Editörler : supporters.
«789101112131415161718»

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
03 Aralık 2018 23:27

Kargo (Birhan Keskin)

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun.

Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok

burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem

zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri

eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim

kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve

çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak,

o inat neyse sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa

nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,

aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor,

ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir

okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N?olcak ki,

bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça,

(bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki

çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat

midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube?dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama

müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına

yandığım, kırkına birden deva olsun.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
04 Aralık 2018 23:08

Aşk (Birhan Keskin)

Sevgilim sabahın erkenini seviyor,

Ben geceyi ve esmerliğini onun,

O dorukları seviyor, korkuyor bundan

Ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,

Ona bir yeşil gülümsüyor,

Ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,

Diyorum, seni de öyle.

O kendi boşluğunda oyalanan günlerde

Canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,

Ben göğe bakıyorum geceden,

Kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim

Diyorum, yanında,

O sabahları eğilip öpüyor denizi.

Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,

Esmerliğin gecemde, öyle kal.

"Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla" diyorsun,

Yağmur bir yalıyor yüzümü,

Bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme

Öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.

Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,

Oysa camdaki sardunya gibi üşür

Bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir

Bir, çıplağın çıplağımda.

Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde

Öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
05 Aralık 2018 23:34

Bir Gün Sabah Sabah (Turgut Uyar)

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,

Uykudan uyandırsam seni:

Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.

Vapur düdükleri ötmededir.

Etraf alacakaranlık,

Köprü açıktır henüz.

Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça

Gece demir köprülerden geçmiştir tren.

Dağ başında beş on haneli köyler,

Telgraf direkleri yollar boyunca

Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden,

Uyanıp uyanıp yine dalmışım.

Biletim üçüncü mevki,

Fakirlik hali.

Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,

Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım..

Ver elini Haydarpaşa demişiz,

Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,

Hava hafiften soğuk,

Deniz katran ve balık kokulu

Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,

Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,

-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.

Saçların dağınıktır, mahmursundur.

Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,

Uykudan uyandırsam seni,

Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.

Fabrika düdükleri ötmededir.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
06 Aralık 2018 21:30

Aşklar İçinde (Edip Cansever)

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor

Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra

Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan

Avuçlarımda bir yanma

Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın

Oldu olacak

Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize

Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden

Bir çocuğun gülüşü gibi

Aşkların, nice aşkların ayrılık günü gibi

Bir sokağın ucunda kaybolup solan

Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde

Korularda yoğun bir erguvan sisi.

Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor

Ağları pembeden hüzne giden

Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan

Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel

Çil basmış yüzünü bütün

Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi

Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme

Biliyorum atacak

Böyledir memleketimin yoksul halkı

Bir onlarda rastladım bu cömertliğe

İstavritler kıpır kıpır dibinde sandalının

Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi

bakarlar insana

Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki

Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım

Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.

Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum

Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil

Yeşille sarı birlikte dönüyor

Denize düşüyorlar kırıla kırıla

Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde

Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü

Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-

Daha da uzun şimdi bir örtü olarak

Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor

Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında

Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben

Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca

Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar

Ama bak

Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle

Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz

Hatırlıyorum da öyle.

Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında

Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar

Kızın ağzında ince bir dal parçası

Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu

Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan

korkuyorum gene de

Söyle, en son nerde görmüştüm seni

Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de

Şimdi gene var

Bileklerinde, bileklerinin renginde

Dudaklarında, dudaklarının

Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve

Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki

Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele

Bir aşkı yaşamak, bir aşkın bilinmesinden bambaşka değil miydi

Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan

Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de

Acele etme yoksun belki

Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki

Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki

Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.

Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar

İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor

Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar

Coca-Cola?ya doğrayıp ekmeklerini

İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz

Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka

Çoskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu

Ve onlar

Onlar, diyorum sadece

Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların

Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın

Bilmeden ne yapacaklarını

Anlayacaklar ne kadar güçsüz

Ne kadar zavallı olduklarını

Vakit öğleyi geçti çoktan.

Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından

Baştanbaşa gül rengi

Kimseler görünmüyor içinde

Neden görünmüyor, bilmiyorum

Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor

Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de

Yılların, yüzyılların

Bitmeyen vahşetini ateşlemek için

Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından

Utancı bilerek yaşamak korkunç

Daha korkuncu da var:utancı bilerekten yaşatmak

Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.

Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul

Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu

Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök

buğulanacak

Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir

Neler olabilir birazdan

Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz bırakarak

İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum

Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de

Çabuk geçiyor

Nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa

Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı

Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün

Ne kadar acı bunlar

Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar

Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak

Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir

Birazdan akşam olacak sevgilim

Bütün heybetiyle akşam olacak

Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda

Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi

Bildiğim bir şey varsa

O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi

Unutup birden zamanı ve yeri

Onunla bir günü kutluyorum coşarak

Onunla bir günü kutluyoruz sanki.


enterdi
Kapalı
07 Aralık 2018 20:12

İSTASYON Burada gelir insana Boş günlerin usancı Çalar birden kampana Ölüm sesinden acı Sonra bir düdük öter Kesik çığlıklarla der Buradan bildik gidenler Yarın döner yabancı Necip Fazıl Kısakürek

Smyr1040
Aday Memur
07 Aralık 2018 23:02

yer cekimine karsi konulmaz neden sonuc iliskisinde aktif hayatlar yum gozlerini al bi nefes gececek yeniden mucadelenin acisi zaferi zor yollardan topla oyun gibi al puanlari ruhunu unutma gececek bu ömrünün yalnızlığı ...

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
07 Aralık 2018 23:24

Rüzgar Gülü (Attila İlhan)

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim

Sisler utanacak eğilecek

Ağzının ucundan öpeceğim

Saçına kalbimi takacağım

Avcunda bir şiir büyüyecek

Nerede olduğumu bileceğim

***

Bu çıplak geceler yok mu

Bu plak böyle ağlamıyor mu

Camları kırmak işten değil

Delirecek miyim neyim

Kirpiklerimden mısra dökülüyor

Kenya'da simsiyah yalnızım

Yoksul bir şilepte gemiciyim

Malezya'da yük bekliyorum

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim

***

Gözlerini söndürme muhtacım

Ben senin aydınlığına muhtacım

Yepyeni bir ilkbahar harcayıp

Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp

Rüzgar gülünü arayacağım

Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da

Vinçler yine akşamları indirecekler

Yine karanlığa bulaşacağım

Gözlerin rüzgarda savrulacak

***

İkimiz iki sap buğday olsak

Sen benim olsan, ben senin olsam

Bir gece vakti aklına gelsem

Uykunu tutsam bırakmasam

Seni kucaklasam, kucaklasam

Birbirimizin kalbini dinlesek

Dünyanın kalbini dinlesek

Büyük ateşler yaksalar

İki güvercin uçursalar

Nerede olduğumuzu bilsek


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
08 Aralık 2018 22:41

Ben Eylül Sen Haziran (Ümit Yaşar Oğuzcan)

Bir eylüldü başlayan içimde

Ağaçlar dökmüştü yapraklarını

Çimenler sararmıştı

Rengi solmuştu tüm çiçeklerin

Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı

Katar gidiyordu kuşlar uzaklara

Deli deli esiyordu rüzgar

Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa

Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar

****

Neydi o bir zamanlar

Sevmişliğim, sevilmişliğim

O heyheyler, o delişmenlikler neydi

Ne bu kadere boyun eğmişliğim

Ne bu acıdan korlaşan yürek

Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım

Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne

Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım

****

Beni kötü yakaladın haziran

Gamlı, yıkık eylül sonuma

Bir ilk yaz tazeliği getirdin

Masmavi göğünle

Cana can katan güneşinle

Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime

Çiçekler açtı dokunduğun

Çimler büyüdü yürüdüğün

Ve güller katmer oldu güldüğün yerde

****

Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi

Oldurduğun yemişlerin ağırlığından

Dallarım yere değiyor

Güneşi batmadan saçlarının

Bir dolunay doğuyor bakışlarından

Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma

Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık

Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan

Ölebilirim artık

****

Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse

Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma

Baksana; parmak uçlarım ateş

Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden

Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan

Benimle meydan oku her çaresizliğe

Benimle uyu, benimle uyan

Birlikte varalım on üçüncü aylara


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
10 Aralık 2018 22:49

09.12.2018

Sen Yürürsün Rüzgar Yürür (Adnan Yücel)

Sen yürürsün rüzgar yürür

Sabahlar sığmaz olur gözlerine

Her adımda çözülür bir karanlık

Şafaklar çiçek sunar ellerine

Gün tutuşur

Dağlar aydınlanır

Yeniden aydınlanır

Yeniden canlanan bu yaşam

Türküler dizer saçının tellerine

***

Sen yürürsün rüzgar yürür

Alıp savurur beni saçların

En kalabalık alanlara götürür

Bir cellat çıkar apansız

Bir fidan yeşermeden çürür

Ve kana bulanır ırmaklar

Baştan başa geçer kentleri

Kan temizlenir cellat ölür

***

Sen yürürsün rüzgar yürür

Mahpuslar soluğunla umutlanır

Toprak çatlar

Gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir

Görkemli bir yürüyüş başlar içimde

Ve bir tan vakti

Kırılır bütün güzellik yasaları

Ağaçlar aşk açar bahçelerimde

***

Sen yürürsün rüzgar yürür

Dallar eğilir

Yapraklar secde eder yürüyüşüne

Sular kabarıp dalgalanır

Köpüklü başlarıyla selamlar seni

Ve tanrılar kalır önünde

Ne beyler ne krallar

Seninle yazılır en büyük destan

En güzel tarih seninle başlar

***

Sen yürürsün rüzgar yürür

Bir sevinç boylanır dünyada

Çocuklar korkusuz büyür

Kan boğulur susar

Dokunup geçtiğin her kuraklık

Yemyeşil bir vadiye dönüşür

***

Sen yürürsün rüzgar yürür

Bizi bu deprem günlerinde

İnan ki bir şiirsiz yaşamak

Bir de sensiz savaşmak öldürür


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
10 Aralık 2018 22:52

Piraye İçin (Nazım Hikmet)

Ne güzel şey hatırlamak seni;

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken..

Ne güzel şey hatırlamak seni:

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti..

Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti:

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak

koyu bir karanlık...

***

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:

filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

***

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

***

Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
11 Aralık 2018 23:37

Yürüyelim Seninle İstanbul'da (Nurullah Genç)

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim

hayallerim kıpkırmızı olurdu

***

İstanbul hala güneşin ardında

ufuklarında birkaç kara leke

birkaç kan pıhtısı dudaklarında

İstanbul hala sevimli mi sevimli

ve hala bir tomurcuk tadında

yürüyelim seninle İstanbul'da

***

korkusuz bir rüyadır

bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da

birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü

yenilgisiz bir muamma gibidir

arar buluşmayan ellerimizi

deli rüzgar yine sarhoş, hovarda

***

tam orada, Çamlıca yokuşunda

birkaç bulut çekelim gökyüzünden

damarlarımızdan geçirelim ve birden

bırakalım suların üzerine

sen bir defa konuş, sen bir defa gül

kumlu ebrular yapalım seninle

serpmeli ebrular, bülbülyuvası

hercaimenekşe, gonca ve sümbül

***

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında

yürüyelim seninle İstanbul'da

boğaziçi mağrur türkülerini

gözlerine baka baka söyleyin

martılar üşüyünce

denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi

***

anlayabilir misin

neden çıban gibi büyür bağrımda

büyür de kelebek olur bu sızı

kırmızıyı sevdiğini söyledin

bu yüzden mi günlerdir

İstanbul'da gül kokusu yayılan

tepeler kırmızı, sular kırmızı

***

İstanbul bilmeli ki, sahillerine

mehtabı taşıyan senin bakışlarındır

İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler

önce senin yüreğine açılır

uzaklarda bir yerde

toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın

parmaklarında hüzün

sana doğru akan nehrin

ağlayan suretidir

***

bir elimizde umut

bir elimizde sevda

yürüyelim seninle İstanbul'da

musiki kesilsin, tükensin yazı

çaresiz kalınca mızrap ve şiir

ozan bir kenara bıraksın sazı

ressam fırçasına neden mi kızgın

tuvalde çizgiler, renkler kırmızı

kırmızıyı sevdiğini bilince

çekilir mi artık güllerin nazı

***

Anadolukavağı'nda her akşam

burcu burcu bir rüyadır hayalin

karanlık, hüznünü düşürür dağa

kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar

endamın her sabah iner toprağa

***

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz

ayrılık acıyla süzülür kandan

nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda

dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler

öylesine yorgun, mahzun ve candan

***

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda

uykusundan uyanınca fırtına

dalgalar türkümüze aşina olur

yüzümüze bakınca deniz fenerleri

sahibini arayan gemilerin

çığlığıyla vurulur

***

tarih heyelandır hainlerin ardında

İstanbul tarihin soylu anası

biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız

sevdayı kız kulesi'nden

yalıların burukluğu altında

geçiyoruz sokaklardan delice

***

anlayabilir misin

beyoğlu'nda gezinen

hayal kırıklığının benden türediğini

anlayabilir misin

kırmızı neden böyle

doldurur aynalara inleyen yüreğimi

***

sana giden yolların kavşağında

bir adam direniyor izini bulmak için

siliyor tanyerine akan alın terini

ufkunda sapsarı umudun rengi

mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah

arıyor sessizce kaybolan günlerini

***

Gülhane'de simit satan çocuklar

nasıl anlasınlar ellerimizin

neden böyle çekingen olduğunu

Ayasofya önünde tramvay bekleyenler

gökyüzüne dokunurken bu acı

kimdir diye sorsunlar içlerinden

birlikte yürüyen iki yabancı

***

biz gitsek de, İstanbul'da yine de

yıllar yılı gezinmeli bu sızı

benden bir yaralı şiir kalmalı

senden bir tebessüm, bir de kırmızı


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
12 Aralık 2018 21:35

Gözlerin Düşer Aklıma (Şükrü Erbaş)

Üşüyüp yorgun düştükçe yüreğim

Kendime görünmez sıkıntılar büyütürüm.

Ne senin o dilsiz uzaklığın

Ne benim bu rezil gerçeğim

Bir çift kanat kesilir gövdem

Çıkar gelirim; esmerliğine senin

Günışığı giyinmiş o sıcacık tenine.

Akşam yüzüme yüzüm sulara

Bir korku gölgesi gibi vurdukça

Düşerine sığınırım senin, aydınlık

Anılarına..

Gözlerin düşer aklıma, kirpiklerin

Saçların, avuçlarıma

Alırım, tel tel sarınır

Isınır avunurum...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Aralık 2018 22:57

13.12.2018

Tek Hece (Cemal Safi)

Var mı beni içinizde tanıyan?

Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.

Kalmasa da şöhretimi duymayan,

Kimliğimi tarif etmek zor benim...

***

Bülbül benim lisanımla ötüştü.

Bir gül için can evinden tutuştu.

Yüreğine Toroslar'dan çığ düştü.

Yangınımı söndürmedi kar benim...

***

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.

Benimle değişti talihi bahtı,

Yerle bir eylerim tac ile tahtı,

Akıl almaz hünerlerim var benim...

***

Kamil iken cahil ettim alimi,

Vahşi iken yahşi ettim zalimi,

Yavuz iken zebun ettim Selim'i,

Her oyunu bozan gizli zor benim...

***

Yeryüzünde ben ürettim veremi.

Lokman Hekim bulamadı çaremi.

Aslı için kül eyledim Kerem'i.

İbrahim'in atıldığı kor benim...

***

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di.

Hatrım için yüce dağlar delindi.

Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.

Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

***

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm.

Yunus'umla öfkeleri dindirdim.

Günahımla çok ocaklar söndürdüm.

Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

***

Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da

Görünmezim cismim de yok, resmim de

Dil üzmezim, tek hece var ismimde

Barınağım gönül denen yer benim

***

Benim için yaratıldı Muhammed

Benim için yağdırıldı o rahmet

Evliyanın sözündeki muhabbet

Embiyanın yüzündeki nur benim


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Aralık 2018 23:00

14.12.2018

Ağlayan Kaya (Didem Madak)

Ben şiirin nefer taşı

Büyük bir Amerika keşfettim ruhunuzda

Ben başarıların Kristof Kolomb?u

Ne duruyorsunuz hadi alkışlayın!

Cennete gitmek isterdim otostopla,

Cinnete kadardı tüm yollar oysa,

Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında

Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak.

İlk sevgilimle bir kilisenin bahçesinde buluşurduk.

Bir mezarlıkta öpüştük ilk defa,

Rengarenk boncuklar saçılmıştı benden her tarafa,

Kapkaraydı ama toprak.

Binlerce ruhu taciz etmiş bir ilk aşk

Tanrım sorarım sana neye yarar?

İpek yolunda ipektim o zaman

Baharat yolunda baharat.

Aşk kırmızı atlastı,

Ten Greenwich başlangıç meridyeni

Yağmur yağardı, durmadan yağmur

Coğrafyadan da anlarım, hadi alkışlayın!

Keşke aşk şiiri yazsam

Ne güzel,

Aktarlara tarçın diye satardım

Ticareti de öğrendim bakın,

Hadi alkışlayın.

Cesaret sanırım bir çeşit esaretti,

Iskat edilmekti mirastan

Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak

Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak

Korkuyorum ama artık

Hadi alkışlayın!

Cesaretim bir süredir gözaltında

İhzar müzekkeremi kendim yazdım

Tehlikeli sayılmam artık.

Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum

Onu orada

Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.

Kalbim!

Şiirimin Hacer'ül esved taşı

Hadi ama baylar,

Bakın kaldıramıyorum,

Yardım edin de şunu yerine koyalım.

Hay!

Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım.

Ters Pinokyo olmak istiyorum Gepetto Usta

Kötülüklere boğulup

İnsanlıktan çıkmak istiyorum artık!

Kafam karışık ama

Yetişir!

Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık.

Camdan papuçlarım kırık..

Prens de bulamaz beni artık.

Hayata söyleyin bundan sonra gitsin

Anlamını masallarda arasın

Hay!

Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım

Da çiçekler açsın ruhunuz.

Hadi alkışlayın!

Biliyorum hala biraz safım.

Keşfettim

Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika'yı

Hadi alkışlayın!

BU SİZİN BAŞARINIZ.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Aralık 2018 23:02

Şafak Türküsü (Nevzat Çelik)

1

Beni burada arama anne

Kapıda adımı sorma

Saçlarına yıldız düşmüş

Koparma anne

Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı

Gözlerim şafak bekledim

Uzarken ellerim

Kulağım kirişte

Ölümü özledim anne

Yaşamak isterken delice

2

Bugün görüş günü

Günlerden salı

Islak

Sarı bir yağmur

Ülkemin neresine bakarsa ay

Orada yitik bir anne ağlıyor

Sen aralıyorsun yağmuru

Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini

Sonra bir umut koşuyorsun

Yüreğin avcunda

ısırırken

çırpıntı gözlerini

(ah verebilseydim keşke

yüreği avcunda koşan

herbir anneye

tepeden tırnağa oğula

ve kıza kesmiş

bir ülkeyi armağan

koşma anne

birdenbire batacak olan

düş denizinde yarattığın umut sandalıdır

oysa benim için gece

ışık hızıyla koşan

kısa ve soğuk bir zamandır

bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak

uykusuz

yorgun

ve korkak

3

sanırım baytardı

yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken

ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor

boşver hipokrat amca

üzülme ne olur

sen de anne

sen de üzülme

hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi

ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim

ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim

korkak kahraman gecelerimi

düşlerimle sınırsız

diretmişliğimle genç

şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine

usulca açılıverdi

yanağımda tomurcuk

pir sultan'ı düşün anne

şeyh bedrettin'i

börklüce'yi

torlak kemal'i düşün anne

hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde

utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının

onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen

ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın

deniz'i düşün anne

her mayıs şafağında uzun

uzun döverken darağaçlarını

ve o şafaktan doğma

onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları

insanları düşün anne

düşün ki yüreğin sallansın

düşün ki o an

güneşli güzel günlere inanan

mutlu bir yusufçuk havalansın

4

sıcak omuzlar değerken omzuma

buz üstünde yürüdüm yıllar boyu

bayraklar ve türkülerle

kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma

açık alanlarda ağır

kartalların konup kalktığı

yalçın kayalardan biriydim

ölüp dirildim yeniden

güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına

özgürlük adına ekmek adına

üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin

dirilip dönmesin diye hiroşimalar

tahtadan atların boynuna çıplak

ölümlerle yatmasın diye çocuklar

aç gözlerle bakmasın diye çocuklar

kardeşlik adına

havadaki kuş denizdeki balık adına

yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama

ıraktı gözlerim çok ırak

izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda

kalsa da silinir gider

yalnızca bir ağıt gibi çakılır

ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5

tören adımlarıyla ölmek

ne garip şey anne

kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum

bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun

masa üstünde üşüyen bir sigara

yanında küçücük bir cam bardak

içinde rengi bu gecenin

cılız titrek bir kibrit

kağıt kalem

sandalye

geride flu

yağlı

büküm büküm bir ip

ve çingene kuralına uygun

değişmez dekoru mudur

idam mahkumunun

6

kırılacak cammışım gibi davranıyorlar

yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün

oysa birazdan boynumu kıracaklar

pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen

çingenenin kara killi ellerinde gördüm

anladım ki küllenen sigaradır

soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem

alacaşafağında ülkemin

yıldız uçurmak varken

oturup yıldızlar içinde

kendi buruk kanımı içtim

7

ne garip duygu şu ölmek

öptüğüm kızlar geliyor aklıma

bir açıklaması vardır elbet

giderken darağacına

8

geride

masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem

bağışla beni güzel annem

oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana

elleri değsin istemedim

gözleri değsin istemedim

ağlayıp koklayacaktın

belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü

karşımda kurum kurum-laşan darağacı

(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan

ökse de olsa dört bir yanı)

birdenbire acıdı boynum

gelecekler var birbiri ardınca genç

yakışıklı

ne olur işçi kadınım

az yumuşak dik

şu kefenin yakasını

9

yaşamak ağrısı asıldı boynuma

oysa türkü tadında yaşamak isterdim

çiçekleri kokmak ırmakları akmak

yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak

su başlarında aylak sektirmek kavalımı

sonra bir çocuğun afacan bacaklarında

anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim

o güzel günleri görenler arasında

bir soluk ben de yaşamak isterdim

bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden

öperken siya-u jakond'u tebessümünden

işte o an saçlarından yakalamak dolunayı

bir de yirmibeş kilometreden görebilmek

nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne

bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı

sedef kakmalı bir kutu içinde

vermek isterdim çocukların ellerine

sonra

sonra benim güzel annem

damdan düşer gibi

vurulmak isterdim bir kıza

10

künyemi okudular

suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum

kefenin cebi yok

koynuma yıldız doldurmuşum

koşun çocuklar çocuklar koşun

sabah üstüme

üstüme geliyor

yanlış mı duydum yoksa

erkenci bir horoz mu ötüyor

keskin bir acı bilenmiş

gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek

usulca baktım yüzlerine

bin yıllık iskeletleri çatırdayarak

göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne

avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran

darağacı

bir zaman rüzgarda

saçını tarayan telli kavak değil mi

boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız

sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi

söyle anne

o çingene

bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan

bağıra çağıra geçen bohçacı kadını

sevmedi mi çılgınca

11

kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda

işkenceler zindanlar hücreler

savunmak yok mutlu tok bir yaşamı

açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren

mideme karşı

kısacası

bir çiçeği düşünürken ürpermek yok

gülmek umut etmek özlemek

ya da mektup beklemek

gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne

artık duvarları kanatırcasına tırnağımla

şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım

mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım

baba olamayacağım örneğin

toprak olmak ne garip şey anne

ceplerimde el yerine balyoz taşırken

korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini

ve yüreğimin ırmakları taştı

taşacakken

ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür

dağdır ki sende göçer

ben yaprak derim çiçek derim

çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim

gül yanaklı çocuğa benzer

yine de

oğlunu yitirmek kimbilir

ne garip şey anne

12

beni burada arama anne

kapıda adımı sorma

saçlarına yıldız düşmüş

koparma anne

ağlama

kırıldıysa düş evinin kapısı

bütün kırık kapıların çağrılışıyım

kızların yanaklarında çukurlaşan

biten başlayan aşkların ortasındayım

her kavgada ölen benim

bayrak tutan çarpışan

her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni

özlem benim kavga benim aşk benim

bekle beni anne

bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah

acını süpürmek için açtığında kapını

umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur

çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar

o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak

öylece kalkar uykudan şalterler

dişleyip tükürmeden sigaralarını

türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah

acını süpürmek için açtığında kapını

adı başka sesi başka nice yaşıtım

koynunda çiçekler

çiçekler içinde bir ülke getirirler

başlarını koymak için yorgun dizine

sen hazır tut dizini anne

o mükemmel güne


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Aralık 2018 23:47

Yağmur (Nurullah Genç)

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat.

Yıllardır bozbulanık suları yudumladım,

Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları,

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım.

Hasretin alev alev içime bir an düştü,

Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü,

Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde,

Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü.

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin,

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla,

Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin,

Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla,

Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak,

Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak.

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım,

Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım.

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü,

Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü,

Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe,

Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü.

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden,

Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına,

Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden,

Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına,

Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin,

Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin.

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım,

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide,

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım.

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü,

Göğsümüzden umutlar bican düştü,

Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,

En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan,

Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar,

Mutluluk nağmeleri işitirler Hıradan,

Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar,

Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri,

Paramparça, ateşler şahının hayalleri.

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım,

O mücella çehreni izleseydim ebedi,

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım.

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü,

Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü,

Katil sinekler deldi hicabın perdesini,

İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü.

Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında,

Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin,

Ebedi aşka giden esrarlı yollarında,

Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin,

Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü,

On asırlık ocağın savururdum külünü.

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım,

Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak,

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım.

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,

Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,

Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,

Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü.

Badiye yaylasında koklasaydım izini,

Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar,

Seninle yıkasaydım acılar dehlizini,

Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar.

Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya,

Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya.

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım,

Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu,

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım.

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü,

Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü,

Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi,

Hakların temeline sanki bir volkan düştü.

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri,

Ahuların içinde sevdan akkor gibidir,

Erdemin, bereketin doldurur haneleri,

Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir,

Şemsiyesi altında yürürsün bulutların,

Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların.

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım,

Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler,

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım.

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü,

İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü,

Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer,

Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü.

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini,

Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir,

Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini,

Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir,

Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından,

Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından.

Madeni arzuların ardında seyre daldım,

Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini,

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım.

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü,

Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü,

Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali,

Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü.

Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir, mevsim senin

Mekanın fırçasında solmayan resim senin.

Yağmur, bir gün elini ellerimde bulsaydım,

Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım.

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü,

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü,

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan,

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü.

Islaklığı sanadır ahımın, efganımın,

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler,

Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın,

Nazarın ok misali karanlıkları deler.

Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin,

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin.

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım,

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar,

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım.

Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü,

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü,

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün,

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü.

Nefesinle yeniden çizilecek desenler,

Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek,

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler,

Anneler çocuklara hep seni içirecek,

Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin,

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin.

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü,

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü,

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın,

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü.

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Aralık 2018 23:40

Belki Yine Gelirim (Ahmet Telli)

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir

her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü

Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa

bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse

ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de

yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka

hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler

Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent

ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü

Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini

bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki

onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan

kadınları güzelleştiren herhalde onlardı

"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi

tükürsek cinayet sayılıyor artık

ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların

Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara

tek yaprak bile kımıldamıyor nedense

ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar

alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor

kanımın pıhtılarında güllerin serinliği

ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki

Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum

okuduğum bütün kitaplar paramparça

çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma

bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent

bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum

sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler

bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma

Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor

ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere

kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak

Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık

biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri

ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu

ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

İçimde zaptedilmez bir kırma isteği

dizginlerini koparan bir at sanki bu

soluk soluğa kalıyorum her sonbahar

ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa

bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum

bütün gençliğim böylece geçip gitti işte

ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim

Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa

birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez

şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı

geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye

Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür

sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak

ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük

Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir

bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa

bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem

oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü

ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne

sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz

Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Aralık 2018 09:36

18.12.218

Üvercinka (Cemal Süreya)

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden

En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu

kesmemeye

Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma

Yatakta yatmayı bildiğin kadar

Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler

Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının

Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde

Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor

Bütün kara parçaları için

Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o

Onunla daha bir değere biniyor soluk almak

Sabahları acıktığı için haklı

Gününü kazanıp kurtardı diye güzel

Birçok çiçek adları gibi güzel

En tanınmış kırmızılarla açan

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü

Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse

değerlendiremez

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek

İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar

Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar

Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna

diziyorlar

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası

Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki

Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok

Aklıma kadeh tutuşların geliyor

Çiçek Pasajında akşamüstleri

Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor

Bütün kara parçalarında

Afrika hariç değil


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Aralık 2018 09:38

8.10 Vapuru (Cemal Süreya)

Sesinde ne var biliyor musun

Bir bahçenin ortası var

Mavi ipek kış çiçeği

Sigara içmek için

Üst kata çıkıyorsun

Sesinde ne var biliyor musun

Uykusuz Türkçe var

İşinden memnun değilsin

Bu kenti sevmiyorsun

Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun

Eski öpüşler var

Banyonun buzlu camı

Birkaç gün görünmedin

Okul şarkıları var

Sesinde ne var biliyor musun

Ev dağınıklığı var

İkide bir elini başına götürüp

Rüzgarda dağılan yalnızlığını

Düzeltiyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun

Söyleyemediğin sözcükler var

Küçücük şeyler belki

Ama günün bu saatinde

Anıt gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun

Söylenmemiş sözcükler var


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Aralık 2018 23:21

Uçurumda Açan (Cemal Süreya)

Aşktın sen, kokundan bildim seni

Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu

Taşıttan indin, sonra da karşıya geçtin

Elinde tuhaf bir çanta, saçında soku

Akıl almaz işleri şu zambakgillerin

Sokakta bir sövgü gibi akıp gittin

Gözlerin sonsuz uzun, sonsuz çekikti

Baksan uçtan uca Çin Seddi'ni görebilirdin

Yanındaki adam mutlaka kardeşindir

İstanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir

Aşktın sen, gidişinden bildim seni

Neye yarar sağduyuyu aşmazsa şiir

Birbirinizi kucaklarken neye yarar

Kucaklamıyorsak eski, yeni sevgilileri

Diyorum çoğunca evli kadınlar

Bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar

Bilir misin acaba ne demiş tilki?

Kişi bir anda nasıl çarpılıverir

Kuliste yarasını saran bir soytarı gibi

Giderek nasıl anlaşılmaz olur sözleri

Ömer ki gölü balığı için değil

Kamışı için vergilendirdi

Ama değnek vurulurken zavallı uğruya

Yüzüne ve neresine değmesin derdi

Selam size büyük durumlar, doruk anlar

Dağ görgüsü kazanır Ağrı'yı bir kez görse de kişi

Marmara'dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği

Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar

Belki de biraz geç rastladım sana

Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza

1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi

Eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa

Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu

Ağır uykusu aldatılımış olanın

Ve aldatanın delik deşik uykusu

Taşıttan indin, sonra da karşıya geçtin

Divan, Nazım Hikmet, İkinci Yeni

Kaç gündür adını düşünüyorum

Ne demiş uçurumda açan çiçek

Yurdumsun ey uçurum

Toplam 1076 mesaj
«789101112131415161718»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi