Editörler : Lanet
07 Temmuz 2011 02:26

Edebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir

Edebiyat ve Edebiyat Felsefe İlişkisi

Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir. edebiyat bir anlatım biçimidir. düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir.

*

Edebiyatın tanımı ve kapsamıyla ilgili tartışmalar, estetik kuramının alanına girer. İlk sistemli estetik felsefesinin kurucusu olan kant'a göre, bir metnin sanat sayılabilmesi için "çıkar gözetmemesi", başka bir deyişle kendi dışında hiçbir amaç taşımaması gerekir. Bütün sanatlar gibi edebiyat da bu bakımdan oyuna benzetilebilir. Oyunun kendi dışında hiçbir amacı yoktur, yalnız zevk almak için oynanır ve biter. Bu yaklaşım, edebiyatı öteki insan eylemlerinden ayıran çok önemli bir noktayı vurgulamakla birlikte, iki yönden eleştiriye açıktır. Birincisi, fazlaca "hazcı" bir yaklaşımdır; edebiyat yapıtlannın içerdiği "doğruluk" boyutunu, aydınlanma yanını ihmal etmektedir. İkincisi, yeterince tarihsel değildir; geçmişte edebiyat dışı sayılan bazı metinlerin zamanla edebiyat kapsamı içine alındığını, bazılarınınsa edebi değer ve işlevini yitirdiğini göz önünde tutmamaktadır. Oysa bütün insan ürünleri gibi sanat da ölümlüdür.

*

Felsefe ile edebiyat ilişkisi, genelde felsefeden edebiyata doğru bir ilişki olup, felsefenin, edebiyat yapıtının gerisindeki felsefi anlayışı tanımlaması yönündedir. Bununla birlikte, bazı edebiyat yapıtlarının da bazı felsefecilere örnek olduğu bilinen bir gerçektir.

Felsefe ile edebiyat arasındaki bir diğer ilişki biçimi ise, edebiyat teorisinin oluşumunda ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi, Aristoteles'in Poetika, Immanuel Kant'ın Yargı Gücünün Eleştirisi, Hegel'in Estetik adlı yapıtları, bu ilişki biçiminin sonucunda oluşmuş başyapıtlardır.

Felsefe ile edebiyat arasındaki bir diğer ilişki biçimi ise, mevcut edebi yapıtların, gerçeklikte yaşanan sorunlarla sorunsal bağının kopması durumunda yaşanmaktadır. Felsefe, bu durumda, edebiyatın yaşadığı bunalımın neden ve kökenlerinin ne olduğunu tanımlamaya çalışmaktadır.

XXI. Dünya Felsefe Kongresinin Felsefe ve Edebiyat oturumlarında sunulan bildirilerin içerikleri bu yöndeydi.

Raisa Aleynik, 'Estetik Deneyim ve Dekonstruksiyon' başlıklı sunumunda, postmodenizmin akademik olmayan bir tarzda felsefe yapmasının dikkate değer olduğunu dile getirdi.

Aleynik'e göre, postmodernizm felsefeyi, edebiyat teorisini; sosyolojiyi, tarih araştırmalarının da etkilemekteydi. Postmodernizmin oluşmasında, edebiyata bakış, estetik bakış büyük rol oynamıştır. Derrida'nın, felsefe ve edebiyatı, tür ve tarz olarak eşit hale getirmeyi amaçlayan ilk dönem çalışmaları, bu anlamda ilgi çekici olmuştur.

Derrida'nın dekonstruksiyon anlayışında kültür, doğaya baskın çıkmaktadır, Rusya'daki dekonstıuksiyon çalışmalarında ise (L. Karasaev) tam tersi, doğanın kültüre baskın geldiği görülüyordu. Dekonstruksiyonun farklı yönlerini gösteren bu iki stratejisi, aslında birbirlerini tamamlamaktaydı: Biri bize Avrupa rasyonalizminin mutlaklık tehlikesini hatirlatır, diğeri ise bilincin dünyadan kovulması tehlikesini.

Kolombiyalı felsefeci Jose Gabriel Coley, 'Gabriel Garcia Marquez'de Özgürlük ve Kader' başlıklı sunumunda, Marquezin roman kişilerinin özgürlük ve yazgı arasında gidip geldiklerini söyledi. Coley'in bildirisi, katılımcıların katkısıyla derinlemesine tartışıldı.

Türkiye adına katılan İngiliz konuşmacı Barry Stocker, 'Roman ve Hegel'in Edebiyat Felsefesi' başlıklı sunumunda, Hegel'in karşıtların birliği kavramını oluştururken, Schlegel'in ironi görüşünden yararlandığını dile getirdi. Ona göre, Hegel, edebiyata felsefenin altında bir yer tanıyordu. Hegel, ironiyi güzel ruhun negatif konumu olarak tanımlıyordu. Güzel ruh, ironiyle, dünyadaki kötülüğe karşı dıırurken, kendisi kötülüğe dönüşüyordu.

Edebiyatın bugün dünyada yaşanan terorizm, insan haklarının ihlali, küreselleşme gibi problemleri konu edinememesinin iki nedeni vardı: Bunlardan biri, bugünkü edebiyatın, 19. yüzyılda ilerlemeci edebiyat anlayışına göre kurulmuş olmasıydı. Bu anlayışa göre, örneğin roman, toplumun ileriye doğru gelişimini betimliyordu. Bu bağlamda, edebiyat, terör eylemi yapan ama kendisini "kurtuluş mücadelesi veren bir örgüt" olarak tanımlayan bir örgütün eylemlerini terorizm olarak gösteremiyordu. Edebiyat kahramanı değil, kişi figürünü temel almalıydı. Olup biteni betimlemekten çok sorunu göstermeliydi. Böyle bir edebiyat anlayışının modeli ise Homeros değil, Sofokles'tir.

-internet derlemesi-


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
07 Temmuz 2011 02:27

Başlık ismini bir kitaptan alıyor. Kitapçıda birileri kendi aralarında konuşurlarken duydum kitap adını, tabii, herkes adıyla müsemma olunca merakımı kitapçı da farketti ve kısa bir süre kitabı inceleme fırsatı buldum... Yakın dönem yazar, şair, tiyatrocu, sinema sanatçılarını anlatan biyografi tarzı bir kitap... Bu isim altında kişiler ve eserleri tanıtılmaya çalışılıyor...

Bu başlığın açılma amacıysa, bizim de bu isim altında kendi yazılarımızı yazarken, edebiyat- felsefe ikilisinin nasıl iç içe olduğunu daha iyi kavrayabilmek, kavradıklarımızı aktarabilmek...

Bu bağlamda ilk yazı da, istedim ki direkt edebiyat-felsefe üzerine olsun ...


mimesis2
Kapalı
07 Temmuz 2011 13:25

İnternete baktım ama kitap tükenmiş.

Başlıkta geçen yargı kitapta nasıl açılıyor?


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
07 Temmuz 2011 18:05

Bazı şeylerin reklamı içeriğinden önde gidiyor... Buna kanımca en iyi örnek Kayıp Gül... O kitap için her yerde ve her zaman ısrarla söylediğim cümle "sponsoru çok iyi..."

Benim anlamak istediğim anlamda ismi ile içeriğini müsemma bulsaydım muhtemelen kitap kitapçıda incelemekle yetineceğim bir kitap olmazdı... -ama yine de oldukça kısa sürede üstün körü bir incelemeydi benim ki, bu yüzden emeğe saygısızlık etmek istemem...

Kitabın "biyografi tarzı bir kitap" olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim... İçeriğiyle ismi arasında nasıl bir uyum var, onu en iyi yazarı bilse de benim gibi üstünkörü inceleyen biri ancak şu kadarını söyleyebilir, -istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte- yazarlara, şairlere, düşünürlere karnı tok sırtı pek ayrılmak, pek nasip olmamıştır bu dünyadan... Yapılan çalışma ile bu gerçek daha latif bir şekilde dile getirilmeye çalışılmış olmakla birlikte " Bu başlığın açılma amacıysa, bizim de bu isim altında kendi yazılarımızı yazarken, edebiyat- felsefe ikilisinin nasıl iç içe olduğunu daha iyi kavrayabilmek, kavradıklarımızı aktarabilmek... amacıyla kendi kitabımızı yazabilmek... "

Ben biliyorum ki bir çoğumuz güzel yazılar yazıyor, şiirler kaleme alıyor, tiyatro ve sinema için amatör kümede profesyonel oyunlar yazıyor... Ve yine tahmin ediyorum ki, bundan kitapta adı geçtiği üzere" karnını doyuran" olmadığı gibi - biz kitaba bile fark atıyoruz- çay bile içebilen yoktur... Yanılıyor da olabilirim tabii ki...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
22 Ağustos 2011 23:04

İtiraf ediyorum; sizin kapı zilinizi çalıp kaçan da bendim.

Ama o zaman henüz, hayat ağır başlılığımdan dolayı kırmızı kurdele takmamıştı bana...

Ve sosyal rolleri bilmiyordum daha.

O yüzden hiç rol yapmamıştım; ilk acıyı hissettiğimde sol yanımda...

Büyük sözler söylemek geliyordu içimden.

İçim acıyordu, her büyük söz devinince yerinden...

Ve sonra öğrendim; her söylediğin söz ayakta alkışlanmıyordu. Çoğu zaman hedefe varmadan yollarda ölüyordu. Ve yine çok zaman alkışlansa da söyleyeni duymuyordu...

Ve illa ayakta alkış da gerektirmiyordu sözler, paylaşımlar. Alkışlanacak olan yüreğinin dokunduklarını, yüreğine dokunanları dile getirmiş olmaktı...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
24 Ağustos 2011 01:19

Nereye Bu Gidiş?

*

Biraz da kendini anlamaya çalışsaydın,

Başkalarını çalıştığın kadar.

Yüreğine inseydin, yüreğinin en kuytularına?

Bir akrep misali kıvrılıp yatan,

Yalnızlıkları söküp atsaydın.

İlk cemreye olsun, yüreğini açsaydın,

Son cemre olmasa bile?

Bir dehlize açılır gibi açılmasaydın,

Bilinmeyen sulara?

*

Hangi bahar sana yâr olmuştu ki,

Sonbahardan başka?!

Hangi sokak seni yolun sonuna götürmüştü ki,

Çıkmazından başka?!

Hangi çiğ damlası yüreğinin çölüne serap olmuştu,

Yüreğine düşen çığlardan başka?!

Hangi sevda sana yâr olmuştu ki?

Hangi sevda?!

*

Kararlar alıyorsun, vazgeçiyorsun?

Bir gelsen kendine, bin gidiyorsun!..

Sana uzananlara, parmak uçları kadar vuslattın da,

Bir kendine, yüreğine gurbettin?

*

Su akar, insan yol alır?

Tekâmül tabiatın gereğidir.

Ya senin gereğin, ereğin nedir?!

Kaç adım kendine yol yürüdün?

Akıl sınırını arşın sınırına getirirken, hiç mi zorlanmadın?!

Kaybettiklerini kazanmak, olasıydı belki ama

Sen bu uğurda, kendini bile onlara kattın.

*

Ne çok yol almıştın,

Kendime geleyim derken,

Beyhude yorulmuştun, kendinden bile geçerken?

"Tek kişilik kavga mı olur?" diyordun,

Oysa tüm kavgaların kendinleydi, biliyordun?

"Yeni bir sayfa açmaktan daha zor, eskiyi temize çekmek" derdin,

Yine de yeni bir sayfaya hiç cesaret edemezdin?

*

Günü düne bağlamak, yarına haleldi sence,

Lakin dünsüz güne başlamaz,

Bu günsüz yarına geçit vermezdin yüreğinde.

*

Her gelişe kucağını sevgiyle açan sen,

Gidişlerin hesabında zorlanman, neden?

Oysa biliyordun ki gök kubbede daimi kalan "hoş seda."

Onunda sahibi her mevsim değişirdi, yeniden?

Her gün bir adım daha uzaklaşıyordun kendinden.

Kendine yönelişlerden geçince,

Biliyordun, köhneleşecektin sen?

Kulaklarını kapadığın sözlere yüreğin ses veriyordu.

"Fe eyne tezhebûn,

Fe eyne tezhebûn" diyordu.

Öyleyse bu gidiş neden?

"Nereye Bu Gidiş?"


behzeh
Yasaklı
24 Ağustos 2011 08:49

yolcu dergisi ile tanışmıştım..cidden iyi çay içiriyor:)


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
08 Eylül 2011 19:28

Yıldızlara yazdığım;

Adını gizli tuttum

Öyle çok ?sen? oldum ki

Ben ?kendim?i unuttum!..


gncedb
Memur
11 Eylül 2011 22:24

Sayın neden,forumdan takip ettiğim kadarıyla hep onayladığım cümleler yazdığınızı söylemeliyim. Ancak bu başlığa karşı çıkarak ben edebiyattan kazandığımla doyuruyorum karnımı demeliyim.Yani edebiyat birilerine torpil geçiyor. Şimdilerde kim adam kayırmıyor ki?


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
11 Eylül 2011 23:38

Teşekkür ederim...

"Ben biliyorum ki birçoğumuz güzel yazılar yazıyor, şiirler kaleme alıyor, tiyatro ve sinema için amatör kümede profesyonel oyunlar kuruyor... Ve yine tahmin ediyorum ki, bundan kitapta adı geçtiği üzere" karnını doyuran" olmadığı gibi - biz kitaba bile fark atıyoruz- çay bile içebilen olmuyor... Yanılıyor da olabilirim tabii ki..."

"Yanılıyor da olabilirim tabii ki..." de bir şey eksik kalmış, eksiği tamamlamış oldunuz. "Yanılmayı da çok isterim/istiyorum..."

*

Siz "Ve sonra öğrendim; her söylediğin söz ayakta alkışlanmıyordu. Çoğu zaman hedefe varmadan yollarda ölüyordu. Ve yine çok zaman alkışlansa da söyleyeni duymuyordu..." cümlesinin son kısmına da uymuyorsanız, yani "Ve yine çok zaman alkışlansa da söyleyeni duymuyordu "sözleri sizin için geçerli değilse; değil alkış duymak, karnınızı bile doyuruyorsanız ne mutlu size...

Meb'de öğretmen olanlar hariç, "edebiyat her adamı kayırmaz" dersem bilmem hedefe varan bir söz olur mu?

Tabii bu sayfada belirttiğim güçlü sponsoru(destekleyicisi) olan kardeşleri de saymazsak...


gncedb
Memur
12 Eylül 2011 09:31

Tek başına, tek odalı bir çatı katında, küçücük ir sahil kasabasında yaşıyorsanız edebiyat öğretmenliği çok doyurucu oluyor. Ancak şimdiye kadar yazıp sahnelediğim oyunlardan bir şey kazanmadım doğrudur. Hadi itiraf edeyim; yolun başında, bu kadar eğlenerek para kazanacağımı söyleseler inanmazdım.Edebiyatı seviyorum.

13 Eylül 2011 16:47

bu şiirden sonra bana çay içiren de çıkarmı acaba?

**

Dokunaklı, küçük bir çocuk sesi gelir uzaklardan

ağlamaklı

ana sütüne özlem duyar gibi

çok seversin.

Bırakırsan yalınayak çayırlara koşar

özgürlüğe susamış bir ceylandır

patikalarda avcılara meze olur

ayrılırsın

ölüm olmaz ya ucunda

o bir dağ başında bulutlara yoldaş olur

sen bir dipsiz kuyuda yılanlara

uzaklardan ona seslenirsin

o yıldızlara fısıldar ayrılığı

sessiz ve derinden

apansız uyanırsın düş sandığın bu ölüm uykusundan

adı hüzün olur


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
30 Ekim 2011 22:41

Bu gün gökyüzü demir rengi / Omuzlarıma çöken, ağırlığından biliyorum...

Bu gün tüm kapılar kilitli / Sokak kedilerinin kimsesizliğinden biliyorum...

Bu gün tüm ağaçlar gövdesiz / Bir serçe kuşunun yuvasızlığından biliyorum...

Bu gün tüm sözcüklerim suskun / İnsansızlığımdan biliyorum...

...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
27 Kasım 2011 00:12

İsmin -den halindeyim. Çıkmak istiyorum; kendimden başlayarak bu evden, işimden... Yaşadığım şehirden, hayattan...

İsmin -den halindeyim. Salıvermek istiyorum kendimi; tutunduğum her şeyden.

Hiçbir yer gibi bir yer ve hiçbir şey gibi bir şey istiyorum hayattan.

Ve biliyorum. Yine çok şey istiyorum. Yine çok şey istiyorum, biliyorum.

Sınama beni hayat, sınama. Varlığınla sınama. Ben yokluğunu biliyorum. Yokluğuna biliyorum kendimi.

Gözlerime deliler doluşuyor ve sen gözlerimden seyrediyorsun kendini. Bu sana tazelik veriyor, hayat damarlarına kan oluyor. Sen benim gözlerimdeki delilerden biliyorsun kendini, ben gözlerimdeki delilere biliyorum kendimi...

Korkmuyorum hayat, hiç korkmuyorum senden... Eksilmenden benden.

Bir eksik bir fazla ne fark eder sana. Ölümün üstesinden gelemeyenin, ölüm üstesinden gelir biliyorum. Ben er meydanına çıkmadan kabullendim yenilgiyi. Bundandır, hiç korkmuyorum senden.

Geçmek istiyorum adıma serpilen bütün anlamlardan, bütün beni "ben" yapanlardan, "en" yapanlardan.

Geldiğim gibi geçip gitmek istiyorum hayat senden...

http://www.youtube.com/watch?v=0h9DjIFjUUM

Hüznün dili yok ki, kendini anlatsın...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
20 Aralık 2011 19:44

Sen dokuzuncu köyümdün

Ve bu, kovulduğum dokuzuncu köydü.

Bundan sonra zaman, ormana dalma zamanıdır.

Onuncu köy henüz kurulmamış,

Onuncu köy uzak bana.

Bundan sonra gideceğim tüm köyler, tuzak bana

Ben medeniye adamı değilim,

Hele medeniyetler ittifakı, hiç değilim!

Köyler uzak bana, köyler tuzak bana.

Vakit ormana dalma vaktidir,

Kendini bulma vaktidir.

Alnındaki tek damar

Ve çatlamadan ruhunu saran ar,

Vakit ormana varma vaktidir.

Kendin gibilerle olma vaktidir.

"Bu bir taahhüttür" ister sına ister sınama beni

Rüzgârım kendimden,

Alabora olmuş gemiyim şimdi ben

Sen "kendin ol" ve kendi uğultunda kaybol.

O seslerin arasında arama beni

O seslerin tamamı, senin haminin sesi

Bende vakit, ormana varma vakti

Kendim gibilerle olma vakti

Kendini bulma vakti

Ruhum elvan dese de,

Aklımın levn deme vakti

Vakit "gelişlere sevgiyle kucak açarken,"

Gidişlere de eyvallah deme vakti.

Eyvallah!


x alyazmalı x
Aday Memur
21 Aralık 2011 10:57

l'art pour l'art:)


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
08 Ocak 2012 01:29

...

Üç vakte kadar diyordu kâhinler ve ben bu yüzden seni vaktinde değil, üç vakte kadar anlıyordum.

Belki de anladım sanıyordum.

Anlamıyordum seni.

Sen yalnızdın ve ben çoğalmıyordum, oysa çoğalmalıydım.

Sen dokuzuncu köyümdün ve ben burada da istenmiyordum.

Bundandır, geri dönemiyordum. Ve kelimelerle kirlenmiş masumiyetimi anlatamıyordum. Aklayamıyordum.

Sen Nuh'un gemisindeki çiftinle yerini almıştın ve ben tek kalmıştım. Göremiyordun...

Bu yüzden vakit, sulara dalma vakti, tek kişilik çoğalma vakti...


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
11 Şubat 2012 18:28

Lisan-ı avam kendisinde fazlasıyla tecelli eden bir arkadaş, RTÜK sansürüne takılı kalacak etkili bir söz söylemişti; edebiyattan beklentisini çayın önüne çıkaranlara. "Sen ruhunun kaygısına, ruhunun kaygısını yazarsın. Onlar aç karnının kaygısına, aç karnının kaygısını yazarlar."

Bunun neresi RTÜK'ten geçmez demeyin. Geçemedi işte. Adı değişen yasaklı kitaplar gibi sansürlendi de yazıldı buraya.

Not düşeyim; bu arkadaş ne RTÜK'ten, ne de sanalın klavye edebiyatından anlar. Fakat buna karşın, anlayanla anlamayanı, araçla amacı iyi anlar. Ve pragmatist oluşundan olsa gerek, kullanılmaz, kullanır.

Edebiyat karın doyurmaz, çay içirir. Eğer biraz lükse gider kahve içmeye, hele hele üçü bir arada içmeye kalkarsanız, çaydan da olursunuz, maazallah!..


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
03 Mayıs 2012 23:28

"İnsanı kendi düşüncelerinin doğruluğuna inandıran en iyi araç, yine kendi alkışlarıdır."

Karnını edebiyatla doyurmuyordu. İşte bu yüzden karnı toktu. Fakat belli, çaya da hayır, diyesin yoktu.

Ama bir bardak çay için de demlik devirmenin âlemi var mıydı? Üstüne üslük, içmek istediğiniz, Yemen yolunu kırk yıllık hatır için kat etmiş, kahve değil çay ise, her ne kadar kolik unvanını barış madalyası gibi göğsünüzde gezdirseniz de, parmağınızı bile kımıldatmaya değmezdi.

Nihayetinde edebiyat, karın doyurmaz çay içirirdi. Ve çay; demini almış dostlukları pişirirdi. Ham çay, alıcı bulsa da, alıcısı lezzet bulmazdı.


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
12 Temmuz 2012 10:13

"Yaşanan hayatın içinde hayatı değerli kılan unutulmaz anlar vardır" diyor birçok edebi metinde... Ve biz bu metinleri okuduğumuzda hemen bir filmini çekiyoruz hayatımızın, hayalimizde... Sonra safça ve sessizce gülümsüyoruz işte o bahsi gecen anları/anıları yakaladığımızda... Önce yazara "vay beee" diyoruz, sonra edebiyata bile konu olan bu naif yaşantımıza gülümsüyoruz...

Fakat bilmiyoruz; en büyük yalanlar, en nazik gerçeklerin içinde saklıdır.

Çektiğimiz film şeridinde, hayatımızın hatırlanan kısmına bakalım önce ve sonra bu kısmı değerli kılan anları hesaplayalım bir de...

Hayatımızdan kaç film makarası çıkar? Peki ya hayatımızı değerli kılan anlardan?.. Bunun da edebi, ebedi savunması var; "bu anlar az olduğu için değerli."

Hep merak etmişimdir; kendisiyle de kaldığında böyle düşünenler var mı ya da böyle yazanlar, yazdıklarına kendileri de inanıyorlar mı?..

Kandırıldık! Yaşadığımız karanlığın katlanılabilirliğini göstermek adına bunca karanlığın, bunca karalığın üzerindeki birkaç beyaz leke adına, birkaç beyaz leke uğruna kandırıldık!..

Aslında çilek satıcısı da biliyordu, kasasindaki çileklerin beş para etmediğini. Fakat büyük patrondan almıştı, "ne olursa olsun sat!" emrini...


dede a-li
Kapalı
15 Temmuz 2012 01:31

Başlıktaki çay ile alakalı tespit doğru...

Toplam 44 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi