Editörler : E.Kayı Han


Kapalı
20 Eylül 2009 14:18

Mürtedin cezası

Mürtedin Öldürülmesi Meselesi Ebubekir Sifil

1. Günümüzde İslam devleti adı altında kurulmuş bulunan devletlerde mürtedlerin öldürülmesi hükmünün uygulanması mümkün müdür?

2. İslam?da neden mürted erkek öldürülüyor da, mürted kadın öldürülmüyor?

3. Prof. Dr. Hayreddin Karaman, bazı durumlarda abdestsiz namaz kılınabileceğine fetva verdi. Bu konudaki görüşünüz nedir?

Cevap:

1. İslam devleti sınırları içinde yaşayan Müslüman bir erkeğin İslam dinini terk ederek başka bir dine geçmesi veya dinsizliği tercih etmesi (irtidat) durumunda hüküm bellidir. Akıl-baliğ erkek bir Müslüman, aklı başındayken (sarhoşluk, cünun vb. bir hal yokken), herhangi bir zorlama söz konusu değilken dinden dönen bir Müslümanın dinden dönmesine yol açan etkenler araştırılır ve ortadan kaldırılır. Kendisi ile konuşulur ve fikrî/ilmî şüpheleri ehil kimselerle müzakere etmesi sağlanarak ortadan kaldırılır ve düşünüp tevbe etmesi için süre verilir. Bütün bunlardan sonra irtidadında ısrar ederse öldürülür.

İbnu?l-Münzir?in Kitâbu?l-İcmâ?ında[1] herhangi bir ihtilaf zikredilmezken İbn Hazm, Merâtibu?l-İcmâ? adlı eserinde[2] Hz. Ömer, Süfyân es-Sevrî ve İbrahim en-Neha?î?den, mürtedin öldürülmeyeceğini, ölene kadar tevbe etmesinin isteneceğini söylediklerini belirtir. İbn Teymiyye bu eser üzerine yazdığı Nakdu Merâtibi?l-İcmâ?da bu kayda herhangi bir itiraz getirmemiştir. Bu iki eseri birlikte neşreden Zâhid el-Kevserî de bu noktada herhangi bir şey söylememiştir.

Bu noktayı müstakil bir yazıda ele almak üzere paranteze aldıktan sonra devam edecek olursak, günümüzde bu hükmün uygulanması noktasında pratik birtakım güçlükler bulunduğu, uluslar arası sistemin ve bağlantıların bu ve benzeri hükümlerin uygulanmasını zorlaştırdığı tezi malumdur. Bu noktada ümmete düşen, İslam ahkâmının muhafaza ve müdafaasından geri adım atmak değil, uygulanmalarının önündeki engellerin aşılmasına çalışmaktır.

Herhangi bir İslamî hükmün fiilen uygulanabilir olması için gerekli şartlar ve ortamın bulunup bulunmaması ayrı bir şeydir, fiilen uygulanmıyor diyerek hükmün tamamen iskat edilmesi daha ayrıdır. Müslümanlar birinci yok diye ikinciyi kabul etmek zorunda değildir. En azından gönüllerinde, bilinçlerinde İslam?ı bir bütün olarak yaşamanın ve yaşatmanın gayreti içinde olmak gerekir.

2. İrtidad eden erkek öldürülürken aynı durumdaki kadının öldürülmemesi meselesine gelince, bu, Hanefî mezhebinin ictihadıdır. Diğer mezheplerde iirtidad eden kadın da tıpkı erkek gibi ?tevbe teklif edilip şüpheleri giderildikten ve düşünmesi için süre verildikten sonra? öldürülür.

Hanefîler ise mü?minlerle fiilen savaş halindeki topluluk (harbîler) arasında bulunan kâfir kadınların öldürülmesini yasaklayan hadis gibi delillere kıyasla mürted kadının öldürülmeyeceğini, tevbe edene kadar hapiste tutulacağını söylemişlerdir.[3]

Burada bir noktaya dikkat çekelim: Özellikle ?çağdaş telakkiler?i rahatsız eden mürtedin katli gibi meselelerde farklı hüküm verme peşinde olan bir kısım çevreler, bu gibi ahkâmı zorlama yorumlarla devre dışı bırakma gayretindeler. Söz gelimi recm uygulamasının bir ?hadd? değil ?ta?zir? cezası olduğunu (yani bu cezayı uygulamanın bir ?gereklilik? olmayıp, ?devlet başkanının yetkisine bırakıldığını) söylemektedirler.

Benzeri bir durum mürtedin katli meselesinde de karşımıza çıkıyor. Bu hükmü de, münhasıran muharip durumundaki mürtedlerin öldürüleceğini söyleyerek esnetme çabası içinde bulunduklarını görüyoruz. Oysa mürtedin katli meselesine kaynaklık eden hadislerde de, uygulamada da böyle bir kayıt mevcut değildir.

Mürtedin katli meselesi hakkında modern zamanlarda ileri sürülen kimi itiraz ve tenkitler bulunduğunu biliyoruz. Başta "fikir ve inanç özgürlüğü" olmak üzere birçok kavram, mürtedin katli hükmüne esas teşkil eden nass ve uygulamaların önüne geçirilmek suretiyle aslında yaşadığımız "zihniyet dönüşümü" ortaya konulmuş oluyor.

Oysa bir Müslüman için esas olan muhkem nasslar ve onların uygulamasıdır. Yaşadığımız ortamda ve yasal zeminde herhangi bir hükmün uygulanmıyor oluşu onun "İslamîliğini" tartışma konusu yapmayı meşru kılmaz. Elbette her bakış açısının bir gerekçesi vardır; önemli olan bu gerekçenin meşruiyetidir.

Konu hakkındaki itirazları iki başlık altında toparlayabiliriz:

1. Mürtedin katli hükmünün Kur´an´da geçmemesi, sadece hadislerle sabit olması.

Daha önce başka vesilelerle belirtmiştim; herhangi bir şeyin Kur´an´da geçiyorsa kabul, geçmiyorsa reddedileceği şeklindeki anlayış en başta Kur´an´ın reddettiği bir çarpıklığın ifadesidir. Kur´an´ın neresinde "Sadece bu kitaptaki 6 bin küsür ayette lafzî olarak geçen hükümler bağlayıcıdır; başkası değil" diye bir ayet var?

Tam tersine Kur´an pek çok ayetinde bizi Sünnet´e yönlendirmekle, aslında murad-ı ilahiye ulaşmanın yolunu da göstermiş olmaktadır. Bu bağlamda gündeme getirilen "hadislerin güvenilmezliği" anlayışının sebep ve sonuçları üzerinde daha önce durmuştuk.

Bu anlayışın temsilcilerine, "Sadece Kur´an´da geçen hükümlerin uygulama konusu olabileceği şeklindeki anlayışınızda samimi iseniz, haydi hırsızlık, zina, zina iftirası? vb. konulardaki Kur´anî hükümlerin arkasında olduğunuzu açık ve net bir şekilde deklare edin!" deseniz, buna yanaşmayacak ve bin dereden su getirerek bu hükümleri tevil etme yoluna gideceklerdir. Onların meselesinin, Din´in çağa "uygulanması" değil, "uydurulması" olduğunu buradan açıkça anlamak mümkündür.

2. Mürtedin katli hükmünün "birkaç hadiste" yer alması yeterli değildir. Zira bu hadisler kesin değildir.

Bu iddia hakkında şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim: Mürtedin katli hükmünü getiren hadisler Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, İbn Abbâs, Ebû Musa el-Eş´arî, Abdullah b. Mes´ûd, Cerîr b. Abdillah, Ebû Hureyre, Abdurrahman b. Sevbân, Enes b. Mâlik gibi sahabîler yanında, Hârice b. Mudarrib, Zeyd b. Eslem gibi tabiîlerden de nakledilmiştir. Muhammed Takî el-Osmânî, bu isimlerden gelen 17 rivayeti Fethu´l-Müslim´e yazdığı kıymetli tekmilede bir araya toplamıştır.

Bu rivayetler yanında Sahabe döneminden beri sürdürülegelen "uygulama" da mesele hakkında ilk dönemlerden beri herhangi bir görüş ayrılığı bulunmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Buna mukabil İslam´da irtidadın bir suç olmadığı, dolayısıyla herhangi bir cezasının bulunmadığı şeklindeki bir görüşün ne Sahabe´den, ne de daha sonraki nesillerden birinden nakledilmesi mümkündür! (Hz. Ömer, Süfyân es-Sevrî ve İbrahim en-Neha´î´den, mürtedin öldürülmeyeceğini, ölene kadar tevbe etmesinin isteneceğini söyledikleri şeklindeki nakil üzerinde birazdan duracağım inşallah.)

Şu halde modern çağın anlayış ve değer yargılarının etkisinde kalarak Din´i ve dinî hükümleri bu zeminde ele alma hastalığına yakalanmış olanlar dışında bu meseleye itiraz getirilmesi söz konusu değildir.

Meseleyi "fikir ve inanç özgürlüğü" zemininde ele alanların, mürtedin katli hükmünün Kur´an´a aykırı olduğunu dile getirmeyi de ihmal etmediğini görüyoruz. Meselenin bu yönünü ve delil olarak zikredilen ayetlerin konuya delalet edip etmediğini de ele alalım.

1. Hz. Ömer, Süfyân es-Sevrî ve İbrahim en-Neha´î´den, mürtedin öldürülmeyeceğini, ölene kadar tevbe etmesinin isteneceğini söyledikleri şeklindeki nakil.

2. Mürtedin katli meselesinin "fikir ve inanç özgürlüğü" zemininde ele alınması.

3. Bu hükmün Kur´an´a aykırı olduğu iddiası.

Yerimiz elverdiğince bu üç noktayı sırasıyla ele alalım:

1. Hz. Ömer (r.a)´in, mürtedin öldürülmeyip hapsedileceği ve ölene kadar kendisine tevbe teklif edileceği görüşünde olduğunun, İbn Hazm´ın Merâtibu´l-İcmâ´ında zikredildiğini görmüştük.

Hz. Ömer (r.a)´in bu görüşte olduğunun söylenmesinin sebebi muhtemelen şu olaydır: Enes b. Mâlik (r.a) Tüster´in fethinden sonra Medine´ye Hz. Ömer (r.a)´ın yanına gelir. Hz. Ömer (r.a), fetih öncesi irtidat ederek müşriklere katılan Bekr b. Vâil kabilesine mensup 6 kişinin akıbetini sorar. Enes (r.a) lafı değiştirmek isterse de Hz. Ömer (r.a)´ın ısrarlı soruları karşısında, "savaşta öldürüldüler" cevabını verir. Hz. Ömer (r.a)´in "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci´ûn" demesi üzerine, "Zaten öldürülmeyecekler miydi? Başka yolu var mıydı" diye sorar. Hz. Ömer (r.a) şu cevabı verir: "Evet. Ben olsam onlara İslam´a girmelerini teklif eder, kabul etmezlerse hapse atardım."[4]

Nitekim İbn Hazm, el-Muhallâ´da mürtede uygulanacak hüküm hakkındaki ihtilafları zikrederken, "mürtedin öldürülmeyeceği, ömrünün sonuna kadar tevbeye davet edileceği görüşünde olanlar" diye zikrettiği gruba örnek olarak Hz. Ömer (r.a)´i zikretmiş ve yukarıda mana olarak aktardığım hadiseyi nakletmiştir.[5]

Ancak ilginçtir, İbn Hazm´ın orada zikrettiği iki rivayetten birinde ?ki diğer kaynaklar tarafından da zikredilmiştir? Hz. Ömer (r.a)´in, mürtedin üç gün hapsedilmesini, sonra İslam´a dönme teklifi yapılmasını söylediği nakledilmektedir. Bu rivayet, Hz. Ömer (r.a)´in mürtedin üç gün süre verildikten ve tevbe teklif edildikten sonra öldürüleceği görüşünde olduğunu anlatmaktadır. Aksi takdirde, buradaki "üç gün" kaydının hiçbir anlamı olmayacaktır!

Araştırabildiğim kadarıyla Hz. Ömer (r.a)´den gelen ve "mürtedin öldürülmeyeceği" görüşüne delil teşkil eder gibi görünen tek nakil budur. Ancak dipnotta zikrettiğim kaynakların tamamında Hz. Ömer (r.a)´in, benzer bir vakada irtitad edip de hemen öldürülen bir kişinin haberini aldığında olayı tasvip etmediği, hapsedilip üç gün süreyle kendisine tevbe teklif edilmesini daha uygun gördüğü de nakledilmektedir.

Keza bir diğer rivayette Kûfe´de görevli bulunan Abdullah b. Mes´ûd (r.a), birtakım kimselerin irtidat etmesi üzerine durumu Medine´ye Hz. Ömer (r.a)´e iletmiş, o da verdiği cevapta, söz konusu kişileri tevbeye ve Hak Din´e davet etmesini, kabul etmezlerse öldürmesini bildirmiştir.[6]

Dolayısıyla Hz. Ömer ´r.a)´in mürtedin öldürülmeyip, ömrünün sonuna kadar tevbeye davet edileceği görüşünde olduğunu kesin bir şekilde söylemek hayli zor görünmektedir. Böyle düşünmektense, ?İ´lâu´s-Sünen müellifinin de belirttiği gibi? Hz. Ömer (r.a)´dan gelen mutlak rivayeti mukayyede hamlederek, "Ben olsam onlara İslam´a girmelerini teklif eder, kabul etmezlerse hapse atardım" sözünü, "belli bir süre hapsederdim" şeklinde anlamak daha makul görünmektedir.

Mürtedin öldürülmeyeceği görüşünün İbn Hazm tarafından İbrahim en-Neha´î ve Süfyân es-Sevrî´den de nakledildiğini yukarıda görmüştük. Abdürrezzâk da bu görüşü onlara nisbet etmektedir.[7]

Ancak burada da problem yok değil. İcma konusundaki eseri kadar ulemanın ihtilafları konusundaki eseri de şayan-ı itibar olan İbnu´l-Münzir´in, mezkûr iki imamın adını, "mürted tevbeye davet edilir; ederse ne ala, etmezse öldürülür" diyenler arasında zikrettiğini görüyoruz.[8] Yine İbnu´l-Münzir´in, dipnotta belirttiğim yerde Hz. Ömer (r.a)´ı da bu görüşü benimseyenler arsında zikrettiğini kaydedelim.

Ancak şunu da belirtelim ki İbnu´l-Münzir, bahsin devamında Hz. Ömer (r.a)´den gelen rivayetlerin ihtilaflı olduğunu, keza İbrahim en-Neha´î ve Süfyan es-Sevrî´nin de mürtedin öldürülmeyip, sürekli olarak tevbeye çağırılacağı görüşünde olduklarını söyler.

Bu durumda onlardan da ?tıpkı Hz. Ömer (r.a)´dan olduğu gibi? bu konuda farklı rivayetler geldiğini söyleme zarureti ortaya çıkıyor.

İrtidat meselesini rivayetler temelinde işleyen kaynakların hemen tamamında, mürtedin katli meselesi hakkında icma bulunduğunun, ihtilafın ise mürtede tevbe teklif edilip edilmeyeceği ve süre verilip verilmeyeceği meselesinde vuku bulduğunun altı çizilmektedir. Bu noktayı dikkate aldığımızda, bu mesele üzerinde icma bulunduğunu belirten ulemanın, onların diğer ulemanın kavliyle örtüşen görüşlerini tercihe şayan bulduğu neticesine ulaşıyoruz.

Yukarıda, mürtedin katli hakkında icma bulunduğu tesbitini tartışmalı kılabileceği düşünülen meseleyi ele almıştık. Ve görmüştük ki, bu meselede cumhurun üzerinde birleştiği hükme aykırı kanaatte olduğu nakledilen Hz. Ömer (r.a), İbrahim en-Neha´î ve Süfyan es-Sevrî´den, cumhurdan farklı düşünmedikleri de nakledilmiştir. Dolayısıyla bu meselede icma bulunmadığını söylemek o kadar kolay görünmemektedir.

Bu hafta da meselenin Kur´an´a uygunluk-aykırılık boyutunu görelim.

İddia, mürtedin katli hükmünün pek çok Kur´an ayetine aykırılık teşkil ettiği yönünde. Bu iddiaya delil getirilen ayetlerden bazıları şunlar:

- "Din´de zorlama yoktur. İman ile küfür apaçık ortaya çıkmıştır?"[9]

- "De ki: "Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr?"[10]

- "De ki: "Ey kâfirler! Ben sizin kulluk etmekte olduğunuza kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz. Ben elbette sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Ve sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benimki bana."[11]

Bunlar ve benzeri ayetler, Kur´an´ın, din seçimini kişilerin özgür tercihine bıraktığını, dolayısıyla bu alana hiçbir güç tarafından karışılmayacağını anlatmaktadır. Kur´an´da irtidat için herhangi bir ceza belirlenmemiştir. İrtidat meselesine değinilen ayetlerde bile somut herhangi bir müeyyideden söz edilmemiştir.

Söz gelimi Kur´an´da şöyle buyurulur: "Hakikat şu ki, iman edip de sonra küfre sapanlar, sonra yine iman ederek (arkasından tekrar) küfre dönenler ve sonra da küfürlerinde ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlamayacak ve doğru yola eriştirmeyecektir."[12]

Yine şöyle buyurulur: "Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliktir. Orada devamlı kalıcıdırlar."[13]

Netice olarak Kur´an, irtidat meselesine değindiği halde bu suçun herhangi bir müeyyidesinden söz etmemişken ve dahi kimin neye inanacağı meselesine hiçbir şekilde müdahalede bulunmamışken, irtidat fiilinin bir "suç" olduğunu ve dünyevî bir cezasının ?hem de cezaların en ağırı? bulunduğunu söylemek Kur´an´a aykırılık arz eder.

Evet, iddia kısaca bu.

Bu iddia karşısında söylenmesi gereken birkaç husus var:

1. Zikredilen ayetler ve benzerleri, iman edip etmeme tercihinin insana bırakıldığını ve "Müslüman olmama"nın resen herhangi bir müeyyidesinin bulunmadığını anlatır. Müslümanken irtidat etmek ise ayrı bir olaydır ve bu ayetlerde bununla ilgili bir hüküm yer almamaktadır.

2. Kur´an, irtidat meselesine değinmiş, ancak ona herhangi bir müeyyide getirmemiştir. Bu doğrudur. Ancak bir başka doğru daha söz konusu: Özellikle son sırada zikredilen ayette (2/el-Bakara, 217) dikkat edilmesi gereken bir incelik var: İrtidat eden kimsenin amellerinin "dünyada ve ahirette" boşa gideceği beyan buyurulmuş. Amelin ahirette boşa gitmesi anlaşılabilir bir şey. Bu dünyada iman üzereyken yapılan amellere mukabil olarak ?bilahare vuku bulan irtidat sebebiyle? ahirette sevap ve güzel karşılık verilmemesi durumudur bu.

Peki, acaba amelin "dünyada" boşa gitmesi ne demektir?

Bu sorunun cevabı ancak şöyle verilebilir: Kişinin, irtidat ettikten sonra ?tevbeye davet edilmek ve diğer hususlar yerine getirildikten sonra? öldürülmesi, nikâhının düşmesi (evlilik bağının kendiliğinden çözülmesi), müslüman mirasçısına varis olamaması, mü´minlerle arasındaki dostluk, kardeşlik bağlarının sona ermesi?[14]

Şu halde Kur´an´ın, irtidat meselesine değindiği halde "işareten" dahi olsa bu suçun müeyyidesine yer vermediğini ileri sürmek doğru değildir.

3. Kur´an´ın, pek çok meseleyi icmalen zikredip, tafsilini Sünnet´e havale ettiği ehlinin malumudur. Dolayısıyla irtidat suçunun müeyyidesinin ne olduğu sorusunun cevabının Sünnet´te yer almasından garipsenecek bir durum yoktur.

Burada şöyle bir itiraz ile karşılaşabiliriz: Kur´an, ölüm cezasından daha hafif cezaları zikrettiği halde, (evli zaninin ve mürtedin öldürülmesi meselesinde olduğu gibi) ölüm cezasından hiç bahsetmemesi dikkat çekicidir. Bu durum, bu cezaların Kur´an´ın onaylamadığı cezalar olduğunu gösterir.

Bu itiraz ilk bakışta makul gibi görünse de, meseleye biraz yakından bakıldığında son derece tartışmalı olduğu hemen anlaşılacaktır. Zira bu yaklaşım şöyle bir mantık üzerine oturmaktadır: "Kur´an önemli hususları tasrih eder, Sünnet´e havale ettikleri ise daha az önemli hususlar olmalıdır."

Oysa Kur´an´ın namaz gibi en temel bir ibadeti sadece icmalen zikretmekle yetinip detayları Sünnet´e havale ettiği, buna mukabil, namaza bir hazırlık mesabesinde olan abdesti hemen hemen bütün detaylarıyla zikrettiği malumdur. Aynı durum, zekât, hacc, oruç gibi temel ibadetlerin tamamı için geçerlidir.

Dolayısıyla bizim, Kur´an´da neyin yer alacağını ve neyin yer almayacağını tayin gibi bir konuma sahip bulunduğumuz anlamına gelebilecek bu tarz akıl yürütmelerden uzak durmak gerekir.

Ebubekir Sifil

Dipnotlar:

[1] İbnu?l-Münzir, Kitâbu?l-İcmâ?, 119 vd.

[2] İbn Hazm, Merâtibu?l-İcmâ?, 210.

[3] İmam es-Serahsî, el-Mebsût, X, 108-9; el-Kâsânî, Bedâyi?u?s-Sanayi?, VII, 135.

[4] Abdürrezzâk, el-Musannef, X, 166; et-Tahâvî, Şerhu Ma´âni´l-Âsâr, III, 210-1; İbn Abdilberr, et-Temhîd, V, 306 vd.; el-Beyhakî, es-Sünenu´l-Kübrâ, VIII, 207.

[5] İbn Hazm, el-Muhallâ, XI, 191.

[6] Abdürrezzâk, X, 168-9.

[7] Bkz. Abdürrezzâk, X, 166.

[8] İbnu´l-Münzir, el-İşrâf alâ Mezâhibi´l-Ulemâ, VIII, 53.

[9] 2/el-Bakara, 256.

[10] 18/el-Kehf, 29.

[11] 109/el-Kâfirûn, 1-6.

[12] 4/en-Nisâ, 137.

[13] 2/el-Bakara, 217.

[14] Bkz. Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru´l-Kebîr, VI, 33.


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 14:42

Soru:

"Mürtet'in hayat hakkı yoktur" deniyor. Mürtet kime denir? Bu hüküm bugün için geçerli midir?

Cevap:

Mürted, İslam'dan dönen, İslam'ı bırakıp başka bir dine veya inançsızlığa geçen kimse demektir. Hz. Peygamber zamanında dinden dönenler, müminlerle savaş halinde olan müşriklere katılıyor ve onlarla beraber müminlere karşı savaşıyorlardı; bu sebeple "aynı zamanda muharip, İslama karşı savaşan" demek olan mürteddin öldürüleceği söylendi. Şimdi her mürted savaşçı değildir, savaşçı ise her zaman, her yerde ve her sistemde öldürülür.

*****

Soru:

Sizce irtidad'ın (din değiştirmenin) cezası ölüm müdür? Bu uygulama, din ve vicdan özgürlüğüne ters değil midir?

Cevap:

Eğer dininden dönen, din değiştiren kimse bu yüzden öldürülseydi; yani din değiştirmenin cezası idam olsaydı o zaman dinde zorlama (kişiyi müslüman etmek veya müslümanlığını devam ettirmek için tehdit ve baskı yapma) olurdu. Halbuki ilgili âyet, "dinde zorlamanın olmadığını" açıkça ifade ediyor (Bakara: 2/256). Esasen iman, aklın hükmü, gönlün rızası ve vicdanın kanâat getirmesi ile olur. Bir kimseye baskı uygulanır ve bu yoldan "inandım" demesi sağlanırsa, o kimse inanmış olmaz, takiye yapmış, münafıklık etmiş olur. İslam böyle bir iki yüzlülüğe meydan vermez. Uluslar veya guruplar arası sistemde yalnızca, birbirine düşman, aralarında savaş ilişkisi bulunan iki gurup olursa, farklı din ve inanç sahiplerinin bir ülke içinde veya farklı ülkelerde sulh içinde yaşamaları mümkün olmuyorsa bu durumda din değiştirmek demek, "karşı tarafa geçmek ve müslümanlara savaş açmak" demektir. Bir kimse dinini değiştirdiği için değil, buna ek olarak müslümanlara savaş açtığı için öldürülür.

h.karaman

bu görüşün FIKHİ OLARAK yanlışlığını ortaya koyacağız..


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 14:59

II- Mürteddin Tevbeye Davet Edilmesi

Bir müslüman îslâmı terkedince, îslâmı terki sabit olduktan sonra öldürülür mü, yoksa, tevbeyc mi davet edilir? îslâmı terkte ısrar ederse, öldürülür mü, yoksa mühlet mi verilir?

Tevbeye davet konusunda, tevbeye daveti kabul et­meyenle eden fukahâ arasında büyük ihtilâf vardır. Bunlarm hepsini DımeşJcî [545] özetlemiştir. Dipnotta, onun sözlerini te'yit eden, mezheplerin kitaplarına işaret ede­ceğim. «İmamlar, îslâmı terkedenin öldürüleceğinde müt­tefiktirler. Sonra, acaba hemen öldürülecek midir? Yok­sa, öldürülmesi tevbeye davete mi bağlıdır? Tevbeye da­vet farz mıdır? Yoksa müstehâb mıdır? Tevbe etmezse, mühlet verilir mi, verilmez mi? Bu hususlarda ihtilâfa düştüler. İmam Ebû Hanîfe [546] der ki: Tevbeye davet edilmesi gerekmez. O anda Öldürülür. Ancak, mühlet is­terse, üç gün mühlet verilir; Ebû Hanîfe'nm. esbabından: mühlet verilir, diyenlere [547] göre; mühlet istemese de, vermek daha iyi olur. îmam Mâlik [548] der ki: Tevbeye davet edilmesi gerekir. O .anda tevbe ederse, tevbesi ka­bul edilir. Tevbe etmezse, tevbe edebilir ümidiyle üç gün mühlet verilir. Yine de tevbe etmezse öldürülür.

İmam §âfUJmn [549] tevbeye davetin lüzumunda iki görüşü vardır. En çok tutulanı, tevbeye davet edilmesi­nin gerekliliğidir. Yine îmam Şafiî'nin, mühlet verilmesi hususunda da iki görüşü vardır. En çok tutulanı, istese de mühlet verilmemesi, bilâkis, mürteddlikte ısrar ettiği takdirde, hemen öldürülmesidir. İmam Ahmed'ten [550] de iki rivayet vardır: Birisi İmam MâMk'in görüşü gibidir. İkincisine göre ise, tevbeye davet gerekmez. Mühlet ver­meye gelince; üç gün mühlet verilmesi gerektiğinde, mez­hebi ihtilâf halindedir. Hasanlı Basri'den [551], mürteddin tevbeye davet edilmeyeceği, hemen öldürülmesi gerektiği rivayet edilmiştir. Atâ [552] der ki: Eğer müslüman ola­rak doğmuş, sonra İslâmı terketmişse, o tevbeye davet edilmez. Eğer kâfirken müslüman olmuş, sonra îslâmı terketmişse, bu, tevbeye davet edilir. Sew*'den [553] de, ebedî olarak tevbeye davet edileceği rivayet edilir. Aca­ba mürtedd kadın, aynen mürtedd erkek gibi midir, yok­sa değil midir?

İmam Mâlike İmam Şafiî ve İmam Ahmed, erkekle kadının, islâmı terkle doğan neticelerde müsâvî olduğu­nu, İmam Ebû Hanîfe ise, kadının öldürülmeyip, hapse­dileceğim söylerler.

Mürtedd kadının öldürülmesi veya hapsi meselesi, mürtedd erkekle kadının öldürülmesinden bahsederken, tafsilatıyla zikredilecektir,

İmânüyye'den Tusî [554], mürtedd erkeğin iki defa tevbeye davet edileceğini ileri sürmüştür. Önce tevbeye davetin lüzumunu söyler, sonra bu fikrinden cayar. Ve sadece mürtedd kadmm tevbeye davet edileceğini söyler. Tevbeye davetin müddetinden bahseder, müddetle tahdîd olunmamasını söyler. Bu hususta der ki: «Beşinci mese­le: Tevbeye davet gereklidir. Altıncı mesele: Tevbeye da­vet edilen mürtedd hakkındadır. Mezhebimizin fakihleri, tevbeye davet süresini tahdit etmemişlerdir... Bize göre, tahdidle sınırlamak delile muhtaçtır. Aynı zamanda IV. Halife Hz. Ali'den şöyle bir rivayet vardır.

«Bir müslüman hıristiyan oldu. Onu çağırdı ve İs­lama dönmesini söyledi. O da, Islama dönmedi. Hz. Alî, onu öldürdü. Bekletmedi.» Bu hareketinin mânâsı, tev­beye davet müddetinde bir tahdid olmamasıdır. Peygain-ber'den şöyle rivayet edilir: Buyurur ki:

? «Kim dînini değiştirirse ona öldürünüz.» Bu ha­dîsin açık mânâsı da, mürteddin tevbeye davet edilme­den öldürülmesidir. Ancak tevbeye davetini gerektiren bir delilin bulunması müstesna bir haldir.[555]

Fakat Tusî, bir başka yerde, üç gün mühlet verile­ceğini söylüyor. Diyor ki: [556] «Sehî b. Ziyâd.. Mü'min-lerin halifesi der ki: Mürtedden karısı ayrılır. Kestiği yenmez. Üç gün tevbeye davet edilir. Tevbe etmezse dördüncü gün öldürülür; Tusî tevbeye davetle etmemeyi böyle naklediyor.

Nahvî, [557] Zeydiyye'den Siyağî [558] üç defa tevbeye davet edilmesi gerektiğini söylüyorlar. [559]

Tevbeye Davet Edilmemesine Hükmedenlerin Delîlî :

îbn-i Teymiye [560], mürteddin tevbeye davet edilme-mesindeki delîl hususunda şöyle der: «Çünkü, Peygam­ber'(S.A.V.) dînini değiştireni, dînini terkederd, cemâat­ten ayrılanı öldürmeyi emretmiştir. Mürteddin tevbeye davet edilmesini emretmemigtir. Allah Teâlâ da, tevbeye davet etmeksizin müşriklerle savaşmayı emretmiştir. An­cak, tevbe ederlerse, biz onlara dokunmayız. Bu da, mür­teddin, kâfirden, küfürde daha katmerli olduğunu te'yid eder. Tevbeye davet edilmeden düşman esirimin öldürül­mesi caiz olursa mürtedin öldürülmesi evleviyyetle caiz olur. Bizim, kâfiri, tevbeye davet etmeden öldürmeyi ca­iz görmemiz Hz. Muharomed'in, îslâma davetinin, kendi­sine ulaşmama ihtimâlinden dolayıdır. Islâmdan haberi olmayan bir kimsenin öldürülmesi caiz değildir. Mürtedde ise, İslama davet ulaşmıştır. Kendisine davet ulaşan kim­senin kâfir gibi, öldürülmesi caizdir. îşte bu, tevbeye dave­ti müstehâb sayanların delilidir. îslâma davet kendilerine ulaşmış olsa da, harp sırasında, kâfirleri Islama davet etmemiz müstehâbdır. Mürtedd de, böyledir. Hem kâfi­rin, hem de mürteddin tevbeye davet edilmesi gerekli de­ğildir. Evet, mürtedin, tekrar îslâma dönüşün caiz olduğunu bilmediği farz olunsa, bu durumda tevbeye davet zarurîdir. Peygamber'in, Mekke'nin fethinde Abdullah b. 8ad b. Ebi Serh'in, Makis b. Sababe'nm Abdullah b. Ha~ tal'm öldürülmesini emretmesi buna delâlet eder. Bunlar mürteddiler. Bunları tevbeye davet etmedi. Bilâkis ikisi­ni öldürdü, İbn-i Ebi Serh'le de, beyat etmekten çekindi. Belki, müslümanlardan biri onu öldürebilirdi. Bundan, müslüman olmadıkça öldürülmesinin caiz olduğu, tevbe-ler. Bu sebeple, aslen kâfir, zina eden, yol kesen v.s. yapıp, ölümü icabettiren bir şeyle İslama terkeden Ura-nîler'i cezalandırdı. Onları tevbeye davet etmedi. Çün­kü onlar, kanlarını mubah kılan sebeplerden birini işledi­ler. Bu sebeple, aslen kafir, zina eden, yol kesen ve v.s. gibi, mürtedd tevbeye davet edilmeden önce öldürülür.* Mürteddin, aslen kâfir olan gibi düşünülmesi, kabul edilemez. Çünkü, her birinin ayrı hükümleri vardır. Kanları, malları ve tasarrufları bakımından birbirinden farklıdırlar. Kâfirden cizye alınır, emniyet içinde yaşar. Mürtedd ise, ya islâm olur veya Öldürülür. Bu ikisinden başkası kabul edilmez. Cizye ve fidyeleri kabul edilmez. Mürteddin mallarında ise, ihtilâf vardır. İslama döndü­ğü takdirde malları kendisine ait olur. Öldürülür veya mürteddken Ölürse, vârislerine veya müslümanlara kalır. Kâfirin malı böyle değildir.

Peygamber'in «öldürme» emri çıkardığı îslâmı ter­keden dört kişi, aynı zamanda, Peygamber'e ve İslâm'a sövmüşler ve onlara dil uzatmışlardır. Bununla beraber hepsini Öldürmemiş, bazılarının tevbesini kabul etmiştir. Ureynelilel'e gelince, [561] onlar, müslüman olan bedevîlerdendi. Allah'ın Resulü, sütlerini içmeleri için, onları zekât develerinin yanma bıraktı. Fakat onlar, İslâmı ter-kettiler, çobanları öldürdüler, develeri götürmeye kalktı­lar. Peygamber, peşlerinden adam gönderdi. Onları öl­dürttü. Onlar sadece, mürtedd değildiler. Hem çobanlan Öldürmüşler, hem de, soygun yapmışlardı. Yol kesici­ler durumuna düşmüşlerdi. Bu sebeple, Peygamber, on­ları tevbeye davet etmeksizin öldürttü.

Mürtedd yol kesici gibi değildir. Herbirinin kendisi­ne has hükümleri vardır. Mürtedd zina eden evli gibi da değildir. Çünkü, zina eden evli, cezası belli olan bir suç işlemiştir. Bu suçu işledikten sonra, tevbesi mümkün de­ğildir. Bu iki suç arasmda hiçbir bakımdan benzerlik yoktur. îbn-i Kudame [562] şöyle derken haklıdır: «...Mür-teddin İslahı mümkündür. Islâhına çalışmadan öldürül­mesi caiz değildir...» [563]

Tevbeye Davetin Müddeti Ve Adedî :

Mürteddin tevbeye davet edileceği görüşünde olan fukahâ, üç kere tevbeye davet edileceğini, üç gün mühlet verileceğini söylerler. Bu hususta HanefîIerMen İmam Serahsi [564] der ki: «...Ancak, mürtedd, mühlet isterse, üç gün mühlet verilir. Anlaşılan, kalbine şüphe girdiği için Islâmı terketmiştir. Bu sebeple, kalbindeki şüphesi­ni gidermemiz gerekir. Veya, hakkı anlayabilmek için düşünmeye muhtaç olabilir. Bu da ancak, kendisine müh­let vermek suretiyle olur. Eğer mühlet isterse, hâkimin mühlet vermesi gerekir. İslâm hukukunda, muhayyerlik müddetinde olduğu gibi, düşünme müddeti de üç gündür. Bu sebeple, mürtedde üç gün mühlet verilir. Bundan faz­la verilmez... Bu hususta bir de rivayet vardır. Bir zât, [565] Ömer b. Hattab'ın huzuruna çıkmış ve Hz. Ömer ona

__ Mağribeden haber var mı? demiştir.

__ Evet, İnandıktan sonra inkâr eden bir adam.

? Ona ne yaptınız?

? Onu yakaladık. Boynunu vurduk.

? Keşke üç gün hapsetseydiniz. Her gün de birer kuru ekmek verseydiniz. Belki tevbe eder, tekrar hakka dönerdi; Sonra Hz. Ömer ellerini kaldırdı:

? AHahun, ben, ne bu hâdiseye şâhid oldum ne de, duyduklarımdan hoşlandım; dedi.

Bu hadîs, başka bir tarîkla da rivayet edilmiştir. Hz. Ömer:

? Eğer sizin yerinizde ben olsaydım, onu üç gün tev­beye davet ederdim. Tevbe etmediği takdirde öldürürdüm; demiştir. Bu hadîs, mühlet vermenin müstehâb olduğunun delilidir...»

İbn-i Hazm, hâdiselerin özetini sunmuştur. Bir kıs mında Üç günde, üç defa [566] tevbeye davet, var. Bir kıs mmda bir defa [567] tevbeye davet vardır. Bir diğerinde de, Halîfe Hz. Ali, bir nıürteddi, bir ay [568] tevbeye da­vet etmiştir. Mürtedd inadında ısrar etmiş, Hz.- Ali de onu öldürmüştür.

Yukarıda geçenlerin hepsine bakarak şöyle diyebili­riz: Tevbeye davet hususunda Hulefâ-i Râşidîn zamanın­da, halifelerin görüşleri ayrı ayrıdır. Bu görüş ayrılıkla­rı, fukahâ arasmda da cereyan etmiştir. Fakat tevbeye da­vet, hangi hâl olursa olsun, zarurî gözükür. Çünkü, îmân eden bir kimsenin, ikinci defa küfre dönmesi uzak bir ih­timâldir. Ancak bir hususta kalbine şüphe girebilir. Müh­let verilip, şüphesi giderildiği takdirde, mürteddin tevbe

etmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu da, yeteri kadar, ona mühlet verilmesini gerektirir. En iyisi, müddet için sınır koymamak ve işi hâkime bırakmaktır. Duruma ve mür-teddin şüphesine göre, müddeti hâkim tayin etmendir. Naklî delillere göre müddet üç günden aşağı olamaz.

Eğer İslâmı terkeden bir kişi değil de, bir cemâai olursa ve mühlet isterlerse, maksatları da müslümanlan oyalamak ve vakit kazanmak olmazsa, mühlet verilme­sinde higbir mahzur yoktur. Belki harp etmeden, tevbe edebilirler. Eğer, mühlet istemekten kasıtları müslü-manian oyalamak, kendilerini derleyip toparlamak, müs-lümanlarla savağa hazırlık ise, onlara mühlet vermemek en iyisidir. Bunların hepsi devlet bagkanma bırakıhnıstır. Çünkü bu iğde bütün nıüslümanlarm menfaati vardır. Devlet başkanı da bu menfaatlerin koruyucusudur. Bu hususta Hanefîler'den İmam Serahsi [569] der ki: «Eğer, düşünmek için mühlet isterlerse, bunda müsiümanların menfaati varsa, müsiümanların onlarla karşılaşacak güç­leri de yoksa, mühlet vermekte hiç mahzur yoktur. Çün­kü, kalplerine şüphe girdiği için islâmı terketnıişlerdir. Düşündükleri vakit, şüpheleri gidebilir.» Mürtedde, müh­let istediği vakit mühlet verileceğini açıkladık. Ancak, müsiümanların, onların, başlarını ezebilmeleri için üç günden fazla mühlet verilmez.

Müslümanların onlarla savaşacak güçleri olmayabi­lir. Bu durumda, müslümanlarm kuvvetlerini muhafaza etmeleri, onlara mukavemet edememeleri sebebiyle, nıür-teddlerin istediği mühleti vermekte mahzur yok. Eğer müsiümanların, onlarla savaşacak güçleri varsa ve harp, müslümanlar için daha hayırlı ise, onlarla harp ederler.

Onlarla müslüman oluncaya kadar savaşmak farzdır. Al­lah Tealâ:

«Savaşırsınız yâhud müslüman olurlar.» buyur­muştur. Kudretli iken farzı yerine getirmeyi geciktirmek caiz değildir.» [570]

III- Mürteddin Tevbesi :

Mürtedd tevbe etmek isterse mutlak olarak tevbesi kabul edilir mi? Tevbesi kabul edilmeyen de var mıdır?

Nasıl tevbe edilir?

Önce İslâmı terk sebebini ve hangi sebeple İslâmı terk ettiğini tayin etmek lâzımdır. Çünkü mürteddin tev­besi, ancak, inkâr ettiğinden vaz geçmesi, onu kabul et­mesiyle makbul olur. Üçüncü kısımda da geçtiği gibi, İs­lâmı terk gerçekten bir takım fullerle meydana gelir.

1- Mürtedd belli bir şeyi inkâr ettiği zaman, tev-besinin sahîh olması için, inkâr ettiği şeyi kabul etmesi gerekir. Şehâdet getirmesi kâfi gelmez. Bu hususta, Han-beiîler'den îbn-i Kudame [571] der ki: «Kim şehâdetin dı­şında bir şeyi inkâr ederse, ancak inkâr ettiğini tekrar kâdî önünde tasdik ettiği takdirde İslama girmiş olur. Bir kimse Muhammedi (S.A.V.)'in Peygamberliğini tas-dîk eder bütün dünyâya gönderildiğini inkâr ederse, Mu-hammed'in bütün mahlûkata peygamber olduğunu tas-tik etmedikçe, müslüman olamazlar.

Yahûd, gehâdetle beraber, îslâma muhalif olan bü­tün dînlerden uzak olmadıkça, müslüman olduğu kabul edilmez. Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın Resulü olduğu­nu kabul eder, son peygamberi olduğunda şüpheye varır­sa Kadıyanî'l&r gibi-; getirdiği dînin Allah'ın son dîni ve kendisinin de son peygamberi olduğunu tasdik etmesi gerekir. Yalnız kelime-i şehâdetle yetinirse, kendi inan­dığını kasdetmesi ihtimali vardır.

Bir müslüman bir farzı inkâr etmek suretiyle İslâmi terkederse, inkâr ettiği farzı tasdik etmedikçe, kelime-i şehâdet'i tekrarlamadıkça, müslüman olamaz. Çünkü, inandığı şey sebebiyle Allah ve Resûlü'nü yalanlamı§tır. Bir peygamberi, Allah'ın Kitabından bir âyeti, kitapla­rından bir kitabı, Allah'ın melekleri olduğu kat'î bilinen meleklerden birisini inkâr ederse, yâhûd bir haramı helâl sayarsa; müslüman kabul edilebilmesi için, inkâr ettiğini tasdik etmesi gerekir...»

2- Mürtedd Kelime-i gehâdet getirdiği takdirde durum ne olur?

Bir şahsın Islâmı terkettiği tesbît edilir, mürtedd, Kelime-i Şehâdet getirirse, Cumhur-u fukahâ, tevbesinin sahîh olduğunu söyler. Kelîme-i Şehâdetle kâfirin müs­lüman olması sahîh olur. O hâlde' onunla mürteddin tev-besi de sahîh olur. Hanefîler'den, İmam Muhammed [572], îffiam Serahsî [573], Şâfiîler'den İbn-i Hâcer [574], Sab-bağ [575], Hanbelîler'den Merdavi [576], Makdisî [577], İbn-i jSfeccar [578], Kelvezani [579], Osman [580] İbn4 Davyan [581], İfm-i Kudame [582] ve îmamiyye'den HıUî [583] aynı gö-rüştedirler.

Bu hususta İbn-i Kudame [584] der ki: «Delîl veya başka bir şeyle, bir müslümanm îslâmı terk ettiği tesbît edilirse, mürtedd, Allah'dan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet ederse, bunun üzerine başka bir şeyi açıklaması istenmez. Ser­best bırakılır. Hz. Peygamber'in şu hadîsine dayanarak, tasdik ile mükellef tutulmaz:

«? Ailah'dan başka ilâh yoktur deyinceye kadar, insanlarla savaşmaya emrolundum. Kelime-i Tevhidi söyledikleri zaman, benden canlarını ve mallarını emni­yet altına almış olurlar. Ancak haksızlıklarının cezaları­nı görürler. Hesapları da Allah'a kalmıştır.» [585] Hadîs nıüttefekun aleyh'dir.

Kelime-İ Tevhîd'le, aslen kâfir olan müslüman olu­yor. Mürtedd de olur. Müslüman olması için Islâmı terk sebebini açıklamaya lüzum yoktur. Mıkdât (R.A.) riva­yet ediyor. Diyor ki:

? Ey Allah*in Resulü! Kâfirlerden birisiyle karşı­laştım. Benimle doğuştu. Kılıcı ile elimin birisine vurdu ve kesti. Sonra bir ağacı bana karşı siper aldı. Ve: «Müs­lüman oldum.» dedi. Bu sözü söyledikten sonra ben onu öldürebilir miyim? Ne dersiniz?

? Onu öldüremezsin. Eğer onu öldürürsen, o, öldür­meden önce senin durumuna yükselir. Sen de, onun keli­meyi söylemeden önceki durumuna düşersin; dedi.»

Bir mürtedd müslüman olduğunu iddia eder, kelime-i gehâdeti söylemezse, müslüman sayılmaz. Çünkü o, müslüman olduğunu iddia edip, kelime-i gehâdeti söyle­memekle, canını korumak istiyor. Hanbelîler'den Makdisî [586] de bu görüştedir.

3- Mürtedd kelime-i şehâdet getirmez, yâhûd müs­lüman olduğunu iddia etmez. Fakat namaz kılarsa, buna, «nıüslüm andır» denilebilir mi? Merdavî [587] Hanbelî mezhebine göre; «müslümandır» diye hüküm verileceği­ni, nakleder. Der ki: «Kâfir, namaz kılarsa, İsJâma girdi­ğine hüküm verilir. Bu mezheb, mutlak olarak bunu ka­bul etmiştir. Fakihlerimiz de bu görüştedir. Onlardan çoğu bunu kesinlikle belirtmişlerdir. Bu hüküm, mezhe­bin kabul ettiği bir meseledir. Teym kabilesinden Ebû Muhammedi «İrşâd Şerhi» nde, tek basma değil de, ce­mâatle namaz kıldığı takdirde, kâfirin müslüman olduğu­na hüküm verilir. Demiştir. Fâik'ta. der ki: Namaz kıl­dığı için mi, yoksa namazın kelime-i şehâdeti ifâde et­mesi dolayısıyla mı, müslüman olduğuna hüküm verilir? Bu hususta iki görüş vardır...» [588]

I- Tevbesi Kabul Edilmeyen

Bazı büyük hadîs kitaplarında [589] zikredilmiştir. Müslümanlardan biri, Peygamber zamanında îslâım ter-ketmiştir. Sonra pişman olmuş ve tevbe etmiştir. Pey­gamber, bunun tevbesini kabul etmiştir. Bu, her îslâmı terkedenin, tevbe edince, tevbesinin kabul edileceğini ifa­de eder mi?

Kanbelîler'den îbn-i Kudame [590], zındîk'ın [591] tevbesinin kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmiştir, -zındık, küfrünü gizlemek ister- Çünkü eski hâlinden hiçbir şey değişmemiştir. Küfrünü gizleyerek müslüman görün­müştür. Tevbe ettiğini iddia ettiği zaman, bunun üzerine fazla bir şey ilâve etmemiştir.

Ancak, Şâfiîler'den Sabbağ [592], zındîk'ın tevbesinin kabul edileceğini nakletmiştir. Der ki: «Açık veya gizli sızdıklıktan ne çeşit inkârla îslâmı terkederse etsin, son­ra tevbe ederse, öldürülmez. Hülâsa: Bir kimse, İslâmı terkeder sonra tekrar, İslama dönerse, müslüman sayı­lır... Küfrü ister açık, ister zındıklık gibi gizli olsun far-ketmez...»

Zeydîyye'den îmam Ahmed, [593] bir görüşünde, zın-dıkın tevbesinin kabulünün caiz olduğunu nakletmiştir.

Bu ince ve dikkat isteyen bir meseledir. Zmdîk za­yıf, bencil bir şahıstır. Onun tevbe edip etmediğini ner-den biliriz? Hayatının gizli ve açık olmak üzere iki yönü vardır. Bu hâlde yaşar. Bu hâli yüzünden, fukahâ ara­sında, tevbesi hususunda ihtilâf devam ederken, çok ke­re en ihtiyatlı olanı, bu hususu, mahkemeye ve kadının kanâatine terketmektir.

Hanbelîler'den Merdavi [594], İbn-i Kudame [595], îbn-i Neocar [596], İbn-i Davyan [597], Hanefîler'den îbn-i İs­rail [598], Allah ve Resûlü'ne şovenin tevbesinin kabul edil-miyeceğini nakletmişlerdir.

Allah'a şovenin tevbesinin kabul edilmemesi husu­sunda dikkat gerekir. Allah her türlü incinmekten uzak­tır. O, kullarına kargı lütûfkârdır. Kendisiyle ilgili hak­larda müsamahakârdır. O'nu ayıplamak, insanlarda ol­duğu gribi, hiç bir zaman Allah'ı küçültmez. Of çok müsa­mahakârdır. :

«Allah kendisine şirk koşulmasını afvetmez. O-nun dışındaki şeyleri dilediği kimse için afveder.» [599]

Tevbesi kabul edilmeyenlerden birisi de sihir yapan ve büyücüdür. Ancak uzun bir müddet sihiri terkerîerse. tevbesi kabul edilir. Hane filer'den Bedr-ûr-Reşîd [600], Şâfiîler'den LHmeşkî [601] bu hususu kesin olarak be­lirtmişlerdir. [602]

2- Tekrar Tekrar Îslâmı Terkedenin Tevbesî :

Bir defa îslâmı terkedip,. sonra tevbe edenin tevbe­si kabul edilir. Bu gayet makuldür. Belki şüpheye düş­müş, şüphesi, onu, İslâmı terke sürüklemiş olabilir. Fa­kat, birden fazla İslâmı terkedip, tevbe etmişse, tevbesi kabul edilir mi, edilmez mi?

Fukahâ bu hususta, ikiye ayrılıyor. İbn-i Kudame [603] bu husustaki görüşleri özetler ve der ki: «...Mürtedd tevbe ettiği zaman tevbesi kabul edilir. Ne çeşit bir in­kâr olursa olsun, öldürülmez... Bu Şafiî ve Hanbelî mez­hebinin görüşüdür. Bu, Hz. Ali ve tbn-i Mesud'dan riva­yet edilir. îmam Ahmet'den gelen iki rivayetin biridir. Ebû Bekir HaîlâVm kabul ettiği görüştür. Ve Ebû Be-hir, Ebû A'bdııTla'h'm mezhebinde, bunun tercih edildiğini söylemiştir. Diğer rivayet de, zındık'ın ve birkaç de­fa îslâmı terkeden kimsenin tevbesinin kabul edilmeye­ceğidir. Bu, Mâlik'in, Leys'in, İshak'm görüşüdür. Ebû Hanîfe'den de, aynen böyle iki rivayet vardır. Bir kaç defa îslâmı terkedip, tevbe edene gelince; Allah teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Şunlar ki iman ettiler, sonra tuttular kâfre git­tiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler, sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir»[604]

Esrem, Zabyan b. İmare'ye isnâd ederek rivayet eder: Benî Sa'd dan bir zât, Benî Hanîfe Mescidine uğ­radı. Bir de ne görsün, Müseyleme'nin safsatalarını oku­muyorlar mı? Hemen Îbn4 Mesudy& gitti, vaziyeti ona anlattı. îbn-i Mesud, onlara adam gönderdi ve getirtti. Hemen onları tevbeye davet etti. Onlar da tevbe ettiler,. İbn-i Nevaha denilen biri müstesna, diğerlerini bıraktı. Dedi ki:

? Seni bir defa daha getirtmiştim, Tevbe ettiğini id­dia etmiştin. Görüyorum ki, gene geldin; İbn-i Mesud onu öldürdü. İlk rivayetin dayanağı şu âyettir:

«İnkâr edenlere de ki: İnkârlarına nihayet verir­lerse, geçmiş günâhlarının hepsi affolunur.» [605]

Bir zâtın, Peygamber'e, biri hakkında bir şeyler fı­sıldadığı rivayet edilir. Peygamber de onu açıkça söyler. Meğer, müslümanlardan birini öldürme hususunda izin istermiş. Peygamber buyurur ki:

«? Allah'dan bagka ilâh olmadığını kabul etmi­yor mu?

? Evet. Fakat inanmayarak söylüyor.

? Namaz kılmıyor mu?

? Evet, fakat hakikî namaz değil.

? Onlar, Allah'ın beni Öldürmekten men ettiği kim­selerdir.»

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

«Münafıklar cehennemin en alt derekesindedirler. Onlara asla hiçbir yardımcı bulamazsın. Tevbe edenler müstesna» [606] İbn-i Mesud'un hadîsi, onların küfürlerini gizlemelerine rağmen, tevbelerinin kabulü hususunda delil­dir. İbn-i Nevahâ'yı Öldürmesine gelince; her hâlde tevbe-sinde yalan olduğu belli olmuştur. Çünkü, o açıkça tevbe etmiş, küfründe de ısrar ettiği açığa çıkmıştır. Herhalde, İbn-i Mesud, Müseyleme'nin elçisi-geldiğinde, Peygamber'in söylediği şu sözünden dolayı öldürmemiştir:

? Elçiye zeval olsaydı, seni öldürürdüm; Onu, Pey­gamberin bu sözüne dayanarak öldürmemiştir. Bu sebeb-ten öldürmediği rivayet edilmiştir...

Birkaç defa îslâmi terkedip, tevbe edenin tevbesinin kabul edileceğini, Şâfiîler'den Sübki [607] de nakleder. Der ki: «...Böylece ,daimî olarak tevbeye davet edilir. Her îs-lâma dönüş ve terkedişte, Peygamber, İslâmı terkeden Key-yan'ı dört veya beş defa tevbeye davet etmiştir. Bu îmam Şafiî ve învam Ahmed'in görüşüdür. îbn-i Kayyım de bunu söyler. îmam îshaft, dördüncü defasında Öldürüle­ceği görüşündedir...»

Sâfiîler'den îmam Şafiî [608] ve Sabbağ [609] Hanefî-Zer'den îmam Muhamed [610] bunu nakleder.

Hanbelîler, bir kaç defa İslâmı terkedip tevbe edenin, tevbesinin kabul edileceğini kabul etmezler. îbn-i Kudame [611] îbn-i Neccar [612], Osman [613] ve îbn-i Davyan [614] bunu rivayet ederler.

Delilleri îbn-i Davya'mn [615] anlattığı gibidir. O da, şu âyet:

Şunlar İd iman ettiler, sonra tuttular küfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler. Sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de de­ğil, doğru bir yola çıkaracak da değildir.» [616]

Ve şu âyettir.

«İnandıktan sonra inkâr edenler, sonra inkârda ile­ri gidenler yok mu? Onların tevbesi ebediyyen kabul edilmeyecektir» [617]

Çünkü, tekrar tekrar islâmı terk, inançlarının bozuk-luluğunu, İslâm ile ilgilerinin azlığını gösterir. [618]

Iv ? Mürtedd Erkek Ve Kadının Öldürülmesi :

A ? Mürtedd Erkeğin Öldürülmesi:

İslâmı terkedip, tevbe etmeyenin kanı helâl olur. Öldürülmesi de, İslâm devlet başkanına veya vekiline ait­ti) tir. Şâfifler'den Ömer Berekât [619], Zeydîler'den İmam Ahmed [620], Haııbelîler'den İbn~i Neccar [621] ve İbn-i Ku-dame [622] bu görüştedirler. Ibn-i Kudâme [623] der ki:

«Mürted,, dinsizlikte ısrar ederse, kılıçla öldürülür. (Öl­dürdüğünüz zaman, eziyet çektirmeyin) hadîsine göre kılıçla öldürülür. îslâm devlet başkanından başkası onu öldürenıez. Çünkü, Aîîah hakkından dolayı gereken bir öldürmedir. Bu da, zina edeni öldürme hadisesi gibi, îs­lâm devlet başkanına aittir. İzinsiz olarak, devlet başka­nından başkası onu öldürürse, kötü bir hareket yapmış . olur. Ona ta'zîr cezası verilir. Çünkü devlet başkanının vazifesine tecavüz etmiş olur. Diyet vermez. Çünkü, do­kunulmazlığı kalkan birisini öldürmüştür.

Ancak, mürtedd kâfirlerin elçisi olursa öldürülmez. Çünkü Peygamber (S.A.V.) Müseyleme'nin elçilerini öl­dürmemiştir [624].

Bazılarına göre, mürteddi Öldürme meselesi, ağır gözüküyor. Fakat, harp meydanında da olsa, insanın, Kelime-i Tevhidi söyleyerek canını korumasının mümkün olduğunu görünce, büyük sayılmaz. Bir insanın, İslama girdiği gibi çıkması da tabiîdir. Bu hususta tesbit etiği-miz en iyi şekil, Mikdâd ile Peygamber arasında geçen şu konuşmadır, îbn-i Kudâme [625] bunu, şöyle nakleder. «Mikdâd dan. Mikdâd der ki :

? Ey Allah'ın Resulü, kâfirlerden biriyle karşılaş­tım. Bana hücum etti. Kılıcıyla elimin birisine vurdu ve kesti. Sonra bana kargı bir ağacı siper edindi ve «Müslü­man oldum» dedi. Bu sözü söyledikten son^a, onu öl­dürebilir miyim, ne dersiniğ Ya Resûlüllâh?

? Onu öldüremezsin. Eğer onu öldürürsen o, öldür­meden önceki senin durumuna yükselir. Sen de, bu sözü söylemeden önceki onun derekesine düşersin, dedi.

Sadece müslüman olduğunu ilân etmek dokunulmaz­lık sağlarsa, İslâmı Kabul etmeme de dokunulmazlığı kaldırır. Verebilen, alır da.

Sonra, İslâm, sadece bir din değildir. Aynı zamanda bir vatandaşlık bağıdır. îslâmdan çıkmakta, îslâm milli­yetinden ayrılmak da düşünülür. Bu da, bir hıyanetir, vatan severlikten, düşmanlığa geçmektir. Şeyh Ahmed ib­rahim [626] bunu aynen böyle açıklar. Mürtedd, haliyle, Islâmın iyi olmadığını anlatarak, başkasının imanını za­yıflatır. Başkalarının, İslama girmelerine mani olur. Za­rarı, sadece kendisine değil, hem kendisine, hem de baş­kasına dokunur. Sonra, küfründe devam edebilir. Bazan, bir sebep veya başka bir şeyden dolayı insanların önünde mazur olabilir. Fakat, mürtedd, îslâmı tanıyıp, yarata­nı anladıktan sonra, ne özrü olabilir? Seyyit Kutub [627] der ki: «İmandan önceki küfür afvedilir. Batıl içinde bo­calarken İslâmı görmeyen özürlü sayılır. Fakat, inandık­tan sonra küfür, işte o büyük günahtır. Ne affedilir, ne de, o hususta mazeret ileri sürülür. Küfür bir perdedir. O perde düştüğü an, insan yaratanına kavuşur, yolunu kaybeden, kafileye ulaşır, kökler su kaynaklarına kavu­şur. Bundan sonra İslâmı terkedenler, ancak, yaratılı­şa karşı geliyorlar, kasten zulme dalıyorlar. İsteyerek sapıklığa gidiyorlar.

Bundan sonra ne af, ne de hidayet var. Onlar, ken­dilerini zorla ölüme sürüklediler. Özellikle, imandan sonra küfür, tekrarlanırsa. «Şunlar ki iman ettiler, son­ra tuttular küfre gittiler, sonra yine iman ettiler, sonra yine küfre gittiler, sonra da küfürde ileri gittiler. Allah onları mağfiret edecek de değil, doğru bir yola çıkaracak da değildir.» [628] Onların küfürde ileri gitmeleri, bu ge­rilemenin, hidayetten sonra delâletin, tabiî bir neticesi­dir. Bu kesin ve adil neticeye son hazırlayıcıdır. [629]

Mürtedd Öldürülünce Ne Yapılır?

Mürtedd, tevbe etmez, sonra öldürülür veya mürtedd-ken Ölürse, o müslüman değildir. Şafiîleı^den Hısnî'nin [630] dediği gibi, şöyle hareket edilir: «...Yıkanmaz, na­mazı kılınmaz, müslümanlarla beraber gömülmez. Çün­kü, o kâfirdir. Ona saygı gösterilmez.» [631]

b- Müktedd Kadının Öldürülmesi :

Tevbe edip etmemesi hallerinde mürtedd erkekten bahsedildi. Sıra mürtedd kadına geldi. Eğer Islâmı terke-der ve tevbe ederse, hiçbir şey lâzım gelmez. Fakat, tev­be etmez, dinsizlikte ısrar ederse, erkek gibi öldürülür mü? Yoksa, sadece hapis mi edilir?

Bu hususta fukaha muhtelif görüşlere sahip. İhti­lâflarının sebebi, bu konudaki mevcut rivayetlerdir. Bir kısmı, mürtedd kadının Peygamber zamanında öldürül­düğünü bildiriyor. Bir kısmı da, harpte, kadınların öl­dürülmesinin men edildiğini bildiriyor. Bunlara bir de, nasslan anlayışlar, iıasslann etrafında söylenilenler,

her tarafın dayandığı aklî delililer ilâve ediliyor. Bu me­selede her görüşü savunanı, delüleriyle beraber anlata­cağız. [632]

1- Mürtedd Kadının Öldürüleceği Görüşünde Olanlar :

Şâfiîler [633], Hanbeffler [634], Zeydîler [635], Malikîier [636] tevbe etmediği takdirde, mürtedd kadının öldürüle­ceği görüşündedirler. Malikîier öldürülmesi iğin kadının hayzdan temizlenmesini ileri sürerler. Eğer emzikte ise, çocuğun emeceği başka bir kadın bulununcaya kadar öldürülmez. Hanefîler'den İmam Serahsi de [637] eğer ka­dın, ileri gelen söz sahibi idareci birisi ise öldürüleceği görüşündedir.

İmam Şafiî [638] der ki: «... Doğurmadıkça hamile kadın öldürülmez. Sonra tevbe etmediği takdirde öldü­rülür..» Hanbelîler'den Makdîsi [639] de aynen böyle der. [640]

Mürtedd Kadının Öldürülmesini Îleri Sürenlerin Delili

Eserlerini gördüğüm müctehidler içinde, mürtedd kadının öldürülmesini, en iyi şekilde delîllendiren, Ha-nefîler'den îmam Serahsi'dir. Bu sebeple, onun ileri sür­düğü delilleri nakledceğim. İmam Serahsi ikinci defa bu konuya döner, öldürülmemesi hususunda Hanefîler'in ile­ri sürdüğü delilleri anlatırken, ilk delillerini çürütür.

îmam Serahsi [641] der ki: «Şafiî, Peygamberin: (Kim dinini değiştirirse, hemen onu Öldürün) [642] hadî­sini delîl olarak ileri sürdü. Bu hadîs, erkekleri de kadın­ları da içine alır. Aynen (Sizden kim Ramazan ayına şa­hit olursa, oruç tutsun) [643] âyeti gibidir. Ölümü gerek tiren şeyin dini değiştirmek olduğu açıkça gözüküyor. îl-leti açıklamak için, Kur'an'daki âyeti misal getirdi. Din değiştirmenin hükmü tahakakkuk etmiştir. Bir hadîste, Peygamberimizin, Üramü Mervan denilen bir kadını Öldür­düğü sabittir. Ebû Bekir'in de, Ümmü Firlsa denilen bir ka­dını öldürdüğü rivayet edilir. Çünkü, bu kadın, batıl ol­duğunu bile bile, batıl bir dine inanmıştır. Mürtedd er­kek gibi öldürülür. Öldürme, dinsizliğin cezasıdır. Hakkı tasdikten sonra inkâr, en büyük günahtır. Bu sebeble, mürteddi öldürmek sadece Allah hakkıdır. Sadece Allah hakkının ihlâli de, cezasız bırakılmaz. Zina, hırsızlık, içkinin cezalarında olduğu gibi, diğer suçların cezasında da erkeklerle kadınlar müsavidirler. Böylece, îslâmı terk halinde işlenen cinayet, kâfirken işlenen cinayetten daha ağırdır. Çünkü hakkı tasdikten sonra inkâr, baş­langıçta küfürde ısrardan daha kötüdür. Aynen diğer haklarda olduğu gibidir. Mürtedd kadının suçu ağır ol­madıkça öldürülmez. Bu, tamamen suçu ağır olunca öl dürülür manâsına da gelmez. Kâfirliğinde yaptığı hare­ketler gibi. Mürtedd kadın, savaşçı, sihirbaz veya orduyu savaşa teşvik ve sevk eden hükümdar olursa, öldürülür. İslâmı terk ettikten sonra da aynı muamele yapılır. Bu­na da delîl, islâmı terkten sonra hapsedilmesi, cezalan­dırılması ve İslama zorlanmasıdır. Bunlar kâfir bîr ka­dına yapılmaz. İhtiyarlar, inzivaya çekilenler, rahibler de böyledir. İslâmı terk ettikten sonra öldürülürler. Kâ­firken Öldürülmezler. Körler gibi özür sahipleri kötü-rümler de böyledir. Kâfir elinde köle olmak da öldürme­ye manidir. Esirin köle edilmesiyle böyle bir hadise mey­dana gelir. îsîâmı terk durumunda hiç birisi öldürmeye mani değildir. Sonra aslî küfürde kendi başına bırakıl­maz. Müslümanların yararına köle yapılır, islâmı terkten sonra da, kendi başına bırakılmaz. Öyleyse öldürülür.

Aynî [644] der ki: «Abdullah h. Ömer, Muhammed b. Müsüm-îz-Zünrî, îbrahim-un-Nehaî derler ki: Mürtedd kadın öldürülür. Buna göre mürtedd erkekle, mürtedd kadın arasında fark yoktur. Her ikisi de, hükümde müsa­vidirler. İbn-i Ömer'in görüşünü îbn-i Ebi Şeybe Veîâ,-den, o Ebû Süfyan'dan, o Abdülkerim'den, o da İbn-i Ömer'i dinleyenden nakletmiştir. Telvih'in müellifi (Sa­dettin Teftezânî) der ki: «Mürtedd kadının öldürülmesi doğrudur» diyene göre, Buharî'nin kestirip attığına iti­bar edilir. Zühri'nin kadın hakkındaki görüşü: Abdur-razzak, Mussanefinde, Ma'mer'den, o da Musannefm.de. Zührî'den rivayet etmiştir. Bir kadın İslama girdikten sonra, dönüp kâfir olmuştur. Ne dersin? Zührî der ki: Tevbeye davet edilir. Tevbe etmezse öldürürüm. İbrahim Nehaî'nin görüşü de aynen bunun benzeridir

Yine Abdurrazzak Ma'mer'den, o Said b. Ebî Urve-den, O Ebi Ma'şer'den, o da, İbrahim Nehaî'den. İbra­him'den rivayette mürtedd kadının öldürülmeyeceğini söylersen, (Ubeyde zayıftır) derim. Birinci rivayet da­ha doğrudur...» Şihabüddîn Ahmed Kastalâni [645] derki: «...İbn-i Ebi Şeybe kanalıyla gelen rivayette Abdullah b. Ömer, Abdurrezzak kanalıyla gelen rivayette Muham-med bin Müslim-iz-Zührf ve İbrahim-ün-Nehaî» tevbe et­mediği takdirde mürtedd kadının öldürüleceğini söyler­ler. Ebû Hanîfe'nin İbn-i Abbas'dan getirdiği rivayette, İslâmı terkettikleri takdirde, kadınların öldürülmeyeceği vardır. Bu görüşü İbn-i Ebi Şeybe ve Dâre Kutni riva­yet etmişlerdir. Hadîs hafızlarından bir cemâat, metnin lâfzında, onlara muhalefet etmişlerdir. İbn-i Münkedir kanalıyla, Cabir'den gelen rivayeti Dare Kutni naklet-miştir: Bir kadm, Islâmı terketti Peygamber (S.A.V.) de onun öldürülmesini emretti. Askalânî Feth-ül-Bari'de, tbn-i Kilâ'm Ahkâm bahsinde nakletiği rivayeti kabul etmeyerek der ki: O, Peyganıber'in, (S.A.V.) mürtedd bir kadını öldürdüğünü rivayet etmemiştir.»

Kastalâni [646], İbn-s Abbas'm, kadının öldürülme-mesi hususundaki rivayetine cevap vermiştir. Der ki: «...îbn-i Abbas, burada hadîsin ravîsi olması hasebiyle cevap verildi. Mürtedd kadının öldürüleceğini söylemiş­tir. Ebû Bekir, (R.A.) Hilâfeti sırasında, telâmı terke­den bir kadını öldürmüştür. O vakit bunu gören ve duyan Sahabe de çoktu. Fakat, hiçbiri ona bu hususta itirazda bulunmadı. Muaz b. Cebel'in (K.A.) hadîsinde. Peygam­ber (S.A.V.) kendisini Yemen'e vâlî gönderirken demiş­tir ki: «Islâmı terkeden hangi erkek olursa oisun, onu tekrar Islama davet et. Dönmezse, boynunu vur. İslâmı terkeden hangi kadın olursa olsun, onu tekrar îslâma da­vet et. Dönmezse boynunu vur.» Feth-ül-Bari de İmam İbn-i Hacer der ki: Senedi hasendir. Bu, ihtilâf konusun­da (Mürtedd kadının öldürülüp öldürülmemesi hususun­da) bir delildir. Bunu kabul etmek gerekir. [647]

2- Mürtedd Kadının Hapsedilmesi :

Hanefî fakihleriyle [648] İmamiyye fakihleri [649] mür­tedd erkekle mürtedd kadmı hüküm bakımımdan ayırdı­lar. Derler ki: Mürtedd erkek, tevbe etmezse öldürülür. Mürtedd kadına gelince, öldürülmez, tevbe edinceye ka­dar hapsedilir. Harplerde, harp bölgesinde bulunup da harbe iştirak etmeyen kadınların öldürülmesini mene-den hadisleri delîl olarak gösterdiler. Nakledilen hadîs­ler ve haberler, mürtedd kadının öldürülmesini söyleyen­lerin delilleri, onları kadınları da Öldürmeye mecbur et­mesine rağmen, onlar bu görüştedirler. Ben İmam Se-rahsi'yi seçtim. O, meseleyi, bütün incelik, derinük ve genişliğiyle inceleyecek tek insandır. Böylsi çok az bu­lunur. [650]

Mürtedd Kadının Öldürülmemesîne Hükmedenlerin Delilleri

Yukarıda, mürtedd kadının öldürülmesine hükme­denlerin delilleri geçti. Bu delilleri Hanefîler'den İmam Serahsi ileri sürmüştü. Burada da bu hususta geçen bütün münakaşalarla beraber, öldürülmeyeceğinin de­lillerini ileri sürüyor. Der ki: [651] «...Bizim bu husustaki delilimiz, Peygamberin (S.A.V.) kadınları öldürmekten men etmesidir. [652] Bu hususta iki hadîs var. Onlardan birisi, Eebah b. Rebia'nın rivayet ettiği hadistir. Pey­gamber (S.A.V.) bir savaşta, bir şey etrafında toplanan bir gurup görmüş, niçin toplamldığmı sormuştur. Öl­dürülmüş bir kadma baktıklarını söylemişlerdir. Pey­gamber (S.A.V.) birisine:

? Halid b. Valide yetiş ve de M: Katiyven işçileri ve çoluk çocuğu öldürmesin.

İkinci hadîs, İbn-i Abbas'ın hadisidir. Peygamber (S.A.V.) ölmüş bir kadın görmüş.

? Bunu kim öldürdü demiştir. Bir zât :

? Ben, ey Allah'ın Resulü. Onu terkime bindirdim. Beni öldürmek için, kılıcıma sarıldı. Ben onu Öldürdüm.

«? Kadınları öldürmek de ne oluyor? Onu defnet ve bir daha yapma.» demiştir. Peygamber (S.A.V.) Mekke' nin fethinde, öldürülmüş bir kadın görünce, «bu savaşmı­yordu ki», demiştir. [653] Bu hadisede, savaşanın ölümü hak ettiği gözüküyor. Buna göre, kadınlar öldürülmez­ler. Çünkü onlar savaşmazlar. Ve yine burda, kâfirlik­le, mürteddlik arasmda fark yoktur. Rivayet edilen hadîs zahirine göre yerinde değildir. Değiştirmek -yani kim dinini değiştirirse, onu hemen öldürün, hadisi- İslama gi­ren, kâfir hakkında söylenmiştir. Bu hadîsin umumî ol­duğunu biliyoruz. Bir hadiseden dolayı o, hususî kılın­mıştır. Zikrettiğimiz delile göre, bu hadîs erkeklere ait­tir deriz. Öldürülen mürtedd kadın -ki bu İmam Şafiî'nin delillerine bir red teşkil etmektedir- savaşan kadındır. Ümm-ü Mervan, hem savaşıyor hem de savaşa teşvik ediyordu. Orduda sözü dinlenen bir kadındı. Ümü Mrkâ'-nın da otuz oğlu vardı, onları müslümanlarla savaşa teş­vik ediyordu. Onun öldürülmesiyle oğullarının cesareti kırılır. Her halde Ebû Bekir (R.A.), bunları müslüman-ların faydası ve ibret-i âlem için yapmıştır. Peygamberin (S.A.V.) ölümüne sevindiklerini anlatmak için def çalan kadınların elinin kesilmesini de bu maksatla emretmiş­tir. [654] Bu hareketinin manâsı o kâfir bir kadındır. Asıl kâfir kadın gibi öldürülmez. Bu öldürme hadisesi, Islâmı terkin cezası değildir. Bilâkis o ceza, küfürde ısrar neti­cesinde verilmiştir. Baksanıza, eğer müslüman olsa, dinsizlikte İsrar etmediği için cezası düşer. Hak edilen bir ceza, hadlerde olduğu gibi düşmez. Tevbe sebebi, Kâ-dî önünde ortaya konduktan sonra ceza tevbe ile düşmez, Yol kesicilerin cezası, tevbe ile düşmez. Onların tev-besi, yakalanmadan Önce malı sahibine iade etmektir. Bundan sonra kâdî önünde sebep açıklanmaz. Din değiş­tirmek ve küfür, en büyük suçtur. Fakat kul ile Allah arasmda olan bir suçtur. Cezası da öbür âleme bırakıl­mıştır. Canı korumak için verilen kısas cezası, malı korumak için verilen hırsızlık cezası, namusu ve nesli korumak için verilen iftira cezası, aklı korumak için ve­rilen içki cezası gibi, dünyada verilen cezalar meşru bir gaye gütmekte ve islâmin bekasını hedef tutmaktadır. Küfürde İsrarla bir kimse, müslümanlarla savaşan biri sayılır. Bu sebeple, savaşı önlemek için öldürülür. Allah teâlâ Kur'an'da bazı yerlerde, şu sözüyle savaşın illetini belirtmiştir: (Eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün.) [655] Bazı yerlerde de illet şirktir. Öldürmek için savaş nazar-ı itibare alındığına ve kadının da savaşacak bir bünyesi olmadığına göre, o halde kadın ne kafirken, ne. de mürtedken öldürülür. Fakat kadın hapsedilir. Ka­firken kadını hapsetmek meşrudur. Ona cariye muame­lesi yapılır. Ona cariye muamelesi yapmak haps etmek demektir. Sonra hapis, hapsi icabettiren diğer suçların cezalarında olduğu gibi, kabul ettiğini inkâr eden herke­se, meşru olması sebebiyle verilmiştir, küfrü ve savaş­ması sebebiyle değil. Cinayetin ağırlığı iddiası da kuv­vetli değildir. işlenen cinayette, delil ortaya konduktan sonra, kabulden dönüş, inkârda ısrar cinayetle, müsavi­dir, ısrar bir bakımdan da ağırdır. Çünkü, İslâmı terk­ten sonra inandığı hiçbir şeyde bırakılmaz. Tasdikten ön­ceki bir şey tasdikten sonrakinden daha zayıftır.

Cinayetin ağırlığını kabul etsek bile, ancak, küfür diyarında, cinayeti büyük görülen kimse ile mukayese edilir. O kimse de, müşrik arap kadındır. O öldürülme­diği gibi bu kadın da öldürülmez. Eğer mürted kadın, savaşçı; melike veya sihirbaz olursa, zararlarını önlemek için öldürülür.

Burada, kadını öldürmeden; hapsetmek, İslama zor­lamak suretiyle de maksat hasıl olabilir. Kölelik, kâfir­ken onları öldürmeye mani değildir. Köleler de, hürler gibi öldürülür. Ancak köle muamelesi yapmak onlara emniyet sağlamak demektir. Zimmilik anlaşmasıyla, ken­ dilerinden cizye alınması caiz olan kimselerle savaşıl­maz Kendilerinden cizye alınması caiz olmayan kimse­lerle savaşılır. Aynen Arap müşrikleri gibidir. Mürtedd-lerden de cizye alınmaz. Bu sebeple zimmilik anlaşmasıy­la, onlarla yapılan savaşa nihayet verilmez. İhtiyar, ile­ri gelen söz sahibi birisi ise kâfirken öldürülür. îslâmı da ancak düşünebilen birisi terkedebilir. Zaten, Islâm-dan sonra ruhbanlık iddiası kabul edilmez. Çünkü, hak dine yardım için çalışmak her müslümana farzdır. Pey­gamberimiz: (Mâmda ruhbanlık yoktur) buyurmuştur. Ruhbanlık olmayınca, hükmü de olmaz.

Alimlerimiz, Arap müşriklerinden Özür sahipleri hakkında ihtilâf ettiler. Bir kısmı, küfürleri sebebiyle öl­dürülürler, der. Çünkü, özürlü olmak zimmilik anlaşması gibidir. Özür sebebiyle savaş ortadan kalkar. Kafirken, zimmilik anlaşmasıyla, öldürülmesinden vazgeçilmeyen bir kimse nasılsa, özürlü de aynen böyledir. Bu görüsna göre, özürlü mürteddler öldürülürler. Özürlülük kadınlık mesabesindedir, deniliyor. Çünkü, özürlünün savaşacak sağlam bünyesi yoktur. Bu görüşe göre de, İslâmı terk­ten sonra mürteddler öldürülmezler. Küfürleri sebebiyle öldürülmedikleri gibidir. Mürtedd kadının öldürülmeye­ceği katileşince. deriz ki, düşman ülkesine iltica ettiği takdirde cariye muamelesi görür. Bu hususta sahabenin ittifakı vardır. Beni Hanife kabilesi îslâmı terk ettiği va­kit, Ebu Bekir (R.A.) kadınlarını köle yapmıştı. Bu esirlerden bir cariyeyi de Hz. Ali aldı. Bu cariyeden Hz. Alinin Muhammed b. Hanefiyye isimli bir oğlu doğdu.

Asım, Ebu Rezin'den, o da îbn-i Abbas'dan kadın­lar hakkmda şöyle bir rivayet zikretmiştir. Kadınlar, îslâmı terkettikleri zaman esir edilirler, öldürülmezler.

Böylece onlar, düşmana (harbiye) benzetilmiştir. Düş­manı köle yapmak da meşrudur. (Sabiler müstesna)

Rivayetin zahirinde- Kadın, İslâm ülkesinde bulun­duğu müdetçe köle muamelesi görmez. Çünkü mevcut hürriyeti, İslâmı terkle yok olmaz. Ve kendisinin köle edilmesine manidir. İslâm ülkesi kölelik diyarı değildir. Nevâdir'de [656] İmam Ebu Hanife'den bir rivayet var: Kadın cariye edilir. Kadını, mağlup düşman mesabesin­de kabul edince, emniyette değil demektir. Dolayisiyle köle edilir. [657]


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 15:02

[545] Rahmet-ül-Ümme fi-htiIaf-il-Einıme: Muhammed b. Ab-durrahman Duneşkî 269

El-lzah vet-Tebyin: tbn-i Hubeyre el yazması rakamsız

[546] TuMet-ül-Fukahâ: Semerkandî 3/530 Bedaiu-s-Sanai: Kaşânî: 7/134 EI-Hidaye: Mergînâni 2/122 Latâif-ül-îşârât: tbn-i İsrail, el yazması 136 Tefsîr-ül-Câmî: Kurtubî 3/47

[547] El-Hidaye: Merginani 2/122 EI-MebsÛt: Serahsî 10/98

[548] Şerh-u-Huraşi: 8/65 Şerh-u-Mineh-il-Celil Alig 4/465 E§-Şamil: Behram. el yazması 2/17 Tefsir-ül-Kurtubi 3/47

[549] El-Ümin: Şafiî 6/32 El-Mühezzeb: Pİrûzâbâdi 2/223

[550] El-lnsâf: Merdavl 10/328 Hidayet-ur-Ragıb: Osman 538 El-Hidaye: Kelvezâni el yazması 202 Müntehe-1-İrâdât: İbn-i Davyan 2/405

[551] Eş-Şarail: Sabbağ; el yazması 6/100 Kurtubi, tefsirinde, mürteddin yüz defa tevbeye davet edileceğini Hasandan rivayet etmiştir. (Kurtubi 3/47)

[552] Eş-Şamil: Sabbag el yazması 6/100

[553] El-Hilâf: Tusî 3/172 Es-Sârim-ül-Meslül: İbn-i Hacer 317 Es-Seyf-ül-Meslül: Sübkî el yazması 29 (Nahaî ebedi tevbeye davet edileceğini söyler. Sevri de bunu kabul et­miştir.)

[554] El-Hilaf: Tusî 3/172

[555] Umdet-ül-Kârı 24/78 Amir-i Şa'toi Ali'den mürteddin üç defa tevbeye davet edileceğini söylediğini nakleder, sonra şu âyeti okur:

«iman edenler, sonra küfredenler, sonra iman edenler....»

[556] Tehzib-ül-Ahkam: Tusî 10/138 Men la yahduruhtı-1 Fakih: Kummî 3/89

[557] Et-Tezkirat-üI-Falıire: Muhammed Nahvi el yazması ra-kamsız

[558] Er-Ravd-un-Nadir: Siyagi 3/224, 244

[559] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 211-215.

[560] Es-Sârim-ül-Meslül: îbn-i Teymiye 317

[561] TJreyne Kıssası: Uki ve Ureyne kabilelerinden yedi, sekiz kişi Resûlül-îah (S.A.V.)'İn yanına gelerek îslâm üzere bîat ve kelime-i Tev-hid'i telâffuz ve müslüman olduklarını izhar ettiler. Bu adamlar,

Med'ne'ye geldikleri vakit hasta, benizleri sararmış, karınları §i§-mig bir halde idiler. Ve:

? «Ya Kesûlâ'llah, biz fakiriz. Bizi barındır, yedir, içir.» diye istirhamda bulundular. Hz. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) onları Ashâb-ı Suffe arasına dahil ettiler. Biraz ikâmetten sonra Medine'nin ha­vası ve suyu mizaçlarına tevâfuk etmediği için Hz. Peygamber (.S.A.V.) Efendimize:

? Yâ Besûla'llah biz çölde yaşamağa alışmış koyun, deve sa­hipleri idik. Çayırı, çimeni, bağı, bahçesi bol yerlere alışık değiliz. Medine'de ikâmet hoşumuza gitmiyor. Develerinizin bulunduğu ye­re çıkmamıza izin verseniz» dediler. Resûlüllah (S.A.V.) bunların ihtiyacını gidermek için çobaniyle beraber bir deve sürüsü tahsis edilmesini emrettiler, Develer, sadaka develeri, Beytü'1-mâle âid idi. Bu adamlara da:

? Develerin bulunduğu yere gidip sütlerini ve bevillerinî içe­rek tedâvî ediniz.» buyurdular. Bunlar oraya gittiler ve tedâvî edip kesb-i sıhhat ettiler. Vücutları sağlamlaşınca irtidâd ederek Ne-biyy-i Mükerrem (S.A.V.) Efendimizin çobanı Yesâr (R.A.)'ı kat­ledip develeri önlerine katıp götürdüler. Bu Yesâr, Resûlül­lah (S.A.V.)'in âzatüsi idi. Hâin. herifler onu katlettikleri zaman müsle yaptılar, yâni elini, ayağını kestiler ve gözlerine diken ba-tırdılar. Diğer bazı Siyer kitaplarına göre dilinin altına ve gözle­rine diken batırıp ölünceye kadar o hâl üzere bıraktılar. Vak'a hakkında Medine'ye haber gelince Resûlüllah (S.A.V.) onları ta-kib etmeğe yirmi atlı me'mur ederek üzerlerine Gürz b. Câbir el Fehrî'yi emir nasbeyledi. Gürz b. Câbir (R.A.) onları yakalayıp Resûlüllah (S.A.V.)'in huzurunda getirdi. Resûlüllah (S.A.V.)'de irtidâd, küfrân-i ni'nıet, kat'i tarîk ve katl-ü işkence gibi fiillerine kısas olmak üzere ellerinin, ayaklarının kat' olunmasını ve gözleri­nin çıkarılmasını emrettiler. Tecrîd-i Sarih. Cilt. 1. Sht: 184

[562] M-Muğni: Ibn-i Kudame 8/540

[563] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 215-218.

[564] El-Mebsût: Serahsî 10/98-99

[565] El-Muhallâ: Ibn-i Hazm 11/231

[566] El-Muhallâ: îbn-i Hazm 11/230

[567] El-Muhallâ: Ibn-i Hazm 11/229

[568] El-Muhallâ: îbn-i Hazm U/230

[569] El-Mebsût: Serahsî 10/117

[570] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 218-221.

[571] El-Muğ^ai: Ibn-i Kudame 8/557

[572] EI-Mebsut: Muhammed el yazması 143

[573] El-Mebsut: Serahsi 10/112

[574] Fetâvl-1 İbn-i Hacer el yazması 1

[575] Eş-Şamil: Sabbag el yazması 2/171

[576] El-İnsaf: Merdavî 1/335

[577] El-îknâ: Makdisî 4/303

[578] Müntehâ-1-irâdât: îbn-i Neccar 2/501

[579] El-Hidaye: Kelvezanî el yazması 203

[580] Hidayet-Ûr-Ragıb: Osman 538

[581] Menar-us-Sebil: Ibn-davyân 2/407

[582] El-Kâfi: îfcra-i Kudame 3/160

[583] Şeraiu-1-îslâm: Hülî 260

[584] El-Mugni: İbn-i Kudame 8/557

[585] Sünen-i Nesâi 7/76 Müsned-i Ahmet 1/35

[586] El-îknâ: Makdisî 4/303

[587] El-însaf: Merdavi 1/394

[588] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 221-224.

[589] Umdet-ûl-Kârî: Sahih-i Buhan Şerhi 24/77 îrşâd-ûs-Sârî: Kastalânî 10/75 Sûnen-i Ebu Davut 2/441 Sünen-i şerh-is-Süyuti: 7/107

[590] El-Kâfi: Ibn-i Kudame 3/159

[591] Zmdîk: Seneviye taifesinden olan şahsa denir. Bir kavle göre, nur ve zulmete kail olan, bir görüşe göre, iman ve rububiyete iman ve itikadı olmayan dinsize denir. Bazı­larına göre küfrünü gizleyip sureta müslüman. görünen. münafığa denir. Zmdîk kelimesi (Burhan-ı Kaatı'da) Zend'in farscadan Arapçaya geçmig şekildir. (Mütercim)

[592] Eş-§amil: Sabbağ el yazması 6/100

[593] El-Balır-uz-Zehhar: İmam Ahmed b. Yahya 5/426

[594] El-însaf: Merdavi 10/332

[595] El-Kâfi: İbn-i Kudame 3/159

[596] Müntehe-1-lrâdât: îbn-i Neccar 2/500

[597] Menar-üs-Sebil: îbn-i Davyan 2/4090

[598] Es-Seyf-ül-Meşhur: îbn-i îsrâil el yazması 1

[599] Nisa: 47

[600] Er-Risâle: Bedr Reşid el yazması sayfa numarası yok

[601] Ftahmet-üI-Ümme Fihtüaf-lI-Eimme: Muhammed b. Ab-durrahman Dimeşki 267

[602] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 224-226.

[603] El-Mug-nî: İbn-i Kudame 8/543

[604] Nisa: 137

[605] Enfâl: 40

[606] Nisa: 144

[607] Es-Seyf-tiI Meslül: Sübki el yazması 29

[608] El-Ümm: Şafii: 6/147-148

[609] Eg-gamil: Sabbağ el yazması 10/148

[610] El-Mebsut: Mulıammed el yazması 144

[611] El-Kâii: îbn-i Kudame 3/159

[612] Müntehe-1-lradat 2/500

[613] Hidayet-ur-Ragıb: Osman 539

[614] Menar-üs-Sebil: İbn-i Davyan 2/409

[615] Menar-Us-Sebil: İbn-i Davyan 2/409

[616] Nisa: 137

[617] Al-i îmran: 90

[618] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 226-229.

[619] Feyz-ul-îlâh: Ömer Serekât 2/305

[620] El-Bahr-uz-Zehhar: İmam Ahmet 5/426

[621] Miintehe-1-lrâdât: Ibn-i Neccar 2/499

[622] El-Kâfi: Ibn-i Kudâme 3/161

[623] El-Kâfi: Ibn-i Kudâme 3/161

[624] EI-FÜrÛ: Ibn-i Müflih 2/159

[625] EI-Muğni: İbn-i Kudâme 8/557

[626] Mısırda çıkan Kanun Mecmuası sene 1, sayı 1

[627] Fi Zilal-iI-Kur'an: Seyyit Kutub 5Î83

[628] Nisa: 137

[629] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 229-232.

[630] Kifâyet-üI-Ahyâr: Hısnî 2/204

[631] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 232.

[632] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 232-233.

[633] El-tîmm: Şafii 6/148-149 Eş-Şamil: Sabbag- el yaz­ması 6/100 EI-Mühezzeb: Fİrazâbâdî 2/223

[634] El-Kâfi: îbn-i Kudame 3/57 Menar-üs-Sebil:. Ibn-i Dav­yan 2/404

[635] El-Bahr-uz-Zehhar: Ahmet 5/424 Er-Ravd-un-Nadir: Siyâgî 4/325

[636] Şerh-u-Mineh-il Celil: Ali§ 4/466 Şer-ul-Huraşi S/65

[637] El-Mebsut: Serahsi 10/108 Mısırda çıkan Kanun Mec­muası sene: 1 Sayı: 1 Şeyh Ahmed îbrahimin makalesi

[638] El-Ümm: Şafii 6/149

[639] El-lknâ: Makdisi 4/302

[640] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 233.

[641] El-Mebsut: Serahsi 10/108

[642] Sünen-i Nesâî: Şerh-u Süyutî 7/103

[643] Bekara: 186

[644] Umdet-ul-Kâdri Şerh-ul Buharî: Ayni 24/77

[645] irşad-ûs-Sarî: Kastalânî 1/74

[646] îrşad-ûs-Sari: Kastalânî 10/77

[647] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 234-237.

[648] El-Mebsut: Muhammed el yazması 142-144 Letaif-ûl-îşarat: îbn-i îsrail 136 Bedaiu-s-Sanaî: Kasânl 7/135 EI-Hidaye: Merginanı 2/122 El-Mesut: Serahsi 10/108 Tuhfet-ül-Fukahâ: Semerkandİ 4/530

[649] El-HİIâf: Tusî 3/170 Tehzib-ül- Ahkâm: Tusi 10/137 Men îâ Yahduruhu-I-Fakih: Kanımi 3/89-90 El-Hadâik-un-Nadira: Bahrani 4/14 Müstedrek-ul-Vesail: Mîrza Hüseyin 2/243 -

[650] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 237.

[651] EI-Mebsut: Serahsi 10/108-109

[652] Sahih-u-Müslim: 144

[653] Ez-Zerkâni Alâ Muvatta-i Malik 2/295

[654] El-Vesaik-us-Siyasiyye: Muhammed HamiduIIah 279

[655] Bakara : 191

[656] NEVÂDÎR : İmam Muhammedin yazmış olduğu Keysa-niyyat, Haruniyyât, Cürcaniyyat, Rakkıyyat adlı kitap­larda münderic olan mesâilden ibarettir. Bunlar da îmam -A'zam ile traam Ebu Yusuf'un ve îmam Muham-med'in akvâl-i fiklnyyesini muhtevidir.

[657] Dr. Numan A. Es. Samerrai, Mürted?e Ait Hükümler, Sönmez Yayınevi: 238-242.


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 15:19

************MESELENİN TARİHSEL UYGULAMASI*********

RİDDE SAVAŞLARI

--------------------------------------------------------------------------------

Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatından sonra dinden dönüp İslâm devletine savaş açanların isyanlarının bastırılması için yapılan askerî harekâtlar.

Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat haberini duyan Yemen ve Necid bölgelerindeki bazı kabileler özellikle zekât ödemeyi reddederek isyan ettiler. Ayrıca Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatı ile ortaya çıkan karışık ortamdan istifade etmek isteyen bazı kimseler de peygamberliklerini itan etmişler ve kendilerine inandırdıkları kalabalıkları peşlerine takarak İslâm hükümranlığını tehdit etmeye başlamışlardı. Rasûlüllah (s.a.s)'in sağlığında onun hakimiyetine boyun eğmek zorunda kalarak müslüman olan, ancak imanın kalplerine nüfuz edip yerleşmediği bu bedevî topluluklar, onun vefatıyla cesaretlenmiş ve kalplerinde gizlediklerini açığa çıkarmışlardı. Aslında onların bu durumu bilinmiyor değildi. Zira Allah Teâlâ onlar için bir âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammed! Bedeviler "İman ettik" derler. Sen onlara şöyle de: "Hayır! İman etmediniz. Siz ancak, müslüman olduk deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemiştir" (el-Hucurât, 49/ 14).

İrtidat hareketlerinin başlamasıyla başkent Medine her taraftan düşmanlarla kuşatılmış bir duruma geldi. Öte taraftan Yahudi ve Hristiyanlar, ortaya çıkacak fırsatları değerlendirmek için müslümanların durumunu izlemeye başladılar. Tarihçiler müslümanların o zaman içinde bulundukları dehşet verici durumu; "Müslümanlar, peygamberlerini kaybetmeleri ve azlıkları ve düşmanlarının çokluğu yüzünden sanki şiddetli soğuk, yağmurlu karanlık bir gecede sahrada kaybolmuş koyun sürüsüsün durumunu andırıyordu" (Taberî, Tarih, Beyrut ty, III, 225; İbnül-Esir, Tarih, Beyrut 1979, II, 333) şeklinde ifade etmektedirler. Medine'nin bu şekilde ciddi olarak tehdit altında bulunmasını ileri süren bazı kimseler, Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatından az önce yola çıkan Usame'nin ordusunu bu seferden alıkoyması için Ebu Bekir (r.a)'a müracaat ettiler. İslâm devletinin başına henüz geçmiş olan Hz. Ebu Bekir son derece net ve kararlı bir ifade ile bu tavsiyeyi yapanlara; Bilsem ki kurtlar burada beni parçalayacak; Usame'nin ordusu için Rasulullah (s.a.s)'nin emretmiş olduğu şeyi uygulayacağım" (Taberi, a.g.e., III, 225, 228; İbnül-Esir, a.g.e., aynı ver) dedi ve bu orduya yoluna devam etmesi için emir verdi.

İlk dinden dönme hareketi Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Yemen'de ortaya çıkmıştı. Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden Esved el-Ansî, topladığı kuvvetlerle önce Necran bölgesini, peşinden de San'ayı, Vali Şehr ile yirmi beş gün savaşarak ele geçirdi. Hz. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdiği Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Eşari'ye iltihak etmiş daha sonra ikisi birlikte Hadramevt'e gitmişlerdi (Taberi, III, 229-230). İbnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çıkarmış olduğu fitne bir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamıştı" (İbnül-Esir, II, 338). Hadramevt'te toplanan müslümanlar endişeli bir şekilde beklerken, durumu haber alan Rasûlüllah (s.a.s)'in, Yemen bölgesinde bulunan müslümanların tamamına yönelik, Esved'e karşı savaşılması emri bölgeye ulaştı. Veber b. Yuhannis vasıtasıyla gönderilen mektubta; dinin korunması, mürtedlere karşı savaşılması, Esved el-Ansî'nin açıkça savaşılarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldırılması ve bu emrin İslam'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulaştırılması gibi talimatlar yer almaktaydı (Taberi, III, 231; İbnül-Esîr, II, 338).

Rasûlüllah (s.a.s)'in emri San'a'daki müslümanlara ulaştığı zaman, planlanan bir suikast ile Esved el-Ansî, Firûz adındaki biri tarafından öldürülmüş ve Kenan bölgesi tekrar İslâm'ın hâkimiyetine girmişti. Onun öldürüldüğü haberi Medine'ye Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat ettiği günün sabahında ulaşmıştı (geniş bilgi için bk. Taberî, III, 227 vd.).

Peygamber (s.a.s)'in ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktılar, Tay ve Esed kabileleri Tuleyha'ya tabi olarak dinden döndüler. Gatafan ise, Uyeyne b. Hısn'ın başkanlığı altında isyan etti. Uyeyne: "Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureyşten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadır" diyerek, Tuleyha'ya tabi oldu (İbnül-Esîr, II, 342). Havazinliler ise zekâtlarını ödemeyeceklerini bildirdiler. Her taraftan irtidat haberleri Medine'ye ulaştığı zaman Ebu Bekir (r.a), elçiler göndermek suretiyle İslâm'a dönmelerini sağlamaya çalıştı ve Usame'nin ordusunun dönüşünü bekledi. Ancak, Abslar'la, Zubyanlar'ın Medine'ye saldırmaları üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldı. Bu arada diğer bir takım kabilelerin elçileri Medine'ye gelerek, namazı kılacaklarını, ancak zekât'ı ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edilmesini istediler.

Ebu Bekir (r.a) elçilere; "Zekat olarak vereceğiniz hayvanların, bağlanacakları ipleri vermediğiniz taktirde bile sizinle savaşacağım" şeklinde sert bir cevap verdi (Taberi, III, 244). Hz. Ebu Bekir (r.a) tarafından istekleri reddedilen bu elçi heyeti dönüşlerinde, Medine'de bulunan müslümanların azlığını kabilelerine bildirerek Medine'ye yürümek için onları heveslendirdiler. Ebu Bekir (r.a) sayılarının azlığını öğrenen mürtedlerin Medine'ye saldırabileceklerini anladığı için bir takım tedbirler aldı. Yakında olan düşman birliklerinin şehre girişini önlemek için Ali (r.a), Talha (r.a), Zübeyr (r.a) ve İbn Mes'ud (r.a)'ı şehre giren yollara yerleştirdi ve herkesin mescidde toplanmasını istedi. Nitekim o, düşüncesinde yanılmamış ve üç gün sonra mürtedler gece vakti harekete geçmişlerdi. Ancak yolları bekleyen birlikler onlarla savaşarak şehre girmelerini engellediler ve durumu Hz. Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir (r.a) mesciddekilerle birlikte hemen harekete geçerek onları geri püskürttü ve Zahusa'ya kadar onları takip etti. Burada mürted askerlerin uyguladıkları bir yöntemle müslümanların develeri ürkmüş ve geri dönmüşlerdi. Mürtedler, müslümanların korkarak geri döndükleri zannına kapıldılar ve Zül-Kassa'da toplananlara haber göndererek kendilerine katılmalarını bildirdiler. Öte taraftan Ebu Bekir (r.a), geceyi savaş hazırlığı ile geçirdi ve sabaha yakın, sağ kanatta Numan b. Mukarrin, sol kanatta Abdullah b. Mukarrin, ortada Suveyd b. Mukarrin şeklinde bir tabya düzeni ile yola çıktı. Merkezinde Ebu Bekir (r.a)'ın bulunduğu ordu yaya olarak (sadece aracı birlikte süvariler vardı) hızlı bir yürüyüş yaptı ve fecirde düşmanın bulunduğu yere geldi. Onlar hiçbir şeyden habersiz olarak dururken, müslümanların ani saldırısı karşısında çok sayıda ölü bırakarak kaçmak zorunda kaldılar. Hz. Ebu Bekir, kaçanları Zül-Kassa'ya kadar takip etti. Numan b. Mukarrin'i bir miktar askerle orada bırakarak Medine'ye döndü. İrtidat eden Absoğulları ile Zubyanoğulları, aldıkları bu yenilginin acısıyla kabileleri içerisindeki müslümanları öldürmeye ve çevrede bulunan diğer müslümanlara saldırmaya başladılar. Bu haber Ebu Bekir (r.a)'a ulaştığı zaman o, müthiş bir şekilde hiddetlendi ve müslümanları çeşitli şekillerde öldüren mürted kâfirlerin, öldürdükleri müslümanlara karşılık olarak korkunç bir şekilde öldürüleceklerine dair yemin etti (Taberî, III, 246; İbnül-Esîr, II, 345). Bu olaydan sonra, müslümanların moralleri düzeldi ve kabileler içerisinde irtidat eden kimselerin bir bölümü tekrar İslâma dönmeye ve yeniden zekat mallarını Medine'ye göndermeye başladılar. İbnül-Esir'in kaydına göre de kırk gün sonra Usame b. Zeyd seferden dönerek Medine'ye geldi. Hz. Ebu Bekir onları sefer yorgunluğunu üzerlerinden atmaları için Medine'de bıraktı ve tertip ettiği kuvvetlerin başına geçerek, Necd yönünde bulunan Zül-Kassa'ya doğru hareket etti. Bu nazik ortamda Hz. Ebu Bekir (r.a)'ın bizzat savaşa çıkmasını doğru bulmayan bazı kimseler ona müracaat ederek Medine'de kalmasını istediler. Bu kimseler, eğer Halife Ebu Bekir (r.a)'a bir şey olursa, içinde bulunulan kritik durumun müslümanlar için bir felakete dönüşmesinden endişe ediyorlardı. Ebu Bekir (r.a); müslümanları bizzat koruyacağını söyleyerek bu teklifi reddetti (Taberî, III, 247).

Yolda kendisine katılan komutanlarından Mukarrinoğlu Numan, Abdullah ve Suveyd kardeşlerle birlikte Rebezelilerin toplandığı Ebrak denilen yere kadar ilerledi ve burada yapılan savaşta mağlup olan ve komutanlarını kaybeden Abslar ve Benu Bekr'ler dağılarak suratli bir şekilde bölgeden uzaklaştılar. Günlerce Ebrak'da kalan Ebu Bekir (r.a), Benu Zübyan'ları mağlup etti ve topraklarını ganimet olarak değerlendirerek bu arazileri Benu Zübyan'lar için yasak bölge ilan etti. Onun bu galibiyeti üzerine mürtedlerin çoğunluğu tekrar İslâm'a döndü. Ebu Bekir (r.a), itaat altına aldığı bu kimselere karşı Rasûlüllah (s.a.s)'in sünnetine uyarak oldukça yumuşak davranmıştır. Öte taraftan, dağılan Abs ve Zübyan kuvvetleri peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha'nın yanına gittiler. Tuleyha, Sumeyra'dan hareket ederek Buzaha'ya yöneldi ve burada karargâh kurdu. Medine'ye dönen Ebu Bekir (r.a) savaş hazırlıklarına girişti ve orduyu on bir kısma ayırarak her birine bir bayrak verip görev sahalarını belirledi. Buna göre, Halid b. Velid, Buzaha'da bulunan yalancı peygamber Tuleyha ile savaşacak, peşinden Butah'da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine yürüyecek, İkrime b. Ebi Cehl Müseyleme ile mücadele edecek, Muhâcır b. Ebî Ümeyye, Esved el-Ansî'nin bağlılarına karşı harekete geçecek, peşinden de Kays b. Makşuh ve onu destekleyen diğer Yemenliler'e karşı, Ebnalar'a yardım edecek ve sonra Kindelileri te'dip için Hadramut'a yönelecek. Halid b. Said, Suriye taraflarına; Amr b. el-As, Kuzâ'aya karşı yürüyecek; Huzeyfe b. Mıhsan, Deba halkıyla savaşacak; Arfece b. Herseme, Mehre kabilesiyle; Tureyfe b. Haciz, Benî Süleym'i ve onlarla birlikte hareket eden Havazinliler'i itaat altına alacak; Süveyd b. Mukarrın, Yemen'in Tıhame bölgesine; Alâ b. el-Hadramî, Bahreyn'e gidecekti. Halife, Şurahbil b. Hasane'yi de, İkrime b. Ebî Cehl'in arkasından göndererek, İkrime'nin Yemen'den ayrılıp Kuzâ'alılar üzerine yöneldiği zaman ona iltihak etmekle görevlendirdi (Taberî, III, 248-249).

Ebu Bekir (r.a), orduyu Zül-Kassa'da taksim etti ve görevlendirdiği komutanlar birliklerini alarak görev bölgelerine doğru harekete geçtiler. Hz. Ebu Bekir irtidat eden kabilelere elçilerle, orduların önünden mektuplar göndererek onları İslam'a dönmeye davet ediyor ve tavırlarının doğuracağı sonuçlar hakkında onları uyarıyordu (Bu belgenin tam metni için bk. Taberi, Tarih, III, 249-251). Öte tarafta, mürtedlere karşı gönderdiği komutanlara da, düşmanla karşılaşıldığı zaman nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda talimatlar verdi. Bu talimatlar; Allah'dan korkmaları, Allah'ın emri dışına çıkanlarla savaşmada gayretli olmaları; savaştan önce düşmanın İslam'a davet edilmesi; karşı tarafa fayda ve zararlarına olan herşeyin açıkça izah edilmesi; emirlere uyanların açıkladıkları sözlerinin kabul edilerek iyi muamelede bulunulması; ganimetin şer'i kurallara göre taksimi ve müslümanlara her hal ve durumda iyi davranılması gibi maddeleri içeriyordu.

Halid b. Velid'in Tuleyha meselesini Çözümlemesi

Tuleyha, Beni Esed b. Huzeyme'ye mensup olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in son zamanlarında peygamberlik iddiasında bulunmuştu. O, bağlı bulunduğu Esedoğullarına kendisine Cebrail'in geldiğini söyleyerek bazı tuhaf şeyler uyduruyor ve onlardan kendisine tabi olmalarını istiyordu. Kendisine tabi olanlara namaz kılarken secde etmeyi yasaklıyor ve Allah'ın buna ihtiyacı olmadığını ve, O'nu ayakta zikretmelerini emrediyordu. İbnül-Esir; "Kabilecilik taassubundan dolayı çok sayıda Arap ona tabi oldu" demektedir (İbnül-Esir, a.g.e., II, 344). Bu yüzden ona bağlı olanların çoğu Esed, Gatafan ve Tay kabilelerine mensuptular. Fezare ve Gatafanlılar Taybe'nin güneyinde toplanmış,

Tay kabilesi ise kendi topraklarının sınırda beklemekte idiler. Tuleyha'nın mensup bulunduğu Esed oğulları ise Sumeyra'da toplanmıştı. Abs, Sa'lebe ve Mürreliler ise Rebeze dolaylarında, Ebrek'de beklemekteydiler. Onların bir kısmı burada kalmış, diğer bir kısmı da Zül-Kassa'ya giderek Medine'yi tehdit etmişlerdi. Bizzat halifenin başında bulunduğu kuvvetler tarafından, önce Zül-Kassa'da sonra da Abrek'de yenilgiye uğrayan grup Sumeyra'dan ayrılıp, Gatafan ve diğer kabilelerle birleşerek Tay kabilesi arasında bir su kenarı olan Buzaha'da karargah kuran Tuleyha'ya iltihak etti. Bu olay üzerine Tuleyha Tay kabilesinin Cedile ve Gavş boylarına adam göndererek kendisine iltihak etmelerini emretti. Onların bir bölümü acele olarak onun yanına hareket ettiler; arkada kalanlara da gelmelerini söylediler.

Ebu Bekir (r.a), Halid b. Velid'e ilk önce Eknaf'da bulunan Taylıların üzerine yürümesi, peşinden Buzaha'da toplananlarla savaşması, sonra da Butah'a yönelmesi talimatını verdi. Halid'den önce, Adıy b. Hatem et-Taî Medine'den kabilesinin yanına giderek onları üzerlerine gelen orduyla korkuttu ve Halife'ye itaate çağırdı. Onlar, bu çağrıya uyarak, Adiy'den kendileri için Halid'den eman almasını ve kendilerine mühlet vermesini istediler. Onlar, Buzaha'da bulunan kabilenin diğer mensuplarını, Tuleyha'nın öldürmesinden korkuyorlardı. Adiy, durumu Halid'e bildirdi. O da onlara zaman tanıdı. Taylılar, Tuleyha'nın yanında bulunan akrabalarına haber gönderdiler. Onlar da oradan ayrılarak Halid'le birleştiler. Daha sonra Adiy'in teşebbüsü ile Cedileliler de İslam'a dönüp Halid'e iltihak ettiler. Tay ve Cedilelilerden bin beşyüz kişinin iltihakıyla daha da güşlenen Halid, Buzaha'ya Tuleyha'nın üzerine yürüdü. Benu Amirliler etraftan, hangi tarafın galip geleceğini gözetlemekte idiler. Halid b. Velid Tuleyha ile savaşa tutuştu. Tuleyha'nın yanında Uyeyne b. Hısn komutasında yedi yüz kişilik Fezareli asker bulunmaktaydı. Savaşın şiddetlendiği bir sırada Uyeyne bir kaç defa Tuleyha'nın yanına gidip kendisine Cebrail'in savaşın sonucu hakkında haber verip vermediğini sordu. Tuleyha sonunda ona; "Evet geldi ve bana; "bir gün düşmanlarınla karşılaşacaksın. Başlangıçta aleyhinde de olsa sonunda savaşı kazanacaksın. Değirmen gibi insan öğüten kanlı bir savaş... Ve işte unutamayacağın bir söz" diye haber getirdi" dedi. Uyeyne ona; "unutamayacağın bir sözmüş..." dedi ve askerlerine; "Ey Fezareliler! Bu adam bir yalancıdır. Savaşı bırakıp geri dönün" emrini verdiğinde adamları ona uydu. Savaşı kaybeden Tuleyha, atına binerek Suriye'ye kaçtı. Sonra da Kelb kabilesinin yanına gitti. Esed oğulları ve Gatafanlıların tekrar İslâm'a döndüğünü duyduğu zaman o da iman etti. Hz. Ebu Bekir (r.a) vefat edinceye kadar, Kelblilerin arasında yaşamaya devam eden Tuleyha ancak onun vefatından sonra Medine'ye gitmiş ve Ömer (r.a)'a bey'at etmişti. Tuleyha Hz. Ömer döneminde vukubulan Kadisiye ve daha sonraki savaşlarda akıl almaz kahramanlıklar göstermiş ve bu sefer gerçekten iman ettiği İslam için hayatını sürekli tehlikelere atarak hizmet etmekten geri kalmamıştır.


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 15:26

DEĞERLENDİRME:

1...Mürtedin cezası bahsi -her zamanki gibi-sedece kuranı tanırız diyenlerle şeri hükümlerde sahih hadisleri de delil olarak kullanırız diyenler arasındaki malum görüş ayrılığıdır..mürtedin cezası kuranda belirtilmediğinden hareketel "sek kurancı"lara göre böyle bir ceza dine yapılmış bir eklenti böyle bir uygulamanın geçerliliğide resule isnad edilmiş bir iftiradır..

ehli sünnetin fıkıh kitaplarına göre ise mürtedin cezası konusunda herhangi bir kuvvetli şüphe bulmak imkansızdır..hadler konusunda en ufak bir şüpheyle haddi düşürerek her daim mücrimin yanında olan(zira esas mesele mücrimi yaşatmaktır..yaşasınki tevbe edecek bir zaman bulsun ..tevbe etsinki ateşten kurtulsun..zira allahu tealanın merhameti engindir) islam fıkhı sek kurancılara göre mürtedin cezası bahsinde kaşıkla verdiğini kepçe ile alan bir hukuk konumundadır..


duhan2
Kapalı
20 Eylül 2009 15:42

2....hadislerde gelen cezayı beğenmeyen sek kurancıların genelde yapıştığı yol hadis ne kadar da sahih olsada herhangi bir hadisin resule izafesinin az veya çok bir şüphe içerdiğinden dolayı bu şüpheyi esas alarak inkar etmektir..yani şüphe her vakit olmadığına delil olur..kısacası resul resullük ömrü hayatında hiç konuşmamıştır.hiçbir hüküm vermemiştir..

onun konuşmalarının bize nakli bir yalan rüzgarından ibarettir....yani;

kuran ayetleri bize tevatüren gelmiştir..ama hadisler -

genelde- ahad yollarla gelmiştir..öyleyse rasyonellik-akılcılık v.s nin hürmetine tüm hadisler ne kadar da sahih olursa olsun feda edilebilir..

o nedenle bu bahste gelen hadislerin hiç bir kıymeti yoktur..genelde süreç/proses/plan bu şekil işler..ama burda başka bir sorun daha ortaya çıkıyor.her zaman işleyen a planı işlemiyor çünki:meselenin bir de tarihsel uygulama sürecivar.

yani başta hz ebu bekir ve hz ömer olarak bu meselenin uygulama ayrıntıları,uygulanışı,sonuçları islam tarihine geçmiş dolayısıyla hükmün tüm sahabelerce bilinmesi / uygulanışı noktasında şüphe kalmamıştır..

artık o hadisi kuran arz ettim ve geçersiz kıldım(haşa sen kimsinki resulün sözünü istediğin an kurana arz edip geçersiz kılıyorsun be utanmaz kara cahil)takdiği bu konudaki kesinleşmiş tarihi uygulamalarla suya düşüyor öyleyse gidilecek 2 yol var:

1)y nuri gibi buna ebu bekirin süneti demek(haşa ebu bekir kendi kafasından bu kadar adam öldürdüyse veya onlarla savaştıysa haccacı zalimlerin üstadı olmalıydı haşa)

2)h.karamnaların yaptığı gibi geçersiz ve delilsiz yorumlar yapmak..peki sormazlarmı sen "Bir kimse dinini değiştirdiği için değil, buna ek olarak müslümanlara savaş açtığı için öldürülür. " derken kendine hangi hadisi delil alıyorsun ve ""Zekat olarak vereceğiniz hayvanların, bağlanacakları ipleri vermediğiniz taktirde bile sizinle savaşacağım" " diyen hz ebu bekirmi dini senden iyi biliyor/yaşıyordu sen mi daha iyi???

bu kabil içtihadlar ya dışarıya kendini sevdirme/şirin görünme gayretiyle, veya ölçüsüz merhametle yapılıyor olabilir..meselenin merhamet /acıma boyutu var onada geleceğim..


asos_zen
Yasaklı
20 Eylül 2009 21:12

nasuh tövbesi ile tövbe ederse bir şeyciği kalmaz inşaallah :)


duhan2
Kapalı
21 Eylül 2009 12:06

okuyalım efendim:)

herkese hayırlı bayramlar:)


çocuuk
Müsteşar
21 Eylül 2009 14:07

rabbimiz bu güzel başlığı hayırlara vesile eylesin.


duhan2
Kapalı
22 Eylül 2009 20:17

teşekkür ederim kardeşim:)


seyhanli_001_
Yasaklı
22 Eylül 2009 21:23

merak ediyorum mürted oldugu için öldürülen biri varmı?

ayrıca kuranda dinden iki defa dönen birinden bahsedilir.bu şahıs öldürüldümü?

yan bu mürtedliğin cezasının hanefi mezhebi dısında ölümle fetvalandırılmıs bir cezası yok sanırım


duhan2
Kapalı
22 Eylül 2009 23:09

mürtedin cezası 4 mehheptede ölümdür sadece hanefilerde değil..meselenin kaynaklarını yukarda verdik..en azınan oraya bakılabilir..mürted olduğu için öldürülen varmı ?var..

ihtilaf mürtedin tevbeye davet edilip edilmemesi noktasındadır..tevbeyide kabul etmese yapacak birşey yok.


hakantaoz
Kapalı
23 Eylül 2009 01:17

size göre mürted bana göre hür özgür bir birey olarak söylüyorum. şu yazının başını okudum. bir kere daha isalmın hoşgörüden yoksun, tahammülsüz bir din olduğuna karar verdim.


enoş ve kenan
Yasaklı
09 Temmuz 2012 17:08

23 Eylül 2009 01:17 Düzenle Sil

size göre mürted bana göre hür özgür bir birey olarak söylüyorum. şu yazının başını okudum. bir kere daha isalmın hoşgörüden yoksun, tahammülsüz bir din olduğuna karar verdim.

hakantaoz

yerden göğe haklısın hakantaöz


mehrimet
Daire Başkanı
15 Temmuz 2012 16:12

ölümdür


engineer79
Şube Müdürü
14 Aralık 2015 16:22

günümüz dünyasında bu denli barbar anlayışın kutsal kabul edilmesi insanlık adına üzücüdür.neden islam coğrafyasında kan gövdeyi götürüyor anlamak zor olmasa gerek.

hakantaoz, 15 yıl önce

size göre mürted bana göre hür özgür bir birey olarak söylüyorum. şu yazının başını okudum. bir kere daha isalmın hoşgörüden yoksun, tahammülsüz bir din olduğuna karar verdim.

Toplam 16 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi