. Mükellefiyet devresi; onun işleyeceği hayır, şer, fayda, zarar bütün işlerine karşı muhasebenin başladığı devredir.

İslam'da zerre kadar hayır işleyen hayrını görür, zerre kadar şer işleyen şerrini görür (Zelzele Sûresi, 7-8). Bir günahkâr, diğerinin günahını çekmez.

Müslümanlık bu hükmüyle insanı ilk atasının hatâsına varis olduğu endişesinden kurtarıyor.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:16

Yahudiler Tevrat'ın kötü telkinlerine maruz kalmışlardır. Diğer taraftan maruz kaldıkları sürekli akınlar, bitmez tükenmez işkenceler yüzünden, ırkçılığın en aşırı derecesiyle, yabancılara düşmanlığın en korkunç şekli, artık göğüslerinde yer etmişti.

Hıristiyan toplumlara gelince, bunların eşitlik, kardeşlik ve karşılıklı sevgi bağları, henüz kalplerinde yer etmeden, içlerindeki zulüm, baş olma sevgisi, yükselme eğilimleri yeniden ayaklanıyordu. Bunun üzerine derhal zümrelere ayrılarak birbirlerine tahakküme kalkışıyorlardı.

Felsefenin de insanı pek tatmin edemeyeceği gerçeği görmezden gelinemez. Ahlak ile uğraşmış, bu ilmin kanunlarına, felsefesine, tarihine ve sairesine dair kısa, uzun birçok eserler okumuş; hâsılı basit, ince bütün gerçeklerini elde etmiş ne kadar kimseler vardır ki bütün bu mücerret düşüncelerden kendisine kalan feyiz hissesini araştıracak olursanız cezirden (deniz çekilmesinden ) sonra gelen meddin (deniz kabarmasının) bıraktığı yaşlığa benzer naçiz bir şey görürsünüz.

İslam dini insanlığa hitabederken ne dersinde talebelerine konferans veren bir muallim vaziyeti almış, ne de ahlak felsefesine ait eserlerin münakaşa ettiği bahisleri ortaya koymuştur. Çocuklarına karşı hikmetli bir baba ne vaziyette bulunursa o da insanlara karşı o tavrı takınıyor; kendilerine işleri birer birer gösteriyor; zararlısından kaçındırıyor, faydalısını teşvik ediyor; bu işler tekerrür ettikçe teşvikini, ikazını, beğenisini, azarlamasını tekrarlayarak bu suretle kendi arzu ettiği yüksek ahlakı çocuklarında karakter haline getiriyor; olgun kabiliyetlere, yerleşmiş seciyelere çeviriyor.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:21

Müslümanlık, zümreler arasındaki farkları kaldırdı. Beşer tabakalarından yahut fertlerden herhangi birinin hükümler ve şer'i teklifler huzurunda bir başkasına karşı üstünlüğünü asla kabul etmedi. Aksine bütün insanlığı, teklifleri önünde aynı seviyeye getirdi.

Müslümanlık bütün hükümlerinde, bütün tekliflerinden krallar ile halkları bir tutar.

Allah sorumlu değildir. (O'ndan başka) bütün varlıklar sorumludur (Enbiya Sûresi, 23). Hüküm Allah'tan başkasının olamaz. O, hakkı bildirir ve hâkimlerin en hayırlısıdır (En'am Sûresi, 57).

İşte bu gibi semavî hükümler sayesindedir ki hükümdarların, emirlerin, hâsılı nüfuz erbabının hepsinin, bütün işlediklerinden sorumlu olacağı, bütün hareketlerinin hesabını vereceği, İslâm Dininde kararlaşmıştır. Zaten "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz" hadisi şerifi bunu açıkça gösteriyor.

Yaratıcının emirlerine aykırı hususlarda hiçbir yaratığa itaat caiz değil. Hükümdar ile tebaa arasında bir ihtilaf ortaya çıkınca, Allah'ın kitabı ve Resulün sünneti hakem yapılacaktır. Buna göre kudreti, şevketi ne kadar yükselmiş olursa olsun; hiç kimse, öyle canının istediği, keyfinin bildiği gibi Müslümanlara hükmedemeyecek.

Bunun içindir ki Müslümanlık, adaletten ayrılan, şer'i hükümlerin çizdiği sınırlara riayet etmeyen emirlere karşı, Müslümanların baş kaldırmasına cevaz vermiş; böyleleriyle harbetmeye, hatta böylelerini öldürmeye müsaade etmiş.

İslam, kanunlar ve hükümler huzurunda hâkim tabaka ile halk arasındaki farkları kaldırdığı gibi, ruhanî sınıflara karşı harp açarak insanlığı onların şerlerinden kurtardı. Günahın miras yoluyla intikali inancını yıktı. Ve Allah ile yarattıkları arasına gerilmiş perdeleri, yukarıda izah ettiğimiz gibi yırtıp attı. Sonra, tam ismetin (günahsızlığın) ancak Allah'a mahsus olduğunu, bu hususta kendisine kimsenin ortak olamayacağını bizlere gösterdi. Diğer tabakalara mensup fertlerin, Hak huzurundaki mevkii ne ise, din adamlarını da aynı mevkie getirdi.

Halife, İslâm toplumları arasında Peygamber (s.a.v.) Efendimizin makamında durmakla, dinî mertebelerinden yükseğini işgal etmiş bulunuyor. Şimdi Müslümanlık, bir halifeyi hiçbir suretle hata etmez görmediği gibi kitabın, sünnetin ne tefsiri, ne de tadili imtiyazını ve beşer fertlerinden birinin günahını bağışlamak yahut kimseyi mağfiret dairesinden kovmak yahut kimsenin inancı üzerinde tahakküm edebilmek hakkını ona bahşetmez.

İslâm, halifeye yalnız şeriatın çizdiği hükümler içerisinde adalet icrasını emretmiş ve Allah huzurunda nasıl mesul ise, bütün Müslümanlara karşı da kendisini öylece sorumlu tutmuştur. Binaenaleyh haktan saptığı zaman, şeriatın tayin ettiği şartlara göre, kendisini hal' yahut katletmek, her Müslüman'ın üzerine vacip olur. Artık Resulûllah'ın halifesinin Müslümanlıktaki yeri böyle olursa, din adamları ile diğer bütün Müslümanların mevkileri ne olmak gerekir, düşünülsün.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:23

Hindistan'da ve Çin'de kâhinler, tuttular, halka tanrılarını kızgın ve şiddetli suretlerle tasvir ettiler. Kurban vermedikçe hiddetlerini yatıştırmak imkânı olmadığını ve bu kurbanların ancak kâhinler aracılığıyla ve onlar tarafından okunacak belirli dualarla makbul olabileceğin telkin ettiler. Lâkin tanrıların merhamet kapıları insanlara kapalı idi. Kâhinler bu suretle tıpkı Yahudi hahamlarının ve kilise adamlarının elde ettiği kudrete sahip olmuşlardı.

İslam Dininde ise Allah, kendisine yaklaşmayı isteyen kullarına duaları, bedenî ibadetleri açıkça bildirmiştir. Vakit namazlarını, Müslümanlara bildirmiştir. Namazın erkânını, adabını ve kılınacağı zaman neler okunacağını bizlere öğretti. Sonra haccın erkânını, usulünü hâsılı vacip, vacip olmayan bütün ibadetleri aynı suretle öğretti. Şayet İslâm bunları bildirmiş olmasaydı şüphe yoktur ki bizim din adamlarımız da Yahudilerin, Hıristiyanların, hâsılı ibadetlerin tarzını açıklamış olmayan bütün dinlerin adamlarını takip edecekti.

Tanrılara kurban vermek meselesine gelince Müslümanlık bunu kökünden kesti. "Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a gitmez, fakat sizin takvanız O'na gider." (Hac Sûresi:37) yüce âyeti ile bütün iftiracıların yalanlarını yüzüne vurdu.

Müslümanların hacda, kurban bayramında hayvan kesmelerini gelince, bu, İbrahim aleyhisselam zamanına kadar süren insan boğazlanması âdetinin, İslam Dini olan İbrahim Dini ile kaldırıldığına şükranedir, yahut fakirleri beslemek içindir; başka hiçbir şey değildir. Bir de çok zamanlar kurban, günahın, yeminin kefareti olur ve fakirlere dağıtılır.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:26

Ruh ile madde arasındaki mevcut münasebete kimse itiraz edemez. Örneğin et yiyen hayvanlar kuvvetli yapılı, sağlam adaleli, cesur olur. Ya da içki kullanan adamın adaleleri, sinirleri yavaş yavaş zehirlenir, bedeninin dokuları bozulur, içki kuvvetlerini kemirir, illetlere ve hastalıklara sebep olur. Yine mesela afyon, esrar, kokain, morfin gibi diğer sarhoş eden maddelerin gerek beden gerek ruh üzerindeki tesirleri de malumdur. Yenilen, içilen şeylerin, insanın ruhi hayatı üzerinde ne gibi tesirleri yaptığı saymakla bitmez.

Binaenaleyh, İslam'ın yiyeceğe, içeceğe, giyeceğe, nikâha, düğüne, sevince, kedere, söze, işe, oturmaya, kalkmaya, yatmaya, uyanmaya, selâma, kelâma, cenge, barışa, hâsılı beşerin bütün hareketlerine ve sükûnlarına karışması öyle birtakım cahillerin sandığı gibi fuzulî bir müdahale değildir.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap, 30-50)


Vefik Sami
Kapalı
20 Kasım 2014 00:28

Muhterem;

Bu copy/pastelerden fırsat bulduğunuz bir zamanda, sözünü ettiğiniz "Prensip/ilke" ile kural arasında ne fark olduğunu da bir zahmet izah buyursanız ?

Vaktim çok.

Beklerim.

Mütefennin, 9 yıl önce

Hindistan'da ve Çin'de kâhinler, tuttular, halka tanrılarını kızgın ve şiddetli suretlerle tasvir ettiler. Kurban vermedikçe hiddetlerini yatıştırmak imkânı olmadığını ve bu kurbanların ancak kâhinler aracılığıyla ve onlar tarafından okunacak belirli dualarla makbul olabileceğin telkin ettiler. Lâkin tanrıların merhamet kapıları insanlara kapalı idi. Kâhinler bu suretle tıpkı Yahudi hahamlarının ve kilise adamlarının elde ettiği kudrete sahip olmuşlardı.

İslam Dininde ise Allah, kendisine yaklaşmayı isteyen kullarına duaları, bedenî ibadetleri açıkça bildirmiştir. Vakit namazlarını, Müslümanlara bildirmiştir. Namazın erkânını, adabını ve kılınacağı zaman neler okunacağını bizlere öğretti. Sonra haccın erkânını, usulünü hâsılı vacip, vacip olmayan bütün ibadetleri aynı suretle öğretti. Şayet İslâm bunları bildirmiş olmasaydı şüphe yoktur ki bizim din adamlarımız da Yahudilerin, Hıristiyanların, hâsılı ibadetlerin tarzını açıklamış olmayan bütün dinlerin adamlarını takip edecekti.

Tanrılara kurban vermek meselesine gelince Müslümanlık bunu kökünden kesti. "Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a gitmez, fakat sizin takvanız O'na gider." (Hac Sûresi:37) yüce âyeti ile bütün iftiracıların yalanlarını yüzüne vurdu.

Müslümanların hacda, kurban bayramında hayvan kesmelerini gelince, bu, İbrahim aleyhisselam zamanına kadar süren insan boğazlanması âdetinin, İslam Dini olan İbrahim Dini ile kaldırıldığına şükranedir, yahut fakirleri beslemek içindir; başka hiçbir şey değildir. Bir de çok zamanlar kurban, günahın, yeminin kefareti olur ve fakirlere dağıtılır.

(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
20 Kasım 2014 00:50

Sualinizi tam anlayamadım.

Vefik Sami, 9 yıl önce

Muhterem;

Bu copy/pastelerden fırsat bulduğunuz bir zamanda, sözünü ettiğiniz "Prensip/ilke" ile kural arasında ne fark olduğunu da bir zahmet izah buyursanız ?

Vaktim çok.

Beklerim.


Vefik Sami
Kapalı
20 Kasım 2014 01:00

Valla izâha başlarsam,sorunun cevabı da ortaya çıkacak. Ben sizin ne düşündüğünüzü öğrenmek istemiştim. Anlamadıysanız, ben bir çeşit cevap almış oldum zâten.

Mütefennin, 9 yıl önce

Sualinizi tam anlayamadım.


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
26 Kasım 2014 20:37

İslam'daki bazı hükümler zahiren aklımıza zıt gibi görünebilir.

İslam'da akla ve sahih nazara itimad vaciptir. Şeriatin usul ve hükümlerinden birisi zahiri akla aykırı ise o mesele doğru akla uygun düşecek şekilde tevil edilir.

Şeriatin bazı hükümlerinin bugün akla ters görünmesinin bir sebebi, peygamberimizin muhtelif insanlara karşı beyan tarzi ve üslup edasının farklı olmasındandır.

Kur'anda dahi bazı ayetler sarih ve kesindir, bazısı ise müteşabihtir; yani bunlar tevile muhtaçtır. Zahiren akla aykırı görünmesi mühim değildir.


saidtr
Müsteşar
26 Kasım 2014 23:07

Faydalı bir topik, tebrikler..

Devam etmelisiniz...


Hamersan
Yasaklı
27 Kasım 2014 00:27

Sen şu güzel anketlerinden açsana.

saidtr, 9 yıl önce

Faydalı bir topik, tebrikler..

Devam etmelisiniz...


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
27 Kasım 2014 14:47

Şeriat, öyle zannedildiği gibi baskıcı, despot bir sistem değildir.

Mesela; İslam, şer'i idareye der ki: "Müslümanlar arasında veya bize harb etmeyen gayrimüslümler arasında adaleti sağla. Fakat bu sana bırakılmış, nasıl istersen öyle yap. Örf, adet, gelenek?göreneklerin umuma faydalı olanlarını kabul et, umumun zararına olanlar iptal et. Bunun tayini, tesbiti, usulünün sana bırakıyorum. Cezaları da sana bırakıyorum."

Eğer İslam bir şeye mekruh veya haram demişse, fakat bunu yapanlara, kesin bir ceza tayin etmemişse; gerekli engelleyici tedbirlerin ve cezaların takdirini hükümete bırakmış.

İslam; akla, vücuda ya da mala zarar veren maddelerin kullanımını yasaklamıştır. Ya da benzer neticeler doğuracak sefahatlerde bulunmayı yasaklamış. Ama yasaklanan bu şeylerde önleyici tedbirleri ve cezaları Müslümanlar içindeki danışmanların reyine bırakmış.

Mesela İslam'da şunlar yasaktır:

  • Çocuklara, kadın işçilere veya acizlere şiddet göstermek.
  • Hayvanlara işkence etmek
  • Çalışanları, güçlerinin üstünde işlerde çalıştırmak.
  • Çalışanlara az ücret vermek.
  • İşçileri, sağlıksız yerlerde çalıştırmak.

Bu yasakları çiğneyenlere hangi cezalar verileceği İslam'da bildirilmemiş. İşte İslam; bu yasakları işleyenleri yola getirecek cezaları İslam hükümetlerine bırakmış.

Yani bu suçlulara aşırı ceza veren hükümet, insanlara zulmediyorsa, burada kabahat şeriatın değil, o hükümetindir.


saidtr
Müsteşar
27 Kasım 2014 15:25

Bir katkıda acizden olsun;

Hiç bir zümre, millet, kavim İslamı rençide edemez, kusur varsa, insanlardadır. Allah'ın dini İslam, hak ve hakikat ve güzeldir..

Hakikatler o kadar sağlam ve hak ve doğrudur ki, gayr-i müslim birisine anlatılabilse, inanır ve kabul eder veya tasdik eder.

Hakikatler o kadar lezzetlidir ki, cennet meyveleri gibi, içinde halis sürur ve saadet vardır.Elhamdülillah.

-----------------

İslamın bir emrini gösterin ki, hikmetsiz, manasız, yanlış.

İnsana ve topluma zarar veren bir emrini gösterin..

Yoktur...!!!

------------------

İslam adalet ve hoşgörü dinidir.

O nasıl adalettir ki, koca Fatih ile basit bir Rum mimar aynı mahkemeye çıkar ve padişahın aleyhine karar verilir.

Ayrıca;

Hz. Ali(ra) bir kafiri yere sermiş, tam kesecek, adam yüzüne tükürür.

Koca imam öldürmekten vazgeçer. Adam merakla sorar; çabuk öldürmen için sana böyle yaptım, neden öldürmedin?

O koca imam ihlasının gereği der ki;

Seni Allah için öldürecektim, fakat şimdi nefsim karıştı, nefime dokundu.

Öfkem için öldürecektim, ondan vazgeçtim.. Adam oracık da ihdida eder, bu din HAKTIR, der..


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
27 Kasım 2014 17:53

Şeriatın hakim olduğu idare, öyle kafasına göre hareket edemez. Bir şura kurulmalı. İdare, onlarla müşavere etmeli. Şura ehli tarafından verilen karara da uyulmalı, muhalefet edilmemeli.

Mesela peygamberimiz Hz. Ebubekre ve Hz. Ömer'e buyurmuş ki "Siz bir işte ittifak ederseniz, ben de size muhalefet etmem."

Mesela Hz. Ömer ibn-al Hattâb zamanında Kur'an ve sünnette ona dair nas bulunmayan bazı hadiseler vukua gelirdi. O da ashab-ı kiramı toplardı, onlarla iştişare ederdi. Şayet fikirler bir noktada birleşirse onunla hükmederdi.

Hz. Ali efendimiz bir gün peygamberimizi dedi ki "Ya Rasulullah, bir takım meseleler ortaya çıkıyor, hakkında ne bir ayet inmiş, ne de sizin sünnetinizde geçmiş... Ne yapmalı?"

Peygamberimiz şöyle cevap vermiş: "Müslümanların alimlerini toplayıp meseleyi aranızda istişare ediniz. "

(Anglikan Kilisesine Cevap, 51-58)


Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
01 Aralık 2014 01:21

Bugün Amerika'da, Afrika'da, Avustralya'da ve hatta Asya'da batıl dinler hala yaşıyor. Bu insanlar, hakiki Müslümanları gördükleri ve dinledikleri vakit uzun zamana muhtaç olmaksızın, hiç teşvik görmeden Müslümanlığı kabul ediyor.

Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira İslam baştan ayağa fıtridir. İslam'daki yaratıcı öyle bir Allah'tır ki azgın nefisleri yatıştırıyor. Katı yürekleri yumuşatıyor. Umutsuzluğa düşmüşlere huzur veriyor. Korkanlara güven veriyor. Zorbaları kahrediyor. Sevenleri seviyor. Merhametli olanlara acıyor.

(Anglikan Kilisesine Cevap, 64)



Mütefennin
Müsteşar Yardımcısı
01 Aralık 2014 21:27

Eğer insan Allah'a hakiki manada iman etmezse, ne vahyi dinler can kulağıyla ne de peygamberi. Cenab-ı Hakk'ı inkar edenlere en beliğ ayetler bile fayda vermez. Aksine basiretlerindeki bozukluğu, kafalarındaki sapıklığı artırmaktan başka bir netice vermez.

"Onları ayetlerimizle korkutuyoruz da tehdidimizin, onlara daha da büyük bir azgınlık katmaktan başka tesiri olmuyor. (İsra, 60)"

(Anglikan Kilisesine Cevap, 81)

Toplam 234 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi