Editörler : E.Kayı Han

22 Ocak 2009 16:07

Tarihi Aşıklar

Birçok kişi tarafından işlenmiş olan konuyu Fuzulî, mesnevî türünde kaleme almıştır. Eser hala çok kıymetlidir. Mesnevî tarzına ve Türk diline yenilik getiriştir. Eserin iç örgüsü çok sağlamdır.

Leylâ ile Mecnun'

un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır. Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli (Leylâ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk hikayesini anlatılmaktadır.

Bu hikayenin konusu kısaca şöyledir: Leyla ve Kays(Mecnun?un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine aşık olmuşlardır. Kısa zamanda heryere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla?yı okuldan alır ve Kays?la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun?a birçok kişi Leyla?yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leyla?dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta babası onu bu dertten kurtulmak üzere Allah?a yakarması için Kabe?ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla?nın hem Mecnun?un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikaye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir tülü cefasıyla yoğrulmaktadır, bu sırada dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla?nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Birgün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve ?Leyla benim içimdedir, sen kimsin?? der. Onun eriştiği mertebeyi anlayan Leyla gider ve bir süre sonra ölür. Onun ardından da Mecnun hayata veda eder, böylece ruhları hakiki kavuşmayı yaşar.

Bu hikayenin sonunda; seven ve sevilen bir olmuşlardır. Aşık kendini madde dünyasından tamamen soyutlamayı başarmış ve sevdiğine ulaşmıştır. Bu noktadan sonra seven ve sevilen diye iki farklı kişiden bahsetmekte yanlıştır; ruhlar ilahi visal(ilahi kavuşmaya)e ulaşmışlardır. Bu yüzden artık Mecnun sevdiğini kendinden dışarıda aramamaktadır, bu dünyayı onun yeri kabul etmemektedir. Bu mesnevide Fuzuli, dünyevi aşkı bir basamak olarak kullanıp onun üstünden maddeden ayrılıp tamamen ruha ait olan ilahi aşkı anlatır.

Efsanenin hikayeye dönüşmesi

Bu efsane Arap edebiyatında 10. yüzyılda çok yaygın bir hale gelmiş, Mecnun'a ait olduğu söylenen şiirlerin arasına nesirler de eklenerek hikaye haline getirilmiştir. Bu konu daha sonra Fars ve Türk edebiyatlarında da işlenmiştir. Bunların arasında en ünlüsü Fuzuli'nin 1535'te yazdığı Leylâ vü Mecnun adlı mesnevisidir.Fuzuli,Leyla ve Mecnun mesnevisini istek üzerine yazmıştır. Kanuni Sultan Sü­leyman Bağdat şehrini ele ge­çirdikten sonra burada toplanan bilim ve sanat adamları, Fu­zuli?den, bu türde bir eser yazmalarını istemişler, bunu bir çeşit sınanma sayan Fuzuli de 1535 yılında eserini tamamlayıp Bağdat valisi Üveys Paşa'ya sunmuştur.

Mecnun ve namaz kılan derviş

Kays, bilinen adıyla Mecnun, Leylâ'nın aşkından kendisinden geçip yarı meczup bir halde çölde giderken, namaz kılmakta olan bir dervişin önünden geçer. Derviş hemen namazını selamlayıp, Mecnun'a "Namaz kılan birinin önünden geçilmez, bunu bilmiyor musun?" diye çıkışır. Mecnun cevap verir "Ben Leylâ'nın aşkından öyle bir hale geldim ki, senin burada namaz kıldığını görmedim bile, sen nasıl bir aşkla namaz kılıyorsun da benim senin önünden geçtiğimi görüyorsun?"

vikipedi

Leyla ve Mecnun Mesnevisi:

Leyla ve Mecnun öyküsü Arap, Fars, Urdu ve Türk edebiyatlarında pek çok sanatçı tarafından mesnevilerine konu olarak ele alınmıştır.

Leyla ve Mecnun?un kökeni eski Arap halk öykülerine dayanmaktadır. Öykünün ilk doğuşu ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birisine göre Mecnun 689 yılında öldüğü ve adının Kays bin Mülevvah el-Âmiri olduğu kabul edilen bir şaire bağlanmaktadır. Leyla ise bir rivayete göre aynı kabileye mensup birisi ve bir başka rivayete göre Mecnun?un amcasının kızı olan Leyla binti Mehdi el-Âmiriyye?dir. Başka bir görüşte ise Leyla ve Mecnun mesnevisinin amcasının kızına âşık olup da bunu açıklamak istemeyen Emevi ailesine mensup olan bir genç tarafından söylenilmiş şiir ve öykülerin biraraya getirilmesi ile oluştuğu iddia edilmektedir[1].

Leyla ve Mecnun öyküsünün kökeni konusunda en ilginç görüş ise eski uygarlıklardan birisi olan Asur devleti(Yıkılışı: M.Ö. 612) zamanında doğduğunun varsayılmasıdır[2].

Leyla ve Mecnun?un, mesnevi nazım biçiminin özelliklerine uygun olarak düzenlenmesini İran edebiyatında Nizami-i Gencevi(Ö. 1204) gerçekleştirmiştir.

İran edebiyatında eserlerinin nüshası şu anda elde bulunan yirmi ayrı şair Leyla ve Mecnun mesnevisini kaleme almıştır. Ayrıca İran edebiyatında Leyla ve Mecnun mesnevisi yazdığı bilinen ama eserlerinin nüshasına henüz tesadüf edilmeyen yirmi üç ayrı şair daha vardır. Urdu edebiyatında sekiz ayrı şairin Leyla ve Mecnun adlı eseri olduğu bilinmektedir. Türk edebiyatında ise on üç ayrı şairin Leyla ve Mecnun adlı eseri bulunmaktadır. Ayrıca yirmi iki ayrı şairin Leyla ve Mecnun mesnevisi yazdığı bilinmekte ise de eserlerinin nüshalarına henüz tesadüf edilmemiştir[3].

Leyla ve Mecnun mesnevisi niçin bu kadar şair tarafından yeniden yazılma gereği duyulmuştur? Kuşkusuz Divan edebiyatında bu durum sadece Leyla ve Mecnun mesnevisi için geçerli değildir. Diğer mesneviler de aynı biçimde ayrı şairler tarafından yeniden yazılmıştır. Divan şiirinde bu geleneğe nazire adı verilmektedir. Batı uluslarının edebiyatlarının klasik dönemlerinde olduğu gibi Doğu uluslarının İslam dini etkisi altındaki edebiyatlarında büyük bir sanatçının işlediği bir konunun bir başka sanatçı tarafından yeniden yazılması yaygın bir gelenektir. Sanatçı konunun özünü koruyarak ayrıntılarda yaptığı birtakım değişikliklerle ve dili kullanmakta gösterdiği hünerle özgünlüğü yakalamaya çalışmaktadır. Bu geleneğin her zaman değişikliği ve yeniliği arayan çağdaş insan için sıkıcı bir anlama geldiği açıktır. Ama ilgili dönemlerin edebiyatlarında bu bir sanat ilkesiydi ve herkes de bu durumu doğal karşılamaktaydı. Sanatçının sanatını ancak usta bir sanatçının eserine nazire yazmakla geliştirebileceğine inanılırdı. Nazirenin değeri de usta sanatçının eseriyle karşılaştırmak yoluyla anlaşılırdı.

Leyla ve Mecnun mesnevisinin(ayrıca bütün diğer mesnevilerin ve nazire olan tüm eserlerin) niçin bu kadar çok sanatçı tarafından yeniden yazılma gereği duyulduğu sorusunu bu çalışmamızın sonucundan çıkarılabilecek bir değerlendirmeyle de yanıtlayabiliriz. Fuzuli, Leyla ve Mecnun mesnevisinde kendi öz yaşamını ve iç dünyasını anlatmaktadır. Derindeki metinde çocukluğunu, En üstteki metinde ise gençlik veya olgunluk yıllarını konu almaktadır. Bu eserde Yüzeydeki metin her ne kadar Leyla ve Mecnun?un aşklarını konu alsa da Derindeki metinde ve En üstteki metinde şairin öz yaşamı ve iç dünyası işlenmektedir. Eseri inceleme yöntemimiz olan metin kırılması çalışmamız boyunca görüleceği üzere çoğu kez Yüzeydeki metindeki olay ve olgulardaki ayrıntılarda gerçekleşmektedir. Eserde nazire olarak yazılan esere göre farklı veya özgün bir biçimde yer alan bir sözcük veya sözcük gurubu bazen Derindeki metini veya En üstteki metini ortaya çıkarabilmektedir. Bu açıdan bunca sanatçılar eserlerini her ne kadar Leyla ve Mecnun adıyla yazsa da şairlerin bu eserlerinin Yüzeydeki metinlerinde yaptıkları en ufak özgün bir ayrıntı veya bir küçük değişiklik Derindeki metin ile En üstteki metinin konularını değiştirmeye veya farklı bir yolda biçimlendirmeye yeterli olabilmektedir. Her şairin yaşam öyküsü ve iç dünyası birbirinden farklı olduğuna göre bunun Yüzeydeki metine yansıması ayrıntılardaki özgünlük ve alt konularda küçük değişiklik biçiminde olmaktadır. Nazire geleneği içerisinde usta bir şairin eserine karşılık olarak yazılan Leyla ve Mecnun mesnevisinin bu ayrıntılarındaki özgünlüğü ve alt konularındaki küçük bir değişikliği ile sanatçı kaynağını öz yaşamından ve iç dünyasından alan sanatının kudretini ve büyüsünü sunmak istemektedir.

Fuzuli Leyla ve Mecnun mesnevisini Nizami-i Gencevi?nin Leyla ve Mecnun mesnevisine nazire olarak yazmıştır.

Eser, yazıldığı tarihten bu çalışmamıza değin hep Yüzeydeki metini ile değerlendirildi. Eser hakkında bu yönüyle pek çok araştırma, inceleme ve eleştiri yapıldı.

Leyla ve Mecnun, bir aşk öyküsüdür. İki sevgilinin birbirlerine olan sevgileri Mecnun?un ilahi aşka ulaşmasıyla farklı bir boyut kazanır.

Okuyucunun Yüzeydeki metinle bağlantısının kopmaması için Yüzeydeki metinin çalışmanın bütününe dağılmış ayrıntılı bir özeti bulunmakla birlikte alıntılanan beyitlerin Türkçe nesir diliyle sadeleştirilmeleri ile de bu ilgi korunmaya çalışılmıştır. Yine de okuyucunun Yüzeydeki metine hakim olması ve onu bir bütün olarak değerlendirebilmesi için burada Yüzeydeki metinin pek ayrıntılı olmayan bir özetinin verilmesi yararlı olacaktır:

Mecnun?un babası bir kabile reisidir. Ama arkasında yerine bırakacağı bir varisi yoktur. Allah(c.c.) bir gün onun dualarını kabul eder ve bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğa Kays adını takarlar. On yaşına ulaşınca sünnet edip okula yollarlar.

Kays okulda kendisi gibi bir öğrenci olan Leyla?yı görür. Bir bakışta birbirlerine âşık olurlar. Kays?ın Leyla?ya karşı olan yakından ilgisi okulda dedikoduya yol açar. Leyla?nın annesi dedikoduları duyunca kızını azarlar ve bir daha okula göndermez. Kays okula gelip Leyla?yı göremeyince büyük bir üzüntü yaşar ve günlerce ağlar. Adı Kays iken Mecnun olur.

Mecnun?un arkadaşları güzel bir bahar gününde kır gezintisi yapmak isterler. Gönlü üzüntüyle dolu Mecnun?u eğlendirmek, neşelendirmek için yola koyulurlar. Konak yerine geldiklerinde Leyla onlardan önce arkadaşlarıyla oraya gelmiş ve orada çadırını kurmuş bulunmaktadır. İki sevgili göz göze geldiklerinde bayılıp yere düşerler. Kız arkadaşları Leyla?yı ayıltıp hemen evine götürürler. Arkadaşları tarafından ayıltılan Mecnun eve dönmek istemez.

Mecnun çölde tek başına kalır. Arkadaşları olan biteni gidip Mecnun?un babasına anlatırlar. İhtiyar, oğlu için çöllere düşer. Mecnun?u bulduğu zaman, Leyla bizim evde seni bekliyor, diye kandırıp eve getirir. Evde annesi Mecnun?a öğütler verir. Öğütler kâr etmeyince babası, Leyla?yı babasından istemek için yola koyulur.

Leyla?nın babası Mecnun?un deliliğini gerekçe göstererek kızını vermez. Şayet deliliği iyileşirse bu kararından döneceğini, o zaman kızını Mecnun?la evlendirebileceğini belirtir. İhtiyar evine eli boş dönünce oğlunun iyileşmesi için her söyleneni yerine getirir. İhtiyara en son çare olarak oğlunu Kabe?ye götürmesi öğütlenir. İhtiyar oğlunu bir tahtırevana yerleştirerek bir umutla Kabe?nin yolunu tutar.

Mecnun Kabe?de aşk hastalığından kurtulma yerine bunun daha da artırılması yönünde Allah?a(c.c.) duada bulunur. Bu duruma tanık olan ihtiyar çaresiz bir biçimde ortada kalır. Mecnun babasından ayrılarak çölün yolunu tutar.

Mecnun yolda rastgeldiği bir dağa gönül derdini açar. Bir gün avcının elinden bir ceylan yavrusunu bir başka gün de bir güvercini avcıya bedellerini ödeyerek kurtarır.

Leyla babasının evinde çaresizdir. Gönül derdini sırasıyla muma, pervaneye, aya, melteme, buluta açar; ama bunlardan gönül derdine bir deva bulamaz.

Leyla bir gün yolda İbni Selam adlı zengin bir adamla karşılaşır. İbni Selam bir görüşte Leyla?ya âşık olur. Adam yollayıp Leyla?yı babasından istetir. Leyla İbni Selam?la nişanlanır.

Araplar arasında Nevfel adlı bir yiğit vardır. Bu kişi kahramanlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş bir komutandır. Bir mecliste Mecnun?un şiirlerini duyar, onun acıklı aşk öyküsünü de dinleyince Mecnun?a acır ve yardım etmeye karar verir. Mecnun?u çölde arayıp bulur, ona makamında bir yer verir.

Nevfel, Leyla?nın babasına bir ültimatom yollayarak, Mecnun ile Leyla?nın evlendirilmesi konusundaki emrini bildirir. Leyla?nın babasının mensup olduğu kabile, bu isteğe savaşla karşılık verir.

Mecnun, savaşta kendisi için çarpışan Nevfel?in tarafını tutması gerekirken Leyla?nın babasının mensup olduğu kabilenin askerlerinin galip gelmesini ister. Bu yüzden hiçbir savaşta yenilmemiş olan Nevfel bu savaşta bir türlü galip gelemez. Bu durum Nevfel?e bildirilir. Nevfel Mecnun?a yardım etmekten vazgeçer, onurunu kurtarmak için düşmanına bir kez daha saldırır. Bu sefer muzaffer olur. Ama yeminini yerine getirerek Leyla ile Mecnun?u evlendirmez.

Mecnun sevgilisini görmek için dilenci kılığındaki bir ihtiyarla anlaşarak kendisini zincire vurup sevgilisinin bulunduğu yere gider. Bir başka kez de gözlerini bağlayıp ?Ben körüm, dünyayı göremiyorum.? diyerek bu bahaneyle sevgilisinin bulunduğu yere gidip gizlice onu seyreder.

İbni Selam Leyla ile evlenir. Ama Leyla gerdek gecesi uydurduğu bir öykü ile İbni Selam?ı kandırıp korkutur. Onunla ilişkiye girmez.

Mecnun?un Zeyd adlı vefalı bir arkadaşı vardır. Zeyd de Mecnun gibi bir güzele, Zeyneb adlı birisine âşıktır. Zeyd Mecnun?a İbni Selam?la Leyla?nın evlendiği haberini getirir. Mecnun sevgilisine sitem dolu bir mektup yazar. Zeyd, İbni Selam?a muskacı olduğunu, Leyla?nın derdine deva bulacağını söyleyerek ondan Leyla ile başbaşa kalma iznini alır. Zeyd, Mecnun?un mektubunu Leyla?ya verir. Leyla da yazdığı yanıt mektubunda İbni Selam?la halvet etmediklerini ve gönlünün hâlâ Mecnun?da olduğunu söyleyerek sevgilisini rahatlatmaya çalışır.

Birgün Mecnun?un babasına şöyle bir acı haberi iletirler: Leyla?nın babası, kızını dillere doladığı için Mecnun?u kabile reisine şikayete gitmiş ve Mecnun?un öldürülmesini istemiştir. İhtiyar, bu acı haberi işitince Mecnun?u bulmak için çöllere düşer.

Mecnun babasının eve dönme isteğini reddeder. Babası Mecnun?daki bazı olağanüstü halleri görünce ona nasihat etmekten vazgeçerek onu kendi haline bırakır.

Evine yalnız başına dönen ihtiyar, kısa zamanda bu dünyaya gözlerini kapar. Mecnun vefasız bir avcıdan babasının ölüm haberini duyar, mezarına giderek gözyaşlarını döker.

Birgün Mecnun çölde gezerken kendisi ile Leyla?nın resimlerinin çizili olduğu bir levha görür. Hemen Leyla?nın resmini siler, kendi resmini bırakır. Bu duruma tanık olan birisi bunu yadırgar. Mecnun seven ile sevilen arasında bir ikiliğin bulunamayacağını, sevgilinin ruh, kendisinin ise ona vücut olduğunu söyleyerek kendisini savunur.

Mecnun çölde yabani hayvanlarla arkadaşlığın ötesinde bir ilişki kurar. Adeta onları yöneten bir hükümdardır.

Mecnun karanlık bir gecede sırasıyla Merkür?e, Merih?e ve Allah?a(c.c.) yalvararak onlardan gönül derdine bir çare bulmalarını ister. O gecenin sabahında en yakın arkadaşı Zeyd onu ziyarete gelir ve ona İbni Selam?ın ölüm haberini getirir. Mecnun rakibi olan İbni Selam?ın ölüm haberini işitince ağlamaya başlar. Zeyd, bu duruma şaşırır; onun sevinmesi gerekirken üzülmesine bir anlam veremez. Mecnun Zeyd?e her ikisinin de Leyla?ya âşık olduklarını ama İbni Selam?ın canını verip sevgiliye kavuşmasını kıskandığını belirterek ağlamasına bir gerekçe gösterir.

Leyla eşi İbni Selam?ın ölümünden sonra baba evine döner. Orada İbni Selam?ı bahane ederek asıl aşkı, yani Mecnun için gözyaşı döker.

Leyla?nın kabilesinde bir gece göç çanı çalar. Herkes alelacele yola koyulur. Leyla da üzerinde mahmeli olan bir deveye biner. Gönül derdini deveye anlatmaya başladığı sırada deve kervandan ayrılır, çölün yolunu tutar. Gün ağarıp Leyla uyanınca kervandan ayrı düştüğünü anlar. Çölde yol iz bilen birisini aramaya başlar. Farkında olmadan Mecnun?la karşılaşır. Yabancının Mecnun olduğunu öğrenince çok sevinir. Kavuşmanın sevinciyle kendisini Mecnun?a sunar. Ama Mecnun bu aşk teklifini reddeder. Çünkü tuttuğu aşk yolunda olgunlaşmış, mecazi aşktan ilahi aşka ulaşmıştır. Leyla sevgilisinin bu yeni halini önce yadırgadıysa da sonra anlayışla karşılar. Kendisini aramaya çıkmış kervan bekçisi ile kabilesine döner.

Leyla evine döndüğünde onulmaz aşk yarası yüzünden hastalanır, yatağa düşer. Ölüm kapısını çalmak üzere iken gönül derdini annesine açar. Ona bu sevdada Mecnun?un hiçbir suçunun olmadığını söyler. Sevgilisini temize çıkardıktan sonra dünyaya gözlerini kapar.

Leyla?nın ölüm haberini Zeyd?den öğrenen Mecnun onunla Leyla?nın mezarına gider. Mezarı kucaklar ve Leyla diyerek ruhunu orada teslim eder. Mecnun?u Leyla?nın mezarına defnederler. Zeyd mezarlığı türbe haline getirerek o kutsal mekanın bekçiliğini üstlenir.

Zeyd bir gece mezarın toprağına dayanmış vaziyette uyuduğunda rüyasında Leyla ile Mecnun?u cennette görür.

:((


dede ali
Kapalı
22 Ocak 2009 16:15

polat ile elif...:))


**GÖKÇEN**
Kapalı
22 Ocak 2009 18:20

ehuehuehuehuehu:))))))

dede beyaa alemsin hee :)))


karakocali
Kapalı
22 Ocak 2009 19:07

:))

sezai karakoç ile muazzez

abdurrahim karakoç ile mihriban

ve gelecek 200 yılda bilinecek için bir tahmin....:))

ali karakoç ile ....


**GÖKÇEN**
Kapalı
23 Ocak 2009 11:47

ozaman şöyle yapalım karakocali senin hıkayeni leyla ve mecnunun sağ tarafına alalım:)))))

heyt bee:)))


**GÖKÇEN**
Kapalı
23 Ocak 2009 12:13

KEREM İLE ASLI HİKÂYESİ

Asıl adı Ahmet Mirza olan Kerem, Islahan Şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan

Ermeni Keşişinin kızı Aslı ile Kerem birbirlerini severler. Şah Keşişten kızı oğluna ister. Keşiş,

bir müslümana kız vermek istemez. Fakat hükümdarın isteğini reddemez; bir mühlet ister

ve bu mühletin içinde gizlice memleketten kaçar.

Kerem de Aslı'nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem'in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu'yu

baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşı Sofu (Kerem'in

dilinden: Sofu Kardeş), omuzunda sazı ile bir "Âşık" olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına

sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı'nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler

de... Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker; yolunu

bağlayan karlı, boranlı bellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar

mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah

onun her dileğini yerine getirir.

Bazı şehirlerde Kerem, Aslı Han'a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet

birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler: Erzincan Bağlarında ve

Kayseri'de olduğu gibi...

Sonunda Kerem Aslı'sının peşinden Halep'e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir: Paşa,

Keşişi tehdit ederek kızını Kerem'e vermeye razı eder. İki sevdalının nikâhları kıyılır. Fakat

kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar: Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu

gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir

türlü çözemez. Yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur.

Kerem'in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han'ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla

tutuşur; iki âşığın ancak külleri birbirine kavuşur.

Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem

hikâyesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk

hikâyeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hattâ

birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış.

Kerem Erzurum'da hasta yatarken, Aslı Han'ın üç gün sonra geleceğini haber verirler.

O zaman şu türküyü söyler:

Bir han köşesinde kalmışam hasta

Gözlerim kapıda kulağım seste

Kendim gurbet elde gönül heveste

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yâre ver.

Erzurum dağları duman dildedir

Başım yastıktadır gözüm yoldadır

Aslı hayın yârdır adam aldadır

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yâre ver.

Erzurum dağları kardır geçilmez

Gizli sırdır her adama açılmaz

Ayrılık şerbeti zehir içilmez

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yâre ver.

Felek sen mi kaldın bana gelecek

Akıttın göz yaşım kimler silecek

Kerem'e dediler Aslı'n gelecek

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yâre ver.

Kayseri'de musalla taşı üstünde bir cenaze görürler. Kerem cenazeye şunları söyler:

Mal sahibi nice gördün halini

Felek pençesine düşmüş gidersin

Beğenmezdin türlü libas giymeyi

Şimdi uryan ceset olmuş gidersin.

Tutmaz idin bir fakirin elini

Sormaz idin yoksulların halini

Haram helâl kazandığın malını

Şu fâni dünyaya dökmüş gidersin.

Malın vardı yükseklerden uçardın

Meclisler kurup da bâde içerdin

Atın binip sağa sola koşardın

Şimdi kara yere koşmuş gidersin.

Dertli Kerem eder nic' olur halim

Bana senden oldu ey kanlı zalim

Hiç vâdeye bakmaz erişir ölüm

Ecel şerbetini içmiş gidersin.


**GÖKÇEN**
Kapalı
23 Ocak 2009 13:59

Divan edebiyatında birçok şairin mesnevilerine de konu olan bu aşk öyküsü Kur'an-ı Kerim'de "öykülerin en güzeli "diye isim bulmuştur . Yusuf sûresinde 98 âyet (4-101), Yusuf Peygamber'in ibretli hayat hikâyesinden söz eder.

Buna göre Yusuf Peygamber'in on bir erkek kardeşi vardır. Olağanüstü bir güzelliğe sahip olan Hz.Yusuf babası tarafından çok sevilmektedir. Onu kıskanan kardeşleri gezinti için kıra götürürler ve kuyuya atarlar. Babalarına ise kanlı elbiselerini gösterip, onu kurdun yediğini söylerler. Yoldan geçen bir kervan, su çekerken Yusuf'u bulur ve Mısır'da Hazine Bakanı olan Azîz'e köle olarak satarlar.

Sarayda ihtimamla yetişen Hz.Yusuf 'a Azîz'in karısı Züleyha aşık olur ve onu yasak ilişkiye çağırır.Hz.Yusuf ona şöyle cevap verir: "ALLAH'a sığınırım. Efendim bana iyi baktı. Doğrusu zulüm yapanlar kurtuluşa eremez." Yüce ALLAH, o arada Hz.Yusuf'un da Züleyha'yı arzuladığını, ancak ihlâslı bir kul olması yüzünden Yusuf'un bu kötülük ve fuhuştan korunduğunu belirtir.

Eşinin haksız olduğunu tespit eden Azîz, olayın hiç bir şey olmamış gibi kapanmasını istemişse de, dedikodunun önü alınamamıştır. Bunun üzerine Züleyha dedikodu yapan hanımları yemeğe davet etmiş ve Yûsuf'u onların yanına çağırarak, şaşkınlık içinde meyve bıçakları ile ellerini kestiklerini görmüştür. Bununla, âşık olmakta haklı olduğunu göstermeye çalışan Züleyha, Yusuf'un kendisine ilgi göstermemesi üzerine onun hapse atılmasını istemiştir.

Güzel bir kadının cinsel isteklerine uymak yerine yıllarca hapiste kalmayı tercih eden Hz.Yusuf bu konuda şöyle dua etti: "Rabbim, bana göre zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum." Rabbi onun duasını kabul etti ve onların düzenlerini ondan savdı.

Mısır hükümdarı bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Yorumcular bu rüyaya anlam veremediler. Bu arada zindanda bulunan Hz.Yusuf isabetli rüya yorumları ile ün yapmıştı. Kral onu yorum için saraya çağırdı. Ancak Yusuf, Züleyha konusunda iftiraya uğradığını, bu eski davanın görülerek sonuca bağlanmasını istedi. Böylece temize çıktıktan sonra rüyanın yorumunu yapabileceğini söyledi. Gerçekten sorguya çekilen Züleyha ve dedikoducu kadınlar doğruyu söylediler. Hz.Yusuf belge ve delillerle temize çıkınca rüyayı şöyle yorumladı:

Yedi yıl çok bolluk, ondan sonra da yedi yıl kıtlık yılları gelecek. Kral, tedbir olarak ne yapmak gerektiğini sorunca Hz.Yûsuf, ekonomik ve mali işlerin başına kendisi getirildiği takdirde bu kıtlık ve darlık yıllarına çare bulabileceğini söyledi.Bu göreve getirilen Hz.Yusuf , ilk bolluk yıllarında halkı tasarrufa teşvik etti, tüm fazla hububatı depolara yerleştirdi. Bu arada, halk ellerindeki altın, gümüş gibi değerli eşyasını da Hz.Yusuf 'un emanet depolarına teslim etmişti. Bunların eline emanet bıraktıkları şeylerin miktar ve niteliklerini belirten makbuzlar veriliyordu. İşte bu makbuzlar J. Dobretberger gibi iktisatçıların belirttiği gibi M. Ö. 1600 yıllarında Ortadoğu' da elden ele kâğıt para gibi dolaşmaya başlar.

Rivayete göre Mısır Melik'i Hz. Yusuf'a taç giydirmiş, kılıç kuşatmış ve inci ile yakut işlemeli bir taht yaptırmıştır. Ancak Hz.Yusuf son ikisini kabul etmekle birlikte, taç giymeyi kendisinin ve atalarının giydiklerinden olmadığını söyleyerek reddetmiştir. Ülke kısa sürede Hz.Yusuf 'un adaletli yönetimi ile onun nüfuz ve iktidar alanına girmiştir. Bu arada Hazine Bakanı Aziz vefat etmiş, eşi Rail, diğer adı ile Züleyha, Melik tarafından Yusuf'la evlendirilmiştir. Bir mucize olarak gençleşen Züleyha, kocası iktidarsız olduğu için kız olarak Yusuf'la gerdeğe girmiştir. Bunun üzerine Yusuf Züleyha'ya "Bu şekilde meşru olarak evlenmemiz senin haram olarak istediğinden daha iyi değil mi?" diyerek helal ile haram arasındaki farka dikkat çekmiştir. Züleyha'nın Yusuf'tan Efrâim ve Menşa adlarında iki oğlunun dünyaya geldiği nakledilir...


karakocali
Kapalı
23 Ocak 2009 19:00

:))

bakalım sevgimizi aşkımızı anlatamadık O na

yazıya dökebilirsek inaşallah. tarih kaydederse torunalrımız görür belki .....:))


**GÖKÇEN**
Kapalı
24 Ocak 2009 10:39

:)

ne demişler aşık olmak hoştur amma mecnun olmak başkadır başka :)

eeee sayın ali sizde sanırım bu haliyeti ruhiyet içinde bir mecnunsunuz:))

neydi aşk

aşk;içinden koparıp atamadığın nefesin yaşadığın her dem seninle...aldığın her nefeste güçlenir o aşk!!

bedenin hareketsiz ruhun senden ayrılana dek o içinde sakladığın son nefes sana hoşçakal diyene kadar aşıksın ey arkadaş çare yok ilaç yok merhem yok!!!

ölüm bir kaçış olmasada bu yalan dünyanın tek gerçeği,tıpkı leyla ve mecnunun hikayesindeki gibi...ne kaçışlar yeter ne yakarışlar ne feryatlar ne figanlar......

evet budur:)

gökçenden yorum...


trtato
Şef
24 Ocak 2009 11:50

selamm.ferhat ile şirin i,arzu ile kamber i de yaz da tam super ossun gökçe çiçeğim:)


çocuuk
Müsteşar
24 Ocak 2009 15:39

fuzuliden...

Aşk imiş her ne var alemde /

İlim bir kil ü kal imiş

...

Hasılım yoh ser-i küyunda beladan gayrı /

Garazım yoh reh-i aşkında fenadan gayrı

...

Eyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir /

Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir

...

Dest busi arzusıyle ger ölsem dustlar /

Kuze eylen toprağım sunun anınla yare su

...

Ya rab bela-yı aşk ile kıl müptela meni /

Bir dem bela-yı aşktan etme cüda meni

...

hele hele bu beyit....

Mende Mecnundan füzun aşıklık isti'dadı var / Aşık-ı sadık menem Mecnunun ancak adı var


**GÖKÇEN**
Kapalı
25 Ocak 2009 18:01

tato arkidişim eee ekle sende daa hep hazırcısın hee:)))


trtato
Şef
25 Ocak 2009 23:54

haklısın Gökçe çiçeğimm:)))

"Yusuf ile Zuleyha" hadisesi gerçektir.zira Kur'an-ı Kerim de geçmektedir.Allah kuru iftiradan saklasın."ağlar Yakup ağlar-'Yusuf um' diye-gitti de gelmedii-vah yavrum diye"şeklinde devam eden ilahilerimiz mevcuttur.yani babası Hz.Yakup yıllarca sevgili oğlu Hz.Yusuf u aramış.

hayırlı geceler...


neolcakki
Kapalı
26 Ocak 2009 00:57

Kelile ile Dimne,

Edi ile Büdü,

Temel Reis ile Safinaz,

Pikaçuyla Eğiticisi,

Pamuk Prensesle platonik 7 cücesi,

Şirin ile Şirine,

Tweetyle Kedi,

Yakariyle Atı,

Clémentine ile baloncuğu,

He-man ile She-ra,

Bay Frodo ile yüzüğü,

Ying ile Yang,

Kahve ile krema..


**GÖKÇEN**
Kapalı
26 Ocak 2009 11:24

ne olcakki devamını bekleriz:)))


neolcakki
Kapalı
26 Ocak 2009 16:54

tamam madem başlığını sabote ettiğimi düşünmeyip latifemi olgunlukla karşıladın yazayım o zaman;

-Allah (CC) ile Hz.Muhammed (SAV),

-Hz.Ali ile Zülfikar,

-Hasan ile Hüseyin,

-Hüseyin ile Kerbela,

-Hz.Ebubekir ile Sıddık,

-Hz.Ömer ile adalet,

-Hz.Osman ile takva,

-Hz.Ali ile imamet,

-Mustafa ile Kemal

-Mouse ile mousepad,

-don ile atlet,

-Cumhuriyet ile laiklik,

-İsrail ile vahşet,

-İstanbul ile yeditepe,

....


**GÖKÇEN**
Kapalı
26 Ocak 2009 17:34

aklımın uc bölgesine dahi gelmedi burası tarih forumu hayata dair değil:)

neyse senin aşıklar iyimiş fare ile farepedini tuttum:)


trtato
Şef
26 Ocak 2009 17:38

Fred ile Ginger ;)))


**GÖKÇEN**
Kapalı
26 Ocak 2009 17:44

o kim yavs tatocu:?


trtato
Şef
27 Ocak 2009 16:42

60-70 yıl önce.ABD.sinemada.muthiş bir ikili oluşturan çift.

Fred Astaire.Ginger Rogers.müzikallerde özellikle.çok başarılı olmuşlar.


karakocali
Kapalı
27 Ocak 2009 16:54

karagöz ile hacivat

.........:)) konu dağılmasın ben ana yoluna doğru yönlendireyim.....:))

bülent ile rahşan....:)) he he he

Toplam 91 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi