Konuyu açan silah arkadaşım mutlaka okumuştur fakat okumayan personele feyz olması açısından Halil Cibran 'ın The Prophet isimli eserinden anektodlar vermek isterim
Dünyevi rehberin aynı isimli eserinde oyak konut da dahil olmak üzre çok sayıda mühim konu başlıkları var , fakat ben numune olarak çalışmaya Dair ve Kanunlara Dair isimli fasılları seçtim
Mesai arkadaşlarım için degil ,silah arkadaşlarım için faydalı olacağını düşünüyorum
ÇALIŞMAYA DAİR
Sonra bir çiftçi söz aldı, bize, Çalışmak'tan söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Yeryüzüne ve onun ruhuna ayak uydurabilmek için
çalışıyorsunuz.
Çünkü aylaklık yeryüzünün mevsimlerine yabancılaş-
mak demektir. Sonsuza doğru gururlu bir kabullenmişlik
ve soylu adımlarla ilerleyen Hayat'ın gelişiminin dışına
çıkmak demektir.
Çalıştığınız zaman akıp giden saatlerin fısıltılarını
içinde müziğe dönüştüren bir ney'e benzersiniz.
Yeryüzünde her şey belli bir uyum içinde şarkı söyle-
mekteyken, hangi biriniz çıkıp da sağır ve dilsiz bir kamış
parçası gibi sessiz kalabilir?
Kimbilir kaç kez çalışmanın bir bela ve iş?in de bir
uğursuzluk olduğu söylenmiştir sizlere.
Oysa ben sizlere diyorum ki, çalıştığınız zaman yer-
yüzünün en uzak düşünün, doğduğu gün sizin adınıza
ayrılan bir parçasını doldurmuş olursunuz.
Kendinizi işinize vermekle de gerçekte hayatı ve
yaşamayı seviyor oluşunuzu ortaya koyarsınız.
Hem, sarıldığınız bir işin aracılığıyla hayatı sevmek,
onun içinin derinliklerinde sakladığı gizeme yakınlaşabil-
menizi sağlar.
Ama eğer çektiğiniz acılara bakarak üretkenliğin bir
bela, kör gırtlağı doyurmanın da alnınıza yazılmış bir
büyü olduğunu söylerseniz, sizlere, akan alınterinizden
başka hiç bir şeyin bu yazgıyı silip atamayacağını duyu-
rurum.
Sizlere hayatın kapkara olduğu da söylenmiştir. Ve
sizler de gerçekte zayıf kimselerce söylenmiş olan bu
sözleri kendi zayıflığınız içinde dilinize dolayıp, yinele-
mektesiniz.
Ben size diyorum ki, hayat, ancak hızlı gelişiminden
yavaşlatılmaya kalkışıldığında kapkara olur.
Ve bu hızlı gelişim bilgiden yoksunsa kör olur,
Ve her bilgi, içinde eylem yoksa boşunadır.
Ve her eylem, içinde sevgi yoksa boştur.
Sevgiyle dolu olarak çalışırsanız, ilkin kendinize,
sonra birbirinize, sonra da Tanrı'ya bağlanmış olursunuz.
Sevgiyle dolu olarak çalışmak nedir, bir de bu var?
Dokuduğunuz kumaşı, sanki yalnız en sevdiğiniz
kimse giyecekmişçesine yüreğinizden çektiğiniz ipliklerle
dokuyabilmek.
Kurduğunuz yapıyı, sanki içinde yalnız en sevdiğiniz
oturacakmışçasına özenle ve sevgiyle kurabilmek,
Serptiğiniz tohumları ve onun ürünlerini, sanki yalnız
en sevdiğiniz yiyecekmişçesine sevgiyle ekip-biçebilmek.
Bütün yaptıklarınıza kendi canınızdan yükselen bir
soluk katabilmek,
Ve tüm kutsanmış ölülerin, çevrenizde yaptıklarınızı
gözlemlemekte olduklarını bir an olsun aklınızdan çıkar-
mamış olmak.
Uykunuzda konuşuyormuşcasına şu sözleri yinele-
diğinizi çok duymuşumdur; «Mermeri işlerken, kendi ruhunun şeklini o ak taşın içinde bulan kimse, toprağı
işleyen kimseden daha yücedir.
Gökkuşağını yakalayarak bir kumaşın üzerine onun
renklerinden insanı çizebilen kimse, ayaklarımızı donatan
kimseden daha üstündür.»
Oysa, şu öğle vakti ve uykuda değil de olanca
uyanıklığımla sizlere diyorum ki; esen yel, dev çınarlara,
çimenlerin en boysuzuna konuştuğundan daha tatlı bir
dille konuşmaz.
Gerçekte büyük olan, o rüzgarın uğultusunu kendi
sevgisiyle karıştırıp bundan daha hoşa gidecek bir şarkı
yaratabilendir.
Çalışmak, sevginin göze görülebilen şeklidir.
Eğer işinize sevgiyle değil de isteksizlikle sarılmış-
sanız, o zaman işinizi bırakın ve tapınağın kapısı önüne
çöreklenip sevgiyle çalışanların önünüze atacakları sa-
dakaları toplayarak geçinin, daha iyi.
Çünkü, eğer ekmeği içine sevgi katmadan, ilgisizce
pişirirseniz, yiyecek olanların ancak yarı açlığını gidere-
bilecek acı bir ekmek yapmış olursunuz.
Eğer üzümlerinizi içine ağız-tadı katmadan, kinle da-
mıtmışsanız, şarabınızdan içecek olanın kadehine zehir
akıtmış olursunuz,
Ve eğer, meleklere özenircesine şarkı söyleyip de
gerçekte içinizden şarkı söylemeyi sevmek geçmiyorsa,
insanların, gecenin ve gündüzün seslerini duyacak ku-
laklarını tıkamış olursunuz.
KANUNLARA DAİR
Sonra bir avukat söz aldı, ya Kanunlar için ne
dersin, erenler, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Gerçi siz kanunlar koymaktan hoşlanırsınız.
Ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten daha çok
hoşlanırsınız.
Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler
yapan sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar
gibi.
Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile
daha çok kum yığmaktadır.
Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gül-
mektedir.
Ama, kendileri için hayatın okyanus ve kul-yapısı
kanunların da kum-kaleler değil.
Ama, hayatın kaya ve kanunların da bu kayanın
üzerine kendi beğenilerini işleyebilecekleri birer keski
olduğunu kabul edenlere ne demeli?
Rakkaselerden nefret eden topala ne denir ki?
Boynuna vurulmuş boyunduruğu seven ve ormanda
gönlünce yaşayan geyiği ve ceylanı serseri sanan öküze
ne denir ki?
Ve düğün-şölenine herkesten önce gelip tıka-basa
karnını doyuran, sonra da yorgun düşüp, başkalarına
bakarak tüm şölenlerin aykırılık ve tüm şölencilerin de
kanunbozucu olduklarını söyleyene ne denir ki?
Bu gibi kimselerin güneş ışığında durdukları, sırtla-
rını güneşe dönmüş olduklarını söylemekten başka ne
diyebilirim ki?
Bu gibi kimseler salt kendi gölgelerini görmektedirler
ve kendi gölgeleri de kendi koydukları kanunlardır.
Ve onlar için güneş, kendilerine gölge dağıtan bir
kaynaktan başka bir şey değil de nedir ki?
Bu gibi kimseler için kanunları bilebilmek demek,
yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip, onları ölçmek
değil de nedir?
Ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler, yer-
yüzünde hangi tasarım-gölge sizleri yolunuzdan alıko-
yabilir?
Sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz,
hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki?
Sizler insanlığın zindan kapısı önünde boyunlarınıza
vurulmuş olan boyundurukları kırsanız, hangi kul-yapısı
kanun sizi engelleyebilir ki?
Raksederken ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri
çarpmıyorsa, hangi kanun sizleri korkutabilir ki?
Sizlerin giysilerinizi paralayıp da insanlığın yolu
üzerine atmadıkça, kim sizi yargıçların önüne sürükle-
yebilir ki?
Ey Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, lir?in
tellerini gevşetebilirsiniz, ama hangi biriniz çıkıp da tarla-
kuşunu ötmekten alakoyabilir ki?
Konuyu açan silah arkadaşım mutlaka okumuştur fakat okumayan personele feyz olması açısından Halil Cibran 'ın The Prophet isimli eserinden anektodlar vermek isterim
Dünyevi rehberin aynı isimli eserinde oyak konut da dahil olmak üzre çok sayıda mühim konu başlıkları var , fakat ben numune olarak çalışmaya Dair ve Kanunlara Dair isimli fasılları seçtim
Mesai arkadaşlarım için degil ,silah arkadaşlarım için faydalı olacağını düşünüyorum
ÇALIŞMAYA DAİR
Sonra bir çiftçi söz aldı, bize, Çalışmak'tan söz et,
dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Yeryüzüne ve onun ruhuna ayak uydurabilmek için
çalışıyorsunuz.
Çünkü aylaklık yeryüzünün mevsimlerine yabancılaş-
mak demektir. Sonsuza doğru gururlu bir kabullenmişlik
ve soylu adımlarla ilerleyen Hayat'ın gelişiminin dışına
çıkmak demektir.
Çalıştığınız zaman akıp giden saatlerin fısıltılarını
içinde müziğe dönüştüren bir ney'e benzersiniz.
Yeryüzünde her şey belli bir uyum içinde şarkı söyle-
mekteyken, hangi biriniz çıkıp da sağır ve dilsiz bir kamış
parçası gibi sessiz kalabilir?
Kimbilir kaç kez çalışmanın bir bela ve iş?in de bir
uğursuzluk olduğu söylenmiştir sizlere.
Oysa ben sizlere diyorum ki, çalıştığınız zaman yer-
yüzünün en uzak düşünün, doğduğu gün sizin adınıza
ayrılan bir parçasını doldurmuş olursunuz.
Kendinizi işinize vermekle de gerçekte hayatı ve
yaşamayı seviyor oluşunuzu ortaya koyarsınız.
Hem, sarıldığınız bir işin aracılığıyla hayatı sevmek,
onun içinin derinliklerinde sakladığı gizeme yakınlaşabil-
menizi sağlar.
Ama eğer çektiğiniz acılara bakarak üretkenliğin bir
bela, kör gırtlağı doyurmanın da alnınıza yazılmış bir
büyü olduğunu söylerseniz, sizlere, akan alınterinizden
başka hiç bir şeyin bu yazgıyı silip atamayacağını duyu-
rurum.
Sizlere hayatın kapkara olduğu da söylenmiştir. Ve
sizler de gerçekte zayıf kimselerce söylenmiş olan bu
sözleri kendi zayıflığınız içinde dilinize dolayıp, yinele-
mektesiniz.
Ben size diyorum ki, hayat, ancak hızlı gelişiminden
yavaşlatılmaya kalkışıldığında kapkara olur.
Ve bu hızlı gelişim bilgiden yoksunsa kör olur,
Ve her bilgi, içinde eylem yoksa boşunadır.
Ve her eylem, içinde sevgi yoksa boştur.
Sevgiyle dolu olarak çalışırsanız, ilkin kendinize,
sonra birbirinize, sonra da Tanrı'ya bağlanmış olursunuz.
Sevgiyle dolu olarak çalışmak nedir, bir de bu var?
Dokuduğunuz kumaşı, sanki yalnız en sevdiğiniz
kimse giyecekmişçesine yüreğinizden çektiğiniz ipliklerle
dokuyabilmek.
Kurduğunuz yapıyı, sanki içinde yalnız en sevdiğiniz
oturacakmışçasına özenle ve sevgiyle kurabilmek,
Serptiğiniz tohumları ve onun ürünlerini, sanki yalnız
en sevdiğiniz yiyecekmişçesine sevgiyle ekip-biçebilmek.
Bütün yaptıklarınıza kendi canınızdan yükselen bir
soluk katabilmek,
Ve tüm kutsanmış ölülerin, çevrenizde yaptıklarınızı
gözlemlemekte olduklarını bir an olsun aklınızdan çıkar-
mamış olmak.
Uykunuzda konuşuyormuşcasına şu sözleri yinele-
diğinizi çok duymuşumdur; «Mermeri işlerken, kendi ruhunun şeklini o ak taşın içinde bulan kimse, toprağı
işleyen kimseden daha yücedir.
Gökkuşağını yakalayarak bir kumaşın üzerine onun
renklerinden insanı çizebilen kimse, ayaklarımızı donatan
kimseden daha üstündür.»
Oysa, şu öğle vakti ve uykuda değil de olanca
uyanıklığımla sizlere diyorum ki; esen yel, dev çınarlara,
çimenlerin en boysuzuna konuştuğundan daha tatlı bir
dille konuşmaz.
Gerçekte büyük olan, o rüzgarın uğultusunu kendi
sevgisiyle karıştırıp bundan daha hoşa gidecek bir şarkı
yaratabilendir.
Çalışmak, sevginin göze görülebilen şeklidir.
Eğer işinize sevgiyle değil de isteksizlikle sarılmış-
sanız, o zaman işinizi bırakın ve tapınağın kapısı önüne
çöreklenip sevgiyle çalışanların önünüze atacakları sa-
dakaları toplayarak geçinin, daha iyi.
Çünkü, eğer ekmeği içine sevgi katmadan, ilgisizce
pişirirseniz, yiyecek olanların ancak yarı açlığını gidere-
bilecek acı bir ekmek yapmış olursunuz.
Eğer üzümlerinizi içine ağız-tadı katmadan, kinle da-
mıtmışsanız, şarabınızdan içecek olanın kadehine zehir
akıtmış olursunuz,
Ve eğer, meleklere özenircesine şarkı söyleyip de
gerçekte içinizden şarkı söylemeyi sevmek geçmiyorsa,
insanların, gecenin ve gündüzün seslerini duyacak ku-
laklarını tıkamış olursunuz.
KANUNLARA DAİR
Sonra bir avukat söz aldı, ya Kanunlar için ne
dersin, erenler, dedi.
Ve El Mustafa yanıtladı:
Gerçi siz kanunlar koymaktan hoşlanırsınız.
Ama koyduğunuz kanunları çiğnemekten daha çok
hoşlanırsınız.
Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler
yapan sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar
gibi.
Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile
daha çok kum yığmaktadır.
Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gül-
mektedir.
Ama, kendileri için hayatın okyanus ve kul-yapısı
kanunların da kum-kaleler değil.
Ama, hayatın kaya ve kanunların da bu kayanın
üzerine kendi beğenilerini işleyebilecekleri birer keski
olduğunu kabul edenlere ne demeli?
Rakkaselerden nefret eden topala ne denir ki?
Boynuna vurulmuş boyunduruğu seven ve ormanda
gönlünce yaşayan geyiği ve ceylanı serseri sanan öküze
ne denir ki?
Ve düğün-şölenine herkesten önce gelip tıka-basa
karnını doyuran, sonra da yorgun düşüp, başkalarına
bakarak tüm şölenlerin aykırılık ve tüm şölencilerin de
kanunbozucu olduklarını söyleyene ne denir ki?
Bu gibi kimselerin güneş ışığında durdukları, sırtla-
rını güneşe dönmüş olduklarını söylemekten başka ne
diyebilirim ki?
Bu gibi kimseler salt kendi gölgelerini görmektedirler
ve kendi gölgeleri de kendi koydukları kanunlardır.
Ve onlar için güneş, kendilerine gölge dağıtan bir
kaynaktan başka bir şey değil de nedir ki?
Bu gibi kimseler için kanunları bilebilmek demek,
yeryüzüne serilmiş olan gölgelerine eğilip, onları ölçmek
değil de nedir?
Ama ey güneşin ışınlarına karşı ilerleyen sizler, yer-
yüzünde hangi tasarım-gölge sizleri yolunuzdan alıko-
yabilir?
Sizler ki rüzgarı arkanıza almış ilerlemektesiniz,
hangi rüzgar gülü sizin yönünüzü çizebilir ki?
Sizler insanlığın zindan kapısı önünde boyunlarınıza
vurulmuş olan boyundurukları kırsanız, hangi kul-yapısı
kanun sizi engelleyebilir ki?
Raksederken ayaklarınıza insanlığın demir zincirleri
çarpmıyorsa, hangi kanun sizleri korkutabilir ki?
Sizlerin giysilerinizi paralayıp da insanlığın yolu
üzerine atmadıkça, kim sizi yargıçların önüne sürükle-
yebilir ki?
Ey Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, lir?in
tellerini gevşetebilirsiniz, ama hangi biriniz çıkıp da tarla-
kuşunu ötmekten alakoyabilir ki?