Raslkolnikov'a bir de Nazan Bekiroğlu'nun penceresinden bakalım.
Dünya edebiyatının en tanıdık kahramanlarından biri olan Raskolnikov sadece edebiyatın değil, psikolojinin ve kriminolojinin de sınırları içinde hatırı sayılır bir şöhretin sahibidir.
Daha ilk romanlarından itibaren evrendeki sonsuz uyumun farkında olan Dostoyevski o uyumu tehdit eden güçlerin de farkındadır doğal olarak: Suç. Ama neye ve kime göre? Üstün yaradılışlı bireyin, gerekçelerini ürettiği anda suç işlemeye hakkının olup olmadığını Raskolnikov kimliğinde sınayan Suç ve Ceza aslında üstün bireyin var olup olmadığına dair bir sorgulama da geliştirmektedir.
1860'ların Petersburg'unda bir hukuk öğrencisi olan Raskolnikov Avrupa kaynaklı birtakım fikirlerin etkisi altında kalarak kendi teorisini geliştirmiş, insanları sürü ve üstün olanlar diye ikiye ayırmış ve üstün olanların sürüyü bağlayan bağlarla bağlanamayacağını, onları kısıtlayan kanunlarla kanunlanamayacağını "anlamıştır". Çünkü üstün olanlar için ahlak da o kadar üstündür ki artık yoktur bile. Şimdi geriye Raskolnikov'un, anladığı şeyi kendi kimliğinde sınaması kalmıştır. Hiç kimseye faydası olmadığı gibi zararı da dokunan tefeci kadını öldürecek, böylece kendisinin de o üstün insanlardan biri olup olmadığını anlayacaktır. Bunu anlamak için kastedilen bir candır eninde sonunda ama yaşlı kadın öldürülmesi gereken ilke olarak vardır. Böylece Raskolnikov kaza ile değil, cinnet ile değil; bilerek, isteyerek ve suçunu defalarca tekrarlayarak bir adam öldürür, kendisinde öldürme hakkını görür.
Bütün bunlar olurken, "sanki paltosunun eteği bir makinenin dişli çarkına kapılmış gibi" sürüklenen Raskolnikov'un başka türlüsü elinden gelmez. Ama suç işlendikten sonra aniden paltonun eteği dişlilerin arasından kurtulur ve o kendi kendisiyle baş başa kalır. Kağıt üzerinde adamakıllı sağlam savunduklarını yaşamaya sıra gelince bunu başaramaz. Teoride, akıl cephesinde o kadar iyi duran şeyin, sıra eyleme geldiğinde, hiç de Raskolnikov'un sandığı kadar kolay olmadığı anlaşılır. Hayat teoriye, his akla galip gelir. Çünkü o zaman vicdanın sesi başlar.
Mahkemeyi kendi ruhunda kurmuştur Raskolnikov. Kendisini bir yandan yargılar bir yandan savunur. Ama delillerini ne kadar kuvvetle sıralasa da yaptığını savunan yanının pes etmesi gecikmez. Çünkü hiçbir gerekçenin cinayeti meşrulaştırmadığı ve caniyi aklamadığı, vicdanın yasalarında yazılıdır. O vicdan ki çoğu kez yazılı olan yasaların çok üzerinde seyreden bir şeydir ve üst insan-alt insan gibi ayrımlara itibar etmez. Çünkü ahlak kuralları ve kanunlar değişkendir. Ancak zaman, mekan ve toplumlar üstünde seyreden kanunlar tartışmasızdır ve sabittir. Onlar da ancak insanın fıtratında yazılıdır ve sesini en çok vicdanda duyurur. Öyleyse vicdan onu kaybetmeye en fazla hakkımız olduğu anda koruyabildiğimiz şeydir. Özelliği, tam da kaybolmaya açık olduğu yerde saklanabilmesidir.
Dostoyevski'nin hacimli romanları arasında bulunan Suç ve Ceza'da cinayetini ilk 80 sayfada işleyen Raskolnikov geri kalan 320 sayfada bunun azabını çekerken boğmaya çalıştığı bilinçsiz acısından bir şey daha anlarız ki vicdan insanın doğasında mevcut, yaradılıştan gelen bir şeydir. Sonradan kazanılmaz ama sonradan kaybedilebilir. Lakin eğer kaybediliyorsa yeniden kazanılabilir demektir. Ve tam da kaybolduğu yerde bulunabilir. Hem de aniden. Zamana gerek yoktur bunun için. Çünkü vicdan öğrenilebilir değil hatırlanabilir bir gerçektir. Öğrenmek zaman alır hatırlamak ise an meselesidir.
Böylece Suç ve Ceza Raskolnikov'un üstün insan olmadığını anlaması bir yana, aslında üstün insan diye bir kavram olmadığına da işaret ederken mutlak eşitlik ilkesinin en fazla da ahlaki eşitlik olarak algılanması gerektiğini uyarır. Raskolnikov'un, olduğunu zannettiği kişi olmadığını var saymak üstün insan kavramının varlığını kabul etmek anlamına gelir. Oysa görece teorilerin bireyselleştirilmiş suç anlayışını yücelten bu tür bir yaklaşım mutlak adaletin eşitlik ilkesini ihlal demektir ve en fazla da ahlakın kendisiyle çelişir.
Nazan Bekiroğlu
Raslkolnikov'a bir de Nazan Bekiroğlu'nun penceresinden bakalım.
Dünya edebiyatının en tanıdık kahramanlarından biri olan Raskolnikov sadece edebiyatın değil, psikolojinin ve kriminolojinin de sınırları içinde hatırı sayılır bir şöhretin sahibidir.
Daha ilk romanlarından itibaren evrendeki sonsuz uyumun farkında olan Dostoyevski o uyumu tehdit eden güçlerin de farkındadır doğal olarak: Suç. Ama neye ve kime göre? Üstün yaradılışlı bireyin, gerekçelerini ürettiği anda suç işlemeye hakkının olup olmadığını Raskolnikov kimliğinde sınayan Suç ve Ceza aslında üstün bireyin var olup olmadığına dair bir sorgulama da geliştirmektedir.
1860'ların Petersburg'unda bir hukuk öğrencisi olan Raskolnikov Avrupa kaynaklı birtakım fikirlerin etkisi altında kalarak kendi teorisini geliştirmiş, insanları sürü ve üstün olanlar diye ikiye ayırmış ve üstün olanların sürüyü bağlayan bağlarla bağlanamayacağını, onları kısıtlayan kanunlarla kanunlanamayacağını "anlamıştır". Çünkü üstün olanlar için ahlak da o kadar üstündür ki artık yoktur bile. Şimdi geriye Raskolnikov'un, anladığı şeyi kendi kimliğinde sınaması kalmıştır. Hiç kimseye faydası olmadığı gibi zararı da dokunan tefeci kadını öldürecek, böylece kendisinin de o üstün insanlardan biri olup olmadığını anlayacaktır. Bunu anlamak için kastedilen bir candır eninde sonunda ama yaşlı kadın öldürülmesi gereken ilke olarak vardır. Böylece Raskolnikov kaza ile değil, cinnet ile değil; bilerek, isteyerek ve suçunu defalarca tekrarlayarak bir adam öldürür, kendisinde öldürme hakkını görür.
Bütün bunlar olurken, "sanki paltosunun eteği bir makinenin dişli çarkına kapılmış gibi" sürüklenen Raskolnikov'un başka türlüsü elinden gelmez. Ama suç işlendikten sonra aniden paltonun eteği dişlilerin arasından kurtulur ve o kendi kendisiyle baş başa kalır. Kağıt üzerinde adamakıllı sağlam savunduklarını yaşamaya sıra gelince bunu başaramaz. Teoride, akıl cephesinde o kadar iyi duran şeyin, sıra eyleme geldiğinde, hiç de Raskolnikov'un sandığı kadar kolay olmadığı anlaşılır. Hayat teoriye, his akla galip gelir. Çünkü o zaman vicdanın sesi başlar.
Mahkemeyi kendi ruhunda kurmuştur Raskolnikov. Kendisini bir yandan yargılar bir yandan savunur. Ama delillerini ne kadar kuvvetle sıralasa da yaptığını savunan yanının pes etmesi gecikmez. Çünkü hiçbir gerekçenin cinayeti meşrulaştırmadığı ve caniyi aklamadığı, vicdanın yasalarında yazılıdır. O vicdan ki çoğu kez yazılı olan yasaların çok üzerinde seyreden bir şeydir ve üst insan-alt insan gibi ayrımlara itibar etmez. Çünkü ahlak kuralları ve kanunlar değişkendir. Ancak zaman, mekan ve toplumlar üstünde seyreden kanunlar tartışmasızdır ve sabittir. Onlar da ancak insanın fıtratında yazılıdır ve sesini en çok vicdanda duyurur. Öyleyse vicdan onu kaybetmeye en fazla hakkımız olduğu anda koruyabildiğimiz şeydir. Özelliği, tam da kaybolmaya açık olduğu yerde saklanabilmesidir.
Dostoyevski'nin hacimli romanları arasında bulunan Suç ve Ceza'da cinayetini ilk 80 sayfada işleyen Raskolnikov geri kalan 320 sayfada bunun azabını çekerken boğmaya çalıştığı bilinçsiz acısından bir şey daha anlarız ki vicdan insanın doğasında mevcut, yaradılıştan gelen bir şeydir. Sonradan kazanılmaz ama sonradan kaybedilebilir. Lakin eğer kaybediliyorsa yeniden kazanılabilir demektir. Ve tam da kaybolduğu yerde bulunabilir. Hem de aniden. Zamana gerek yoktur bunun için. Çünkü vicdan öğrenilebilir değil hatırlanabilir bir gerçektir. Öğrenmek zaman alır hatırlamak ise an meselesidir.
Böylece Suç ve Ceza Raskolnikov'un üstün insan olmadığını anlaması bir yana, aslında üstün insan diye bir kavram olmadığına da işaret ederken mutlak eşitlik ilkesinin en fazla da ahlaki eşitlik olarak algılanması gerektiğini uyarır. Raskolnikov'un, olduğunu zannettiği kişi olmadığını var saymak üstün insan kavramının varlığını kabul etmek anlamına gelir. Oysa görece teorilerin bireyselleştirilmiş suç anlayışını yücelten bu tür bir yaklaşım mutlak adaletin eşitlik ilkesini ihlal demektir ve en fazla da ahlakın kendisiyle çelişir.
Nazan Bekiroğlu