Editörler : supporters.
«42434445464748495051525354

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 11:11

06.12.2020

Dünya İşleri (Sinan Oruçoğlu)

elsa'ya

aslında mevsim diye bir şey yoktur!

hayata bakmak için pencerelerden

geçiyoruz,bir oda güneyi görüyorsa

mutluluk!her şeyi bir baş ağrısı gibi

anlıyoruz,okşanırsa patlar yalnızlık

aslında sözcüklerin dili yoktur, hep

yanılırız, sokağın çıkmaz olduğuna

bütün büyük hüznümüz, falanca şarkı

dokunur bize, falanca yer

derin bir anlam yüklüdür

kendimizi acıtacak bir kıyı içindir

aranıp durduğumuz

ömrü üşür ya da ısınır insanın

bilinsin istenen budur

bunu konuşmak bütün derdimiz

yağan kar,yağmayan yağmur?

kuyuya taş atılır onu duymak için

atılan da duyulan da sessizliktir

mevsimler sayılırken

herkesin hüznünden geçilir


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 11:15

07.12.2020

Derin (Serap Aslı Araklı)

Gittim gençliğimin sınırında öldüm

Tenhada bir göl kaldı

(Şeref Bilsel)

dünya içimde inceldi gelmeyin

aşkı siftah kalbi yufka sanırdım

dün geceydi adıma benzer bir şey gördüm

şey dedi babam uzaktan/şeyler insana kaderdir

eve üç gün gelmediğinde şiire sığınan

şeyler kitabı bir dağınıklıktı babam da zaten

gördüğüm bir rüyaydı anneme yordum

içim değil de üçümüzden biri öldü sandım

gelmeyin öyle peltek aksan dünya derin!

tenhâ olmanın adı da aczi de benim

dünya ilinden gelip kendime giderim

ne zaman yorulsam kalbime göl derim

gitsem de kalsam da her şey mesafedir ya

koynuma kaçırdığım saçlarıma bakar da

ânı sen yakala derim aşkı sen kalbim

aşk ve kalbim ki he ya benle yatar da

ikisi de benim değildir aslında

âh, aşk yanlış ân yalnız Allah!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 11:33

08.12.2020

Dağlar Yüzüme Küstü (Serap Aslı Araklı)

bu kadar çok yalanı nasıl söyledim

şiire döküldüm bak tekrarlıyorum kendimi

içimdeki nehir nerede başladı nerede bitti

beni bu şiir anlatmaz ki

üzgünüm ben seni çoğul iklim saydım

her defasına iki el gezindi yalnızlıklarıma

kime büyütüldü bu masallar

ben kimlerle aynı tanrıya inandım

insanlar karmaşık ikinci el yalanlar

baba bana inan beni anla

evde duruyor çözümleyemediğim insanlar

kızma serabımı arıyorum cevapsız telefonlar

bırak artık masumiyete ateş etmeyi

öğrettiğin neydi nerede o lisanlar

içimde her dakika meçhule yolculuk var

hayatıma iddiaya girelim yüksek oranlar

anlamı anla beni çöz baba

bu aşktan içimde ikinci derece yanıklar var


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:07

09.12.2020

Aşkın Karşılığı Yollar (Serap Aslı Araklı)

dökülen her mısra en beyaz sayfa yaşamında

aralık sabahı ardına bakmadan yürüdüğün yollar

ipe assan kuruyacak ümitlerin ortasında

içinden doğru bana uzanan faili meçhul yangınlar

bir el daha oynayalım kazanacak gibiyim

sarı kapaklı kitap mor terlik bu tekdüze yaşam

gitmekle bitiremediğimiz yalan konuşmalar

ellerin bilinmez bir gezegenin dağ kıvrımları

sen şimdi git ben yalnızlık okurum sensiz

bir kalk düdüğü iki postal bu yeşil cennet üstündeki

bakma bana hayatını anlamlı kılan her şey gibi

gözlerin bir ayrılığın en kesici nedeni

içimde uğuldayan yengeç yüzgeci

bilmezsin bir garip olurum şiirden

yüzyılın aşkı mı hani

çok şükür hâlâ sağlamım


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:16

10.12.2020

Balkon (Can Bahadır Yüce)

bir güle kapanıp kalmaktır şimdi

bir denizi kâğıtlara geçirmek

her aldanış sudan bir şey koparır

aşklar birbirine benzer giderek

kumsalların iliğine çekilir veda

aşklardan da göçülür, eski bahçelerden de

savruk gök... buruşuk deniz... yitik dağ...

her veda anlatılır bir vedanın içinde

ağır yalnızlıklardır köpüklerin örttüğü

çoktan karaya vurmuş hüzünlerin kalyonu

bir kuş alır götürür unutulmuş göğü

ayrılmak; bir limanın en yaralı balkonu


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:20

11.12.2020

Sonraki Yaz (Halil İbrahim Polat)

gibi özlüyorum gök şarkısı tenini

harflerin tahammülüne sığınıyorum

hangimizin kederi bu durduğum istasyon?

kalbim ki graben dehlizi

bir kalyon nasıl unutur gitmeyi, bir çivi kazıyı

yırtık uçlarında anlattığım o yokluk seyrini

yine ben gelecekmişim mevsimlerin üstüne

soğuk çay, üzgün kedi, bulanık kalem ucu

biliyorum sondan başa yazdığım bu şiiri

madem ki yoksun şimdi ve seferlerde uzuyor

ellerimi kapatıyorum o hazin maskenin suratına

madem ki yoksun ve silinmiş ulaklara çizilen yol

beklerim sonumu, yarılan günün şafağına

perdeye düşen bıçağın titrediği yumruk gibi

sonrası yaz

gibi bırakıyorum ellerini

tuvale sürdüğün öpücüğün kırbacı

dudağımın kıyısına biriken şaraptır

usulca uykuma saklanıyor viyola sesi

ben, yeri ve göğü şölene çeviren ozan

yaprağın düşünü saksıya büyüten nadan

nasıl olsa bir gün kucağında bulundum vadedilenin

daldırıp parmağımı geçmişin hevengine

sonrası yaz?dı, duyuruldum.

kalabalığa bırakılan elimin gölgesinden

hazineler kaçırdı haramiler

kitap, gölün dinginliğine kapandı

ormanı öten söğüt bülbülü koştu sesime

karanlığın kuytusuna düşen meteordan

zeytin ağacının gövdesine buruldum

sonrası yaz

gibi sessizliğe kapattım seni

flütümden akan nağmeye çoğalttım

sen sevince şiirin kalbi büyüyor

bir akşam yürüyoruz gibi floransa'da

mürekkebin kağıda kapandığı o günler değil

fesleğenin kuğuyu andığı o günler değil

sonsuzluğa bitişen arzunun kanında

boşluğun kendini ördüğü yırtıktan

sonrası yaz gibi fışkırıyorum

tabureleri uyuklayan kır kahvelerinde

gün üflüyor neye, inceliyor beklemek

sana o haziranı unutmadığımı söyleyecektim

sarışın rüzgarın yüzünü sildiği kıskanma ülkesinden

biraz daha yağmur ve gökkuşağı, iyi edebilir

ağzımı unutan şarkıların kaldığı yerden

yaz ve kalbin zamiri, seni giyindim

Pire?ye demir atan bir geminin güvertesinde

alınyazımın suskunluğunu karmadan ufuk çizgisine

lirin sesini duydum, seni duydum

sen miydin omuzlarını yeryüzüne kapatan?

ölü denizin sırtını yüzen kuşlarla

?bana ellerini ver? diyen rüzgârın uğultusunda

herkese sordum bu karanlığı

anladım, yalnız ben kalmışım o kuşkuda

sonrası yaz

gibi bekliyorum ansızın gelir bir şifa

Ortaköy'den, Rumeli hisarına yürürsün ikindiüstü

"elimden gelen bu", demek gibi olmasa

gece tüylerini salmadan alevlerin ortasına

sonrası yaz

gibi bekliyorum her şeyi iyi edecek bir dua

seni sevdiğim o rüya beldesinde

kalbinin üstüne bıraktım "lirik dualar kitabı"nı

nasıl da titriyordu göğün feneri

ağlayan kuş taşırıyordu nasıl da özlemi

gövdemi denize serdiğim masalsı uykuda

ellerimi en son bıraktığım şehri anımsıyorum

Granada'da ezgiler arasında meşk ettiğimiz

uzun saçlı kızların eteklerinde uzayan şenlikte

gitarın ve şarabın esrikliğinde tenine sığınan

çiçekli portakal ağaçlarının kokusunu anımsıyorum

sonrası yaz

gibi getireceksin o güzel günleri, inanıyorum

"her şey kolay olacak" diyordun, her şey

selameti o dev gibi bereketin

konup ömrümüze güvercinin ağrısı

şükür denizlerinden kopmuş mavi fırtınayı avuçlayıp

"kolay olacak diyordun", der gibi büyüyeceksin

tanıyorum kollarına sardığın mevsimi

sonrası yaz

gibi İstanbul geceleri

tanıyorum göğsüne birikmiş o şiir bahçesini

içimde büyüyor o mecaz çelişki

sonrası yaz

gibi manolya

elveda


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:25

12.12.2020

Ölüme Dair Konuşmalar 2 (Turgut Uyar)

...İşte günlerden bir gün Elâgözlüm,

Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.

Amenna ve Saddakna,

Bari hoşça geçse günümüz...

Hangisine tasa edeceğiz, şaştık.

"Ölüm derdi, kalım derdi" derken

Dimyata pirince giden misali,

Yolun ortasına ulaştık...

Ölüm bir hatıra gibidir insanda;

Kâh hatırlanır, kâh unutulur.

Fakat bir gün, bir gün nihayet

Gözle görülür elle tutulur...

Şimdi taştan çıkardığım ekmekle,

Çorba içmedeyiz sıcak sıcak.

Fakat yarın kim diyebilir ki Turgut,

Hatıra olmayacak?..

Unutmak istiyorum zaman zaman,

Ne yapsam, ne etsem olmuyor,

Kabulleniyorum,

Kabulleniyorum da -gelgelelimİçim

içimi yiyor...

Nasıl ki, unutamaz insan

Bir kez gerçekten sevdi mi...

Senin anlıyacağın Elâgözlüm şimdiden

Alıştırıyorum kendimi...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:30

Ölüme Dair Konuşmalar 2

...İşte günlerden bir gün Elâgözlüm,

Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.

Amenna ve Saddakna,

Bari hoşça geçse günümüz

Hangisine tasa edeceğiz, şaştık.

"Ölüm derdi, kalım derdi" derken

Dimyata pirince giden misali,

Yolun ortasına ulaştık...

Ölüm bir hatıra gibidir insanda;

Kâh hatırlanır, kâh unutulur.

Fakat bir gün, bir gün nihayet

Gözle göülür elle tutulur...

Şimdi taştan çıkardığım ekmekle,

Çorba içmedeyiz sıcak sıcak.

Fakat yarın kim diyebilir ki Turgut,

Hatıra olmayacak?..

Unutmak istiyorum zaman zaman,

Ne yapsam, ne etsem olmuyor,

Kabulleniyorum,

Kabulleniyorum da -gelgelelim-

İçim içimi yiyor...

Nasıl ki, unutamaz insan

Bir kez gerçekten sevdi mi....

Senin anlayacağın Elâgözüm şimdiden

Alıştırıyorum kendimi...

Metallurgist, 3 yıl önce

12.12.2020

Ölüme Dair Konuşmalar 2 (Turgut Uyar)

...İşte günlerden bir gün Elâgözlüm,

Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.

Amenna ve Saddakna,

Bari hoşça geçse günümüz...

Hangisine tasa edeceğiz, şaştık.

"Ölüm derdi, kalım derdi" derken

Dimyata pirince giden misali,

Yolun ortasına ulaştık...

Ölüm bir hatıra gibidir insanda;

Kâh hatırlanır, kâh unutulur.

Fakat bir gün, bir gün nihayet

Gözle görülür elle tutulur...

Şimdi taştan çıkardığım ekmekle,

Çorba içmedeyiz sıcak sıcak.

Fakat yarın kim diyebilir ki Turgut,

Hatıra olmayacak?..

Unutmak istiyorum zaman zaman,

Ne yapsam, ne etsem olmuyor,

Kabulleniyorum,

Kabulleniyorum da -gelgelelimİçim

içimi yiyor...

Nasıl ki, unutamaz insan

Bir kez gerçekten sevdi mi...

Senin anlıyacağın Elâgözlüm şimdiden

Alıştırıyorum kendimi...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Ocak 2021 12:34

13.12.2020

Ölüme Dair Konuşmalar 5 (Turgut Uyar)

İşte ben hep böyle garip mahzun,

Bir şey beklermişçesine yaşıyorum.

Bazan öyle günlerim oluyor ki, Elâgözlüm,

Ne oldu, nasıl bitti şaşıyorum..

Bazı bilmem, gün nasıl başladığında,

Kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan.

Yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor,

Bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman..

Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de arasıra,

Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende.

Bu bir nimet, bu bir nimet, bu Elâgözlüm,

Bu yaşamak bir şiir; harikulâde.

Sen ki, saçından tırnağına kadar

Bir hürriyete bedelsin,

Bu ılık saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce

Yaşadığın için güzelsin..

İşte böyle yeşil bulutlar misali senelerce,

Oradan oraya elinde kaderin.

Kimbilir kaç kere üstünden geçtim,

Şarkılar söyledim karşısında

Bir gün bana mezar olacak yerin..

Gerçi şimdi çağımız değilse de Elâgözlüm,

Bu bir kötü tecelli ki, nasıl diyeyim.

Bir gün bir kara gölge görürsen gözlerimde

Akşamsa beni uyut..

..

Bir nefis sabahsa eğer, ölümü

Ellerin ellerimde bekliyeyim...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:08

14.12.2020

Yanılgı (Erdal Alova)

Yetişmez gülüşlerin sarılışı

ne de anlayışın

adımlardan bir çizgi olduğu yaşamın

yetişmez anlatmaya sesinin kırılışını

gözlerinin parçalanışını

alışmadıkları bir soğuktan.

Gün bir ağartıyla karşılar pencerenden

seyreder gövdeni alaycı serinliğiyle

der: "Her şey yeniden başlayacak, yeniden

sen dokunuşlarını getir doğmamış aşkların

ben yayayım çıplaklığımda Geçmiş Zaman'ı."

Ve gürültüsü sarar çevreni seslerin, gölgelerin

alırlar seni uzayan bir yorgunluğa

bırakırlar büyüyen ayçasına gecelerin.

Sanırsın kimse görmedi ayla başbaşa kalırken

bilmediler ince bir camdan yapıldığını gülüşlerin

çünkü kimseler geçemedi dişlerinden öteye

dediler: "Bu gökyüzü bize yeter!

Ama ben, kargınmış çocuğu düşlerin sanrıların

geometri bozguncusu, büyücüsü kokuların

dinlerim taşların altında yatan yüreğimle

gövdenin kıvrımlarını, titreşen sokakları

giyerim lacivert geceden gömleğimi

derim: "Ey kent, gel dans edelim seninle!"

paylaşırım seni akışan bir çığıltıda

sanırsın kimse görmedi gözyaşın bıçaklanırken

paylaşırım, en güzel sesleri vermek için sana.

I

Ben bir yaban atıyım

Serseri rüzgârlardan doğma

Ömrüm benim, şu rodeoda.

Sarhoş bir denizanasıyım

Geçiyorum

Budanmış budunlar arasından

Ömrüm benim

Uyur gibi yapan çocuğun

Bütün duydukları.

Bir elim orgda

Bir elimde orak

Geçiyorum dünyadan

Turnede bir oyuncuyum

Uyandığı şehri tanımayan

Yaşım yok

Adım hiç Erdal olmadı benim

Kötü tarif edilmiş

Bir adres gibi

Dolaşıyorum gövdemi

Geçiyorum yıllardan

Unutmaktan yorgun

Beynim bir sonbahar sarayı

Kızgın kelimelerden bir kovan

Yunuslar gibi sıçrıyor

Aklımda dizeler


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:10

15.12.2020

Bin Dert (Eren Aysan)

kötü bir rüya geldim

adını ezberleyemediğim gürültünün arasından,

vermediğim sözlerden yaptığım yatak dolusu

çıplak geldim

yirmi bin kere yorgun, bir o kadar sarhoş

oynadığım bahislerin ortasından şaşı bakışlı

kimseden ülfetsiz geldim

şol kalbim bir o kadar içre

kendinden geçmiş ve kelâmını kaybetmiş

nergislerin açmadığı saatlerden hevesli geldim

burası taşın görünmeyen gölgesiydi

kuyunun kopmuş ipi

kuşların uğramadığı derinlikte akasya

hızını unutmuş chevrolet

yağmur yüzü görmeyen pencere

- ben yalnız uzağındayken iyi geldim


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:12

16.12.2020

Haberci (Eren Aysan)

Şimdi durgun suda bile başlarını çıkartıyor kırmızı balıklar

Geçtiğimiz yollara serip gövdelerini

Israrla soruyorlar: hâlâ diri miyiz?

Şimdi tarlalar kokularını kargalara satıyorlar

Ağustos sıcağında yanan toprak

aşınmaya bırakıyor yüzünü.

Bırak diyorum kapatma gözlerimi.

Daha güneşin kararmasına binlerce yıl var...

Şimdi kabilemin savaşçılarının okları

tenimin secdesine nasıl varacaklarını bilmiyorlar.

Ben susarak ayrılıyorum

her ızdırapla darbeden

Ve sessizliğimi koyuyorum tüm yeryüzüne.

Konuşur mu sanıyorsun dağlar, ovalar, denizler?

Şimdi kazımıyorsun adımı meşe ağaçlarının kalın kabuğuna.

Terli ellerinin tuttuğu çakı kanatmıyor parmaklarını.

Çıkmıyorsun her sabah yoluma taşlı atınla.

Sunmuyorsun bana en güzel meyveleri

Bu yüzden korkuyorum seni sevdiğimi söylemeye.

Şimdi elekten geçiriyorum yüreğimi

Artık kim gösterebilir bana ırmağa benzer bir gözyaşı?

Alıp götürdüğünde acımı dindirecek yüce bir akıntı.

Yalnızca dinle, kayboluşumu sezen ormanın uğultusunu.

Gidiyorum alışamadığım yaralarımla.

Nasıl aşk bu, ateş et, bir kurşun da sen ekle

Ve öyle kararlılıkla doğrult ki silahı

Yeniden döneyim yaratılışa,

adını kimsenin koyamadığı sonsuz başlangıca.

İşte o zaman ölümüm

yeni bir peygamberin doğumunun habercisi olur...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:14

17.12.2020

Gençlik Ölümü (Eşref Yener)

açıklı koyulu mavi

mavinin ortasına maviden düşmüş tekne

sırtında morumsu külü, gözlerini kaçırdığı

nazik yosunun yuvasız şöleni başlıyor

yalnız eskici tanıyor oradakileri

bahar tomurcukları çöküyor tam burada

güze yakın

sokakta halı yıkıyor hâlâ çingeneler

bir martı denizde nasıl yürüyorsa...

yürüyor martı denizde

kaçırdığı gözleri sürgün süreği

bir süredir rafa kaldırdığı, bu sondu deyip belki

avucunda unuttu renkleri

battı iğne aktı irin

akordeonun kıvrımlarına takıldı çocuk

bir yaprak düştü bazan

ne oluyorsa işte kapılara sığmıyor kamburum

şenlik bitiyor güneş sönüğü gibi,

beklenilen, kaçınılmaz,

hazırlıksız yakalanılan ama hep

yine kıvılcımlar

-kırmızıya ait ışıkların sonsuz hüznü-

bulaşıyor maviye

kararan ve bulanığı içine çeken bir ur gibi

yoğu bulan eski sarhoş adımlarıyla,

Başarısız akşamüstlerinde

yazgımı kaçırıyorum alnımdaki çizgileriyle

sanki sökülürcesine uzaklaşıyor o vahşi at

tutuşurken yelesinden

o seherde yine içime içime giriyor görüntüler

giriyor ve deşiyorlar tüm gölgenin yeraltıyla

ben an'da düşmedeyken boşluğa

sabaha karşı ölümlere duygulanırken

buluyorum gövdemi

kurşunların o en kalbura çeviren tavrıyla

insan doğuştan siyah olabilir mi diyorum

kendi kendime

kendi kendime

saçlarımı hatırlıyorum

alçaktan uçan gölge kuşlarını...

boğulan sesiydi ahşabın acımasız çizgiler zamanında

çıktı mı görüntüler içimden, hatırlayamıyorum

yangınsız mevsimim olmayacak mı diyordum

kendi kendime

kendi kendime

Van Gogh'u korkutan mevsimsel kangrenimi okşuyordum


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:16

18.12.2020

Sen O Zaman (Adnan Barış Ağır)

bir kağıtta buruştu giz dolu adın

ah ölmek şimdi ne kadar zamansız

aşklar en fazla bir kere gömülür

sen o zaman yırtılmış sayfalardaydın

aşklar hangi denizden kopup gelir?

öyküler hep yarım, gitmelerse aynı

bir kent bulutlanır uzaktan uzağa

her bahçenin hüznü kendine midir?

sanki bir balkon ağlar kendi kendine

yaralı aşk, kırık ayna, sonbahar...

yağmur da başlamış haberin var mı?

deniz her gece kapanıktır gemiye


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:18

19.12.2020

Gemiler (Adnan Barış Ağır)

gemiler hep yapayalnız giderler

yorgun bedenlerinde sevda masalları

uykularında cenneti düşlerler

nasıl da özlerler minicik limanları

gemiler hep yapayalnız giderler

gündüzleri bazen karanlık gibidir

yelkenlerine yazılı şiirler

uzaktaki duman özlemin ateşidir

gemiler hep yapayalnız giderler

kimse el sallamaz arkalarından

seyir defterlerinde hala keder

gülmezler utanırlar ağlamaktan

gemiler hep yapayalnız giderler

sanki bir bulut seslerine karışır

bu kaptanlar yolcular nerdeler

giderler sessiz yalnızlıkları kalır


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:20

20.12.2020

Asabi (Adnan Barış Ağır)

anımsadım... uyku sonrası kızgınlığın

küfürler bir şarkıya dönüşürdü sesinde

yağmur sularıyla arınırdık aşklardan

açılırdı güllerden kapısı yalnızlığın

neydi üstümüzden hiç gitmeyen karanlık

her kadın sessizliğe benzerdi biraz

adlarını unutan korsanlar gibiydik

eşkıya türküleriyle uzaklara bakardık

usul bir dokunuş cama biz ağlarken

bilmezdik kimin ellerinde ufalanırdı hüzün

ranza altlarında gizlenen sevdalar

bulanık bir sudan geçtik, yenildik Eren


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:21

21.12.2020

Olmamak (Mehmet Erte)

Ne kadar yaklaşırsam yaklaşayım doldurmuyor aynayı yüzüm

Burdayım ben, gözlerimin içinde oturuyorum

Gözlerim yüzüme atılmış bir çarpı

Islık çaldım ve bozdum düzenini yıldızların

Bir çanağa su koydum ve yazgısıyla oynadım denizlerin

Üstüme biraz kan bulaştıysa, benim kanım.

Hiçbir şey duymadım

Hiçbir ulak varmadı buralara

Hiçbir çağrıya uymadım ömrüm boyunca

Bozacak tek bir yeminim olmadı

Tek bir tövbe etmedim şimdiye değin

Ne anlatabilirdi ki zeytin ağaçları, küstüm gölgelerine

Denize girdim fakat vermedi bana dokunduğu kıyıların tadını

Hiçbir kıyıda görmedim uzaklara çatılmış bir ufuk

Ama vardı yine de her yerde bir oluş

Ama nerdeydi benim gözlerime denk olan bakış

Nerdeydi benim nesnem

Nerdeydi benimle birlikte şavkıyacak olan?

Bir şeyler olmaktadır başlangıçtan beri

Çalılar arasında bir şeyler olur, yosunlar arasında bir şeyler

Rüzgârlar arasında.. dalgalar arasında...

Yusuf?un gömleği olur, Musa'nın asası

Davud?un sapanı olur, İsa?nın çarmıhı

Olur yine bir şeyler daha bir şeylerin yanı sıra

Ben de olurum belki ama önce bir şey bulmak gerek

Sözgelimi, elime bir asa alabilirim ama bana vuracak kaya gerek

Öyle bir yaşarım ki bir çarmıhı hak ederim ama çarmıha İsa gerek

Beni de saysınlar artık olanların arasında

Beni de katsınlar hesaba

Bensiz olunca eksik kalanı bulayım

Denize bir taş attım ve dedim ki ben de taşla birlikteyim

Ama taşın düştüğü yere düşmüyorum

Aynaya baktım ve dedim ki işte benim çarmıhım

İşte ben burdayım, gözlerimin içinde!

Madem taşamıyorum kabımdan, devrilip döküleyim

Dökülsün dudaklarımdan

Dökülsün rüzgârın bütün limanlarda yaktığı ağıt

Madem demir alamıyorum, dalgalar söküp alsın beni

Düşünmek istemiyorum artık ötesini

Yelkenim yırtılır, bordam dağılır diye korkmuyorum.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:26

22.12.2020

Yıldırımları Beklemek (Mehmet Erte)

Ama neden şimdi kopup gelsin yıldırımlar!

Ve o artık akar değil ayalarımda

artık akar olmayan nehirleri gibi sevinmenin.

Sorulması durmadan o en çok yorulanın

aktığından yorulmuş olanın

gözyaşının inadına en çabuk kananın.

Sorulması belki de şimdi onun

sadece bir anımsatma olacak.

Ve anımsamanın

yıldızların böyle sargılı görünüşünden kurtardığı

kurtarıp da meleklerin arasına bıraktığı

bir hayal

yok.

Hep birlikte korkabiliriz toprağın beklediklerinden.

Tohumumuz yok! toprağa ekelim.

Asamız da yok! taşa vuralım.

Aramızda bir peygamber de yok!

İki elimden hangisini kestim

iki gözümden hangisini oydum?

Bana sorulan soru ile öğrendim

sorulup sordurulduğumu.

Üflenseydi bütün diriliğine şeylerin.

Bir tufan olsaydı şimdi, o tufan.

-O tufan ki, çok önce kopmuştu

ben o tufanı unutmak üzereydim.-

Oysa o tufan

bunca duyururken kendini kımıldanışlarımda

ne bir rüzgâr esiyor, ne de

bir kasırga beni uçuruyor.

Savrulup vursaydım şimdi keşke

maviyi hıçkıran, buruşturan deliliğe;

haykırışlarımla burabilseydim bulutları

o kadar sakındığım alnımı

çarpabilseydim tekrar yıldırımlara...

eskiden o tufanda olduğu gibi.

Ama neden şimdi kopup gelsin yıldırımlar!

İşte, şairlerin kanı andırmadan işaret ettiği

her şey tam unutulacakken Tanrı'nın güvendiği:

Toprak, çocukların ahkâm kesmeden yediği.

Bir peygamber olarak dönebilseydim anılarımdan

-çok susamış olurdum, hem yaşlanmış olurdum, acıkmış-

çocukların bunca yediği topraktan

yiyebilirdim belki o zaman.

Asam da olurdu belki

en sert yerine vururdum

unutulmuşluğumun başka unutulmuşluklara benzemesinin.

Adlarını acının bir dirim üzerinde seyirtmesine dayayan

anıldıkça ölen kuşlar arasından

kendimi hatırlardım böylece.

Anılarım aktığında oradan ve o tufan...

ama artık o tufan akar değil ayalarımda

artık akar olamaz. Sözgelimi, Yunan ya da Roma

artık istediği gibi akamaz

oluklarında bir acıyı tatmanın.

Altınları çalınan bir su

yeryüzünde meleklerin olmadığına dair

kanıtlar getiren görünümüm çünkü.

İçilmez bir sudur, altınları çalınan su.

Melekler doğrulmaklarla onanamaz

ve kimse yumamaz gözlerini melekler korumadan.

Ey! bir daha, bir daha yalan söyleyen

bir ateşe denk düşüp terk ettiği kavmi yakan.

Hainliğini bana da yap, beni de terk et.

Çünkü, anılarıma binesim

binip binip gidesim kalmadı.

Korkuyorum toprağın beklediklerinden.

Korkmak ne ki, soruldum, sorduruldum...

Ama neden şimdi kopup gelsin yıldırımlar!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:27

23.12.2020

Çünkü Ben Bir Gülüm (Mehmet Erte)

Çünkü ben bir gülüm.

Bir gül olmakla açıkladım bencilliğimi.

Ve sevilmiş olmamı. Ben bir gülüm de ondan, dedim

duyunca yazgımın içinde kavrulan sorunun çıtırtılarını.

Yürümüşüm yazgım diye bileceğim bütünü seçebilmek için,

yürümüşüm işte epey. Ne geçti eline diye sorarsan;

geçmiş için yetersiz bir açıklama.

gelecek için zayıf bir tahmin. Bildiğim bir şey yok,

hiçbir şey görmedim. Bir koku sade göğsümden yayılan...

O derin soluyuşlarda yitirmişim aklımı. Bir gülüm ben,

duymadım o tatlı sözleri, başımdan geçeni anlamadım.

Ne oldu diye sorarsan: Sevilmiş olmalıyım.

Bir gülün başına ne gelmiş ve gelecekse işte.

Herkesin gözleri güzeldir biraz yakından bakınca,

her dudakta tatlı bir kıvrım bulunur

bir kez öptükten sonra,

herkesten bir çift güzel söz çıkar biraz konuşunca.

Ama benim gibi bir gülsen eğer, iş başka;

bilinmezdir gül ve bilmez niçinleri...

Olacak olan olur derler, kestiremem bir türlü

bir an sonrasını. Sevilmek, sevilmek hep sevilmek

yazgımsa da hep benim; bilmek istiyorum artık rengimi,

anlamak istiyorum ne olup bittiğini. Yoruldum,

yoruldum bir gül olmaktan. Tam solacağım derken,

derin bir iç çekiş değiştiriyor her şeyi.

Kader ağlarını örer derler, anlamam hiç böyle sözleri.

Saçlarımı örerdim ben gençliğimde; nerede, ne zaman

çözüldüler...

bir daha örülmemek üzre? Tanrı mı, yoksa rüzgâr mı

çevirdi sayfaları çabucak. Ömrüm dediğim bir hışırtı.

Dün olan unutuldu, bugün olan yarın yine olacak.

Nereye varacağız diye sorma, bilmiyorum, bir gülüm ben,

bilemem. Gülün içindedir, anlamadıysan sen bunu hâlâ,

dönsün tekrar feleğin çemberi.

Sevilmiş olmayı doyasıya yaşayabilmek için

sevdim ben seni.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Ocak 2021 01:39

24.12.2020

Gök Muharref (Mehmet Butakın)

bir vedanın toynağından düştü mavi gök.

son duasız ölülerden çalınmış

boncuklarla gülüyorum kibirli

yüzüme. lakin, çaresiz bir öfkeyle tuttum yaramı. kırık bir

taşa sustu hallacın acıyan yüzü.

içimde tuzun ve yüzülen bütün

şehvetlerin kuruduğu kadar acıyor

tenim. ahşap bir masaldan kopardım yüzümü. mahşerin ipek kapılarıydı

onlar: o bir çocuğun saçlarını bekleyen eksik azizler. ah! tüketilmiş

bütün yüzler.

ölümü ince bir elifle tutan esrarlı ay,

yakut bir kristal gibi kendi gölgesine

düşen muharref sayfa. biz acizler ve ulular.

güz yosunu sığmaya korktuğumuz

bir kalp ile selam ve tutmaya, tenha bir

gülümsemeyle susan tozlu safiri. ey bir nilüferin ardından

suya bırakılan günah yüz,

sen kendine yetersin.

yalın bir kalp ile sustum. ah ölümüm!

bu tül ve ahşap sefadan beni azad bil.

her şafak leylağına düşen

çiğden gözüm kurudu. hep aynı yüze

durdum, aynı inatçı kıbleye. alnımda

bir çöl zincirinin iziyle...

uyu sanrılı akşam! kıyısında küf

biriken ırmağa döndü gözlerim.

ben, bir kalp ile yetinmeye bırakılan

kuşkulu hayal, porsuk bir yalınlık

duygusu, yağmur suyu, lavanta ve

zafran. kömür bir kuşun gözlerinden çalındı,

buhar soluğumuzdan ve kırağısından

bir metal çiçeğinin. ah bu hurufi yalınlık,

evlerin cinnet odaları...

büyük bir ayın altında turunç ışıklarıyla

silindi ölümün bilinen ayrıntısı. benden

sonra hiç kimse duymadı bu ölümcül

aryayı. vebalı gölgeme yaslanarak hiç

ölmedim. oysa kireçten düşler kuran bir yetim gibi

unutmuş eldiven takmayı mahmuzlu gece.

bu büyük ayın altında

ben ki, bir süredir ölmedim.

-seni suya ağlarken görmüşüm oysa,

zeytin demişim mahzunluğumu soran

akşama. hint kıyılarında deniz macununa

batmış pelikanlardan duymuşum mai bri

masal olduğunu. onca yıldız arasından

savrulup yalan bir burca düşen hayal

kumrusu, nar çatlaması, gizleyip bir

nehre bırakıyorum yaralarımı. vazgeçilmez

değilsin belki, belki zinbar! yaşadığın

mercan suların adı değil. lakin alnımda

cinayet pulları ve yüreğim elimde yürüdüğüm

her seferden isli bir kandille dönüyorum.

insan hangi yetimi saklayabilir ki

bir cana karşılık olmayan küvezlerde,

bir tılsımın diliyle yazılmış duası olmalı

iyilik sefirinin. kim bilir; kuğulardan

çalınmış bir hüzünle yürüdüğümü,

cehlin katran sularını. ey biçilmiş parsın

yarası kalbim? saralı bir ömre sığınsam

dokuduğum yaldızlı kibirden.

tuzlu bir göz dönüp baktığında

dünyaya, kırılmış yılan dikenleriyle

bir veba büyüdü içimde. bunca

dalgın söz arasından bir veba ki,

gecenin rahmine düşüyor her şey.

yeniden o sebepsiz simya olmadan

öleyim ki, böyle bütünüyle unutulmaya

gücü yetmesin kimsenin.

öylece durulmamış kör ağrılara

inanmamış olanlar! aynı taştan

sarsılarak kopan parçalar sahte.

yine de ölseydi bizi, biz ki hangi

dalgına inansak derin bir kuyuya

dönüşüyor pullarımıza ve mührümüze

inen semavi atlaslar, bir gülün

kırıldığı eller, sesimizi koyultan

ince göz bağlarımız.

andolsun, yaklaşan her ecele

o sonsuz dirinin gözüyle... bulanmış

ölüm denizlerine bakarız ki kendi

haramında boğulan yetimiz. o karanlık

mahzene terk edilen kısastan boynumuza

ne düşerse kabul, teninde yanacak

yeri olmayan cehennnem! işte çürüyen

gözleri içimizdeki son yerlinin

biz ki; kardeşleri yıldızlar ve taşlar olan

bir kavmin ehliyiz, yorgunuz. ne var ki

çarşılar kalabalık, devlet nigari. her şey

ve herkes bir kahinin defterinde simya,

kalbinde irin. zulmü ölümlü bir vakte

sayıyorum huşu ile düşülen selam kavlini.

selam, kopmuş bir başın argın ve migren

duruşuna. hem kambur hem şair olana,

anlamıyor musun defne yaprağım

"ölüyoruz"

Toplam 1076 mesaj
«42434445464748495051525354

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi