Editörler : supporters.
«91011121314151617181920»

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
09 Ocak 2019 23:13

Kan Var Bütün Kelimelerin Altında (Cemal Süreya)

posta arabalarından söz et bana

kan var bütün kelimelerin altında

ezop'un şu lanetli dilinden söz et

kan var bütün kelimelerin altında

umulmadık bir gün olabilir bugün

aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara

bir çay söyle yağmurların kokusunda

kan var bütün kelimelerin altında

işte durup dururken şurda

bir yelpaze gibi açıldı sesin

güzün en gürültülü kanadında

göğün en ince dalında

kan var bütün kelimelerin altında

umulmadık bir gün olabilir bugün

bir çeşme gibi akabilir cumartesi

çığlığındaki sessiz harfler

dün gecenin ağırlığıdır damarlarında

ne güzel konuşur sokak satıcıları

fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar

ve çiçekçi kızların göğüsleri

daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından

kan var bütün kelimelerin altında

yaprağını dökecek ağaç yok burda

ama ışık dökebilir olanca renklerini

sürekli iş başındadır belleğin

tanık şairler arasında

oyuncu arkadaşlar arasında

yolculuk bir kafiye arayabilir

atının kuyruğundaki düğümde

ölüm bir kafiye arayabilir

ak gömleğinde

yol bir kafiye arar ve bulur

dönemeçlerin benzerliğinde

kan var bütün kelimelerin altında

bir gül al eline söz gelimi

kan var bütün kelimelerin altında

beş dakka tut bir aynanın önünde

sonra kes o aynadan bir tutam

beyaz bir tülbent içinde

koy cebine

bütün bir ömür kokar o ayna

kan var bütün kelimelerin altında

işte o kandır senin gülüşün

sızmıştır hayatın derinlerine

siyahtır orda kırmızıdır

daldan dala atlar

sever çocuklara anlatılan masalları

ama iş savunmaya gelince

yalnız alevi savunur

ve güneşin solmaz çekirdeğini

yalnız doruklarda

umulmadık bir gün olabilir bugün

kan var bütün kelimelerin altında


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
10 Ocak 2019 23:10

Filistinli Sevgili (Mahmud Derviş)

Gözlerin bir diken

yüreğe saplanmış,

çıldırasıya sevilen,

işkencesine dayanılamayan.

Gözlerin bir diken,

rüzgârdan koruduğum,

ötesinde acıların, gecelerin,

derinlere sapladığım.

Kandiller yanar ışığınla,

geceler dönüşür sabaha.

Bense unuturum birden,

- göz rastlar rastlamaz göze-,

yaşadığımız bir vakitler

kapının ardında

yanyana.

*

Şakırdın sanki konuşurken.

İsterdim konuşmak ben de.

Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,

O bahar gibi dudaklarda!

Sözlerin

güvercin gibi

yuvamdan

uçtu gitti.

Kapımız,

sonbahar kadar sarı

basamakları ardından

fırladı gitti

canının çektiği yere.

Aynalar oldu paramparça,

yığıldı içimize

acı üstüne acı.

Topladık sesin küllerini

getirdik bir araya.

Böylece söyler olduk

acılı türküsünü yurdumuzun.

Hep birlikte sazın bağrına

ektik bu türküyü,

evlerin damlarına taş fırlatır gibi

fırlattık attık bu türküyü,

alın, dedik,

sancıdan kıvranan kalplere.

Oysa her şeyi unuttum ben şimdi.

Ya sen, ya sen, sevgili,

sesini kimselerin bilmediği!

Belki de gidişindir senin

ya da susmandır

sazı paslandıran.

*

Dün seni limanda gördüm,

yapayalnız, yolluksuz yolcu.

Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,

arıyordum sanki yaşlı anamı.

Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı

kapanır bir hücreye ya da bir limana,

nasıl saklanır gurbet elde

ve yemyeşil kalır?

Yazıyorum not defterime:

Limanda durakaldım...

En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,

doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.

Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.

*

Seni yalçın dağlarda gördüm,

kuzularınla, kovalanan çoban kızı.

Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.

Bendim o yabancı, bendim kapını vuran.

Ey gönül! Ey gönül!

Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,

pencere, taşlar ve çimento

Kalbimin üzerinde.

*

Seni su testilerinde gördüm,

buğday başaklarında,

yıkık dökük, parça parça, unufak.

Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,

sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.

Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.

Dudaklarıma ses olacak yel sen.

Ateş ve akarsu sensin.

Gördüm seni bir mağaranın ağzında

yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,

kaynayan kanında güneşin.

Ve ahırlarda...

Ve bütün tuzlarında denizin.

Ve kumlarda...

Toprak gibi güzel,

yasemin gibi,

ve çocuklar gibi.

*

Ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

'Bir Filistin vardı,

bir Filistin gene var! '

*

Gözleriyle Filistin,

kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin,

adıyla sanıyla Filistin.

Düşlerin Filistin'i ve acıların,

ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin'i,

sözcüklerin ve sessizliğin Filistin'i

ve çığlıkların.

Ölümün ve doğumun Filistin'i,

taşıdım seni eski defterlerimde

şiirlerimin ateşi gibi.

Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.

Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,

inlettim senin adına koyakları:

Sakının hey

kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!

Benim gençliğin yüreği!

Benim beyaz kanatlı atlı!

Benim yıkan putları!

Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken

tüm sınırlarına Suriye'nin!

Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına:

'Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin! '

Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,

yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!

Ben barbarların atlarını iyi bilirim.

Bir ben dururum onların karşısında,

bir ben,

gençliğin yüreğiyim her daim,

yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
12 Ocak 2019 21:47

11.09.2019

Aşkta Yarın Yoktur Sevgili (Cezmi Ersöz)

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur...

Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...

Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...

Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
12 Ocak 2019 21:50

Acıyla Erir Yüzüne Aşık Çocuk (Cezmi Ersöz)

Ne zaman yüzüne baksam

yalnızlığın o mutlu gerilimi

O öksüz göl hızla derinleşir

biliyorum, acılarım hiç bitmeyecek, bu öyle bir

yeşil

Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum

ikimizi de aşar, o kapının ardındaki masal

bense yüreğimin bu hallerinden korkar, kalırım

bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi

geçip giden yüzlerine bakar kalırım

Ömrün kısalığı çarpar camlara

ateş hızla yayılır içerilere

Akşam olur, evler dolar boşalır

acıyla erir, yüzüne aşık çocuk

Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum

İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
13 Ocak 2019 23:19

Özlemek (Ahmet Altan)

Birden özleyiveriyorsunuz...

Çoktan unuttuğunuzu sandığınız

ya da yalnızca bir kere karşılaştığınız

ve özlemek için yeteri kadar tanımadığınız birini

bir sabah çılgınca özleyerek uyanıyorsunuz.

Rüyalarınız, içinizdeki o gizli, esrarını ele vermez büyücü,

siz çarşaflarınızın arasında,

bütün tehlikelerden uzak,

güvenle yattığınızı sandığınız bir anda,

usulca ruhunuza sokulup,

sizden habersiz oralara yığılmış cephanelikleri

birer birer ateşleyiveriyor.

İnfilaklarla sarsılarak uyanıyorsunuz.

Hayatınızda olmayan birini hayatınıza almak,

ona dokunmak,

onun sesini duymak için kıvranırken buluveriyorsunuz kendinizi...

Özlemek, o yakıcı istek,

bilinen herşeyi ve önem sırasını değiştiriveriyor.

Özlediğiniz ise çok uzaklarda...

Yanında olmasını istediğiniz halde

yanınızda olmayan bir tek kişi,

yanınıza bile yaklaşmadan,

hatta onu özlediğinizden

ve onu istediğinizden haberdar bile olmadan,

bütün hayatı,

bütün görüntüleri eritip

başka kılıklara sokuyor...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Ocak 2019 11:28

14.01.2019

Yürekleriyle Konuşan, Gözleriyle Gülen Kadınlar

Bir kadın tanımak...

Bütün gel-gitleri,

kaprisleri, küçük şımarıklıkları, korkuları, şaşkınlıkları,

hercailikleri, hayal kırıklıkları, aşkları, terk edilişleri, başarıları,

başarısızlıkları, kurnazlıkları, saflıkları, çocuk ağızları,

şirinlikleri, küçük yalanları, büyük itirafları, kocaman yürekleri ile

kendi olmaya çalışan kadınları tanımak.

Bir kadını sevmekle baslar her şey ama, bir kadını tanımakla varılır hayatın sırrına.

Bir kadını tanımaya soyunmak zor ama keyifli bir yolculuğa çıkmaktır. Dört mevsimi bir yürekte buluşturur, bu yüzden de sürekli şaşırtırlar.

Sürprizlerin ardı arkası kesilmez. Zordur anlamak onları. Benzemek

gerekir anlayabilmek için belki de! Kendi zekasını hatırlatanları sever,

sevgisini göstermekten ürkmeyenleri, sürprizlere hazırlıklı olanları

bir de. Muson yağmurları gibi yağarken, Sahra' da çöl fırtınası koparıp

ardından güneş olup ısıtabilirler. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen.

Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla anlaşılır, hayatın

sırrına ancak aşkla varılacağına. Sevgi arsızıdır kadın. Verdiğinden daha

fazlasını isteme bencilliğini gösterecek kadar sevgi arsızı... Bu yanını

doyurunca şımaracağından korkanlar, birlikte çoğalacaklarını

bilmeyenlerdir. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını

tanımakla kanat çırpılır özgürlüğün bütün maviliklerine. Kendine

inananlara, aşka inananlara koşar. Hem yaman bir aşk avcısı, hem de

engebeli yollarda koşmaktan bitap aşk yorgunudur kadın. Bir kadını

sevmekle baslar her şey ama bir kadını tanımakla çıkılır keyifli

serüvenlere. Hayatla dalga geçmesini bilir kadın, tıpkı kendiyle dalga

geçmesini bildiği gibi. Ağız dolusu gülüşlere teslim olur. Bir kadını

sevmekle başlar her şey ama bir kadını tanımakla tanık olunur

tutkuların gücüne. Göze alandır kadın. Çekip gitmeyi, sahip olduklarından

vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi..

Mücadele eder, kızar, bağırır

ama hep sever. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan,

gözleriyle gülen... Yüreğini sevgiye açan ve sevmekten korkmayan bütün kadınlar gibi...

Şimdi bir düşünün, kaç kadını değil bir kadını tanıyabildiniz mi bugüne değin?

Tanrı, kadınlara geçmişi ve geleceği, erkeklere ise yaşadığı günü armağan etti, kadınlar geniş bir zamana yayıldıkları için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Ocak 2019 11:34

15.01.2019

Münacaat (İsmet Özel)

Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı

ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak

büklümlerinin içten ve dışardan

sarmaladığı günlerde

bir zamandı

heves ettim gölgemi enginde yatan

o berrak sayfada gezindirsem diye

ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi

genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için

halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti

demedim dilimin ucuna gelen her ne ise

vay ki gençtim

ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak

fırsatını Adem?e veren sendin

bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana

gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda

gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi

haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne

bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak

bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini

tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var, kurnası murdar

yazgım

kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim

nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da

gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem

ne fark eder demişim

bilmeden farkı istemişim.

Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine

arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!

Yola madem

çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım

hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine

yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar

yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim

gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın

onunla ben

hep sevişecek gibi baktık birbirimize.

bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar

ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde

hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık

bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için

kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık

eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce

alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık

ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı

doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız

ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık

gönendi dünya bundan istifade

dünya bayındırladı:

Bir yakış, bir yanış tasarımı beride

öte yakada bir benî adem

her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

artık bu yaşa erdirdin beni,anladım

gençken almadın canımı, bilmedim

demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış

insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster, kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Ocak 2019 23:14

Eski Avluda (Birhan Keskin)

Bir çiçek açtığında

Bir eski avluda

Diyor ki;

Çalıda sarı bir çiğdemim ben

Ve senin çok eski cümlen.

Sen otursan, gitmemiş ki! olsan

Ben sana bir eski Endülüs avlusu

İstersen serin bir Portofino getirsem

Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında

Bir eski avluda

Diyor ki;

Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken

Buldum buluşturdum kendime geldim

Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille

sen de gelsen.

Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı

Begonviller ve bir mavi kapı

Ve illa amansız bir avlu getirsem.

Dünya soğur, akşam serinlerken,

Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.

Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,

Ve işte en geniş cümlem:

İçimi açtım sana.

İçini açmak için.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2019 23:39

Seni Korumak İçin (Şükrü Erbaş)

seni hiçbir dünya telaşına değişmedim ben... evlerin ve kalabalığın ağırlığını sana üstün tutmadım... yoksulluğun acısından hafif bilmedim acını...

yenilen herkesin boğuntusuydu kaybolduğum uzaklık, yüzün her bulutlandığında... nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep... sevincini bir barış, bir bayram sabahı gibi taşıdım içimde... sesine güvendim, gözlerine en çok yakışan o sürekli yaz ikindisine... gökkuşağının altından geçen çocukların şımarıklığıydı, kaküllerini her araladığımda gövdemdeki ürperti...

ağzımdaki meneviş sendin insanlara şiirler okurken... bütün öksüzlerin kederiyle baktım yüzüne, ne zaman geleceği düşündüysem... bir haksızlığı haykıran herkese senin soluğunu verdim... bütün hapislerin penceresi yaptım seni... sonra tuttum kenar mahallelerin yalnızlığını gösterdim, bir özür, bir bağışlanma umuduyla...

kirpiklerinin ömrüme açtığı yolda yaptım bütün kavgalarımı... söze inandım, gövdene ondan çok... dönüp dönüp sana geldikçe anladım özgürlüğün aşk olduğunu... alışkanlıklara yenilmedim ben, seni bir alışkanlığa dönüştürmek istemedim yalnızca...

çocuklar dünya karşısında yenik büyüyordu... babalarından başka doğru bilmeden yaşlanıyordu erkekler... çarşılar evleri çoktan teslim almıştı... kızlar şarkısını kimseye söyleyemiyordu... sokaklardan esen güneş değil, geri çekilme duygusuydu... annelerin sütünde ışık yoktu...

kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi... güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı... kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu... bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes...

koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar... incelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti... şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu...

gittiği en büyük uzaklık evinden işi olanlara, ne aşk, ne özgürlük, ne barış anlatılabilirdi... seni korumak için karşı durdum tüm bunlara... dünyayı senden geçirerek sevdim... geri çekilmem yakışmazdı seni sevmeme...

günlerdir yoksun... öfkeni bile özledim... nasıl bir uzaklıktan geleceksin bilemiyorum... ayrılıktan medet umar oldum... kaşlarının işaret ettiği yerde duracağım... kararan gümüşler gibi duracağım... bir ülkenin acılarına tutunarak özür dileyeceğim...

ışıklı bir korunak arayacağım sesinin kıvrımlarında... 'gelmen iyiliktir' diyeceğim... yüreğimden başka yanıtım olmayacak... bir sorudan bir soruya vuracağım seni yine... dünyanın bütün yağmurları yağacak iki söz arasında... ellerimi geçmişe mi geleceğe mi koyacağımı şaşıracağım...

küller altındaki köz için bir yudum soluk isteyeceğim... 'aşk iki kişiliktir' sözünü düşüneceğim uzun uzun... kalkıp pencereden hayata bakacağım... alnından öptüğüm yerde ülkemsin, ağzından öptüğüm yerde kadınım, diyeceğim... bir gülüşünle çıkıp caddeleri dolduracağım...

ömrümden öteye taşıdığım çocuk... ya sen bu ülkede doğmasaydın, ya ben aşkı herkes gibi bilseydim


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
18 Ocak 2019 22:50

Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım (Didem Madak)

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca

Alt katında uyumayı bir ranzanın

Üst katında çocukluğum...

Kağıttan gemiler yaptım kalbimden

Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.

Aşk diyorsunuz,

limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

Allah?la samimi oldum geçen üç yıl boyunca

Havı dökülmüş yerlerine yüzümün

Büyük bir aşk yamadım

Hayır

Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım

Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı

Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...

Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.

Aşk diyorsunuz ya

Ben istemenin allahını bilirim bayım

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca

Balkona yorgun çamaşırlar asmayı

Ki uçlarından çile damlardı.

Güneşte nane kurutmayı

Ben acılarımın başını

evcimen telaşlarla okşadım bayım.

Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.

İnsan kaybolmayı ister mi?

Ben işte istedim bayım.

Uzaklara gittim

Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin

Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım

Süt içtim acım hafiflesin diye

Çikolata yedim bir köşeye çekilip

Zehrimi alsın diye

Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz

İlahiler öğrendim.

Siz zehir nedir bilmezsiniz

Zehir aşkı bilir oysa bayım!

Ben işte miraç gecelerinde

Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,

Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,

Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin

Bir şiir aradım.

Geçen üç yıl boyunca

Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.

Ülkem olmayan ülkemi

Kayboluşumu aradım.

Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Bir ters bir yüz kazaklar ördüm

Haroşa bir hayat bırakmak için.

Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Kimi gün öylesine yalnızdım

Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.

Annem

Ki beyaz bir kadındır

Ölüsünü şiirle yıkadım.

Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım

Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca

Acının ortasında acısız olmayı,

Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.

Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.

Aşk diyorsunuz ya,

İşte orda durun bayım

Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım

Kendimin ucunda

Öyle ıslak,

Öyle kötü kokan,

Yırtık ve perişan.

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım

Aşkı aşk bilir yalnız!


Laos.Krates001
Yasaklı
19 Ocak 2019 00:18

Hala yazıon be üstad

Helal olsun...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2019 23:37

Çılgın Hüzünlü (Turgut Uyar)

çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı

anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü

akşamın dinginliğini otluyordu o zaman

her sabah denize çıkar, bir elma yerdi

hüznünü ve çılgınlığını elmanın

gözünü yumsan ağzında duyarsın

ellerine bakma artık

çünkü kar yağıyor

çılgın hüzünlü

büyük kentleri düşünse de rahatlasa

işte her şey nasıl haince karıştırılmış

kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde

saatin sonunda meydan

suyun sonu ilerde

böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum

çılgın ve hüzünlü

çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor

yaşanmış mı temmuzda mı belli değil

çılgın ya da hüzünlü

şimdi dolaşıp duruyor aramızda

kıpkırmızı bir duygu olarak

doğudan batıya bir güz halinde

çılgın ve hüzünlü

biraz dağ yollarını öğrenmesi gerek sanırım

kahırçeker mekkâri katırları gibi

onlar ki hiçbir şeyleri yok

korkunca çılgın sevinince hüzünlü

kar dindi

gerçekten dindi

ellerine bakabilirsin artık


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Ocak 2019 21:39

19.01.2019

Kan Kalesi (İsmet Özel)

Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde

ey kanıma çakıllar karıştıran isyan

saçlarıma bin küsür yalnızlığı takıp girdiğim şehre

insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksam

günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak

bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında

şeytanlar da yürür benimle herhal ıslık çaldığım için

bir şahan tüylerini döker ardımsıra

artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım

böğrümde kambur çocuklardan bir payanda.

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum

sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya

her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina

kangren oluyorum bahar geldiği için

urlarımı kesiyorum kör bir usturayla

ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor

bırakabileceğim her şeyi bıraktırıyor bana

kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek

yükseliyor kız tortuları

tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların

bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya

-Avluya çık

-Avluya kara bir şey bırakılmış

(bir bomba)

Kulaklarımız alışmıştı tıpırtısına yağmurun

şehre sıkıntının rahatlığı basmadan giriyorduk

filimler üç günde bir değişiyordu

bense ikircikliydim ama korkmuyordum

polis olan babamla tatil arasında uçuşup duruyordum durmadan

urlarım yoktu, suçum yoktu,

ve beyaz kuşlar kalkardı anamın hırkasından

şehre karışmayan bir dehliz değildim

sevinçle kovalıyordum kendimi

bunları ansımak başımı döndürüyor bazan

elbet bir hinlik vardır seni sevişimde

ey kanıma çakıllar karıştıran isyan.

Azan bir hevestir artık tanyeri

söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan

şehrin defterini dürüp uzanmak ister yanına

üstümüzü kuş sesinden bir lekeyle örtmeli

umudumuzu kapmaya gelen makinaları

bütün çirkefini şehrin çarpıtıp aşkımıza

solumak gece

terlemek gece

gece çarşaflara...

Açıklanacak, belletilecek olan belki

milât öncesi ve sonrası lâkırdıları

karışık banka hesapları, navlun

yani öylesine açık değil pek

hatta

-şehir mi, değil mi burası-

kötürüm bir kurt çantamı karıştırıyor

neden karıştırıyor, ne hakla

direnmeler, erzurumlar, kalfalar

gecenin ipini koparan gece safaları

-Var mısın yok yere ağlamaya... Ki bir sis

yanık bırakılmış bir fısıltı

şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama

herkesin içinde iğdiş bir bahar

bacakları eriyor memurların, evkızlarının

ve saat 24 vardiyasının işçileri

inmiyor ocaklarına.

Yufka mıdır

yufka mıdır benim bakışım dünyaya

ki acılarıyla başlatırım insanları

derimi yalayarak geçen mevsim

beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla

her askere gidenin, her tören yorgununun

kondurur kemerinin kaşına.

Böylece ben, o küskün, o karışmayan dehliz

koca bir tomruğu yüklenirim arkadaşlarla

koca bir tomruğu kaldırıp kaldırıp

kümbetlere, bitkinliğin bordasına...

Kanın çığırından çıktığı saattir bu

memelerini bana sıkıca bastırdığın

hercai bir yürek somurtkan kepenklerin ardında

şehri acıtan çocukluğumuza değdikçe

biz seviştikçe bizi acıtan

kukumav kuşları, mânilerle dolu bir yatak

zaç yağı şişeleri kocaman.

Sen şimdi sevincimin akranısın

ey kanıma çakıllar karıştıran isyan

doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim

yaralarımı onduranımsın

yatağımı hiç boş bırakmayan...

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?

bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara

yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım

değil

partizanlığım dalaşmak istiyor anla

bu sarsak hırgürüyle dünyanın

dalaşmak dalaşmak dalaşmak

böylece aşk akranım oluyor benim

ey bayırdan ve yokuştan uzaklara

ey çırpınan bir geyiktir memelerin

karnın ısırgan otları gibi aklımda.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Ocak 2019 21:56

Yalnız Bir Opera (Murathan Mungan)

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim

Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin

Kızdığın ya da kıskandığın diyelim

Yani yaşamışlık sandığın

Geçmişim

Dile dökülmeyenin tenhalığında

Kaçırılan bakışlarda

Gündeliğin başıboş ayrıntılarında

Zaman zaman geri tepip duruyordu.

Ve elbet üzerinde durulmuyordu.

Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,

Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

Başlangıçta doğruydu belki.

Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,

Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,

Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.

Ve hala bilmiyordun sevgilim

Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana

Bütün kazananlar gibi

Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,

Senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim.

Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.

Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.

Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından

Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine

Çerçevesine sığmayan

Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.

Seni bir şiire düşündükçe

Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi

Uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.

Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük

Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,

Belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.

Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?

"Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda.

Altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.

Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını

Takvim tutmazlığını

Aramızda bir düşman gibi duran zamanı

Daha o gün anlamalıydım

Benim sana erken

Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.

Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.

Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,

Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.

Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.

Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.

Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.

Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.

Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.

Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.

Birbirine uzanamayan

Boşlukta iki yalnız yıldız gibi

Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz

Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca

Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

Ne kalacak bizden?

Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim

Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında

Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden

Bizden diyorum, ikimizden

Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.

Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada

Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi

Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek

Herşeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim

Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor

Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan

Oysa yapacak ne çok şey vardı

Ve ne kadar az zaman

Kış başlıyor sevgilim

İyi bak kendine

Gözlerindeki usul şefkati

Teslim etme kimseye, hiçbir şeye

Upuzun bir kış başlıyor sevgilim

Ayrılığımızın kışı başlıyor

Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,

Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,

Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

Böyle zamanlarda herşey birbirinin yerini alır

Çünkü herşey bir o kadar anlamsızdır

İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun

Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar

Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz

Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığımız anlar,

Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar

Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,

Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size

İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz

Bir ayrılığın ilk günleridir daha

Herşey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup

Kulak verdiğiniz saat tiktakları

Kaplar tekin olmayan göğümüzü

Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç

Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

Bakınıp dururken duvarlara

Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek,

Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,

Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında

Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi

Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,

Başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya

Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi

Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,

Ve kazanmış görünürken derinliğimizi

Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde

Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar

O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi

Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

Göremeseniz de, bilirsiniz

Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar

Gelip size zamandan söz ederler

Yaraları nasıl sardığından, ya da herşeye nasıl iyi geldiğinden

Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.

Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.

Dahası onlar da bilirler.

Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.

Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki

hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.

Zaman alır.

Zaman alır sizden bunların yükünü

O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker.

Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.

Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

O boşluk doldu sanırsınız

Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün

Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide

O eski ağrı

Ansızın geri teper.

Dilerim geri teper.

Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır.

Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.

Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan

Herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır olmuş

Saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

Günlerin dökümünü yap

Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini

Kim bilebilir ikimizden başka?

Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış

Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,

Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği

Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız herşeyi bir düşün

Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya

Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor

Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla

Bunlar da bir işe yaramadıysa

Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,

Şimdi nerdeyim?

Solgun yollardan geçtim.

Bakışımlı mevsimlerden

İkindi yağmurlarını bekleyen

Yaz sonu hüzünlerinden

Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim

Geçti her çağın bitki örtüsünden

Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından

Bakarken dünyaya

Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:

Çiçek adlarını ezberlemekten geldim

Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların

Unuttuklarını hatırlamaktan

Uzun uzak yolları tarif etmekten

Haydutluktan ve melankoliden

Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden

Duyarlığın gece mekteplerinden geldim

Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti

Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları

Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,

Şimdi nerdeyim?

Yaram vardı, bir de sözcükler

Sonra vaat edilmiş topraklar gibi

Sayfalar ve günler

Işık istiyordu yalnızlığım

Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum

İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.

Karardı dizeler.

Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım

Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde

Aşk yalnız bir operadır, biliyordum:

Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.

Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim

Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu

El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk

Birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:

Eksiliyorduk

Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim

Her otelde biraz eksilip, biraz artarak

Yani çoğalarak

Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin

Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında

Ağır ve acı tanıklıklardan

Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.

Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum

Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu

Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...

Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları

Ve açık hayatları seviyordu.

Buraya gelirken

Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim

Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri

Ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi

Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...

panayır yerleri...

Ölü kelebekler...

Ölü kelebekler...

Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye

Acı çekecek yerlerimi yok etmeden

Acıyla baş etmeyi öğrendim.

Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

İpek yollarında kuzey yıldızı

Aşkın kuzey yıldızı

Sanırsın durduğun yerde

Ya da yol üstündedir

Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar

Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar

Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır

Her yaşta başka türlü geçilen

Aşkın bir yolu vardır

Her yaşta biraz gecikilen

Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler

Gözlerim

Aşkın kuzey yıldızıdır bu

Yazları daha iyi görülen

Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler

İlerlerim

Zamanla anlarsın bu bir yanılsama

Ölü şairlerin imgelerinden kalma

Sen de değilsin. O da değil

Kuzey yıldızı daha uzakta

Yeniden yollara düşerler

Düşerim

Bir şiir yaşatır herşeyi yaşamın anlamı solduğunda

Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında

Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler

Yaşamsa yerli yerinde

Yerli yerinde herşey

Şimdi herşey doludizgin ve çoğul

Şimdi herşey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi

Şimdi herşey yeniden

Yüreğim, o eski aşk kalesi

Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden

Dönüp ardıma bakıyorum

Yoksun sen

Ey Sanat! Herşeyi hayata dönüştüren.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
22 Ocak 2019 22:38

Ne İçindeyim Zamanın (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Ne içindeyim zamanın

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare geniş bir anın

Parçalanmış akışında,

Bir garip rüya rengiyle

Uyumuş gibi her şekil,

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.

Başım sukutu öğüten

Uçsuz, bucaksız değirmen;

Içim muradıma ermiş

Abasız, postsuz bir derviş;

Koku bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
23 Ocak 2019 23:07

Kırdın Kalbimi Cankörüğüm (Adnan Yücel)

Ne zaman yağmur yağsa

Bir buluşma yeri olurdun

İstanbul'da rüzgâr soluklara

Mavisi yasaklanmış deniz

Kızıl tufanı yaratmadan daha

Ne zaman yağmur yağsa

Tarihin şiir tanığı olurdun

Yağmurdan sonra

Toprak kokusu bakışlılara

Tam otuz yıl nasıl kıydım sana

Bin zehirli duman arasında

Islığınla besteledim hep

En pembe çocuk düşlerini

Pan'ın flütünden mi kalma

Babam'ın dilsiz kavalından mı

Hep rüzgârla bir tuttum seni

Hani yolu yakın

Aşkı sonsuz kılan rüzgârla bir

Ey can içre cankörüğüm

Hangi kentin temiz havası

Yetmez oldu ki soluğuna

Çıkardın kendini ölüm doruğuna

Ölmek kolay değil cankörüğüm

Kalbimde sevinç gözesi pınarlar

Kalbimde yaşamak aşkı çınarlar

Ve bir nice coşkular coşkular

Sende onlar gibi yaşayacaksın

Akıp ırmaklara karışacaksın

Sırılsıklam bütün sevişmeleri

Yine soluğunla kurutacaksın


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Ocak 2019 23:42

Yüzü Yağmura Gömülü Düşüm (Şükrü Erbaş)

Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor

Akşamın incelen sularına

Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden

Bilmez miyim içindeki kederi

Yüzü yağmura gömülü düşüm

Böyle buğulu camlarda dalgın

Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut

Bulanıp durur bir uzak rüzgarla

Aykırı mevsimler içinde

Saçların saklar omuzlarındaki yükü

Dönsen ve öpsem incitmeden

Alının gücenik ülkesini

Benim ömrümsün sen, onurum, geleceğim

Gitmek hangi acıyı onarır ki

Bilmez misin çare değil üzüntü


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
25 Ocak 2019 23:37

Tahirle Zümre Meselesi (Nazım Hikmet)

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
26 Ocak 2019 23:26

Bir Ayrılış Hikayesi (Nazım Hikmet)

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp

parmaklarımı kanatarak

kırasıya,

çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:

- Seni seviyorum,

ama nasıl?

kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,

yüzde yüz, yüzde bin beşyüz

yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:

- Baktım

dudağımla, yüreğimle, kafamla;

severek, korkarak, eğilerek,

dudağına, yüreğine, kafana.

Şimdi ne söylüyorsam

karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...

Ve artık

biliyorum:

Toprağın

Yüzü güneşli bir ana gibi

En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

Fakat neyleyim

saçlarım dolanmış

ölmekte olanın parmaklarına

başımı kurtarmam kâbil

değil!

Sen

yürümelisin,

yeni doğan çocuğun

gözlerine bakarak...

Sen

yürümelisin,

beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...

Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
27 Ocak 2019 22:59

Gözlerim Gözlerinde (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?

Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?

Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;

Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...

Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında

Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.

Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum;

En eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...

Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin,

Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!

Güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!

Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;

Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,

O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini.

Toplam 1076 mesaj
«91011121314151617181920»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi