Editörler : crops35
03 Mayıs 2004 02:33

İDARİ YARGI KARARI UYGULANMAYANLAR NE YAPMALIDIR?
Bu noktadan sonra kanaatime göre şu tespitleri toparlamakta yarar var;

1- Kamu bankaları personeli Anayasa ve kanunlarda (veya Yeşil pasaport Kararında) belirtildiği şekilde DİĞER KAMU PERSONELİDİR.

2- Kamu Bankaları Yönetim Kurulu Üyelerinin İFP ile ilgili işlemlerden dolayı Kamu Personeli gibi yargılanmalarına imkan yoktur(4743 sayılı Kanunun Geçici 1. Maddesi). Ancak özel hukuk hükümlerine göre yargılanabilirler.

3- Kamu Bankaları personelinin (alınan Yargıtay Kararları çerçevesinde) TCK tatbikatında DEVLET MEMURU sayılmayacağı anlaşılmaktadır.

4- özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yeri İDARİ YARGIDIR(Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 22.1.1996 günlü, E: 1995/1, K: 1996/1 sayılı kararı ve buna dayanan emsal kararlar).

Bu tespitlerimden sonra mevcut duruma bakalım;

1- Dönüş arkadaşımın belirttiği üzere, daha önce C.Savcılıklarına TCK 228. Maddesi (Devlet Memurlarının mahkeme kararlarını uygulamaması) ile ilgili suç duyurusunda bulunan arkadaşlarımız sonuç alamamışlardır. Çünkü mahkeme kararlarını uygulamayarak görevlerinde savsama gösteren Kamu Bankaları personeli DEVLET MEMURU değildir. Kanımca bu konuda, C.Savcılıkları tarafından doğrudan dava açılmasında Kamu Yararı görülmemiştir.

2- Mahkeme Kararlarını süresi içinde uygulamayan İdare ve İdareciler aleyhine, İYUK 28. maddesi 3. ve 4. fıkraları gereği maddi ve manevi tazminat davası açılabilmektedir. Emsal Kararlar göz önüne alındığında, bu davaların kazanılma olasılığı yüksektir.

İDARİ YARGI KARARLARI HİÇE SAYILANLAR NE YAPMALIDIR?

Bu konuda değişik görüşler olacaktır. Akyol/G.antep Şubesinde dava kazandıktan sonra tekrar İFP olarak DPB na bildirilen arkadaşımızın olayına benzer uygulamalara, bundan sonra sık sık rastlayacağımız anlaşılıyor. Bu uygulamaların engellenmesi ve sonuca ulaşılmasında etkili olabileceğine inandığım şu yolların takip edilmesinde yarar vardır.

1- İlk olarak; başta tekrar İFP bildirildiğine ilişkin yazıyı iletenler ile ilgili Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Murahhas Aza, Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Başkanı hakkında (C.Savcılığına suç duyurusunda bulunmak yerine) adli yargıda dava açılmalıdır. Bu kişilerin fiilleri ?İdari Yargı kararlarını uygulamamak?tır. Bu fiil TCK 526. maddesine temas ettiğinden, hapis cezasını da gerektirmektedir. Hangi kişilerin Yargı Kararını uygulamadığını, yapılacak araştırmadan sonra zaten adli yargı tespit edecektir. Bu 2 kişi olur veya 5-6 kişi olur. Bunu bilemeyiz.
Kanımca takibinde Kamu yararı görülmediği veya ?takibi şikayete bağlı suç? niteliğinde olduğu varsayımı ile C.Savcılıkları tarafından takipsizlik kararı verilmiştir.
Ancak şahsi dava açılması halinde fiilleri nedeniyle TCK 526 maddesi gereği cezalandırılacakları inancındayım. Bu çok önemli ve caydırıcı bir uygulama olacaktır. Bu fiilin hangi maddeye temas ettiği, Adli Yargı tarafından en doğru şekilde tespit edilecektir. Adli Yargıda açılacak davalarda Yargıtay Kararlarını (T.C. YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ E. 2000/4198 K. 2000/5045) koymada yarar olabilir.
DPB da, Bankaca gönderilen yazıyı iade etmez ve başka bir Kuruma atama yaparsa, DPB ilgili personeli hakkında da aynı davayı açmak gerekir. Bu personelin fiili TCK 228 maddesine temas eder, kanısındayım.
Yalnız burada bir sorun oluşabilir. Bir fiil hakkında Özel Kanunlarında hüküm bulunması ve müeyyide olması durumunda(İYUK 28/3,4), daha genel bir Kanuna göre ceza verilmeyebilir.

2- İYUK nun 28. maddesi 3. fıkrası gereğince, İdari Yargıda BANKA ALEYHİNE maddi ve manevi tazminat davası açılmalıdır.

3- İYUK nun 28. maddesi 4. fıkrası gereğince Kararı yerine getirmeyen BANKA PERSONELİ(ilgili Murahhas Aza, Genel Müdür Yardımcısı, Daire Başkanı ve Bölüm Müdürü) hakkında AYRICA TAZMİNAT DAVASI açılmalıdır. DPB personeli için de aynı dava açılabilir, kanısındayım.

4- Banka aleyhine açılan tazminat davası kesinleştikten sonra, Bankayı zarara uğratan YETKİLİLER HAKKINDA suç duyurusunda bulunulmalıdır(bu konuda suç duyurusunda bulunacağını Sn.İlter Ertuğrul zaten beyan etmiştir).


Bu konularda diğer arkadaşlarımızın da yorumlarına ihtiyaç vardır, kuşkusuz.








Edited by kupa on 03/05/2004 02:46:31 AM

donus
Daire Başkanı
03 Mayıs 2004 11:48

kupa arkadaş bugün yenişafak gazetesinde yayınlanan haberin sonuna bak
banka eski yönetim kurulu için devlet memuru olmadıklarından TCK 510 hizmet nedeni ile emniyeti suistimalden dava açılıyor,ama şube müdürü için TCK 240 yani devlet memurlarına uygulanan görevi kötüye kullanmadan dava açılmış..acaba niye?galiba aynı savcı bazı arkadaşlarımıza takipsizlik kararı veren savcı mı banka yöneticileri devlet memuru değil diyerek?
yenişafak
Halkbank'a iki batık kredi davası daha

Aralarında eski Genel Müdür Yenal Ansen'in de sanık olarak bulunduğu iki yeni davada, Ansen dahil, banka yöneticileri hakkında 1'er buçuk yıldan 7'şer yıla kadar ağır hapis cezaları isteniyor.


Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, eski Türkiye Halk Bankası Genel Müdürü Yenal Ansen'in de aralarında bulunduğu 9 yönetici hakkında, Aksan Ev Gereçleri Sanayi ve Ticaret A.Ş ile Transtürk Holding A.Ş'ye usulsüz kredi verdikleri iddiasıyla 1 yıl ile 7 yıl 6 ay arasında değişen hapis cezaları istemiyle dava açtı.

Cumhuriyet Savcısı Abdullah Ayhan Şan, Halk Bankası Genel Müdürlüğü avukatlarının suç duyurusu üzerine başlattığı soruşturmaları tamamlayarak dava açtı.

Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi'ne, Aksan Ev Gereçleri Sanayi ve Ticaret A.Ş'ye tahsis edilen kredilerle ilgili olarak açılan davanın iddianamesinde, bankanın Merter Şubesi ile şirket arasındaki kredi ilişkisinin 27 Şubat 1997 yılında başladığı, çeşitli tarihlerde verilen kredilerin geri ödemesini yapamaması üzerine şirket aleyhinde yasal işlemlere başvurulduğu belirtilerek, firmanın iflası dolayısıyla oluşan 6.6 trilyon tutarındaki banka alacağının, teminatlarla ancak 1.5 trilyon liralık kısmının karşılanabileceği, 5 trilyonluk miktarın tahsil imkanın kalmadığının anlaşıldığı kaydedildi.

İddianamede, firmanın dönem varlıklarıyla kısa vadeli borçlarını karşılayamadığı, mevcut işletme sermayesinin negatif olduğu, toplam aktiflerinin yüzde 80-90 oranında banka kredileriyle finanse edildiğine yer verildiği kaydedildi. Borç baskısı yüksek olan firmanın müşterilerini, ortaklarını ve stoklarını banka kredileriyle finanse ettiği görüşüne dikkat çekildi. Şirkete her seferinde, bankanın Ticari Krediler ve Teminat Mektupları Uygulama talimatına aykırı kredi tahsis edildiği savunulan iddianamede, teminat alınmasında da gereken hassasiyetin gösterilmediği ileri sürüldü.

Şirket lehine tahsis edilen 1.4 milyon Alman markı tutarındaki kredi için, ekspertiz değeri 240 milyar lira olan ve daha önce banka adına 212 milyar lira üzerinden ipotek edilen taşınmaz üzerine, ikinci derece ipotek konulmasıyla yetinildiğine dikkat çekilen iddianamede, aynı taşınmazın ikinci kez teminat kabul edilerek değerin çok üstünde kıymetlendirildiği ifade edildi. İddianamede, şirkete 1997-2000 tarihleri arasında usulsüz olarak kredi verildiğinin saptandığı kaydedildi.

Eski Genel Müdür Yenal Ansen, eski yönetim kurulu üyeleri Ali İhsan Elgin, Hasan Özcan, Halil Sarıaslan, Turan Kalaycıoğlu, Osman Nuri Ertuğ hakkında, Türk Ceza Kanunu'nun "emniyeti suiistimal" suçunu düzenleyen 510 ve "müteselsil suçlar" hükmünü içeren 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 6'şar aydan 7 yıl 6'şar aya kadar hapis talep edilen iddianamede, eski Ticari Krediler Müdürü Muazzez Ela ve eski Fon Kredileri Müdürü Hamit Uğur Kınay ve eski Merter Şubesi Müdürü Dursun Dursun hakkında ise TCK'nın "görevi kötüye kullanma" fiilini içeren 240 ve 80. maddeleri uyarınca 1 yıl 6'şar aydan 4 yıl 6'şar aya kadar hapis istendi.




Edited by donus on 03/05/2004 12:03:52 AM

kupa
Müsteşar Yardımcısı
03 Mayıs 2004 14:23

Arkadaşım, haberde dikkat edersen 'İddianamede, şirkete 1997-2000 tarihleri arasında usulsüz olarak kredi verildiğinin saptandığı kaydedildi' deniyor. Bu tarihlerde benim toparlamaya çalıştığım mevzuat hükümleri yürürlükte değil.
Usulsüz kredi kullandırma ve benzeri hususlar, 1997-2000 döneminde 233 ve 399 sayılı KHK çerçevesinde değerlendiriliyordu. Bankanın para ve para hükmündeki evrak ve senetleri vesair malları üzerinde suç işlerlerse Devlet Memuru gibi cezalandırılıyordu. C.Savcısının TCK 240 çerçevesinde durumu değerlendirmesi gayet normal. Çünkü Bankanın parasını batırmışlar. Bu suçu şimdi işleseler TCK 508, 510 (Hizmet nedeniyle Emniyeti Suistimal) maddelerinden yargılanmaları gerekir kanımca.
Sonuç olarak benim değerlendirmelerim, 2001 ve sonrası içindir. Bizi de ilgilendiren olaylar bu tarihlerde gerçekleşmiştir.

donus
Daire Başkanı
03 Mayıs 2004 14:35

kupa arkadaş seninde belirttiğin üzere
"2- Kamu Bankaları Yönetim Kurulu Üyelerinin İFP ile ilgili işlemlerden dolayı Kamu Personeli gibi yargılanmalarına imkan yoktur(4743 sayılı Kanunun Geçici 1. Maddesi). Ancak özel hukuk hükümlerine göre yargılanabilirler. "
buradan şu sonucu çıkarabilirmizyiz mu istisna yalnız banka yönetim kuruluna tanınmış yani işveren olarak,diğer peresonel ise kamu personeli olarak yargılanabilir mi?
benim buarada yayınladığım savcının iddianamesindeki halkbank eski yöneticileri için TC 510 ve şube müdürleri için TCK 240 acaba bu hususdan mı kaynaklanıyor
o zaman mahkeme kararını uygulamayan banka yönetim kurulu üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulmayarak yalnız banka genel müdürü ve işlemde imzası bulunan yöneticiler hakkında suç duyurusun da bulunabilir miyiz bence denenmesi gerekir.

donus
Daire Başkanı
03 Mayıs 2004 14:46

o zaman bir konuyu daha açıklığa kavuşturmak gerekiyor
bakın 1994 yılında yürürlüğe giren ve hala yürürlükte olan 4046 sayılı özelleştirme kanunun 13.maddesinde imtiyaz hisselerinden bahsedilmektedir.yani kamu bankaları özelleştirilse de kamunun yani hazinenin imtiyazlı hissesi olacakdır.bu durumda şunuda tartışabilirmiyiz zaten halk ve ziraat bankası 4046 sayılı yasa ya doğal olarak tabi ve bu yasaya tabi kuruluş yöneticileri de bu hükümlere tabi değil midir?

Stratejik Konu ve Kuruluşlar ile İmtiyazlı Hakların Belirlenmesi

Madde 13 - Özelleştirme programına alınan kuruluşlarla ilgili olarak;

a) Stratejik sayılacak konu ve kuruluşları tespit etmeye,

b) Tekelleşmenin önlenmesi de dahil, ekonomi ve güvenlik ile ilgili olarak milli yararın korunması amacıyla, (a) bendi gereğince tespit edilecek stratejik kuruluşlardaki kamu payının % 50`nin altına düşmesi durumunda bu kuruluşların yetkili kurullarında alınacak kararlarda söz ve onay hakkı verecek imtiyazlı hisselerin miktarını ve bu paylara dayanarak Devletin sahip olacağı imtiyazlı hakları belirlemeye, imtiyazlı hisselerin miktarını ve bunlarla ilgili imtiyazlı hakları değiştirmeye, stratejik konu ve kuruluş olarak tespit edilenleri bu kapsamdan çıkarmaya,

Kurul yetkilidir.

Şu kadar ki, aşağıda belirtilen kuruluşların sermayelerinin % 49`undan fazlasının özelleştirilmesine karar verilmesi halinde bu kuruluşlarda imtiyazlı hisseler oluşturulması zorunludur;


- Türk Hava Yolları A.O.,

- T.C. Ziraat Bankası,

- Türkiye Halk Bankası A.Ş.,

- T.M.O. Alkoloid Müessesesi,

- Türkiye Petrolleri A.O.
Geçici Madde 3 - Kamu Bankalarının (T.C. Merkez Bankası, T.C. Ziraat Bankası, T. Halk Bankası ve Eximbank hariç) özelleştirmeye hazırlık işlemleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde tamamlanır.



donus
Daire Başkanı
03 Mayıs 2004 14:56

burada yayınladığım savcının yargılanması için danıştaya yaptığı müracaat sonucunda yasa değişiklilkleri sanık lehine olduğu gerekcesi ile o tarihdeki banka yönetim kurulu üyelerinin cezalarını TCK 240 dan 510 a döndürmüştü.yani b u savcı iddianamesindeki fiiller de 2001 yılından evvel işlenmiş fiiller ama banka yönetim kurulu için TCK 510
şube müdürü için TCK 240..bu ayrıma savcı niye gitti acaba?

kupa
Müsteşar Yardımcısı
03 Mayıs 2004 15:35

Dönüş arkadaşım, BENCE 'SUÇ DUYURUSUNDA BULUNMA' HAKKINI HİÇ KULLANMAYALIM. Kovuşturulmasında Kamu Yararı görülmediğinden veya takibi şikayete bağlı suç niteliğinde olduğundan C.Savcılığı doğrudan dava açmayacaktır. Daha önce meydana gelen ve senin bize aktardığın olaylar bu savımı doğruluyor. Ağır Ceza Mahkemeleri de (en yakın yer Ağır Ceza Mahkemesi olmak zorunda, örneğin Ankara'da suç duyurusunda bulunulmuşsa ve takipsizlik kararı verilmişse, buna itiraz Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmektedir) genelde bu itirazları aynı sebepten reddedecektir.

ADLİ YARGIYA BAŞVURARAK DOĞRUDAN BİZ DAVA AÇALIM. Yargı kararlarını uygulamamak şeklindeki fiillerinin de, Anayasamıza, TCK'na aykırı olduğunu ve TCK 526. maddesine temas ettiğini vurgulayalım. Bir avukat aracılığı ile olursa, daha usule uygun açılmış olur. Örneğin avukatlar bu davalarda pek madde numarasını belirtmezler. Biraz da bize bu uygulamayı reva görenler dava ve mahkemelerle uğraşsın, gidip gelsinler. Biz yeterince gittik.

Bu maddelerden birilerini mahkum ettirirsek, tecil edilse bile bir daha böyle bir uygulamaya cesaret edemezler. Çünkü tekerrürden cezaları katlanacağı için korkunç ceza alırlar

Ayrıca ilk cevabımda belirttiğim, İdari Yargıda, idare ve idareciler hakkında maddi ve manevi tazminat davasını mutlaka açmalıyız(İYUK 28/3,4). Bu da çok önemli, arkasından (Banka da gereksiz yere tazminat ödeyeceği için) Kamu Bankalarını zarara uğratmaktan suç duyurusunda bulunulup, TCK 510 a göre yargılanmalarını sağlayabiliriz.

İkinci soruna (halk ve ziraat bankası 4046 sayılı yasa ya doğal olarak tabi ve bu yasaya tabi kuruluş yöneticileri de bu hükümlere tabi değil midir?) gelince; genel anlamda ve bazı konularda tabi olsalar bile, bu Kanundan sonra çıkan 4684 ve 4743 sayılı Kanunlarda bazı icraatleri 'özel hukuk hükümlerine tabi kılınarak' istisna getirilmiştir. Sonraki Kanunların da uygulama önceliği vardır.

kupa
Müsteşar Yardımcısı
03 Mayıs 2004 16:49

Dönüş arkadaşım, son sorunu cevaplarken çok gerekli olan 399 sayılı KHK nin 11.maddesini aynen aşağıya alıyorum.

Teşebbüs Personelinin Yükümlülük ve Sorumlulukları

Madde 11 - Teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel müdür, müessese müdürü, yönetim ve danışma kurulu veya yönetim komitesi üyeleri ile her çeşit personeli;

Teşebbüs ve bağlı ortaklıklara verilen sermayeyi ve sağlanan diğer kaynakları verimlilik ve karlılık esaslarına göre kullanmak ve değerlendirmek hususunda gereken gayret ve basireti göstermekle sorumlu ve yükümlü olup, görevleri ile ilgili olarak mensup oldukları teşebbüs ve bağlı ortaklığa verdikleri zarardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabidirler.
(İptal: Ana.Mah.?nin 4/4/l991 tarih ve E.1990/12, K.1991/7 sayılı Kararıyla; yeniden düzenleme: 5/2/1992-3771/3 md.) Teşebbüslerin ve bağlı ortaklıkların paralarına ve para hükmündeki evrak ve senetlerine ve diğer mevcutlarına karşı işledikleri suçlar ile bilanço, tutanak, rapor ve benzeri her türlü belge ve defterleri üzerinde işledikleri suçlar ile ifa ettikleri görevlerinden doğan suçlardan dolayı memur sayılarak haklarında Türk Ceza Kanununun 2 nci kitap üçüncü ve altıncı baplarındaki hükümler uygulanır.
(İptal: Ana.Mah.?nin 4/4/1991 tarih ve E.1990/12, K.199l/7 sayılı Kararıyla; yeniden düzenleme: 5/2/1992-3771/3 md.) Görevlerini yaptıkları sırada öğrendikleri gizli bilgileri, görevden ayrılmış olsalar bile, yetkili amirin izni olmadan açıklayamazlar. Aksi halde haklarında Türk Ceza Kanununun 229 uncu maddesi hükümleri uygulanır.
Görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı teşebbüs genel müdürü ve yönetim kurulu üyeleri hakkında takibat yapılabilmesi için ilgili Bakanın izni alınması şarttır.

Son cümlede, Banka Genel Müdürü ve YKÜ hakkında takibat yapılabilmesi için ilgili Bakanın izninin alınması şartı var. Bu şart herhalde yerine getirilmiştir, diye düşünüyorum.
Ayrıca, 'savcının yargılanması için danıştaya yaptığı müracaat sonucunda yasa değişiklikleri sanık lehine olduğu gerekcesi ile o tarihdeki banka yönetim kurulu üyelerinin cezalarını TCK 240 dan 510 a döndürmüştü' diyorsun ama aşağıda belirttiğim TCK 240 ve 510. maddelerine bakarsan, TCK 510. maddesinin daha uzun süreli hapis cezasını içerdiğini göreceksin.

Madde 240 - (Değişik: 12/6/1979-2248/19 md.) Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.

Madde 510 - Geçen iki maddede yazılı cürümler meslek ve sanat veya ticaret veya hizmet sebebiyle veya emanetçi sıfatiyle veyahut idare etmek için kendisine tevdi olunan veya teminat olarak teslim edilen şeyler üzerinde yapılırsa faili hakkında bir seneden beş seneye kadar hapis cezası tertip olunur ve şikayetname itasına hacet kalmaksızın takibat yapılır.

Bu iki maddeyi incelersek; her iki maddedeki fiillerin de, C.SAVCILIĞI TARAFINDAN DOĞRUDAN TAKİBİ GEREKEN SUÇLARDAN olduğunu görüyoruz. Yalnız 240 da memuriyetten süreli veya temelli yasaklanma hükmü de var. Ancak en önemli ayrım;
240 da 'bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası,cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis cezası' ,
510 da 'bir seneden beş seneye kadar hapis cezası'
var.
Bana göre TCK 510 daha ağır cezayı içeriyor. Zaten gazete haberinde de;
Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyeleri için '1 yıl 6'şar aydan 7 yıl 6'şar aya kadar hapis'
diğer personel için '1 yıl 6'şar aydan 4 yıl 6'şar aya kadar hapis'
cezası istenmektedir. Azami cezalar bakımından fahiş bir farklılık olduğu göze çarpmaktadır(TCK 80 Tekerrür maddessinden cezalar yükselmiştir).

Bana göre, C.Savcılığının bu iddianamesi, YKÜ ni daha ağır bir cezaya çarptırılmalarını sağlayacaktır. Lehlerine bir durum olduğunu söylemek imkansızdır. Bu konuda dava görülürken ACMahkemesinde çok değişik görüşler oluşabilir. Belki de ilgili Bakanın izni olmaksızın dava açılabilmesine olanak sağlanmak için, YKÜ ne TCK 510 dan dava açılmış olabilir. Eğer izin alınmamışsa, YKÜ nin yine de yargılanma ihtimallerinin az olduğunu düşünüyorum.


hukuk devleti
Genel Müdür
03 Mayıs 2004 18:44

T.C.
YARGITAY
4. CEZA DAİRESİ
E. 1996/2983
K. 1996/3897
T. 6.5.1996
? EĞİTİM TESİSİ YÖNETİCİSİ MEMUR ( S.S.K Personeli )
? KAMU GÖREVİ ( SSK. Personeli )
? S.S.K.
? GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMA
765/m.279, 510, 240, 20
ÖZET : Sosyal Sigortalar Kurumu Eğitim Tesisi yöneticisi olan sanığın, yaptığı hizmet kamu görevi niteliğinde bulunmadığından, TCK.nun 279. maddesi karşısında memur sayılmaması gerekir.
DAVA VE KARAR : Görevde yetkiyi kötüye kullanma suçundan sanık Bayram Kankal hakkında TCY.nın 240/1-son, 647 sayılı Yasanın 4-6. maddeleri uyarınca sanığın 1.985.000 lira ağır para cezasıyla hükümlülüğüne, 6 ay süre ile memurluktan yoksun bırakılmasına, cezalarının ertelenmesine ilişkin ANKARA Asliye 2. Ceza Mahkemesinden verilen 1993/929 Esas, 1995/451 Karar Sayılı ve 12.6.1995 tarihli hükmün temyiz yoluyla incelenmesi katılan İdare vekili ile sanık Bayram Kankal müdafii tarafından istenilmiş ve temyiz edilmiş olduğundan; Yargıtay C.Başsavcılığının 9.4.1996 tarihli bozma isteyen tebliğnamesiyle 15.4.1996 tarihinde daireye gönderilen dava dosyası, başvurunun nitelik ve kapsamına göre görüşüldü.
YARGITAY 4.CEZA DAİRESİ KARARI:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- Sosyal Sigortalar Kurumu Kavaklıdere Eğitim Tesisi Yöneticisi olan sanığın yaptığı hizmet kamu görevi niteliğinde bulunmadığından T.C.Yasasının 279. maddesi karşısında memur sayılmadığı ve eyleminin anılan Yasanın 510. maddesinde öngörülen suçu oluşturup oluşturmadığı tartışılmadan, yazılı biçimde hüküm kurulması,
2- Kabule göre; gerekçesi gösterilmeden ve T.C. Yasasının 20. maddesi gözetilmeden, memurluktan yoksun kılınma cezasının alt sınırın üzerinde belirlenmesi,
SONUÇ : Yasaya aykırı ve katılan İdare vekili ile sanık Bayram Kankal müdafiinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerin görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak

Türk Ceza Kanunu,
MADDE 228
(Değişik: 5/1/1961 - 235/2 md.) Devlet memurlarından her kim bir şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suiistimal ile kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya yapılmasını emreder veya ettirirse altı aydan üç seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu muamelede hususi maksat veya siyasi saik veya sebep mevcut ise cezası üçte birden yarıya kadar artırılır.
MADDE 240 -
(Değişik: 12/6/1979 - 2248/19 md.) Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.

MADDE 510 -
Geçen iki maddede yazılı cürümler meslek ve sanat veya ticaret veya hizmet sebebiyle veya emanetçi sıfatiyle veyahut idare etmek için kendisine tevdi olunan veya teminat olarak teslim edilen şeyler üzerinde yapılırsa faili hakkında bir seneden beş seneye kadar hapis cezası tertip olunur ve şikayetname itasına hacet kalmaksızın takibat yapılır.

T.C. Anayasası
MADDE 128. ? Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

T.C. Anayasasın 68. Madde 5 Paragrafında. da ?Kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri? ayrıca aynı konu T.C. Anayasasının 76. madde de belirtilmektedir.

kamu bankaları
1) 631 sayılı kararnameye dahil edilmiştir.
2) 4389 Kanunun 15/3. maddesinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında kanun hükümlerine yer verilmiştir. 5020 sayılı Kanun?un 5. EK MADDESİ ile kamu bankaları da (tasfiye halindeki Emlak Bankası A.Ş. dahil) 6183 sayılı Amme Alacaklarının takip ve tahsil hükümlerine tabi kılındığından kamu bankalarında çalışan personel 6183 kapsamında değerlendirildiğinden kamu personelidir.
3) kamu bankalarının %100 sermayesi kamu'ya aittir.

kamu bankalarında çalışan bana göre personel kamu personelidir. TCK.'nun 228 veya 240 Maddelerinden yargılanmaları gerekiyor.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARI
Karar Numarası : 1999-38
Esas Numarası : 1999-32
TÜSTAŞ YÖNETİM KURULU KARARI İLE GÖREVİNE SON VERİLEN KAPSAM DIŞI PERSONELİN, HİZMET SÖZLEŞMESİNDEN DOĞAN PARASAL HAKLARININ TAZMİNİ İSTEMİYLE AÇTIĞI DAVANIN, İDARE HUKUKU İLKELERİNE GÖRE İDARİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİNİN GEREKİR
Karar Tarihi : 06-12-1999
KARAR
Davacı: O.B.
Vekili: Av. M.A.
Davalı: TÜSTAŞ, Türkiye Sınai Tesisler A.Ş.
Vekili: Av. B.V.

OLAY : Davalı Şirketin Genel Müdürü olarak görev yapmakta iken, Şirket Yönetim Kurulunun 27.10.1995 tarih ve 1976 sayılı kararıyla görevine son verilen davacı, 1.11.1994 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere akdedilen hizmet sözleşmesi hükümleri gereğince, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 15,000,000.- TL. ücret, 5,000,000.- TL. kıdem tazminatı, 5,000,000.- TL. ihbar tazminatı, 5,000,000.- TL. kar payı ve 5,000,000.- TL. izin ücreti olmak üzere toplam 35,000,000.- TL. tutarındaki parasal haklarının, yasal faiziyle birlikte davalı Şirketten tahsiline hükmedilmesi istemiyle, 24.4.1996 gününde adli yargı yerine dava açmıştır.

ANKARA 6. İŞ MAHKEMESİ; 26.1.1998 gün ve E: 1996/831, K: 1998/5 sayı ile, dosyadaki bilgi ve belgelerden, özelleştirme kapsamına alınan kamu kuruluşunda kapsam dışı personel statüsünde çalıştığı saptanan davacı ile kurumu arasındaki ilişkiden kaynaklanan alacak iddiasıyla açılan davanın, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu'nun 22.1.1996 günlü, E: 1995/1, K: 1996/1 sayılı ilke kararına göre ve ilke kararının 2247 sayılı Yasa'nın 30. maddesi uyarınca bütün yargı organlarını bağlaması karşısında, idari yargının görev alanına girdiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, davacı vekilinin temyiz başvurusu üzerine YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ'nin 4.5.1998 günlü, E: 1998/5050, K: 1998/8205 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Bunun üzerine davacı, 600,000,000.- TL. bir yıllık ücret, 35,000,000.- TL. kıdem tazminatı, 70,000,000.- TL. ihbar tazminatı, 80,000,000.- TL. kar payı ve 65,000,000.- TL. izin ücreti olmak üzere toplam 850,000,000.- TL. tutarındaki parasal haklarının, 24.4.1996 tarihinden itibaren %57 reeskont faiziyle birlikte davalı Şirketten tahsiline hükmedilmesi istemiyle, 2.6.1998 gününde idari yargı yerine dava açmıştır.

ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİ; 29.4.1999 gün ve E: 1998/492 sayı ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde, İş Kanunu'na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hükmüne yer verildiği; davanın esasının, 1475 sayılı İş Kanunu'na göre hesaplanacak ihbar ve kıdem tazminatları, yıllık ücretli izin parası ile Ana Sözleşme hükümlerine göre yıllık kardan pay ödenip ödenemeyeceği hususuna ilişkin bulunduğu; özelleştirilen veya özelleştirme kapsamında bulunmayan kamu kuruluşlarında sözleşmeli veya kapsam dışı personel statüsünde çalışanların kurumları ile olan ilişkileri nedeniyle meydana gelen anlaşmazlıkların idari yargı yerinde çözümlenmesi Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu'nun verdiği ilke kararının gereği ise de, TÜSTAŞ Sınai Tesisler A.Ş.'de Genel Müdür olarak görev yapan davacının görevden alınmasına Yönetim Kurulunca 27.10.1995 tarihinde karar verildiği; adıgeçenin hizmet sözleşmesine dayalı olarak görev yaptığı ve sigortalı işe giriş bildirgelerinin S.S.K. Ankara İhtiyarlık Sigortası Müdürlüğünde kayıtlı olduğu; davalı Şirketin, 5.4.1996 tarihi itibariyle 4046 sayılı Yasa'nın 4/i. maddesine göre değerlendirilmeye başlandığı; işbu davanın, adıgeçenin iş akdinin feshine ilişkin kararın iptali istemine değil, yukarıda bahsolunan tazminatların ödenmesi istemine yönelik olduğu; uyuşmazlığın 1475 sayılı İş Kanunu hükümlerinin tatbiki suretiyle çözüme kavuşturulabileceği açık olduğundan, davanın görüm ve çözümünde idare mahkemelerinin değil, yukarıda anılan Yasa hükmü uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu kanısına varıldığından bahisle 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesine göre görevli yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına, Uyuşmazlık Mahkemesi'nce konu hakkında karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiş; bu karar ekinde adli ve idari yargı dosyaları Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Ali HÜNER'in Başkanlığında, Üyeler: Mahir Ersin GERMEÇ, Dr. Mustafa KILIÇOĞLU, Bekir AKSOYLU, Mustafa BİRDEN, Dr. Erol ALPAR ve Ertuğrul TAKA'nın katılımlarıyla yapılan 6/12/1999 günlü toplantısında, Raportör-Hakim İsa YEĞENOĞLU'nun davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mustafa EKİNCİ ile Danıştay Savcısı O. Cem ERBÜK'ün davanın çözümünün idari yargının görevine girdiği yolundaki yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, İştirak Genel Müdürü iken görevine son verilen davacının, hizmet sözleşmesi hükümlerine göre hak kazandığını ileri sürdüğü tazminat ve diğer parasal haklarının kendisine ödenmesine hükmedilmesi isteminden ibarettir.

233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 1. maddesinde, bu KHK.'nin, iktisadi devlet teşekkülleri ile kamu iktisadi kuruluşlarını ve bunların müesseselerini, bağlı ortaklıklarını ve iştiraklerini kapsadığına işaret edilmiş; 2. maddesinde, iştirak, "iktisadi devlet teşekküllerinin veya kamu iktisadi kuruluşlarının veya bağlı ortaklıklarının, sermayelerinin en az yüzde onbeşine, en çok yüzde ellisine sahip bulundukları anonim şirketlerdir." şeklinde tanımlanmıştır. Aynı KHK.'nin "İştiraklerin teşkili ve nitelikleri" başlıklı 27. maddesinde de, teşebbüs veya bağlı ortaklığın bir anonim şirkete iştirakinin Yüksek Planlama Kurulu kararıyla olabileceği, iştirak paylarının sermaye artırımında dahi yüzde onbeşin altına düşürülemeyeceği, aynı iştirake birden fazla teşebbüs veya bağlı ortaklığın katılamayacağı ve iştirakteki teşebbüs veya bağlı ortaklık hisselerinin mülkiyetinin kimlere ait olacağı hükme bağlanmış; 28. maddede ise, teşebbüs veya bağlı ortaklığın iştirak yönetiminde nasıl temsil edileceği ve temsilcilerin nasıl seçileceği belirtilmiştir.

Türkiye Sınai Tesisler A.Ş. (TÜSTAŞ), sermayesinin %48'i Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK), Türkiye Demir ve Çelik İşletmeleri (TDÇİ) ile Etibank'a ve geri kalan kısmı ise Türk Ticaret Bankası A.Ş., Birleşik Boru Fabrikaları A.Ş. (BORUSAN) ile Vakıflar Genel Müdürlüğü Mazbut Vakıf Akar Toprak Fonuna ait olmak ve Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre faaliyette bulunmak üzere, bir iştirak olarak kurulmuştur.

Yüksek Planlama Kurulunun 3.6.1994 tarih ve 94/21 sayılı kararıyla, adıgeçen iştirakteki MKEK, TDÇİ ve Etibank'a ait hisseler, 3291 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde özelleştirilmek üzere Kamu Ortaklığı İdaresine (Başbakanlık Özelleştirme İdaresi) devredilmiş; Özelleştirme Yüksek Kurulunun 23.12.1994 tarih ve 94/13 sayılı kararıyla da anılan teşebbüslere ait payların satış yöntemiyle özelleştirilmesi kararlaştırılmıştır.

TÜSTAŞ Genel Kurulunun, 5.4.1996 ve 13.3.1997 tarihli sermayenin artırılması yolundaki kararları ve Başbakanlık Özelleştirme İdaresince sermaye artırımına iştirak edilmesi sonucunda, özelleştirme kapsamına alınmış bulunan %48 oranındaki pay, 1996'da %57.517'ye, 1997'de ise %63.87'ye yükselmiştir. Özelleştirme kapsamındaki payın %50'nin üzerine çıkması nedeniyle 5.4.1996 tarihi itibariyle, 4046 sayılı Yasa kapsamına alınan iştirakin Ana Sözleşmesi de yeniden düzenlenmiştir.

Özelleştirme kapsamına alınan paylar dışında, kamu idaresi yönetiminde olan paylar da bulunduğu dikkate alındığında, TÜSTAŞ'nin kuruluşundan itibaren sermayesinin yarıdan fazlasının kamuya ait olduğu görülmektedir.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan, 233 sayılı KHK. hükümlerine göre bir iştirak olarak kurulan TÜSTAŞ'nin, Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde faaliyet göstermesine karşın, kuruluşu yönünden farklı bir hukuki düzenlemeye tabi olması ve sermayesinin yarıdan fazlasının kamuya ait bulunması nedeniyle özel hukuk tüzel kişiliğinden çok kamu kurumu niteliğinin ağır bastığı anlaşılmaktadır.

TÜSTAŞ Sınai Tesisler A.Ş. Personel Yönetmeliği'ne göre, iştirakte İş Kanunu hükümlerine tabi personele iki tür sözleşme uygulanmakta; Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, uzmanlar ve özellik arzeden görevlerde bulunanlar "özel sözleşme", bunların dışında kalan personel ise "hizmet sözleşmesi" ile çalıştırılmakta olup, yönetim kadrosunda bulunan Genel Müdürün "kapsam dışı personel" statüsünde olduğu görülmektedir.

1994 tarih ve 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesinde, özelleştirme programına alınan, özelleştirilen, faaliyeti durdurulan, küçültülen, kapatılan veya tasfiye edilen kuruluşlarda çalışan sözleşmeli personel (657 sayılı Yasa'ya tabi personel ile kapsam dışı personel dahil) "kamu personeli" sayılmıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere, önce sermayesindeki teşebbüs paylarının özelleştirilmesi kararlaştırılan sonra da 4046 sayılı Yasa kapsamına alınan iştirakin kamu kurumu niteliğinde bir kuruluş olduğunda tartışmaya yer bulunmadığından, kamu personeli sayılan kapsam dışı personel ile iştirak arasındaki ilişkinin, idare hukuku ilkelerine dayanan ve idare hukuku kurallarıyla düzenlenen bir kamu hukuku ilişkisi olduğu kabul edilmelidir.

Belirtilen tüm bu hususlar ile Uyuşmazlık Mahkemesi'nin, 1.3.1996 tarih ve 22567 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 22.1.1996 günlü, E: 1995/1, K: 1996/1 sayılı kararıyla; özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğuna ve konunun 2247 sayılı Yasa'nın 30. maddesi uyarınca bu doğrultuda ilke kararına bağlanmasına karar verilmiş olması karşısında, davacının görevine son verilmesi nedeniyle hizmet sözleşmesinden doğan uyuşmazlık konusu davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde sayılan idari dava türleri arasında yer alan, genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar kapsamında idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 3. İdare Mahkemesi'nce yapılan başvurunun reddi gerekmektedir.
SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 3. İdare Mahkemesi'nce yapılan başvurunun REDDİNE, 6.12.1999 gününde kesin olarak OYBİRLİĞİ ile karar verildi.


hukuk devleti
Genel Müdür
03 Mayıs 2004 19:01

4743 sayılı yasanı geçici 6 maddesi'ne göre Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu Tasfiye Kurulu üyeleri TCK 228, 240'dan yargılamaz. Bu kişiler TCK.510,526 maddelerinden yargılanır Ancak, Genel Müdür Yönetim Kurulu üyesi olmasına rağmen aldığı karar ile değil uyguladığı (icra) işlemler dolayı kamu personeli konumundadır. Genel Müdür TCK. 228,240,510,526 maddelerine uygun düşmektedir.

kupa
Müsteşar Yardımcısı
04 Mayıs 2004 04:18

Hukuk Devleti arkadaşım, daha önce de belirttiğim üzere; MEMUR ayrı, KAMU GÖREVLİSİ ayrı kavramlardır. Zaten sizin açıklamalarınızda da olduğu üzere; T.C. Anayasasın 68. Madde 5 Paragrafında. da ?Kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri? ayrıca aynı konu T.C. Anayasasının 76. madde de belirtilmektedir? diyorsunuz. Burada da MEMUR STATÜSÜNDEKİ ve DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ ayrımı yapılmış ve ?DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ de MEMUR OLARAK NİTELENİR? denmemiştir. Kamu Bankalarında çalışanlar DİĞER KAMU GÖREVLİLERİDİR, doğru. Bu personelin Bankalarıyla ilgili olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların çözüm yeri idari yargıdır, bu da doğru. Ancak bu personel DEVLET MEMURU değildir. 4603 sayılı Kanun çıktıktan ve bu Kanuna göre sözleşmeli çalışmaya başladıktan sonraki fiilleri nedeniyle, Banka personelinin Memur sayılarak TCK göre ceza verilmesi mümkün değildir. Kamu Bankaları personeline, DEVLET MEMURUNA değil KAMU PERSONELİ ne uygulanan cezalar uygulanabilir (Dönüş arkadaşımın 03/05/2004 2:34:59 PM de yazdığı ilk soruya da görüşümdür).
Hatta bunlar Kamu Görevlisi sayıldığından, İYUK 28/4 hükmü gereğince tazminat davası da açılabilir(YKÜ hariç). Yalnız burada tartışılması gereken, sizin de dediğiniz gibi Murahhas Üyelerin icra ettikleri görevler nedeniyle cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususudur. Bana göre insan kaynaklarından sorumlu Murahhas Üyeye İYUK 28/4 gereği tazminat davası açılabilir. Genel Müdür aynı zamanda İcra Kurulu Başkanı olduğu için aynı dava açılabilir mi, tartışmaya açıktır. Ancak YK Başkanına aynı konuda dava açılamaz görüşündeyim.
Bunun yanında YKÜ nin hiç birine (Genel Müdür ve diğer Murahhas Üyeler dahil) fiilleri nedeniyle TCK 228,230 ve 240 veya Memura uygulanacak maddelerden dolayı kanımca ceza verilemez(4743 sy.Kanunun Geçici 1.maddesi). Ancak TCK 510, 526 gibi özel bankacılara da uygulanabilen maddelere göre cezalandırılabilirler.

ahmetbeki
Şef
04 Mayıs 2004 12:40

ben bu formu çok seviyorum bizleri motive ediyor:))
tüm davaları kazandık onlarda uygulamadı ve bizler onları nasıl mahkum ettireceğiz onları tartışıyoruz walla hepimize tebrikler yalnız günü kurtarmıyor gelecekde neler yapacağımızın beyin cmlastiğini yapıyoruz ama merak etmeyin bunu üst yönetimi okuyor bence ayaklarını denk alırlar:))
emin olun hayali bile güzel o gelecek günlerin:))

Edited by ahmetbeki on 04/05/2004 1:09:01 PM

kupa
Müsteşar Yardımcısı
05 Mayıs 2004 00:28

Ahmetbeki, esprili cevabını ilgiyle okudum, sağol. Ama bunlara hazırlıklı olmalıyız. Çünkü daha şimdiden başladılar. Örneğin Akyol/G.antep olayı. Bu olayda sergilenen tavır daha sonra olacakların habercisidir. Burada Hukuk Devleti, Dönüş gibi çok nitelikli iki araştırmacı ve hukukçu varken ilerde yapılacaklara şimdiden yönlenmek lazım. Çünkü bu aralar ESASTAN KARAR ALINMAK ÜZERE.
İstedikleri kadar bu Forumu okusunlar tedbirlerini alsınlar. Hiç olmazsa kendilerini zora sokan Hukukçulardan daha nitelikli yorumlar geliyor. Ya da onları dinlemeyip, belki ?ben yapayım, siz hukuki dayanağını hazırlayın? diyorlar. O zaman sonuçlarına da katlanacaklardır. Artık karşılarında gözü küllü İFP liler yok. İşe yaramaz statüsüne koyulup daha önce dışlananları bir de onlar itiyorlar. Göreceksiniz ki çok yakında 5000 in üzerinde dava bir sonuca ulaşacak. Onun için ŞİMDİDEN BİR ADIM ÖNDE OLMALIYIZ.
SENİN DE DEDİĞİN GİBİ ?GELECEK GÜZEL GÜNLER YAKIN? AMA ASIL MÜCADELE DAVALARI KAZANDIKTAN SONRA BAŞLAYACAK, BUNA EMİN OL!

hukuk devleti
Genel Müdür
06 Mayıs 2004 01:56

T.C.
YARGITAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
E. 1945/1
K. 1945/6
T. 28.3.1945
? İKTİSADİ DEVLET TEŞEKKÜLLERİNDE ÇALIŞANLAR ( Memur Niteliğine Sahip Olmamaları )
? MEMUR ( İktisadi Devlet Teşekküllerinde Çalışanların Bu Niteliğe Sahip Olmamaları )
? GÖREVİ SAVSAMAK SUÇU ( Devlet İktisadi Teşekküllerinde Çalışanların Bu Suçu İşlemesi Durumunda Devlet Memurları Hakkında Cezayı Görmeleri )
? MEMURUN MUHEKAMATI HAKKINDA KANUN ( İktisadi Devlet Teşekküllerinde Çalışanlara Bu Kanunun Uygulanmaması )
765/m.230,279
ÖZET : Devlet iktisadi teşekküllerinde çalışanlar devlet memuru niteliğine sahip olamazlar. Bu kişiler 3460 sk m. 43 de yazılı suçlarla birlikte zarar doğuran kasıtlı görevi savsamak suçlarından dolayı devlet memurları hakkında uygulanan cezayı görürler. Haklarında memurin muhekematı kanunu hükümleri uygulanamaz. ( TCK 279 1936/3038 ile değiştirilmiştir. )
DAVA : 3460 sayılı kanuna tabi İktisadi Devlet Teşekkülleri memur ve müstahdemlerinin vazifeyi ihmal suçlarının adı geçen kanunun 43. maddesi şümulüne dahil olup olmadığı ve binnetice bu memur ve müstahdemlerin Memurn Muhakemat Kanununa tabi bulunup bulunmadıkları hususunda Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 18.1.1945 tarih ve 510/456 sayılı ilamiyle Dördüncü Ceza Dairesi'nin 9.2.1944 tarih ve 10768/1235 sayılı ilamı arasında hasıl olan aykırılığın halli Adalet Bakanlığı'nın 25.11.1944 gün ve 1705/1121 sayılı yazılarıyla istenilmiş olduğundan Tevhidi İçtihat Genel Kurulu'nca incelenerek sonuçta:
Devlet İktisadi Teşekkülleri özel hukuk prensiplerine tabi olmak üzere kurulmuş müesseselerdir. Bu müesseselerin hukuk hayatında görülen sair teşekküllerden farkı, sermayelerinin Devlet'e ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin usullerinde mevcut hususiyetten ibarettir, denebilir. Kanunlar, bu teşekküllerin özel hukuk teşebbüsleri yanında ayrıcalıklar malik olmalarını arzu etmemiştir. Gerekçeler iktisadi devlet kurumlarının fertler aleyhine faaliyetlerde bulunacak birer uzviyet haline gelmeyeceklerini açıkça göstermektedir.
Gerçi bu teşekküllerin görecekleri vazifelerden bir kısmı devlet ekonomik politikasıyla ilgili işlerdir. Ancak, bu keyfiyet İktisadi Devlet Teşekkülleri'ne kamu hukuku müessesesi vasfını vermeyip sadece kurucunun Devlet oluşundan ve kuruluşunun bir kanuna dayanmakta bulunmasından ileri gelmektedir. Bu itibarla da Devlet hak, mal ve menfaatlarına tanınan ayrı statü, sermayenin devlete ait oluşu bakımından İktisadi Devlet Teşekkülleri'nden dahi görülür. Bu hak, mal ve menfaatlere el koymuş bulunan çalışma elemanları eylem ve hareketlerinde Devlete ait değerler üzerinde işlemlerde bulunan kişiler durumundadırlar. Bu yönden Devlet malı ile temas halinde bulunan birer faaliyet unsurudurlar. Şayet bu faaliyetleri sırasında müesese sermayesine zarar verebilecek bir eylemde bulunacak olursa kanuna göre, Devlet memurlarının görecekleri cezayı görürler.
Bu kimselerin memurların görevlerine dokunur hallerden ötürü kovuşturmaları şekline ve usulüne dair ayrı esaslar koymuş bulunan "Memurin Muhakemetı Kanunu'na göre muamele görep görmeyecekleri meselesine gelince,
"Memurin Muhakematı Kanunu" kişi itibariye sadece Devlet memurlarına uygulanan hükümler taşıyan bir kanundur. Binaenaleyh, Devlet İktisadi Teşekkülleri mensupları ( memur ) statüsüne gören kimseler iseler kovuşturma bakımından bu kanuna tabi tutulabilirler. İmdi,
1 - Memurin Kanunu memuru tarif ederken bilhassa bunların ücretlerinin ödenmekte bulunduğu kaynağı gözönünde tutmuştur. Bu kıstas şekli bir kıstastır. Devlet, Hazineden para alanların belli bir sorumluluk esasına göre kendisine bağlı olmalarını arzu eder. Bu kıstasın haricinde ve kamu hukukunun genel prensibine uygun olarak memurun bir kamu hizmeti görmekte olması lazımdır. Ancak, bu prensibin asi her zaman varit değildir. Çünkü, kamu hizmeti görmekle beraber bir kimsenin memur olmaması mümkündür. Bu takdirde şekli kıstasa müracaat etmek zarureti vardır.
Devlet İktisadi Teşekkülleri müstakil sermayelerle kurulmuş mali ve ticari müesseseler olduklarından Devlet bütçesiyle bir ilgileri yoktur. Bunların kendi bilançoları ve hesap usulleri vardır. Çalıştırdıkları elamanların ücretleri de Hazine'den ödenmez. Binaenaleyh şekil kıstasa bu kimselerde rastlamak mümkün değildir.
2 - 3460 sayılı kanunda devlet iktisadi teşekkülleri mensuplarına Devlet memurlarına verilen cezaların verileceğinin yazılmış bulunması bunların Devlet memuru sayılmamış olduklarına delil teşkil eder. Kanun kendilerini Devlet memuru telakki etmiş olsaydı "Devlet memurları hakkında tatbik edilen cezayı görürler" şeklinde bir hüküm sevketmek lüzumunu duymazdı. Nitekim, 3460 sayılı kanun 43. maddesinin son fıkrasında Devlet memurları için tayin edilmiş bulunan cezalara çarptırılacak olan teşekkül ve müesseseler memurlarının bir daha bu teşekküllerde ve "Devlet hizmetlerinde" çalışmaktan mahrum edilebilecekleri ayrıca yazılmıştır ki, bu suretle gözetilmiş olan ayırma dahi mevzuubahis şahısların Devlet memurları statüsüne sahip olmadıklarını gösterir.
Bu kimselerin ne gibi eylemlerden ötürü memurların görecekleri cezalara çarptırılacaklarını tayin için yine yukarıda sözü geçen 43. maddeye bakmak lazımdır. Kanun bu maddesinde para, kıymetli evrak, vesika, defter ve bilançolar ile mallardan bahsediyor. Bunlar üzerindeki suçların suçlularına verilecek cezayı kastediyor. Bu hüküm karşısında, işletmesi muhtemel suçların ancak taalluk ettikleri eşyaya ve kıymetlere bakılmalıdır. Suçlunun psikolojik bakımından kasıtla hareket etmiş olması şartı tahakkuk etmekle beraber kanun hükmü uygulanmak icap eder. Binaenaleyh mevzuubahis eşyaya ve kıymetlere dokunan ve genel Ceza Kanunu'nca suç sayılmış bulunan hallerde bunların eylemli bi şekilde mi, yoksa bir ihmal sonunda mı işlenmiş bulunduklarını araştırmağa mahal yoktur. Zira bir suçun şu veya bu şekilde işlemiş olması keyfiyeti genel ceza prensiplerine dokunmakta olup Devlet İktisadi Teşekkülleri mensupları hakkında bu prensiplerden ayrılmayı gerektirecek özel ve açık bir ayrıltı konmuş değildir.
3 - Bir kimsenin, sıfatı her ne olursa olsun genel mahkemeler önünde yargılanmaması ancak açık bir kanun emriyle mümkün olabilir. Usul kanunları ile tesbit olunan kurallar vatandaşları için birer teminattır. Devlet memurlarının ayrı yargılama usullerine bağlı tutulmaları kamu menfaatları yönünden ve Devlet idaresinin genel yönetimi bakımından korunmasında fayda bulunan bazı prensiplerin varlığından ileri gelmiştir. Genel devlet idaresi sisteminin dışında kalan müesseseler ve cihazlar hakkında istisnai mahiyette olan hüküm ve esasların uygulanması düşünülmemelidir. Zira, Anayasa prensiplerinin bozulması gibi bir tehlike ile karşılaşılabilir. Hiç kimse kanunla bağlı olduğu mahkemeden başka bir yargılama yerine yollanamaz.
Bu sebeplerden ötürü:
1 - Devlet İktisadi Teşekküleri'nin faaliyet ve çalışan elemanlarının Devlet memuru sıfatını haiz olamayacaklarına, ancak,
2 - 3460 sayılı kanun 43. maddesinde yazılı suçlarla beraber müesseseyi ızrara müntehi olan kasta makrun ihmal suçlarından dolayı Delvet memurları hakkında tatbik edilen cezayı göreceklerine ve,
3 - Memurin Muhakemet Kanunu hükümlerinin kendilerine uygulanmasına imkan bulunmadığına 28.3.1945 tarihinde karar verildi.

kupa
Müsteşar Yardımcısı
06 Mayıs 2004 04:47

Bu Kararda sözü edilen Yasa, yeni Kanunlardan sonra (4603,4684,4971) Ziraat Bankası için uygulanabilirliği kalmamış durumdadır. Hatta 233 ve 399 sayılı KHK lerin de, artık bu konuda uygulanabilirliği yoktur. Gerek 3460 sayılı Kanuna tabi İDT ler gerekse 399 a tabi KİT lerde, Banka çalışanlarının Devlet Memuru gibi yargılanabilmeleri için, ?Teşebbüslerin ve bağlı ortaklıkların paralarına ve para hükmündeki evrak ve senetlerine ve diğer mevcutlarına karşı işledikleri suçlar ile bilanço, tutanak, rapor ve benzeri her türlü belge ve defterleri üzerinde işledikleri suçlar ile ifa ettikleri görevlerinden doğan suçları? işlemeleri ve ?ZARARA SEBEBİYET VERMELERİ? gerekiyordu.
Ancak, özelleştirme ile ilgili çıkan Kanunlarda bu hususa değinilmediği için, artık TCK uygulamasında hiçbir şekilde Devlet Memuru gibi cezalandırılmaları imkanı kalmamıştır. Bankayı zarara sokmaları halinde, özel bankacılar gibi TCK 510 (Hizmet Nedeniyle Emniyeti Suistimal) veya yargı kararlarını uygulamadıkları takdirde TCK 526 (YETKİLİ MAKAMLAR TARAFINDAN KANUNLARA UYGUN VERİLEN EMRİ UYGULAMAMAK) maddeleri gereğince cezalandırılabilirler.

kupa
Müsteşar Yardımcısı
13 Mayıs 2004 00:44

Arkadaşlar, ?İdari Yargıda aldıkları kararlar (YD veya iptal) uygulanmayanlar veya uygulanmış gibi gösterilenler ne yapmalıdır? bölümünde belirttiğimiz hususlara, aşağıdaki Danıştay Kararı uyarınca yeniden düzenleme yapma gereği doğmuştur. Bu Karara göre; İYUK 28/4 e göre adli yargıda sebebiyet veren Kamu görevlileri hakkında manevi tazminat davası açanlar (aynı konuda mükerrer tazminat ödenmesine yol açtığından) ayrıca İYUK 28/3 gereği idare hakkında İdari Yargıda MANEVİ TAZMİNAT davası açamayacaklardır.

Yeni durum göz önüne alındığında, İdari Yargıda dava açmanın maliyeti daha az olduğundan, manevi tazminat için sorumlular aleyhine adli yargıda dava açmak yerine İYUK 28/3 uyarınca, Banka aleyhine İdari Yargıda maddi ve manevi tazminat davası açmanın daha uygun olacağı görüşündeyim.

Yukarda belirttiğim durum çerçevesinde, YD veya iptal Kararı uygulanmayanlar veya uygulanmış gibi gösterilenler;

1- Hukuk Devleti arkadaşımın daha önce yayınladığı DANIŞTAY 5. DAİRE E. 1995/3611 K. 1997/2485 veya benzer kararları ekleyerek, İYUK 28/3 uyarınca İdare aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmalıdır.Ayrıca ?yeni alınan idari kararın öncelikle YD ve iptali? konusunda dava açılması gerekip gerekmediğini tartışmalıyız.
2- Bu dava dışında adli yargıda, yine Hukuk Devleti arkadaşımın daha önce yayınladığı YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ E. 2000/4198 K. 2000/5045 Mahkeme kararlarının uygulanmaması sebebiyle İcra Kurulu Başkanı, İnsan Kaynaklarından sorumlu Murahhas Üye, Genel Müdür Yardımcısı ve Daire Başkanı hakkında ceza davası açılmalıdır.
3- Mahkeme kararlarını uygulamamak suretiyle Bankayı zarara sokanlar hakkında da, fiilleri TCK 510. maddesine temas ettiği gerekçesiyle ayrıca C. Savcılıklarına suç duyurusunda bulunulmalıdır.



T.C.

DANIŞTAY

5. DAİRE

E. 1996/1753

K. 1999/2643

T. 28.09.1999

? MANEVİ TAZMİNAT (Müdür Yardımcısı Olan Davacı Hakkında Açılan Davalar Sonucu Önce Yürütmenin Durdurulmasına Daha Sonra da İptaline Karar Verilen Naklen Atama İşlemleri Nedeniyle)

? MAHKEME KARARLARINA UYULMAMASI (İlgilinin İdare Aleyhine Dava Açabileceği Gibi Kararı Yerine Getirmeyen Kamu Görevlisi Aleyhine de Tazminat Davası Açabilmesi)

? YARGI KARARLARINA UYULMAMASI (İlgilinin İdare Aleyhine Dava Açabileceği Gibi Kararı Yerine Getirmeyen Kamu Görevlisi Aleyhine de Tazminat Davası Açabilmesi)

? GÖREVE DÖNME YÖNÜNDE MAHKEMECE VERİLEN KARARLARA UYULMAMASI (İlgilinin İdare Aleyhine Dava Açabileceği Gibi Kararı Yerine Getirmeyen Kamu Görevlisi Aleyhine de Tazminat Davası Açabilmesi)

2577/m.28

ÖZET : Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir.

6 aylık bir sürede üç kez görevinden alınan ve yargı kararları üzerine eski görevine iade edilen davacının, yargı kararlarının şeklen uygulanıp fiilen uygulanmaması nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini için 2577 sayılı Kanunun 28. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen iki seçenekten birini kullanarak ya idare aleyhine ya da kamu görevlisi aleyhine tazminat davası açması gerekmekte iken adı geçenin hem idare hem de ilgili gördüğü kamu görevlileri aleyhine manevi tazminat davası açtığı anlaşılmış olup sebebleri ve konusu aynı olan iki ayrı dava açılması, uğranılan manevi zarar için mükerrer tazminat ödenmesine hükmedilmesi sonucunu doğuracağından, idare mahkemesince, adlı yargıda ilgili kamu görevlileri aleyhine manevi tazminat davası açıldığı yalımdaki idarece ileri sürülen iddia dikkate alınmaksızın 10 milyon lira manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedil meşinde hukuki isabet görülmemiştir.

İstemin Özeti : ... İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olan davacının, hakkında tesis edilen ve açılan davalar sonucu önce yürütülmesinin durdurulmasına, daha sonra da iptaline karar verilen naklen atama işlemleri nedeniyle duyduğu üzüntü ve tedirginliğe karşılık 50.000,000.-TL'sı manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle Milli Eğitim Bakanlığı'na karşı açılan davada: 10.000.000.-TL'sı manevi tazminat isteminin kabulü, fazlaya ilişkin istemin reddi, hükmedilen manevi tazminat için faiz yürütülmesine yer olmadığı yolunda Erzurum İdare Mahkemesince verilen 12.12.1995 günlü. E:1995/117. K:1995/1215 sayılı kararın kabule ilişkin kısmının, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi: Mürteza Güler

Düşüncesi : Bakılan davayla konusu ve sebepleri aynı olan adli yargıda açılmış manevi tazminat davası karşısında mükerrer manevi tazminat ödenmesi sonucunu doğuran idare mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.

Danıştay Savcısı : Salih Er

Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:

KARAR : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Kararların Sonuçları" başlıklı 28. maddesinin 4. fıkrasında, "Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir." hükmüne yer verilmiştir.

Davalı idarenin birinci savunma dilekçesinde, davacının aynı sebeplerle dönemin Milli Eğitim Bakanı .... Bakanlık Müsteşarı .... Bakanlık Personel Genel Müdürü .... Personel Genel Müdür Yardımcısı .... Bakanlık Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanı ... aleyhine 150.000.000.-TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açtığının belirtilmesi üzerine dairemizin 25,5.1999 günlü ara kararı ile davacı tarafından adı geçen kişiler aleyhine açılmış bir manevi tazminat davası bulunup bulunmadığının, açılmış bir dava var ise hangi aşamada olduğunun ve karara bağlanıp bağlanmadığının ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden sorulduğu ve karara bağlanmış ise verilen kararın onaylı bir örneğinin gönderilmesinin istenildiği, ... 2. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimliğinin 7.7.1999 günlü yazısı ekinde, belirtilen konuda açılmış bulunan ve temyiz edilmiş olmakla kesinleşme şerhi bulunmayan adı geçen mahkemenin 1.6.1999 günlü. E:1996/46. K:1999/221 sayılı kararının onaylı bir örneğinin gönderildiği anlaşılmış olup kararın incelenmesinden de davacının, hakkında tesis edilen ve yargı kararlarıyla önce yürütülmesi durdurulup sonra iptaline hükmedilen atama işlemleri nedeniyle manevi açıdan mağduriyete uğradığı sebebiyle yukarıda adı geçen kişiler aleyhine 150.000.000.- lira manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle dava açtığı ve ... dava kısmen kabul edilerek 150.000.000. lira manevi tazminatın davalılardan ... ve ...'dan tahsiliyle davacıya verilmesine, diğer davalılara yönelik davanın ise reddine hükmedildiği görülmüştür.

Bu durum karşısında 6 aylık bir sürede üç kez görevinden alınan ve yargı kararları üzerine eski görevine iade edilen davacının, yargı kararlarının şeklen uygulanıp fiilen uygulanmaması nedeniyle uğradığı manevi zararın tazmini için 2577 sayılı Kanunun 28. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen iki seçenekten birini kullanarak ya idare aleyhine ya da kamu görevlisi aleyhine tazminat davası açması gerekmekte iken adı geçenin hem idare hem de ilgili gördüğü kamu görevlileri aleyhine manevi tazminat davası açtığı anlaşılmış olup sebebleri ve konusu aynı olan iki ayrı dava açılması, uğranılan manevi zarar için mükerrer tazminat ödenmesine hükmedilmesi sonucunu doğuracağından, idare mahkemesince, adlı yargıda ilgili kamu görevlileri aleyhine manevi tazminat davası açıldığı yalımdaki idarece ileri sürülen iddia dikkate alınmaksızın 10 milyon lira manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle. Erzurum İdare Mahkemesince verilen 12.12.1995 günlü. E:1995/117. K:1995/1215 sayılı kararın kabule ilişkin kısmının 2577 sayılı idari Yargılama Usulü kanununun V). maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 36?? sayılı kanun ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine. 28.9.1999 tarihinde oybirliği ile karar verildi.




Edited by kupa on 13/05/2004 00:47:07 AM
Toplam 15 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi