Editörler : supporters.
«141516171819202122232425»

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Nisan 2019 23:23

15.04.2019

Bahçemizde Nar Ağacı Yoktu (Şükrü Erbaş)

Orada hayalet bir değirmen

Nazlı buğday başakları, dua, bekleyiş

Rüzgârları soyunmuş parmak sular

Terli bir gökyüzü, can sıkıntısı, ağır zaman

İçine bağıran bir adam

Nereye büyüyeceğini bilmeyen çocuklar

Etekleri yaz bahçesi bir kadın

Orada merhametli yoksulluk

Sürmeli geceler, bulanık sabahlar

Güneşle çiçeklenen yorgunluk

Ay ışığında solan sözler

Atların köpeklerle konuştuğu bir bozkır

Yıldızlar çıkmadan görünmeyen gökyüzü

Bakır bir tencerede eriyen evler

Orada masalların hevesi

Bir küçük radyoya dolan uzaklıklar

Üzüm kağnıları, elma günahları, ıslak rüyalar

Mezarlıkta içilen sonsuz sigara

Ayva sarı tüyler komşu camlarda

Kâkülünde annesi halkalanan kızlar

Uzak akrabaların getirdiği yalnızlık

Sevgilim, çemberciğim, arapbülbülüm

İki gözün kocaman iki gökyüzü

Neden ağladığımı soruyordun ya sevişirken

Bahçemizde nar ağacı yoktu bizim

Senin ağzın yoktu gövdemiz tarazlanırken

Arzular kaşımızda başlar kirpiğimizde biterdi

Ağlamıyordum

Benim geçmişimi senin geleceğini seviyordum


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Nisan 2019 23:26

Kaldırımlar (Necip Fazıl Kısakürek)

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;

Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!

Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;

Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;

Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;

Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!

Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;

Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;

Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.

Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,

Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,

Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!

Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,

Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,

Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.

Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;

Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;

Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.

Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;

Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!

Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.

Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...

Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,

Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.

Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,

Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,

Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.

Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,

Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;

Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,

Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;

Bana rahat bir döşek serince yerin altı,

Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Nisan 2019 23:22

Uçurum, Su, Kırlangıç (Süreyya Berfe)

Alnın bir uçurum

önce gözlerimin

sonra dudaklarımın düştüğü

ve her seferinde

saçlarına takılıp kaldığı bir uçurum

Serin bir su alnının kokusu

Bu çok sıcak şehirde

birdenbire önüne çıkan

yenileyen dirilten

serin bir su

Gözlerin

yükü ağır iki kırlangıç

Bana doğru kalbime doğru

uçan uçan iki kırlangıç

Kimi zaman değip geçen

kimi zaman çarpıp kalan

karanlık şeylerden aydınlıklar taşıyan

sevinçle kederi

aşkla çileyi

bugünle yarını yansıtan

iki kırlangıç


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
18 Nisan 2019 23:15

Ayrılık Ayracı (Ahmet Telli)

Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun

Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın

Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi

Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor

Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde

Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada

Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık

Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda

Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide

Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor

Ya da erteletiyorum biletimi son anda

Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam

Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin

Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık

Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek

Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi

Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık

Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için

Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara

Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr

Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada

Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı

Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü

Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor

Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde

Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu

Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa

Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın

Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Nisan 2019 23:12

Ayaküstü Yaşanmış Aşk Hikayeleri (Murathan Mungan)

1.

bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,

bildiğim ancak aşıkken var olduğum...

işte bu yüzden, benim için aşık olmak;

çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.

'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar

hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '

demiş La Rochefoucauld

benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

2.

her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim

bir bakıştan, bir duruştan,

çağrışımın sonsuz hızından

unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.

belki de yaşanabilecek en güzel serüveni

terk edeceğim

daha otobüsün ilk basamağında.

kim bilebilir ki?

sonrayı, sonrasını kim bilebilir?

gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek

ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim

otobüs camına bağrında bir ok ile

bir aşk levhası çizecek, ah min-el!

bu da ötekiler gibi,

kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden

yaşayıp gidecek..

3.

şimdi hemen kalksam buradan

hemen çıksam uzun sokaklardan birine

kiminle karşılaşabilirim

kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden

geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen

bir ölümcül sevda hangi köşe başında

keser yolumu

bir tenhaya ulak olan

o suret avı

bırakır mı yakamı

haracı ödenmeden

bırakır mı yakamı

bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden

ak kağıda düşürülmüş

imzasını görmeden

bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden

4.

hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden

her aşk, her şiir

ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,

küskün omuzlu terk edilmişliklerden,

perspektifinde hep bir sokak taşıyan

o sessiz

o faili meçhul cinayetlerden

resim altı sözcüklerden

aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti

elle bilenmiş sözcükler,

yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı

nabzımın atışına ayak uyduran vezninde

gece adımları şiirlerimin

bırakır mı yakamı yaşadıklarımı

dökmeden imgelerin giysilerine

hayatın maskelenmiş gerçekliğine

upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için

yeniden ve yeniden.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Nisan 2019 23:37

Beni Tutmayın (Yusuf Hayaloğlu)

Yağmurlu ve upuzun bir yolu düşe kalka yürümeye çalıştım.

Ve inanılamayacak kadar duygusal bir geçmişimiz oldu seninle.

Üstelik biz bunu bir ömür boyu sürüp gider sanmıştık.

Beni tutma öyle sahnelere gelemem, beni tutma çok kötü yanılırsın.

Yıllardır öyle biriktim, öyle gerildim ki,topyekün boşalır toz olur dağılırsın.

Sen benim en ince dilimde türkümü çaldın

Sen benim en ücra duygularımı talan ederek beslendin

Her şeyin merkezi sendin ve her şey senin etrafında dönerdi.

Bar köşelerinde tükenip kaldırımlarda ararken kendimi, Gelip sana sığınırdım.,umutlarım bir kez daha sönerdi.

Beni tutma şantajlara boyun eğmem.

Beni tutma hırsımdan çatlarım.

Yıllardır öyle sabrettim öyle doldum ki,

Şimdi yanardağlar gibi birden patlarım.

Bir yavru serçe hayata bağlanır gibi ağzım açık bağlandım sana,

Bir topal karınca yuvasına yaklaşır gibi, titredim ve heyecanlandım,

Bu akşam çekip gitme adına bütün ömrümü ve seni sildim.

Bir tuhaf senaryoydu ve bu senaryoda zavallı bir figürandın sadece, anlatamam

Kumlara yazılmış sözcükler kadar kısacıktı ümidim.

Ve anladım ki bir takım şeyleri ben ilk dalgada yitirmişim.

Beni tutma ben senin dizlerine çökemem

Beni tutma ellerinde kalırım, kırılırım

Yıllardır öyle daraldım öyle bunaldım ki;

Şimdi bir saniye bile oyalarsan çıldırırım.

SEN, kalbimi emanet edecek kadar güvendiğim, dost bildiğim.

SEN, bir lokmayı bile hazmedemeyip birlikte yediğim.

Yatalak olsan altına yapsan bile iğrenmeden, alırdım dediğim

Bu nasıl insanlıkmış, bu nasıl arkadaşlıkmış, bu nasıl vefaymış

Bu nasıl acıymış ulan bu nasıl vicdansızlık, bu nasıl cefa

Beni tutma gazabım yakar ellerini, beni tutma hurdahaş olursun.

Yıllardır öyle kırıldım, öyle küstüm ki,bir ah ederim kaskatı kesilir taş olursun.

Ben şimdi gözüne sokuyorum dünyaya,ama sen körsün ısrarla görmüyorsun

Ben şimdi beynine sokuyorum hayatı, bir türlü algılamak istemiyorsun.

Hala o aptal köşende oturup, beni öngörülerinle yargılamak ne kolaymış.

Peki! gördüklerimi gördün, yaşadıklarımı yaşadın mı sen!

Peki devrik heykellerin önünde düşsüz yanılgıları o yüce gururlarıyla,

Yoksul fakat dürüst bir mızrak gibi dimdik duranların acısını yaşadın mı sen!

Beni tutma gömleğim kan içinde, beni tutma darmadağın olursun

Yıllardır öyle çok yedim öyle çok doydum ki

Şimdi bir tükürürüm kaskatı olur rezil olursun

Ey kir içinde yüzenler, herkesin atına binenler

Ey sürünenler, ey bölenler, bölünenler,

Herkesi birbirine düşürüp, sinsice sevinenler

Ey gençliğimi harcayanlar, ey kağıttan kaplanlar, zavallı sıçanlar.

Ey ciğeri beş para etmezler, ey sıkıyı gördü mü fellik fellik kaçanlar

Ey darbe kaçkınları, orta yolcular, dönekler, sümüklü böcekler

Ey ispiyoncular, bozguncular, medya çömezleri yüzü yırtılmış köçekler, ibneler

Beni tutmayın ulan burama geldi dayandı.

Beni tutmayın bozarım bu kirli numaranızı

Yıllardır öyle çok sömürdünüz, öyle çok kan kusturdunuz ki

Ulan bir şarjöre diz çöktürürüm alayınızı


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Nisan 2019 22:36

Ah! Çok Memnun Oldum (Füruğ Ferruhzad)

Bunlardan önce, ah evet

Bunlardan önce sessiz kalınabilirdi

Saatler boyunca

Ölülerin bakışı gibi sabit bir bakışla

Dalıp kalınabilirdi bir sigaranın dumanında

Dalıp kalınabilirdi bir fincanın şeklinde

Halıdaki renksiz bir çiçekte

Duvardaki belli belirsiz bir çizgide

Kuru el ayalarında

Perde bir tarafa çekilebilirdi ve görülebilirdi

Sokakta yağmurun hızla yağdığı

Renkli, küçük uçurtmasıyla bir çocuğun

Ayakta durduğu, bir kemerin altında

Eski bir at arabasının boş meydanı

Aceleyle, hayhuylar arasında terk ettiği

Devamlı aynı yerde kalınabilirdi

Perdenin yanında ama kör ama sağır

Bağırılabilirdi

Gayet yalancı bir sesle, gayet yalancı bir sesle

?Seni seviyorum?

Güçlü bir adamın kollarında

Güzel ve sağlam bir nesne olunabilirdi

Deriden yapılmış sofra gibi bir vucütla

Sert ve iri göğüslerle

Bir sarhoşun, bir delinin, bir berduşun yatağında

Bir aşkın temizliği kirletilebilirdi

Zekayla aşağılanabilirdi

Hayret verici tüm bulmacalar

Sadece bulmaca çözülebilirdi

Sadece saçma bir cevap bulunarak hoşnut olunabilirdi

Saçma bir cevap, evet, beş veya altı harflik

Bir ömür oturulabilirdi

Öne düşmüş bir başla

Soğuk bir mezarın ayak ucunda

Mechul bir tanrı görülebilirdi

Zayıf bir inanç birkaç kuruşa bulunabilirdi

Mescidin odalarında çürütülebilirdi

ziyaretname okuyan yaşlı adamın yaptığı gibi

Sıfır misali, toplamadaki, çarpmadaki, çıkarmadaki

Sonuç daima aynı olabilirdi

Gözlerin kahrının kozasında

yıpranmış bir ayakkabının renksiz tokası sanılabilirdi

Su gibi kendinin derinliklerinde kurutulabilirdi

Bir anın güzelliği, utançla

Şipşak çekilmiş gülünç bir siyah beyaz fotoğraf gibi

Sandığın diplerine saklanabilirdi

Bir günün boş kalmış çerçevesinde

Bir mahkumun veya bir mağlubun yada bir idamlığın resmi asılı olabilirdi

Posterlerle duvardaki çatlaklar kapatılabilirdi

Daha uyduruk resimler katılabilirdi

Böylece kurulmuş bebek olunabilirdi

Kendi dünyalarının camdan gözleriyle görülebilirlerdi

Bezden bir kutuda

Saman doldurulmuş bir bedenle

Senelerce danteller ve pullarla iç içe uyunabilirdi

Her elin anlamsız sıkışıyla

Sebepsiz bağırılabilirdi ve denebilirdi

"Ah, çok memnun oldum"


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
22 Nisan 2019 23:19

Zamanı Durdur (Ahmet Altan)

Eğer bir alıcı çıksaydı , bir şeytan mesela, ne karşılığında satardınız ruhunuzu, ne karşılığında cehennemlerde yanmaya razı olurdunuz?

Bir volkan gibi, içi çağıldayan çılgın alevlerle dolu olduğu halde aynı zamanda bir selvi ağacı kadar da huzurlu olan bir aşkı, böyle bir mucizeyi, bir tek gün zerdali çiçeklerinin döküldüğü gizli bir bahçede, bir sevgiliyle yaşamak karşılığında satar mıydınız ruhunuzu?

Parlak beyaz duvarları floresan lambalarının sert ışıklarıyla aydınlanmış bir laboratuvarda bir geceyarısı kan çanağına dönmüş gözlerinizle mikroskobunuza bakarken, kanserin çaresini keşfetmek karşılığında atar mıydınız ruhunuzu ateşlere?

Bir sabaha karşı, askerlerin dipçiklerle kapıları kırıp evlere girerek insanları taradığı bir darbenin liderliğini yapan, insanları darağaçlarına, zindanlara sürükleyip korkutan, herkesin karşısında titreyerek selam durduğu bir general olma karşılığında vazgeçer miydiniz ruhunuzdan?

Bütün dünyanın soluk soluğa seyrettiği bir film çekebilme yeteneğinin size bağışlanması, ruhunuza biçtiğiniz fiyatı karşılar mıydı?

Yoksa ruhunuzu hiç bir bedel karşılığında satmaz mısınız, sakin bedeninizin içindeki sakin ruhunuzla, hiçbir değiş tokuşa razı gelmeden mi sürdürmek istersiniz ömrünüzü?

Ruhunuzu, hiçbir bedel karşılığında satılmayacak kadar kıymetli mi buluyorsunuz?

Yoksa ruhunuzu satmaya razısınız da, korkularınız mı buna engel oluyor?

Goethe, kimine göre gelmiş geçmiş en zeki insan, Faust'u 'ruhunu satmak' üzerine yazmıştı.

Doktor Faust şeytanla yaptığı pazarlıkta, 'şimdi zaman dursun' diyecek kadar mutlu olup, 'zaman dursun' dediğinde ruhunu şeytana satacaktı.

Siz, nasıl bir anda 'zaman dursun' derdiniz?

Sizi, geriye kalan ömrünüzü aynı anın içinde geçirmeye razı edecek kadar mutlu edebilecek olay nedir?

Hayatınızın filmini hangi karede dondurmak isterdiniz?

Hangi kareyi dondurmak için ruhunuzu satardınız?

Geçmişinizde var mı böyle bir an?

Yoksa böyle bir anın sizi gelecekte beklediğini mi hayal ediyorsunuz?

Ruhunuzu satmak için şeytanla pazarlık eder miydiniz?

Ya şeytan, o kötü melek, sizin ruhunuzu satın alınacak kadar değerli bulur muydu?

Ülkenizi, darbeci generallerden korkmayacak kadar güçlü bir ülke yapmak için satar mısınız ruhunuzu, ya da insanların birbirini öldürmediği bir ülke yapmak için?

Bir kadınla seviştiğiniz anı mı sonsuza kadar uzatmak istersiniz, yoksa sevgilinizin size yaslanıp 'seni seviyorum' dediği anı mı?

Doktor Faust 'şimdi zaman dursun' diyecek kadar mutlu olmadı hiç, ama şeytan gene de onu oyuna getirip ruhunu aldı.

Zamanın durmasını istememizi sağlayacak kadar mutlu olduğumuz anlar var mıdır?

En mutlu olduğunuz an bile, 'gelecekte belki daha da mutlu olacağım bir an olur' ümidiyle zamanın akmasını ister miydiniz?

Ruhunuzu, sonsuza dek sürecek mutlu bir an karşılığında satar mıydınız?

Goethe mi, Faust mu yoksa şeytan mı olmak isterdiniz?

Herkesin ruhunu satın alabilecek bir şeytan olma karşılığında satar mıydınız ruhunuzu?

Mutluluklar karşılığında ruhumuzu almak için böyle kötü bir melek neden var acaba?

Niye mutlulukla kötülük ya da mutlulukla şeytan arasında hep bir ilişiki var gibi?

Neden iyilik melekleri bize huzuru, kötülük melekleri mutluluğu sunuyor?

Neden huzur ve mutluluk, mutluluk ve iyilik bir araya pek gelmiyor?

Neden dalgalı bir okyanustaki yalnız bir deniz feneri gibi, mutluluk, huzursuzluklarla kötülüklerin arasında çakıyor?

Neden mutsuzluğa ulaşmak için muhakkak şeytanın pelerinine sürtünmek gerekiyor? Ve neden şeytan bir mutlu an karşılığında hemen ruhumuzu almak istiyor?

Neden Tanrı, melekleriyle birlikte şeytanı da gönderdi bize?

Şeytanın dokunmadığı bir mutluluk, günahın değmediği bir aşk var mı?

Ne karşılığında satarsınız ruhunuzu?

Kim olmak ve ne olmak için?

Sezar'ın Kleopatra'yla yattığı ilk gece karşılığında mı, Lenin'in Moskova'ya girdiği an karşılığında mı, Arşimed'in 'Evraka' diye bağırdığı an karşılığında mı, Joyce'un 'Ulysses' romanının son satırını da düzeltip kalemini bıraktığı an karşılığında mı, Mark Spitz'in olimpiyatlarda yedinci altınını da boynuna taktığı an karşılığında mı?

Yoksa Karındeşen Jack olmak karşılığında mı? Tarihe geçen o ünlü katil gibi hiç yakalanmadan yedi cinayet işleyip yedi insan öldürebilmek karşılığında satar mısınız ruhunuzu?

Peki Einstain olmak karşılığında?

Ruhunuza biçtiğiniz bedel ne?

Mutluluk mu, şöhret mi, başarı mı, yaratabilme yeteneği mi, insanlara ayrdımcı olabilme gücü mü, yakalanmadan cinayet işleme şansı mı?

Yoksa para mı istersiniz?

Ruhunu milyarlar karşılığında satan, geçmişi günahla dolu o büyük zenginlerden biri olmak karşılığında vazgeçer misiniz ruhunuzdan?

Güney Afrika'da Zencileri kırbaçlayarak öldürten bir elmas madeni sahibi, işçilerin üzerine benzin sıktırıp yaktıran bir dolar milyarderi olmak fiyatınızı karşılar mı?

Paralarınızla çeşit çeşit hayatlar alırsınız. İnsan hayatları.

Küçük oyuncaklar gibi oynarsınız onlarla, isterseniz kırıp atabilirsiniz, isterseniz bir biblo gibi odanızın bir köşesine koyabilirsiniz.

Kadınlar için ayrı bedeller de var tabii.

Bir kraliçe olmak mı ruhunuzu alabilir, yoksa erdemini hiç kaybetmeyen Roma'nın kutsal orospusu olmak mı?

Her gece bir yaveriyle yatıp ertesi sabah yattığı adamı idam ettiren bir imporatoriçe olmak mı yoksa Nobel'i alan ve hayatı laboratuvarlarda geçen bir Madam Curie olmak mı?

Yoksa sadece bir evliliğe mi satarsınız ruhunuzu?

Güvence mi istersiniz, çılgınlık mı?

Kadınlar, ah onlar erkeklerden akıllıdır, güvenceli bir çılgınlık isterler.

Şeytanın bile veremeyeceğinin peşindedir onlar.

Şeytan da, onun için, onların peşinde.

İmkansızı isteyeni kandırmak ister o.

Ve şeytan çok şanssızdır, imkansızı isteyeni kandırmak için elinde erkekler gibi beceriksiz aletler vardır. Zaten o yüzden, parayı, mücevheri, şöhreti pazarlığa ekler.

Kadınlar kim olmak karşılığında satar ruhunu?

Bütün bir ülkeyi ayaklandırıp sonra yağlı kütüklerin üzerinde yakılan Jeanne D'Arc mı, yüzünde hep büyülü bir ışıkla dolaşan Greta Garbo mu, Evita Peron mu?

'Zaman dursun' diyeceğiniz kadar mutlu bir an için satar mısınız ruhunuzu?

Şeytanla ne karşılığında pazarlığa oturursunuz?

Hiç yalan söylemeden yaşayabilmek mesela.

Yoksa söylediğiniz her yalana insanların inanması mı?

Korkularınızdan kurtulacağınızı söylese şeytan, verir misiniz ruhunuzu? Bir daha hiç bir şeyden, hiçbir şekilde korkmamak. Ailenizden, sevgililerinizden, dostlarınızdan, düşmanlarınızdan, polislerden, katillerden, hırsızlardan, size doğru yolu göstermek isteyenlerden, size yardım edenlerden, size kızanlardan ve sizi sevenlerden korkmadan yaşayabilmek için vazgeçer misiniz ruhunuzdan?

Hiç endişesiz yaşayabilmek, nasıl bir fiyat?

Bir ülkeyi ya da bir insanı kurtarmak için satar mısınız ruhunuzu?

Goethe, Faust'u neden yazdı acaba?

Şeytanla pazarlık fikrini ona kim verdi?

Gördüğü insanlar mı?

Acaba herkes sürekli şeytanla pazarlık mı ediyor, sürekli satılıyor mu ruhlar, satmayanlar fiyatı beğenmeyenler mi yalnızca, yoksa korkaklar mı ya da çok cesur olanlar mı?

Ruhunuzu satar mısınız?

Yoksa daha önceden sattınız mı?

Nedir fiyatınız?

Zerdali ağaçları mı, laboratuvarlar mı, emrinize amade ordular mı, lüks kerhaneler mi, saraylar mı, yazı masaları mı, yaldızlı yataklar mı, yakalanmayan cinayetler mi?

Zamanın durmasını isteyeceğiniz kadar mutlu bir an oldu mu hayatınızda?

Her mutlu anda şeytanla pazarlık mı var acaba?

Tanrı, şeytanı niye yarattı?

Goethe niye yazdı Faust'u?

Siz ruhunuzu satmaktan mı, yoksa ucuza satmaktan mı pişmansınız?

Yoksa hiç satmamaktan mı?

Zamanı durdurmak ister misiniz?

Yoksa zaman mı sizi durdursun istersiniz?


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
23 Nisan 2019 23:42

Sığıntı Kuşu (Arkadaş Zekai Özger)

akşam

hüznümün soluk aynası

vurdukça yüreğime kanım oynaşır

derinleşir acısı parmakuçlarımın

kırmızı bir ölümü görmüş gibi

kanarım.

yoruldum

değiştirmekten kanını yüreğimin

hergün yeniden başlayan

çığırtkan bir şarkıyı söylemekten

hergün

yeni bir şarkı bestelemekten

ben hüznün

ben gölgemin kiracısı

yeni bir ev değiştirmekten

hergün

gövdemle büyüyen hüznümle

kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin

dinlemiyorlar

dinlemiyorlar şarkısını oy

sustukça çoğalıyor tekliğim

ah benim sıska yüreğim

ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim

ah benim

neyim kaldı elimde

ah benim

üreyemiyorum kendime

böyle niye beni

biraz yankı biraz karıncayken

şimdi eski bir enosis düşlerim

kendimi koparıyorum kendimden

yetişemiyorum.

tekliğim

yorgun ve kanadı kırık kuştur

hüznün yapraklarında gölgelendiği

kim koparır dalından

ağzı açık bir gülü

kırmızı bir ölümü görmüş gibi

kanarım

yoruldum

değiştirmekten kanını yüreğimin

ne zaman bitecek

bu hüzün.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Nisan 2019 23:23

Yol (Pablo Neruda)

Bir gün bile uzak olma gün uzun

Gün uzun anlatamayacağım kadar

Trenler bir yerlerde uyuduğunda

İnsanlar garlarda nasıl beklerse, öyle beklerim seni

Bir saat bile gitme gidersen uykusuzluk

Damla damla birikir o saatte

Ve bir evi arayan bütün duman

Yitik yüreğimi öldürmeye gelir belki de

Kırılmasın kumun üstünde görüntün

Göz kapakların bensiz uçmasın

Bir dakika bile gitme sevdiğim

Bir an bile uzaklaşsan

Dünyayı dolaşırım yalvarmak için sana

Ya dön ya da bırak öleyim diye


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
25 Nisan 2019 23:48

Rüzgarsız Uyanamam (Adnan Yücel)

Gün batarken ayrılırsak eğer

Gizlice bakışlarını doldur koynuma

Güneşsiz ayrılamam

Az sonra

Suyu kesilecek insan ırmağının

Yeminim var şafaklar adına

Yorgun yüreklere biraz umut

Biraz sevgi sunmadan duramam

Doğanın dudaklarında dolaşır ellerim

Yaşamın tenini okşarım bütün gece

Karanlıklara karşı biraz bilim

Biraz estetik

Şiirsiz uyuyamam

Sular çoktan ışıdı koynumda

Gel artık uyandır beni

Seher vakti dağıt saçlarını yüzüme

Rüzgarsız uyanamam

İstersen fırtınalar yarat soluğunla

Yorganı kaldırıp savur üstümden

Kendinle ört her yerimi

Gün doğarken sensizliğe dayanamam


George Carlin
Kapalı
25 Nisan 2019 23:49

Sen neyin kafasını yaşıyosun:)


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
26 Nisan 2019 23:28

Tut Ellerimden (Abdurrahim Karakoç)

Sırat'tan incedir sevda köprüsü

Beraber geçelim tut ellerimden.

Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü

Beraber uçalım tut ellerimden.

Gönüldeki birlik kalkandır dışa

Aldırma ayaza, yele, yağışa

Giden ilkbahara, gelecek kışa

Beraber göçelim tut ellerimden.

Birleşmek üzredir şafakla gurûp

Korku beklenilmez kapıda durup

İster zehir olsun, isterse şurup

Beraber içelim tut ellerimden.

Çağır hayallerin en ötesini

Yakından duyarsın aşkın sesini

Sonsuz mutluluğun penceresini

Beraber açalım tut ellerimden.

Hatırla kaybolan hatıraları

Elmastan ışıklı, altundan sarı

Zaman tortusundan işte onları

Beraber seçelim tut ellerimden.

Şüphe "başlangıç" tır, karar "nihayet"

Zamanı zamana etme şikayet

Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet

Beraber kaçalım tut ellerimden


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
27 Nisan 2019 23:18

Beraber Yürüyelim Olur Mu? (İbrahim Tenekeci)

İçimden dedim beraber yürüyelim olur mu

varsın gemilerimizi taşıyamasın sular

varsın yarı yolda uyuya kalsın

bize gönderilen bahar.

içimden dedim beraber yürüyelim olur mu

varsın gölgemiz olsun hüzün

dilediği gibi uzatsın canevimize ayaklarını

varsın annemiz olsun tütün

hayat daha sert vursun yumruklarını.

içimden dedim ilmeği kaçmış bir hayat bizimkisi

nedir alnımızdan öpmek için izimizi süren

kalmış mıdır kalesi düşmüş bir şehrin cazibesi

nedir yalnız bize yakışan bu serüven.

bu serüven ki

bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri

ve terketti bizi huzur denen sevgili

kalakaldık, şaşkınlığın avuçlarında

billur bir kuş gibi.

içimden dedim gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu

beraber yürüyelim olur mu


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
27 Nisan 2019 23:20

Bir Ki Deneme (İbrahim Tenekeci)

zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili

yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.

pır pır diye ses çıkardı yürürken yüreğimden

denizleri sulardım tozmasın diye deniz

sporu çok severdim çiçeğe yem vermeyi

kuşlara binerdim ve kaçardım basından

bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi

ziyan eden de bendim hem de hiç sıkılmadan.

güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:

eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş

Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş

keşke biraz ölmesem.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
28 Nisan 2019 22:32

Mektup (Murathan Mungan)

boş bırak düşlerini

ben geleceğim

kucağımda yaratmanın sevdaları

ve akşamüstlerinde sonlu bekleyişlerin karanlığı

tahta pervazlara takılı kalmış çınar gölgelerini kanattığı

hiç yaşanmamış Nerime Sultan anılarını dürüp

ben geleceğim

arnavut kaldırımlarının taşıyamadığı yükümle

kendimi yine bir yerinden söküp

kırık dökük sevgilerin ut tellerinde tınlayan

o veremli yazgısını

yine de bir çiçek gibi iliştirip gönlüme

o yalnızlığı Bizans'tan kalma İstanbul gecelerinin

sokak camlatan yağmurunda

kendimi ağır bir yük gibi çeke çeke

Emirgan sırtlarından yorgun ve telaşlı

biraz daha eskimiş, biraz daha solgun ve biraz daha acılı

ben geleceğim

dolu da olsa yaşlanmış kucakları

sahici ve acıtıcı gözyaşlarını bir mahsup gibi taşıya taşıya acılar defterinde

kimselere göstermeden usulca ve çok saklı

ben geleceğim

bir ticaret kentine


Cinema Paradiso
Kapalı
28 Nisan 2019 22:33

Boş yapma be bilader


Cinema Paradiso
Kapalı
28 Nisan 2019 22:36

Ben sana bir defter alayım sen oraya yaz şiirleri


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
29 Nisan 2019 23:13

Yüzüm Güvercinlere Emanet (Didem Madak)

Gecenin vitrinine konulmuş

Büyük bir yakut parçasıydı sabah

Mahalle kahvelerinde

Sıcak çaydan adamların

Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla

Gençlerin güzellerinin makbul olduğu

Tek ülkeydi ülkem

Benimse yüreğim

Koltuk altına sıkıştırılmış,

Yenik bir tavla maçı ertesiydi.

Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah

Akşamdan kalma titrek ellerini

Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde

Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi

Açardım gözlerimi birden

Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım

Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı

Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri

Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım

Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı

Herşey açıklığa kavuşurdu

Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde

Acemi ve pazartesi olurdu

Kara sürmeler çekerdim gözlerime

İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya

Tartıl be abla! derlerdi

Karınca gibi ince belli çocuklar

Güvercinlere yem at

Sevgiline bir gül hediye et

Bulvar yolundan geçen otobüslere

Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi

Üzümlerden ayrı bir üzümdüm

Bilmezlerdi

Bir üzüm yüzsüzlüğüyle:

Tartın beni derdim

Tartardı çocuklardan biri

Binalar eğilir bakardı iç çekerek

Camları ışıldardı.

Küçük, nasırlı bir avuçtan

Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir

Alır yüzüme sürer

Güvercinlere emanet ederdim yüzümü

Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım

Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana,

Çeyrek geçmişiyle övünen o topal.

Bir gül uzatırdı çocuklardan biri

Ellerimden güle yalnızlık batardı

İçi bulanırdı yalnızlığımın

Kusardı serseriliğini en görkemli meydana.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Nisan 2019 23:19

Artık İlgilenmiyorum Seninle (Nurullah Genç)

Bunca yıkılmış dağlar üstüne

Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin

Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden

Konarak pervazlarına gülüşlerinin

Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu

Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde

Dayanmıştım

Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime

Ta ki sevgilim

Kızaran bir gök bulutu

Ölümü

Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin

Kalbimin haritasına

Artık ilgilenmiyorum seninle

Demiştin barut kokan kelimelerle

Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi

Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde

Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta

Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan

Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi:

Ben ancak bir tarih kitabı kadar

İlgileniyorum seninle.

Toplam 1076 mesaj
«141516171819202122232425»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi