Editörler : supporters.
«373839404142434445464748»

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
18 Haziran 2020 00:01

17.06.2020

Sen İstanbul'san (Attila İlhan)

kanatları parça parça bu ağustos geceleri

yıldızlar kaynarken

şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen

sen

eğer yine İstanbul'san

yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim

pancak pancak şiirler tüküreceğim

demek yine ben

limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor

kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler

yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları

mavi asfaltlara çökmüş

diz bağlıyor

eğer sen yine İstanbul'san

kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan

sirkeci garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp

intihar dumanları içindeki haydarpaşa'dan

anadolu üstlerine bakıp bakıp

ağlayan

sen eğer yine İstanbul'san

aldanmıyorsam

yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar

yine senin emrindeyim

utanmasam

gozlerimi damla damla kadehime damlatarak

kendimi yani şu bildigim attilâ ilhan'ı

zehirleyebilirim

sonbahar karanlıkları tuttu tutacak

tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor

imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den

tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş

direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler

uykusuz dalgalanıyor

ulan İstanbul sen misin

senin ellerin mi bu eller

ulan bu gemiler senin gemilerin mi

minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında

liman liman götüren

ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi

akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar

neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor

antenlerinden

neden

peki İstanbul ya ben

ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy

gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas

ya benim kahrım

ya senin ağrın

ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın

çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi

burgu burgu içime boşalttığın

o senin ağrın

o senin

eğer sen yine İstanbul'san

yanılmıyorsam

koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim

sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine

satır satır okumak istediğim

sen

eğer yine İstanbul'san

eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

ulan yine sen kazandın İstanbul

sen kazandın ben yenildim

kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar

yine emrindeyim

ölsem, yalnız kalsam, cüzdanım kaybolsa

parasız kalsam, tenhalarda kalsam, çarpılsam

hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa

yanılmıyorsam

sen eğer yine İstanbul'san

senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar

gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan

bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

ulan bunu sen de bilirsin İstanbul

kaç kere yazdım kimbilir

kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken

1949 eylül'ünde birader mirc ve ben

sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık

sana taptık ulan

unuttun mu

sana taptık...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
18 Haziran 2020 23:35

Firari ( Faruk Nafiz Çamlıbel)

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin

Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin

Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

Sana çirkin demedim ben, kafir demedim

Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin

Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim

Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine

Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.

Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine

Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.

19 Haziran 2020 21:24

Cismin hangi yaban ellerdedir bilmem Gelip yarsan şu yüreğimi yıllar sonra Sen yine hala oradasın Almadım kimsenin selamını Bakmadım gözlere, yüzlere Olur da sana benzetirim diye Hala saklarım verdiğin kalemi Ve üzerin de "hiç" yazan defterini Hiç bir şey kar etmiyor, silmiyor seni Adını sayıklarım bir dua gibi Gelmeyeceksin artık biliyorum Ama ben yine de seni bekliyorum Her seven kadın gibi .. A.K

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Haziran 2020 23:18

19.06.2020

Yutkunma (Şükrü Erbaş)

Ortalıkta bir yalnızlık

Birisi kaybolmuş kadar

F.H.Dağlarca

***

Kapı sonsuz dek açık kalmıştır

Eşik bir bıçak ağzıdır

Gece ayrı gündüz ayrı ışıyacaktır.

İçi boş bir mezar açılmıştır evin içine

Devlet açmıştır

Yataklardan açmıştır

Oyunlardan açmıştır.

Anne bir korku masalı nicedir

Anne bir öfke masalı

Anne bir ölüm-

Baba yirmi yıldır aynalara bakmıyor

Baba yirmi yıldır bir meydan ateşi

Baba yirmi yıldır bütün harfleri tüketti.

Üniformalı bir çölde Yusuf arıyorlar

Ellerinde yalnız kendi elleri

Kirpiklerinde gözyaşı kandilleri

Ağızlarında çaresiz bir Tanrı.

Yusuf yarım kalmış bir oyundur

Yusuf, bir kâkül türküsüdür

Yusuf, dağların erken rüyasıdır.

On üçünden on dördüne geçiyor yirmi yıldır.

Evlerde ağza alınmayan bir ölüm

Cellâdından beklenen bir zalim merhamet

Karanlık dehlizlerde kaybolmuş bir müjde.

Yusuf, gecelerin sonsuz şarkısıdır

Yusuf, sabahların sonsuz acısıdır

Yusuf, bahçelerin gökyüzü arzusudur.

Bir utanç perdesi, yaşamaktan

Acısı topuklara vuran bir yutkunma

Bir gelecek vaadi canımızda halkalanan

Gövdemizde onurlu bir yalnızlık

Al yeşil bir tevazu kalbimizde

Ölülerimizden bir düğün alayı

Öldüreni anlamaya varan bir ceza

Ağzımızda şiirlerden bir gönül

Bir yaşama gücü yaramızdan:

***

"Biz kırıldık, daha da kırılırız

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza"*


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Haziran 2020 23:33

Gün Bitti (Şükrü Erbaş)

Gün bitti. Akşamlar oluyor dışarda

Topladı altın saçlarını güneş annemiz

Göz pınarlarımızın incelen sularından

Bir çocuk başı gibi düşüyor uykulara dünya

Memesi alınmış birer bebeğiz şimdi hepimiz

İnen karanlığın iğneli beşiğinde

Ve yıldızlar öyle uzak, öyle uzak ki...

Ağaçlarda ve kirpik uçlarında

Bundandır üşümesi içimizin

Kapımızı çalan keder, üstümüzdeki suskunluk...

Gün ne verdiyse tükettik çoktan

Eli para görmüş bir yoksul cömertliğinde

Işık, renk, koku, ses..

Değişik resimler çiziyor gölgeler alınlara

Düşlerle saldırıp anılarla vurarak

Düştü bir bir yaralı askerler gibi eşiklere

Kanıyor kendi rengine göre herkes...

...Bir sarhoş çığlığı ve ezik bir ezan sesi

Ağır küfürlerle bıçaklanmış incelik

Çırpınan göğsü bir kızın bir adamın hantal gövdesinde

Sevinci park kanepelerinde uçuşan acemi sevgi

Perde perde sızan ayrılık eriyen pencerelerden

Bir kadının direnci, gergin yüzü bir adamın

-Yoksulluk ya da işkence-

Akıl almaz kavrayışı küçücük çocukların

O her şeyi önceden bilen

Yaşlıların dayanılmaz saygınlığı...

Paranın ve korkunun kuyularında halkalanan inanç

Büyük yalan, incelmiş zulüm,

Yanılmış ve yağmalanmış halk

Sustukça derine düşen söz, uzaklaşan düş

Çekine çekine rengi uçan gülümseyiş...

Ağır bir demdir şimdi yaşamak yalnızlıklar katında

Ağulu, sınırsız ve düşlerden damıtılmış

Uğuldar durur derin rüzgârlar içinde savrularak

Yollarda, çatılarda ve yaprak uçlarında...

-Ne olur yanımda katılsan gecenin şarkısına

Gitmeden yüreğinin ve sesinin mavi minesi-


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Haziran 2020 23:18

Sizin Hiç Babanız Öldü mü? (Cemal Süreya)

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum

Yıkadılar aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim lambanın biri söndü

Gözümün biri söndü kör oldum

Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak

Söylelemesine maviydi kör oldum

Taşlara gelince hamam taşlarına

Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi

Taşlarda yüzümün yarısını gördüm

Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü

Yüzümden ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

https://www.youtube.com/watch?v=CwHB9CiSU3o


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
22 Haziran 2020 23:24

Teknenin Ölümü ( Melih Cevdet Anday)

Kara yakındı önce, hem çok yakın,

Elimi uzatsam tutardı.

Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,

Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...

Kara yakındı önce, hem çok yakın,

Denizleyin inip çıkan önümde

Bir tanrının atardamarı.

Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.

Günlerce yekesiz yelkensiz

Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza,

Ne çok harman gördüm köpükten beyaz...

Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.

Güneşler hala sağımda solumda,

Sürer gibiydi açık deniz.

Deniz en ince hayvanı belleğin

Nerden kalktım, o rıhtım, o çan...

Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!

Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.

Deniz en ince hayvanı belleğin

bir kuşluk vakti tanrının sevdiği

Görünür zaman yaratan.

Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda

Öldüğüm gün de bilemedim.

Hep o sallantı, o devinim, o avcıl

Bayrak, bir aş tenceresi, bir az

Küfür, karı kız öyküleri, sonra

Dipteki ölülerin fısıl fısıl

Konuşmalarını dinledim.

Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik

Yeli kımıldadı, kan gibi.

Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,

Boya kutuları, sünger, tel ve gaz...

Derken gün kokulu yüreğimdi ilk

Yapının boş gömütünde dikili

Sabırsız kaburgama çarpan.

Ruh, şarabı gördü üzümden önce

Süt, kan olmak için devinir

Tohum bildi herkesten önce ekmeği

Gün, denizi salıvermeden batmaz.

Ruh, şarabı gördü üzümden önce

Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi,

Denize inmesi nedendir?

Ah yalnızlığın gömük kapıları,

Aysız ayışığı gibiydim,

Geceleyin gece, gündüzleyin gün

Gibi suyun altınavuran yalaz.

Ah yalnızlığın gömük kapıları

Bir yağmuru dinlercesine bütün

Anları iç içe bilirim.

Bir tekne her zaman düşüncelidir.

Bizimle demirledi gece.

Karaya çıktı tayfalarım uykulu.

Pruvamda çok acayip bir yıldız

Konmak istercesine gider gelir,

Suları budanmış bir yolculuğu

Sürdürmek isterdi kendince.

Kara yakındı önce, ödağacı

Kokusu sarmıştı geceyi.

Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,

Fosforlu sesi kabarık ve ıssız.

Lale rengindeydi şimşeğin dalı,

Ve güneydoğunun yangını pembe

Nakışlı bir çanak gibiydi.

Unutmak istemiyorum bunları,

Göğün damarlarını gördüm,

Fırtına kırının yaban keçisini,

Koşar küpeşteme saçsız sakalsız...

Ağaç gibi yırtılan karanlığı,

Koca kulaklı lodosu, o fili,

Ah yay biçimdeydi ölüm.

Yalnızlıktır denizin tek yasası,

Aşkın altın yasasıdır o.

Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa

Çalınırsa bir gün gömük kapımız

Kalamazsın sabaha inen suda,

Kalk kürek, yola düşmenin sırası

Aşkın altın yasasıdır o.

Kükürt rengindeki ağzı gecenin

Üfürdü huysuz karanlıkta

Sintineme düşçül bir ateşböceği

Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,

O böcek oldu yangımı teknemin,

anladım kuşun, yıldızın gizini,

Başladım usuldan yanmaya.

Söndüremezdi kimse bu ateşi,

Kıyıdan kesilmiş sularda,

Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak

Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız.

Devirdim bütün yüklediklerimi

Ve demiri uykuda bırakarak

Bindirdim eskil kayalara.

Parçalanıyordum kimse bilmeden,

Ateştim cevizin içinde,

Ve bir gece içinde bilmeden öldüm.

Ey gece, nereden yol bulacağız,

ey yaralı göğsüme düşen yelken,

Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,

Ya sen ne diyeceksin, söyle!

Deniz durdu, mumyası yıldızların

Erir gün görmüş kayalıkta,

Ve yürüdü sabah, denizin ineği.

Ölünce ne yapsak sabah oluruz...

Ah kara yakındı ve darmadağın

Kuşları durmuş zaman kadar eski,

Taşları hüzün olan kara.

Kopmuş uykunun iskeletiyim ben,

Artık yelin göğsü olamam.

Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,

Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz,

Ay yapraklarının indiği bu dam,

Eski düşleri taşır mı yeniden,

Koca karınlı kuşlar gibi.

Bir yanda parçalanmış teknem durur,

Sert tütünüyle gün bir yanda.

Kara yakındı önce, hem çok yakındı,

Elimi uzatsam tutardı ama

Yalnızlıktır denizin tek yasası,

Bütün ölüler unutulur,

Yaşayanlar kalır tek başlarına.

Akşamleyin kaptan, birkaç gemici

Gelip dizildiler kıyıya.

Tutunacak bir tekne arar gibiydi

Ayağı kayan meltem ve cigara

İçerek konuştular gizli gizli,

Bense dalgın bakıyordum, boşuna

Koparılmış süsendim sanki.

Çalıştılar bir hafta, Ağustosun

Altısında bütün iş bitti.

Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim

Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.

Tüter el ayak, tüter ıslak odun,

Denizin uzaklardan getirdiği

Yabancı, anlamsız bir şeyim.

https://www.youtube.com/watch?v=3D6saHewzP0


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Haziran 2020 23:03

23.06.2020

Viraj (Didem Madak)

-Kara Panter'e, Leyla Teyze'ye

Öldüğünü kimseye söylemedim

Kırık dişli bir gülümsemeyle yalnızca yıllardır

Başka bir kadının hayatını taradım

Çocukluğumda yüzüme yarasa çarptı

Uzayan saçlarım karanlık façamı saklar mı?

İyilik dolu akşamlarım olsun istemiştim.

Başım bir kristal avizeye çarpmış gibi şıngırdasın

Şimdi bazı akşamlar kırmızı çiçekli başımı

İşten yeni dönmüş yorgun yastığımla karıştırıyorum.

Bira içiyorum aslanlı ve ejderhalı olanlardan

Senin resmin var mı orda, teneke kutularda, bakmıyorum

Yalnız kalıplardan vurarak çıkardığım buz parçalarını

Bazı akşamlar kalbimle karıştırıyorum

Öldüğünü kimseye söylemedim

Oysa inanmıştık aşkın bedelsiz kamulaştırdığı hayatımıza

Evimizin ortasından geçen baharat yoluna,

Tarçın koklar, salep olurduk

Küpelerimizi sallasak dönmedolaba binmiş gibi olurdu insanın başı

Senin ruhun hep seslenirdi içerden

Siyah buluttan şapkana şimşekten broşunu takmayı unutma.

"İyi şeyler olsun artık hayatımızda" dedi geçenlerde Burcu

Kahvaltılarımıza esmer ay çörekleri doğmayacak mı artık?

Kaç zamandır yapay uydulardan umutsuz şarkılar yayıyorum

Öldüğünden beri yüzüme bir kere bile

Sarı yaldızlı çerçevesi Leyla aynasıyla bakmadım

Öldüğünü kimseye söylemedim

Kırmızı oduncu gömleğinle, İnci Pastanesi'nin önünde

Kalbinin kapakları küçük yelpazeler gibi titredi, sonra kapandı.

İçinde yakası açılmadık küfürler, ayıpçı Roman havaları kaldı.

O an mahallemizde kız çocuklarının neşeli evcilik tenceresine

Büyük bir futbol topu çarptı.

Kuru üzüm taneleri saçıldı havaya

Bu sebeple iyi olduğunu düşündük orda, şerbetli ve tatlı

Ama düğünlerde sen gibi güzel oynamaz kimse artık.

Orda kimsesiz bir mantar ile sohbet ettiğini

Bir gün zehrini bize tercüme edeceğini

Esmer bir kesinlikle biliyorduk

Orda tertipsiz bir melek gibi yoklamada

Buruşuk kanatlarını poker masasında unuttuğunu söylediğini safça

Ve tanrının sana gülümsediğini

Tekinsiz bir kesinlikle hissediyorduk.

Bir tek senin şiirin bu yüzden son dizesiz kaldı.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Haziran 2020 23:13

Çünkü Çarşılardan Geçtim (Ülkü Tamer)

Neden öldüğümü anlamayacaklar

Çünkü, güneşler doğar çarşılar üzerine

Getirip

Develerini yıkmışlar

Gümüş çadırlarını kurmuşlar

Zencefil satıyorlar hatta

Ateş yakıyorlar geceleri

Bazen namaz kılıyorlar

Sevişiyorlar boş vakitlerinde

Çünkü, öldüğümü anlamayacaklar neden

Büyüse bile mezarımdan ormanlar

Ama Kur'an okuyacaklar

Şerbet dağıtacaklar

Ve terleyecekler ara sıra

Çünkü, beni bilmemişlerdi zaten

Ve zencefil satacaklar

Ve durmadan ama durmadan çoğalacaklar

Kuyuların yanından geçerdik

Esmer köyler bırakırdık gerimizde

Ve atlar

İpekli toplardık unuttum şimdi nerelerden

Kokular yağlar biraz yorgunluk

Gece oldu mu uyurlardı

Karıları vardı bazılarının

Bir testiye dokunurdum elimle

Öylece sabahı bulurdum

Sonra güneşler doğardı çarşılar üzerine

Bırakıp gidemezdim o tenteleri

Nereye gitsem gelirlerdi arkamdan

Nereye gitsem susamak vardı pişmanlık vardı

O testiyi özlerdim belki

Belki yatağımı arardım

Tabanlarım çatlardı kumdan

Sıcak üşütürdü beni

Hiç bilmeseydim testileri yatakları develeri

Çekip giderdim gelmemeye

O en eski yalnızlığım çekip gitmiş

Gelmez artık

Nedendir anlamadım

Kendi ülkeme yıldızlar değmez, sular akmaz

Yağmur işlemez ağaçlarıma

Bırakmaz beni kalabalık

Çünkü çarşılardan geçtim

Neden öldüğümü anlamayacaklar

Doğururken de bilmediler bunu

Minareler gösterdiler yalnız, hep elimden tuttular

Üstelik üzüldüler benimle oldukça ağladılar

Kim bilir nerelerden düştüm

Nerelerim kanadı hiç anlamadılar

Baksam sevişirler şimdi ve salıncak kurarlar

Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın

Ucunda yaşamak var

Bütün yolları denedim

Akşamları testilere testilere dokundukça

Gölgelere sığındıkça gördüm Kur'an okuduklarını

Namaz kıldıklarını

Gün gelir inanırsın dedi en yaşlıları

"Yaşlanınca görürüm seni"

Sakalım ağarmamışken öldüm ve ölünce sevindi

Zencefil sattı çarşıda

Her şeyi unuttum

Hiç hatırlamadım

Gün geldi hepsi silindi ama

Neden öldüğümü anlamadılar

Çünkü güneşler doğdu çarşılar üzerine

Uzaklardan bir deniz büyüdü uykularına

Elleri karılarına değdi, çocukları ağladı birden

Kum tanecikleri büyüdü gözlerine kaçtı çünkü

Birer birer uyandılar

Gecikmiş bir alevle ışıyınca sokaklar

Zencefillerini çıkarıp eskitilmiş

Bir çarşıya başladılar.

https://youtu.be/-syzxI16dmw


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:24

25.06.2020

Nikbinlik (Nazım Hikmet)

Güzel günler göreceğiz çocuklar,

güneşli günler

göre-

-ceğiz...

Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,

ışıklı maviliklere

süre-

-ceğiz...

Açtık mıydı hele bir

son vitesi,

adedi devir.

Motorun sesi.

Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir

ne harikuladedir

160 kilometre giderken öpüşmesi...

Hani şimdi bize

cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,

yalnız cumaları

yalnız pazarları.

Hani şimdi biz

bir peri masalı dinler gibi seyrederiz

ışıklı caddelerde mağazaları,

hani bunlar

77 katlı yekpare camdan mağazalardır.

Hani şimdi biz haykırırız

Cevap:

açılır kara kaplı kitap:

zindan..

Kayış kapar kolumuzu

kırılan kemik

kan.

Hani şimdi bizim soframıza

haftada bir et gelir.

Ve

çocuklarımız işten eve

sapsarı iskelet gelir..

Hani şimdi biz..

İnanın:

güzel günler göreceğiz çocuklar

güneşli günler

göre-

-ceğiz.

Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,

ışıklı maviliklere

süre-

-ceğiz.....


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:29

26.06.2020

Bilseydi Eğer (Özdemir Asaf)

Bir şiir bir geceye değer,

Bir şiir bir uykuya değer,

Bir şiir bir uyanmaya değer,

Bir şiir bir sigaraya değer,

Bir şiir bir rakıya değer,

Bir şiir bir şarkıya değer,

Bir şiir bir türküye değer,

Bir şiir bir ağrıya değer,

Diye-diye...

Meğer.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:34

27.06.2020

Fare'nin Ölümü (Cahit Külebi)

Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu,

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Ne alnında dolaşan bir dost eli

Ne yardım isteyecek kimsesi vardı,

Ne Tanrısı, ne de peygamberi.

Günlerdir karanlık deliklerde

Yanıp sönüyordu gözleri.

Sevinç değil ki paylaşılsın

Kendi kendinindi kaderi.

Sürüne sürüne dışarı çıktı.

Kıvrıldı ateşte pençeleri.

Kurtuldu rahat etti farecik,

Rahat etti dişleri.

Kibardı, incecikti kuyruğu,

Vücudu, küçücük pençeleri.

Bir makara gibi çözüldü,

Unuttu kedileri.

Farecik! Nazlıcık! Garipçik!

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Kibardı, incecikti kuyruğu;

Boş koydu delikleri.

Bir varken bir yok oldu,

İşte dünyamızın işleri.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:38

28.06.2020

Ölümlü İnsanlar İçin ( Cahit Külebi)

Hepiniz öleceksiniz!

Tanrı katına çıkacaksınız utanmadan!

Ruhlarınız koyup kaçacak sizi!

Topraklara gömüleceksiniz.

Kurtlar, böcekler, solucanlar

Sevinçle saldıracak üstünüze.

Elleriniz bomboş kalacak,

Kimse bakmayacak resminize.

Sevilmiş kadınların hayali

Dumanlar gibi dağılacak;

Faydaydı, şöhretti, merhametti

Semtinize uğramayacak.

Gözleriniz yok artık!

Dünyamızı göremeyeceksiniz!

Okşamak, gülmek, konuşmak

Yok olmuş bir selde yüzeceksiniz,

Yavaş yavaş çürüyeceksiniz.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:40

29.06.2020

Çürüyen Otlar ( Cahit Külebi)

I

Bilinmez hangi şehirde

Yaşarsın aşktan habersiz,

Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım!

Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.

Bu kimin çocuğu, der, seni görenler.

Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan.

Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın

Yanakların kızarır ağlamaktan.

Bir gün sokakta rastlasam, ellerini

Alsam avuçlarıma okşasam.

Sıcaklığını tanır da mısralarımdan

Kız kardeşimsin sanırlar belki.

Sen orada, ben burada

Birbirimizden habersiz

Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi

Bekleye bekleye çürüyeceğiz.

II

Senin oturduğun şehirde

Gökyüzü mavidir benimkinden,

Çiçekler daha taze

Kuşlar bile güzeldir birbirinden.

Şarkılar daha neşeli, daha mahzun

Akşamlar daha garipsi,

Umut alabildiğine geniş,

Umutsuzluksa denizler gibi;

Trenler bile daha sevinçli

Daha kederli gelir gider.

Gençler bütün haşarı

Yaşlılar büsbütün kederlidirler.

Kadınların sütü daha gür, daha ak

Çocukların iştahı, yerinde,

Gemiciler bile daha sarhoştur

Doğup büyüdüğün şehirde.

Garibim! Nazlım! Öksüzüm

Hayal rüzgarlarıyla emzir beni de

Uzak ya, kokunu duyuyorum

Gül gibi açıldığın şehirde.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Haziran 2020 23:43

Ben Aşk Adamıyım ( Cahit Sıtkı Tarancı)

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,

Bineceğim son gemi değil midir

Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.

Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,

Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de;

Ramazan geceleri Yasin okuyanım,

Baharda kabrime menekşe getirenim de."

Fakat bütün bunlar da olur,

Yine tasa etmem,

Yine kırılmam kimseye.

Ben aşk adamıyım,

Sevmeye geldim insanları,

Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;

Hesapsız, karşılıksız,

Ayrılık gayrılık gözetmeden.

Gün gelip gidersem şayet,

Öyle severekten gideceğim ki,

Karanlık kıyılardan bile olsa,

Candan selamlarım,

Civarımdan geçecek gemileri;

Güneşli gemileri;

Şarkılı gemileri;

İçlerinde kendim varmışım gibi!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
01 Temmuz 2020 23:36

Salgın ( Murathan Mungan)

yalnızca aşk değil bu,

yalnızca ayrılık değil, salgın

bize geçmişten geçen

kandan, tarihten, doğamızın bize kurduğu tuzaktan

kaderimizden ve yıldızlardan geçen salgın

yalnızca bir humma değil bu,

ellerindeyiz bilmediğimiz bir tutsaklığın

damarlarımdaki kana hükmediyor

şefkat, şehvet, şiddetle

kendini bende sınayan salgın

ölümün kenarına düşen satırlarla

batan ayın kenarına düşen satırlarla

bu sayrıl hüküm, bu kara humma, bu kanama

kendini sürdürüyor bende

sormayın bana ben bilmiyorum

ben hiçbir şey bilmiyorum,

içindeyim salgın gibi

derin sayrılığı başka çağlara ait bu aşkın

kilitlendiğim var oluşundan çıkamıyorum

ben de isterdim serin, uzak, kuzeyli bir

olmayı, hesaplarını tutmayı

sözlerin, duyguların, davranışların

gelecek sağlamak için yapılan ince ayarların

ama ben saf korkudan yapılmış tehlikeli mısraları,

hikayesi uzun olan kılıçları,

çölde geçen şarkıları ve onu seviyorum

onu seviyorum onu seviyorum onu seviyorum


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
02 Temmuz 2020 23:29

Ateşte Unutulmuş Ferman ( Murathan Mungan)

herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar

kendi külünde söner bütün rüzgarlarına yazıldığın akşam

ateş tadında kum tadında kalarak

derinleştirir bazı ayrılıkları zaman

al ağrını git burdan

en uzun eylülü ömrümüzün

uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur

ne göğsündeki kaplan

seçilmiş taş milyonlarca taş arasından

başını vurduğun

çok gençti genç olmak için bile

kendi zamanına muhtaç

kendiyle dargın

daha yolun başında görülüyordu

menzilindeki noksan

ömrünce sızlayacak

kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
04 Temmuz 2020 23:30

03.07.2020

Kuzeydeki Pencere (Murathan Mungan)

kokladığın gülün kokusu kalmış sende

baktığın denizin tuzu

geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne

kuzeydeki pencere açık

göçebe bin bir gece

sözcükler sökülmüş bir anıyı

ne kadar tamamlayabilirse

bir andır eski defterlerin

güneşinden vurur yüzüne

yazsam olmaz dersin

kimi zaman sırf bunun için

yazmaya değerse de

kuzeydeki pencereyi açarken

yere düşen defterden görünür:

eksik kule, yırtık nehir

sımsıkı kapatmış olsak da

bizi ürperten anıları hayatımızın

eski defter ya da kuzeydeki pencere


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
04 Temmuz 2020 23:35

Yağmurun Kapıları Karanlık ( İsmet Özel)

genç kızlıkla yarışan güvercin kanatları denize uygun adımlarla ilerler artık. deniz aynı denizdir göz açtırmaz taylara, aynı denizdir lekeleri silinmez. artık senin tüylerin sabahı diri kılar, uykuma kamalar uzatır senin tüylerin. ve o ayakları dayanıklı serçeler ezgilerimin son mızraklarıdır. bitmeyen sığınağıdır ellerimin.

işte, zehirli oklar kullanıyoruz o yanıltan savaşlarda. yıkıyoruz, yaban çiçeklerinin açtığını görüyoruz kıyıda. o kargaşalık içinde ben yıldızlara bakıyorum. çevresini soğutuyor suya düşen ay. yıkıyoruz. yıkmak, kutsal kini yürekli olmanın. iğrenmeden göklere göklere bakmak. ellerimiz saklamak ellerimizde.

işte, gökyüzüne salıverdim o çılgın kanatları, boğulanları daha da itmek için suya, ölüme ölümlüğü yakıştırabilmek için cesetlerle bezedim güzel olan her şeyi.elimin aklığında dağılıverdi kanın. elim el olmaktan çıkıverdi. çocuğun yanaklarıyla boğuşuyordu yağmur, derken yüklendik karanlık kapılarına yağmurun,

seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize giderdi

***

https://www.youtube.com/watch?v=hVdY5kvS5Nc


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
05 Temmuz 2020 23:43

Aşk ki Sevgili Kızım (Victor Hugo)

Aşk ki sevgili kızım, aynaya benzer en çok,

Bakmaya bayılırlar güzel ve şık bayanlar

Baktıkça düş kurarlar, mutlu olurlar.

Aynadaki görüntüleri büyüler onları,

Kötülükten, günahtan arınır yürekleri

Ruhları saydam beyaz bir sayfaya can atar.

Sakın inmeye kalkma yoksa ayağın kayar,

Tutunacak dal yoksa uçurum bekler seni

Direnemezsen kapılır kaybolursun girdapta,

Aşk ki güzeldir kızım, saf ama ölümlüdür

Senin gibi küçük yaşta akıntıya kapılanlar

Kendi yansımalarını görür, yunar, boğulur.

Toplam 1076 mesaj
«373839404142434445464748»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi