Editörler : Lanet


Yasaklı
23 Eylül 2011 02:11

Doğayı Anlayabilmek...

Doğada

hayvan-hayvan

bitki-bitki

hayvan-bitki

aralarında işbirlikleri epeyce görülmektedir.

birbirlerinin üreme ve beslenme ihtiyaçlarında ortak çıkarları söz konusu olduğunda dost olurlar :) en azından buna uyum sağlarlar yani... :)

mesela bal arılarının çiçeklerden bal almaya gidişi ve erkek çiçeklerin sporlarını(spermlerini-tozunu) ayağına bulaştırıp sonra dişi çiçeklerin içine gitmesi ikisi içinde önemli avantajlar getirmiş hayatta kalma ve üreme durumları için ikisine de avantaj sağlamıştır.ve ikisininde evrimi bu şekilde bir yola girmiştir milyonlarca sene önce.arı çiçeklerdeki şerbetle beslenmeyi tercih ettiği günden beri ve bitki de tozlarını arılarla uzak mesafelere gönderip üremeyi tercih ettiğinden beri aralarında işbirliği oluşmuş ve arı bal arısı tür ve cinslerine,bitki de çiçekli bitki tür ve cinslerine dönüşmeye başlamış ve şimdiki haline kadar neslini devam ettirmiştir...

tabi doğada bal yemeyen çünkü yapmayan,ve çiçek açmayan türlerde bitkilerde vardır.onların ataları da böyle tercih etmemiştir.onlar daha az yayılmıştır doğada başka avantajlı yollar aramışlardır...

Bir de ben Doğadaki bu değişik canlılar arasındaki müthiş işbirliğinin 3 lüsünü buldum onu da söyleyeyim :)

incir-sinek-insan

yediğimiz incir meyvesi dişidir.ağacı dişi ağaçtır.onun bide erkek ağacı vardır.onda da ilek dediğimiz erkek erkek ağaç ve yenmeyen güzel olmayan meyvesi vardır.egeliler bilir.ilek-iğlek vb.derler.

işte erkek incirden dişi incire spermlerin ulaşması için değişik küçücük bir sineğe ihtiyaç vardır.o da beslenmek ve yaşamak için erkek incirin içinden dişi incirin içine gider.bu arada bitkinin tozları onun sayesinde birbirine karışır döllenme gerçekleşir...

incir bahçesi sahibi olan insanlarda beslenmek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için( para kazanmak için ) bu dişi incir ağaçlarının döllenmesinin ve meyve vermesinin sağlanması için içinde bolca sinek olan ileklerden alıp dişi ağaçlara asarlar.tek tek bütün ham dişi incirlerin içine girip çıkar o sinekler.yoksa yediğimiz incir meyvesi gelişemeden düşer düşük olur kurur...

hatta bu iş birliği 3 lü değil 4 lüdür.aslında incir-sinek-insan-insan dır. çünkü ilek alan ve ilek satanlar farklı insanlardır. birisi erkek ağacın sahibidir ilek pazarında erkek incir meyvesi satarlar.diğer adamda gidip pazara işe yarar özellikte ve bolca sinekli ileklerden alıp dişi ağaçlara asarlar.döllenme ve meyve olur.bu yardımlaşmanın sonunda insanlar da incir yiyebilir...

ben ne zaman ilek pazarı görsem satıcıya damat tarafı alıcıya gelin tarafı demişimdir :)))

hey gidi tabiat ana hey.sende ne olaylar var böyle...


seIamx
Kapalı
23 Mayıs 2012 22:55

Kusursuz düzen


tarihci0982
Yasaklı
24 Mayıs 2012 00:12

kusursuz düzen değil,

canlıların hayatta kalma ve nesli devam ettirme mücadeleleri diyelim şuna...

kusurlu olanlar zaten doğadan silinip gitmekte...


tarihci.0982
Yasaklı
14 Ekim 2012 21:03

bilim daima ilerleme içindedir.

http://www.facebook.com/photo.php?fbid=508560505823244&set=a.309987892347174.106731.307777035901593&type=1&theater

Yapay canlıya doğru:

Laboratuvar ortamında kimyasal yollarla üretilen DNA hücre içine yerleştirildi ve hücre belirlenen genetik koda göre davranış gösterdi.

Geriye sadece yapay DNA dizilimini bir hücreye nakletmek kalmıştı ki o da oldu. Amerikalı genetikçiler, insan yapısı DNA'yı kullanarak yaşayan bir hücre yaratmayı başardı.

İnsan yapısı yapay bir canlı yaratmanın mümkün olup olmadığı sorusuna cevap arayan J. Craig Venter Enstitüsü bilimadamları, yarattıkları hücrenin dünyada yaratılmış ilk sentetik hücre olduğuna dikkati çekti.

İnsanın genetik haritasını çıkaran ilk bilimadamı olan Amerikalı Craig Venter, daha önce laboratuvar ortamında bakterilerin DNA'sını kopyalayarak ilk yapay DNA'yı üretmiş ve durum bilim dünyasında bomba etkisi yaratmıştı.

Yapay canlı organizmaların üretilmesinde atılan bu ilk adım bilim çevrelerini ikiye bölmüş, bazı çevreler gelişmenin etiğe aykırı olduğunu savunurken bazı çevreler de bunun bilim açısından çığır açacak bir gelişme olduğunu iddia etmişti.

Maryland Enstitüsü?nde çalışan ekip, bir adım daha ileri gitti ve canlı bir bakteri hücresine yapay DNA'yı nakletti. Yapay DNA ile yaşayan hücrenin genetik kodu laboratuvarda nasıl belirlendiyse, hücrenin o şekilde davrandığı görüldü.

Bu hücrelerin, bölünerek çoğalmasıyla da, her biri yapay DNA'ya sahip milyarlarca bakteri ürediği görüldü. Yani ortaya tamamen yapay DNA tarafından kontrol edilen ?yapay bir canlı? çıktı.

Craig Venter, yapay DNA?nın üretilmesinin ardından, ?Bir hücreyi bilgisayar olarak görürseniz, işletim sistemi (yazılımı) hazır. Geriye sadece bu yazılımı yüklemek kalıyor? diye konuşmuştu; şimdi yazılım da yüklendi.

Basına yaptığı açıklamada, ekibiyle birlikte hayata geçirdikleri projenin, çeşitli kullanım amaçları için doğada görülen biçimlerinden daha farklı şekilde işleyen organizmalar yaratmak gibi çok daha zor bir hedefin önünü açtığını belirten enstitünün sahibi Venter, yaptıkları işi şöyle tanımladı:

''Bilgisayar örneğini kullanırsak yaptığımız işi, yaşamı bir türden başka bir türe, yazılımını değiştirmek suretiyle, aktarmak olarak tanımlayabiliriz''.

Yarattıkları hücreye ilişkin raporun bugün Science adlı bilim dergisinde yayınlanacağını belirten Venter, yarattıkları hücrenin doğada görülen, kendi kendini yenileyen türler arasında, ebeveyni bir bilgisayar olan ilk örnek olduğunu söyledi.

Harvard Tıp Okulundan Dr. George Church, Venter ile ekibinin çalışması hakkında yaptığı değerlendirmede, ''Bu, çeşitli elverişli uygulamalar için potansiyeli bulunan önemli bir dönüm noktası'' dedi.

Bilimadamları, Venter ile ekibinin buluşunun, sonuçta, yeni yakıt çeşitleri üretilmesi, kirlenmiş suyu arıtmanın daha iyi yollarının bulunması, daha hızlı aşı üretimi ve daha başka faydalı buluşlara yol açmak yolunda ümit vadettiğine dikkati çekiyor.


tarihci.09.82
Yasaklı
20 Ekim 2012 03:04

Haber : Evrim Karşıtlığı ile Bilinen Michael Behe, Evrimin Gerçekliğini Kabul Etti!

Uzun yıllardır Doğal Seçilime ve Evrim Kuramına karşıtlığıyla bilinen ve -İndirgenemez Karmaşıklık- safsatasını ileri süren Lehigh Üniversitesinden Biyokimyager Prof. Dr. Michael Behe, Aralık 2010'da The Quaterly Review of Biology dergisinde yayınladığı Deneysel Evrim, Fonksiyon Kaybettirici Mutasyonlar ve Adaptif Evrim'in İlk Kuralı başlıklı makalesiyle Evrim'in gerçekliğini kabul ettiğini ilan etmiş oldu ve 1996 yılında Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabıyla Evrimsel Biyolojiye karşı açtığı savaşı, 2000 li yıllarda Evrimsel Biyolojinin yaptığı atılımlar nedeniyle üst üste aldığı bilimsel darbelerle kaybetmesi üzerine 2006'dan beri sürdürdüğü suskunluğunu sonunda bilimsellikle bozdu. Kendisini tebrik ediyoruz.

Bu arada makale çok ilginç bilgilere yer veriyor:

- Behe, son 40 yılda yapılan evrim deneylerini ele alıyor. Bunlar içerisinde Lenski Deneyi de var.

- Behe, Lenski Deneyi'nin Evrim'i açık şekilde ortaya koyan ve pek çok soruya cevap veren çok önemli bilimsel bir keşif olarak nitelendiriyor. - Behe, Evrim yoluyla türlerin değişebileceğini, yeni özellikler kazanıp kaybedebileceklerini ve var olan bir özelliğin, bir diğer iş yapmaya başlayabileceğini ortaya koyuyor.

- Behe bu değişimlerin arkasında moleküler evrimin yer aldığını gösteriyor. - Behe'nin Darwin'i yeni yeni sindirdiği anlaşılıyor.Darwin'in doğada gördüğü Adaptif Evrimi ya da Doğal Seçilimi, moleküler düzeye indirip kendi deyimiyle Adaptif Evrimin İlk Kuralı olarak tanımlıyor.

- Makalesinin sonuç kısmı şu sözlerle başlıyor: Adaptif evrim, türlerin yeni özellikler kazanmasına, özellikler kaybetmesine ya da özelliklerin modifikasyonuna sebep olabilir. -Makalesi şu sözlerle bitiyor: Evrim'in sayısız yönü bulunuyor ve burada anlattıklarım da dikkate değer bir tanesidir. Sanıyoruz ki her şey oldukça açık. Tekrardan kendisini tebrik ediyoruz.

Yazar Hakkında Ufak Bir Kronoloji:

1996 - Yazarın İndirgenemez Karmaşıklık dediği safsatayı ileri sürerek bilime savaş açması

2001-2005 - İndirgenemez Karmaşıklık ile özdeşleştirilen tüm karmaşık yapıların Evrim ile açıklanabilirliğinin gösterilmesi 2005 - İndirgenemez Karmaşıklık kavramının son kalesi olan göz yapısının Evrim ile açıklanması

2006 - Behe'nin ortadan kayboluşu

2007-2009 - Behe'nin Evrim'i tür bazında kabullendiğini açıklaması ve araştırmalarını yayınlaması

2010 - Behe'nin Evrim'i tamamıyla kabul etmesi


tarihci.09.82
Yasaklı
29 Ekim 2012 18:07

  • 1871 yılında doğan Tatanga Mani ya da Yürüyen Boğa adlı, yaşamı boyunca doğayı anlamaya çalışan Stoney kızılderilisi, yaşlılığında Kanada hükümeti tarafından Kızılderili halkının temsilcisi olarak bir dünya turuna çıkarılır. 87 yaşında, Londra'da yaptığı bir konuşmada, Kızılderililerin Yüce Ruh'la ve onun yarattığı doğa ile olan ilişkisini şu şekilde dile getirir:
  • Biliyorsunuz, dağlar her zaman taş binalardan daha güzeldir. Şehirde yaşamak, yapay bir varoluştur. Orada birçok insan, ayaklarının altında gerçek toprağı hiç hissedemiyor, saksıdakiler dışında bitkilerin büyüyüşünü göremiyor ya da caddelerin ışıklarından geceleyin yıldızlarla süslenen büyüleyici gökyüzünü görebilecek kadar uzaklaşamıyor. İnsanlar Yüce Ruh'un yarattığı sahnelerden uzakta yaşadığında, onun kanunlarını da kolayca unutuyorlar.
  • Biz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olan Yüce Ruh'la iyi geçiniyorduk. Siz beyazlar bizim vahşi olduğumuzu sandınız. Bizim dostlarımızı anlamadınız, anlamaya çalışmadınız. Biz güneşe, aya ya da rüzgara övgüler düzerken, siz bizim putlara taptığımızı söylediniz.. iç anlamadan, yalnızca bizim tapınma şeklimiz sizinkinden farklı diye,, bizi kayıp ruhlar olarak nitelediniz.
  • Biz Yüce Ruh'un eserlerini her şeyde görürdük, güneşte, ayda, ağaçlarda, rüzgarda ve dağlarda. Bazen bunlar aracılığıyla ona yaklaşırdık. Bu çok mu kötüydü? Bence biz Yüce Varlığa, bize putperest diyen beyazların çoğundan daha güçlü bir imanla, gerçek bir inançla bağlıyız. Doğaya ve doğanın yöneticisine yakın yaşayan Kızılderililer karanlıkta değildir.
  • Ağaçların konuştuğunu bilir miydiniz? Evet, konuşurlar. Birbirleriyle konuşurlar,kulak verirseniz sizinle de konuşacaklardır. Asıl sorun, beyazların dinlememesidir. Kızılderilileri dinlemeyi hiç bir zaman öğrenemediler, bu yüzden doğadaki başka sesleri dinleyeceklerini de hiç sanmıyorum. Oysa ben ağaçlardan çok şey öğrendim, bazen hava, bazen hayvanlar, bazen de yüce ruh hakkında...

bir mağdur
Daire Başkanı
31 Ekim 2012 09:13

bir süre önce izlediğim bir belgeselde kongo ormanlarında doğayla iç içe yaşayan bir kaç yerliyi amerika da bir ailenin yanına getirdiler. evin hanımının sürekli poşetten çıkan dondourulmuş şeyler pişirdiğini gören yerlinin sözü çok hoşuma gitti

"yediğiniz hiç bir şeyin ruhu yok bunları yemenin doğru olduğundan eminmisiniz?"


tarihcii.09.82
Yasaklı
05 Kasım 2012 23:51

MAYMUNLAR

Neşeli bazı maymunlar iştahla oturmuş yemeklerini bekliyordu. Eskisi gibi avlanmak kalmamıştı, öldürüp parçalayacakları hayvanları kendileri besliyordu. Kravat takmış bir maymun çatalının temiz olup olmadığını kontrol ettikten sonra etrafını süzdü (bu yemek yemeye başlamak üzere olan maymunların etraflarını kontrol etme hareketidir) eti parçaladı ve karşısındaki dişi maymunun artık giysiler içinde saklanmış dolgun memelerine göz atarak ağzına götürdü. Bu, maymunlar açısından olağanlaşmış çiftleşme ve et yeme arzusudur ve ne yaparsak yapalım yok edemediğimiz bir şey. Kimi maymunların şiir yazdıkları ya da müzik gibi yüksek sanatlarla uğraştıkları gözlemlense de, tüm bu yüksek sanatsal etkinliklerin bile çiftleşme arzusuyla bağlantılı olduğunu her zaman düşünürüz. Bu maymunlarda tuhaf olan şey tüm bu uygarlaşma serüvenlerine rağmen güçlü ve iri yarı görünme arzusundan bir türlü kurtulamamaları ve bazılarının (inanmayacaksınız ama) pratik bir yararı olmadığı halde çeşitli ağırlıkları kaldırmaya çalışırken gözlemlenmeleri oldu. Dişi maymunlarsa bacaklarının ya da göğüslerinin bir kısmını göstermek konusunda oldukça arzulu davrandılar. Saç renklerini değiştirenler ve tırnaklarını boyayanlara (ah ne saçmalık) bile rastlandı. Maymunların kendi bölgelerini savunmaları ve bu bölgelere başka maymunları sokmama konusundaki kararlılıkları, üzerinde yaşadıkları toprakları yüceltmeleri ve ona bir kutsallık atfetmeleriyle iyice anlaşılamaz bir hale gelmişken, kimi şair maymunlar adına ülke denen gezegen parçaları için epik eserler verdiler. Bu maymunlar sık sık sinirlenip birbirlerini gereksiz yere öldürdüklerinde az da olsa hiçlik duygusuna kapılsalar da bundan hiç pişmanlık duymayanlara da rastlandı. Maymunların ilginç bir diğer özelliğiyse yapılmaması gerektiğini bildikleri şeyleri ısrarla yapmaları ve bunun sonucunda da vicdan azabı denen bir duyguyla kendilerine eziyet etmeleriydi. Maymunların bazıları oldukça tuhaf şeylere inanıyordu, çünkü bu maymunların doğada ilk kez nerede gözlemlendikleri belli değildi. Bu yüzden bazı maymunlar uzaydan getirildiklerini düşünürken bazı maymunlar kendilerini evrenin ve dünyanın merkezine koyuyor ve her şeyin kendileri için yaratıldığını düşünüyordu. Bu tuhaf ve bencil düşüncenin nasıl olur da saçmalık olarak adlandırılmadığını düşünebilirsiniz ama heyhat bunu asla sinirlerini kontrol edemeyen bir maymunun yanında söylemeyin. Maymunlar denendiklerini düşünüyorlardı. Bir izlenme duygusunun esiri olmuşlardı. Bu yüzden kimi mahrem davranışlar hakkında genelde susuyor ya da bunlardan bahsedildiğinde garip kahkahalar atıyorlardı. Maymunların yanında bok ya da seks dediğinizde aniden heyecanlanıyorlar ya da hırçınlaşıyorlardı. Bu maymunlar çok iştahlıydılar dostlarım. Mide bulandıran bir iştahları vardı. Yenebilecek her şeyi yiyorlardı. Beslenme rejimlerinde ahtapot ya da inekten tutun, köpek ve balinalara, serçelerden domuzlara, patlıcanlardan börülcelere, hamam böceklerinden yılanlara, kabuklu canlılardan yumuşakçalara her şey vardı. Her şeyi! Ama asla ve asla birbirlerini yediklerini görmedim. Bu maymun sürüsü dünyada var olan her şeyi yok etmeye yemin etmiş gibiydi. Ormanlara baktıklarında içlenirlerdi (çünkü bir dönem güvenlik için ağaçlarda yaşamışlardı) ama ormanlardan nefret edercesine tüm ormanları kesiyorlardı. Her şeyi kendileri için biriktiriyorlardı, hem de her şeyi. Kürkleri, radyoları ya da telefonları vardı. Dolaplarında ölü hayvanları soğutuyorlar, kıçlarını yumuşak kağıtlara siliyorlardı. Yumuşak yataklarda uyuyorlar ve zehir kusan arabalara biniyorlardı. (hemen hepsi arabasıyla övünme eğilimi içindedir) Onlar artık her yerdeydiler. Bencil, gururlu, duygulu, şapşal, inatçı, bonkör, nankör ve zeki maymunlar. İhtişamlı ve güzel hayvanlardı vesselam.


vvolkann
Şube Müdürü
06 Kasım 2012 13:39

Doğayı anlayamayız ki sadece içinde oluruz biz onun içindeyiz ve dışarı çıkma şansımız da yok o zaman duvarları zorlamanın bir anlamı da yok boşuna zaman kaybı olur bu ve o yüzden içinde gezinmeye devam etmek durumundayız.


tarihci.0982
Yasaklı
08 Kasım 2012 18:59

anlayabildiğimiz kadar anlamaya çalışmalıyız doğayı. bilim ve felsefe bunun için var.

dış doğayı ve iç doğayı (kendi içimizdeki doğayı) anlamak ve ona göre yaşayabilmek gerek mümkün olduğu kadar.

ve siyasetten sanata eğitimden kültüre herşeyi Bilimsel ve Doğal Gerçeklere göre şekillendirmeliyiz. hem birey hemde toplum olarak böyle yapmalıyız.

taş devri insanları gibi hiçbirşeyi bilemeyiz deyip oturmak bize yakışmaz. Doğa üstü gizemli hurafeler uydurup tapınmak biz eğitimli insanlara yakışmaz. sadece çağdaş değil çağın ilerisinde düşünmeye çabalamalıyız.ama bunu yaparken doğaya ve insana saygıyı asla kaybetmemeliyiz...

ve yeni nesilleri buna göre yetiştirmeliyiz.


orijin
Yasaklı
16 Kasım 2012 16:03

İyide aga. Birşeyi anlayıp anlamadığını ölçen metre matematiktir. O da kendi içinde hatalar barındırıyor. Yani ölçüm yaptığın metre yanlış. O metrede senin aklından doğduğundan aklın kusurlar barındırıyor demektir. Anlayamazsın yani. Sonra çocukluğumda gökyüzü o kadar maviydiki. Çimenlere uzanır bu kadar güzel ve mavi oluşuna hayret eder, seyrederken mutluluğum artardı. Ne günlerdi bea.


askadamii
Memur
16 Kasım 2012 21:16

DOĞADA ERKEK VE DİŞİLİĞİN İLK KEZ ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ

http://www.facebook.com/photo.php?fbid=522690117743616&set=a.309987892347174.106731.307777035901593&type=1

ERKEK DİŞİ OLUŞUMU

Bundan yaklaşık 1.5 milyar yıl öncesine kadar canlılarda erkek ve dişi kavramı yoktur, çünkü böyle bir ayrım yoktu. Her hücre ayrı bir bireydi ve mitoz ile bölünerek çoğalmaktaydı. Bunlarda kalıtım aynen aktarılmakta ve böylece aynı hücreye ait klonlar oluşmaktaydı. Daha da ilginç olanı, o zamana kadar hücreler için biyolojik ölüm de yoktu. Bu gün bildiğimiz anlamda bir telomer

fonksiyonu bulunmuyordu. Ne zaman ki kromozom parçalara ayrılarak kısaldı, işte ondan sonra uçlarındaki telomer uzunluğu hücre ömrünü belirler hale gelmiştir.

Bir gün, hücrelerde yaşamsal öneme sahip bir proteini yapan genetik materyalin bir kısmı bir hücreye bir kısmı ise diğer hücreye geçti. Bundan sonra artık bu yaşamsal proteinin yapılabilmesi için genetik bilginin tamamlanması, yani genetik materyalinin dağıldığı 2 hücrenin yan yana gelmesi, böylece genetik materyallerini birleştirmeleri gerekti. İşte ilk defa bu olay ile iki farklı eşem yani erkek-dişi ayrımı ortaya çıktı.

Bu iki eşey hücresi arasındaki genetik zincirin tamamlanmasına yönelik gen alış-verişi, önceleri hücrelerin yan yana gelerek aralarında bir sitoplazmik köprü kurulması sonucu gerçekleşmekteydi. Daha sonra bu işlem, gelişmiş eşey organları ile gerçekleşmeye başladı. Aslında eşey farklılaşması, mutasyonların sonraki nesillere aktarılmasını önleyici bir öneme sahiptir. Bu nedenle de, eşeysel üreme evrimsel olarak korunmuş ve zamanla seksüel dimorfizim denen ilavelerle, erkek ve dişiler tamamen birbirinden farklılaşmışlardır.

Eğer eşeysel üreme olmasaydı, birey kendi kalıtsal bilgisini yavruya aynen aktaracağı için annesinin aynısı yavrular gelişecekti. Sonuçta çeşitlilik sağlanamayacak ve evrimsel seçim de gerçekleşmeyecekti. Çevresel faktörler neticesi ortaya çıkan bir mutasyon da yavrudan yavruya aktarılarak aynen nesiller boyu taşınacaktı. İşte bu nedenle, eşeysiz çoğalan canlılar milyonlarca yıl basit bir hücre halinde kalmışlardır. Eğer günün birinde kopyalama yöntemi ile her bireyin kendisi çoğaltılacak olursa, çeşitlilik azalacak ve belki de mutasyonların geçişini önleyecek bir mekanizma kalmadığı için anomalik bir nesil ile karşı karşıya kalınma riski ortaya çıkacaktır!

Canlılar milyarlarca yıl önce bir hücreli yaşamaktaydılar ve bölünerek çoğalmaktaydılar. Zamanla bu bölünen hücreler artık birbirinden ayrılmayarak, koloni halinde yaşamaya geçmişlerdir. Günümüzde çekirdeksiz birhücrelilere örnek; bakteriler ve bazı alg türleridir. Protozoa ise DNA taşıyan birhücrelilerdendir. İşte bu hücrelerin içindeki DNA, uzun zaman süresi içerisinde mutasyonla değişikliğe uğrayarak, günümüzün çok hücreli canlılarını oluşturmuşlardır.

Önceleri tek hücreliler bölünerek çoğalmakta ve ayrı ayrı hücreler şeklinde hayatlarını sürdürmekteydiler. Daha sonra tahminen 1 milyar yıl önce her hangi bir nedenle artık bu hücreler bölündükten sonra birbirlerinden ayrılmamaya ve sitoplazmalarından bağlı kalarak bir arada yaşamaya başlamışlardır. Bu şekilde yaşama koloni yaşamı adı verilir. İşte ilk çok hücreli yaşama geçiş böyle başlamıştır.

Koloniyi çok hücreli yaşamdan ayıran en önemli özellik, koloniyi oluşturan bireyler arasında belirli bir hiyerarşinin ve işbölümünün olmamasıdır. Koloniyi oluşturan bireyler ayrılırsa, her bir birey ayrı bir koloni olarak yaşamını sürdürür. Ama bir araya geldiklerinde ortak bir davranış bilinci geliştirirler ki bu ilk toplum bilinci olarak tanımlanmaktadır.


askadamii
Memur
16 Kasım 2012 21:37

YUKARDAKİ BİLİMSEL MAKALEYİ OKUDUYSANIZ, DOĞADAKİ ERKEKLERİ VE DİŞİLERİ ANLAMAK İÇİN BİR DE ŞU BELGESELİ TAVSİYE EDİYORUM:

SEKSİN EVRİMİ 3 (Özellikle insanlarla ilgili kısmı dikkatle izleyiniz. 6. dakikadan sonrası)

http://www.youtube.com/watch?v=pvrAKFCS66k


askadamiii
Şef
26 Şubat 2013 23:37

Kerem CANKOÇAK: Tasarlanamaz bir evrende yaşıyoruz.

http://www.youtube.com/watch?v=724wMBr5n98&list=UUJCgiJJ4lnfR2foNVymdU7w&index=1


hertai2
Aday Memur
16 Temmuz 2022 16:08

sende çok anlarsın ya !

orijin, 11 yıl önce

İyide aga. Birşeyi anlayıp anlamadığını ölçen metre matematiktir. O da kendi içinde hatalar barındırıyor. Yani ölçüm yaptığın metre yanlış. O metrede senin aklından doğduğundan aklın kusurlar barındırıyor demektir. Anlayamazsın yani. Sonra çocukluğumda gökyüzü o kadar maviydiki. Çimenlere uzanır bu kadar güzel ve mavi oluşuna hayret eder, seyrederken mutluluğum artardı. Ne günlerdi bea.

Toplam 14 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi