Editörler : Lanet


Editör
13 Şubat 2021 16:41

Yaralı Bir Edebiyatçı Nilgün Marmara

29 yıllık hayatının ardında yazdıklarını bırakıp sessiz çığlığa gömülen kadın,

Nilgün Marmara'nın hayat hikayesi.

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde dünyaya geldi. Göçmen bir ailenin kızı olan Nigün Marmara'nın annesi Vidinli Perihan Hanım, babası yönetim koordinatörü Plevneli Fikri Bey'dir. Kadıköy Gazi Mustafa Kemal Paşa İlkokulu ve Kadıköy Maarif Kolejinde okudu. Annesi Perihan Hanım zengin bir kütüphane oluşturdu. Marmara, Maarif Koleji yıllarında çok iyi bir yabancı dil eğitimi gördü; roman, şiir, inceleme gibi pek çok türde kitap okuma fırsatı buldu. Maarif Kolejinin ardından İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi; ama üniversitedeki siyasi gruplardan rahatsızlık duydu. Türkoloji'de sanatçı olunamayacağını düşündü ve sınava yeniden girmeye karar verdi. Sınava hazırlandığı süreç içinde bir holdingde yönetici asistanlığı yaptı; ayrıca yazın Marmaris'teki Turhan Oteli'nde de çalıştı. İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandı. 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden "Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi" adlı bitirme teziyle mezun oldu. Nilgün Marmara Plath'ın bütün eserlerini okudu ve ondan büyük ölçüde etkilendi. Bir müddet AnaBritannica ansiklopedisinde görev yaptı. İngilizce dersleri verdi.

Boğaziçi ünisversitesi'nde derslere girmedikleri vakitlerde, kantinin üst tarafındaki oturdukları merdivene '' Umutsuzlar Merdiveni '' adını koymuş Marmara ve arkadaşları.

'' Yazmaya başladığımdan beri Boğaziçi'nin umutsuzlar merdivenine bir serçe edasında tünemiş ve günün hangi saatinde olduğu fark etmeksizin Slyvia Plath'i düşünen bir Nilgün Marmara var gözlerimin önünde. Orada duruyor öylece, kalemi kağıdı elinde, içinden geçen ne varsa yazıyor ve her bir kelimesini sır gibi saklayacağının muzipliğini dudak kıvrımına yerleştiriyor. ''

Ve karşıma çıkan tesadüf bir cümlesi içimi ürpertiyor: "Biliyorum, bir gün dayanamayacak küçük kalbim; arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye veda edeceğim".

Erken yaşta intiharı tercih ederek '' bekleme salonu '' olarak gördüğü dünyayı terkeden Nilgün Marmara, 1980 kuşağının fenomen şairlerindendir. Feminist hareketin tüm dünyada kazandığı ivme ve ülkemizdeki popülaritesi ile 80'li yıllarda yazılan Yeni Türk şiiri birbirine denk düşmektedir. Türk şiiri 80'li yıllarda yeni bir kimliğe bürünürken birçok kadın şair de bu gelişimin içinde kendi yerini edinmiştir.

Slyvia Plath, Nilgün'ün içinde tortu bırakmış her bir acı zerresinin karşılığıydı sanki. Hayatın üzerine incelemeler yaptığı Slyvia Plath'a içinden bir kez bile sormadı ''Ölümden başka yol yok muydu? '' diye '' Slyvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi '' konulu tezi, onu giderek içine çekiyordu.

Slyvia'nın hayatı, Slyvia'nın düşünceleri, onun sorgulamadan kabullendikleri; her şey Nilgün Marmara'da özel bir yer etmişti. Şiirlerinden çeviriler yaptı. Bir yandan da '' yaşama karşı ölüm'' temalı şiirler yazmaya başlamıştı; her bir kelimesi buram buram intihar kokuyordu. Bu koku, ziyadesiyle keskindi. Yazgısının Slyvia ile ortak olduğuna inanıyordu. Aralık 86'da yazdığı şiirine,

''Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım..'' diye başlayacaktı mesela..

Marmara şiiri şöyle tanımlamıştır: "Şiir, dairesel bir labirentte yeşil merkezden dağılan ana yolları kesen kısa keçi yolları açmaktır; üzerinden kurtlar da aşırır, tilkiler de Sıçrama, uzun yolları kesmek amacı, çembere ulaşma duygusu ve ' hasta olmayan hayvana' duyulan özlemle gerçekleştirilir.

Yazdığı şiirleri, çeşitli dergilerde yayımlamaya başladı. Slyvia' nın bireyin yalnızlığı ve bunun yanında var oluşu üzerine olan görüşü, Nilgün'ü çok fazla etkisi altına almıştı. Bitirme tezini tamamladığında, artık Nilgün'ün hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı..

Nilgün, 1982'de, Endüstri Mühendisi Kağan Önal ile evlendi. Kızıltoprak'ta bir ev kurdular. Artık o güzel şiirlerini döken şairlerin uğrak yeri olmuştu evleri; Cemal Süreya, Ece Ayhan, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Küçük İskender, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya, bütün edebiyatçılar, ev toplantılarında bir araya geliyor ve şiir konuşuyorlardı.

Pazar günlerinin ritüeline ''but partisi'' ni koydular. Fırında tavuk budu yaptıklarından partinin adını böyle seçmişlerdi. Nilgün, içinde tanımlayamadığı acıyı ve yalnızlığı bu toplantılarla bir nebze olsun unutuyordu.

Kocasının işi nedeniyle Libya'ya taşındılar. Ülkenin baskıcı yaklaşımı, Nilgün'ün hiç sebepsiz yer bile boğulan ruhunu daha da boğmaya başlamıştı. Hemen Türkiye'ye döndüler.

Ama çok geçti; Nilgün geri dönüşü olmadığını hissettiği o yola girmişti. Psikolojisi günden güne kötüleşti. Psikiyatr yollarını aşındırmaya başladı. Teşhisi manik depresyondu. Hepsinin de önerisi ortak oldu; okuma yazmaya ara vermeliydi. Ne ilaçları kullandı, ne okumaktan, yazmaktan vazgeçti. Sadece daha da yalnızlaştı. Şimdi yeni arkadaşı alkoldü; ona sığındıkça, daha da yalnızlığa gömdü ruhunu. Teslimiyetine az kalmıştı..

Ve bir gün, tarih 13 Ekim 1987'yi gösteriyordu. Kağan eve geldiğinde, ecza dolabında ne kadar ilaç vara hepsinin masanın üzerinde olduğunu gördü. İlaçlar yerlere de tane tane dökülmüştü ve takip ettiğinde lavabonun içinde de ilaçlar buldu.

Sonra yatak odasına yöneldi. Ev çok sessizdi; neredeyse içinden ölüm sessizliği diye geçirecekti ki; soluğunu tuttu. Odada hiç kullanmadıkları pencerenin arasına perdenin sıkışmış olduğunu fark etti. Bir hışımla perdeyi açtı ve aşağı baktı..

Son günlerde Nilgün, yazıyor ve yine yazdıklarını Kağan dahil kimselere göstermiyordu. Her zaman olduğu gibi konusu bireyin düşle gerçek arasında sıkışıp kalmış kırgınlıklarıydı. Tüm yaşayanlardan habersiz, yaşamı ve ölümü irdeliyordu.

Yıllardır bir gün bile aklından çıkarmadığı gibi, o gün de Slyvia Plath'i ve yazgılarının benzerliğini düşündü. Slyvia yaşamın ağırlığını, manik depresyonu ve nihayetinde kocasının bir başka kadınla olan ilişkisini kaldıramamış, çocuklarıyla kiraladığı evde, hayatına son vermişti. Çocuklarının baş ucuna bolca kurabiye ve süt bırakıp kapılarını sıkıca bantladı. İçeriye gidip hava gazı fırınının içine kafasını soktu.

Sürekli düşünmek fazlaydı ve sonunda düşünmekten vazgeçti Nilgün. 13 Ekim 1987'de henüz 29 yaşındayken, kendini altıncı kattaki evlerinden aşağı bıraktı. Bir çığlık bile atmamıştı..

Ardından rüzgarın savurduğu perde, pencereye sıkıştı...

Ece Ayhan  '' 128 Nilgün Marmara '' 

'' Önce, Nilgün Marmara'yı herkesinki gibi değil de kendine özgü ve çok değişik morumsu renkte bir giysiyle, bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. Ama derslere pek girmeyen ve umutsuzlar merdiveni'nde oturmayı seçen çok tuhaf bir öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. Sırası belki önlerdedir ama kendisi en arkalarda bulunmayı sever. Her zaman da sınıfı geçmiştir. Ve sanki aynı sınıftayız ve belki de aynı sıradayız. Nilgün Marmara ile 1987 Ekim'inin 13'ünde, kendisi daha 28-29 yaşında gencecikken İstanbul'da, Kızıltoprak'ta, en ufak bir çığlık bile atmadan korkunç ölümünden sonra da! Herhangi bir ikirciğe düşmeden, hiç çekinmeden şunu diyorum: '' bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacaktı.'' o nedenle de yazımın başlığını şiirdeki gibi ''128 Nilgün Marmara! '' koydum.

Cemal Süreya - Günler

'' Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli saatten sonra kişilik, hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel; ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için yaptığımız aylık söyleşide ondan şöyle söz ettim: Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün'ün yüzünde. O zamanlar görememişim; bugün ortaya çıkıyor ''

..........

çok yalnızım, mutsuzum

göründüğüm gibi degilim aslında

karanlıklarda kaybolmuşum

...bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır

aradıkça batıyorum karanlik kuyulara

kimse duymuyor çığlıklarımı

duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor

bense insanların bu ilgisizligi karşısında ilgiye susamışım

ümidimi yitirmişim

biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim

arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim herşeye

veda edeceğim

"en yakın yabancı sendin,

daha sürülmemişken ışığın biberi

yaramıza,

yaslanırken boşlukta duran bir merdivene

henüz.

...

güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız,

ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran

yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız

en güçsüz kollarla-

çözüldü aşkın zarif ilmeği

bulandı aynalar duruluğu.

çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda

bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık

olduğunu...

yabancıların en yakınıydın sen! "

ey iki adımlık yerküre

senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!

Nilgün Marmara


berfin-meb
Müsteşar
13 Şubat 2021 22:17

Sizi de benim gibi sevmeyenler var..

Ne yazsanız eksi veriyorlar..

Boş veriniz sayın editör..Siz yazmaya devam ediniz..

***

"Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın.

Hepiniz mezarısınız kendinizin..."

***Nilgün Marmara***


Lanet
Editor
14 Şubat 2021 00:43

Açıkcası neye, neden eksi verilmiş ilgilenmiyorum, eksi verenlerin de içerikle ilgilendiklerini düşünmüyorum. katkısı olmayanın gölgesi de olamaz üzerimize.

berfin-meb, 3 yıl önce

Sizi de benim gibi sevmeyenler var..

Ne yazsanız eksi veriyorlar..

Boş veriniz sayın editör..Siz yazmaya devam ediniz..

***

"Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın.

Hepiniz mezarısınız kendinizin..."

***Nilgün Marmara***


berfin-meb
Müsteşar
14 Şubat 2021 09:56

Doğru söylüyorsunuz sayın editör..

"Eğer biz istemezsek dışsal etkenler tarafından hiçbir olumsuz duygu oluşturulamaz.."

Neyse başlığa dönelim..

***

https://www.youtube.com/watch?v=lvgxssFyf5Q&feature=emb_logo

Lanet, 3 yıl önce

Açıkcası neye, neden eksi verilmiş ilgilenmiyorum, eksi verenlerin de içerikle ilgilendiklerini düşünmüyorum. katkısı olmayanın gölgesi de olamaz üzerimize.

Toplam 3 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi