Sünnet ve Hadislerin Anlaşılmasında Ehli Hadis?in Beşer üstü Peygamber Tasavvurunun Yanlış Etkisi
Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
Tarihî süreç içerisinde Sünnet/hadislerin anlaşılması ve yorumlanması önemli bir problem teşkil etmiştir. Hadislerin anlaşılması önündeki engeller olarak ileri sürülen klasik yöntemlerin şekilci-lafızcı, parçacı karakterde olması, sünnetin oluştuğu toplumsal şartların göz ardı edilmesi, hadislerin sebeb-i vurudu ile siyak-sibakının gözden uzak tutulması şeklindeki faktörler yanında yanlış Peygamber tasavvurlarının da sünnetin ve hadislerin anlaşılmasında olumsuz bir katkısı olduğu izahtan varestedir. Zira İslam geleneğinde hadis ve sünneti farklı okuma, anlama ve yorumlama biçimlerinin vücut bulmasının sebepleri arasında Hz.Peygamber?in otoritesi, teşrideki konumu, beşeri, nebevî, idari, siyasi, askerî yönleriyle ortaya koyduğu tasarrufları, mucizeleri, bilgisinin sınırları ve kaynakları gibi konuları ihtiva eden Peygamber tasavvurunun da önemli bir etkisi vardır.[1] Biz bu tebliğde özellikle Beşer üstü Peygamber tasavvurunun sünnetin ve hadisin anlaşılmasında oynadığı rolü ele alıp bu konudaki problemleri tartışmak istiyoruz.
Sünnet/hadisin anlaşılmasında ve yorumlanmasında Peygamber tasavvurunun da büyük bir rolü vardır. Zira sünnet ve hadislerin kaynağı Hz.Peygamber?dir. Hz.Peygamber?in söz, fiil ve takrirleri ondan nesiller boyu aktarılarak bize ulaşmıştır. Sünnet ve hadislerin anlaşılmasında Hz.Peygamber?in bizzat beşeri şahsiyeti, Peygamberin vahiyle ilişkisi, peygamber-mucize ilişkisi göz önünde bulundurulması gereken önemli unsurlardır. Sünnet ve hadisi bize anlatan Hz.Peygamberdir. Anlatan şahsın söylediklerinin anlaşılmasında şahsî portresi önem kazanmaktadır. İslam geleneğindeki anlama yönteminde anlama faaliyetinin asıl öznesi anlatandır. Konu hadisler olunca, Hz.Peygamber anlatan konumundadır. Anlatan şahsın anlattığı şeyin anlaşılmasında bizzat şahsının önemli bir fonksiyonu olduğu gerçektir. Eğer Peygamberin (anlatan-özne) söylediği her şey vahiy kabul edilip ve attığı her adımda mucize gösteren bir kişi olarak algılandığı zaman, onun söz ve fiillerinin anlaşılması ve yorumlanması da bu bakış açısı çerçevesinde gerçekleşecektir. Sünnetin ve hadislerin anlaşılması da tarihi süreç içerisinde oluşturulan peygamber tasavvurlarına göre şekil almıştır. Peygamber konusunda belli başlı üç tasavvur belirmektedir. İlki, Sünnetin de Kur?an gibi vahiy mahsulü olduğu, Hz.Peygamber?in fiziki-biyolojik açıdan harikulade vasıflara sahip olduğu ve her adım attığı yerde olağanüstü mucizeler gösterdiği şeklindeki bakış açısıdır. İkincisi, Sünnette vahiy ürünü hiçbir şeyin olmadığı, Hz.Peygamberin her türlü olağanüstülükten sıyrılmış, arınmış, aldığı vahiy dışında diğer insanlar gibi bir beşer olduğu şeklindeki değerlendirmedir. Üçüncüsü, Hz.Peygamber?in sünnetinin bir kısmı vahiy mahsulü, bir kısmı da kendi içtihadı olduğu şeklindeki bakış açısıdır.[2]
Bu görüşler içinde en fazla tartışılan ve tarihi süreç içerisinde en fazla toplumsal açıdan yaygınlık kazanıp benimsenen görüş birinci görüştür. Diğer iki bakış açısı üzerinde durulmayacaktır. Zira onların İslam dünyasında fazla revaç bulduğu söylenemez. Bundan dolayı bu tebliğde birinci bakış açısının sünnet ve hadislerin anlaşılmasında ne ölçüde olumlu-olumsuz katkıda bulunduğu araştırılacaktır. İslam dünyasının çoğunluğuna hakim olan bu görüşün öncülüğünü yapan kültür tarihimizde bilgi kaynaklarını rivayetlere teksif eden, anlama yöntemi olarak da lafızların zahirini esas alan Ehl-i Hadis?tir. Ehl-i Hadis, yoğun çabalarına rağmen mustakil bir mezhep olarak kendisini kabul ettirememiş, ancak bünyesinden üç ayrı mezhep çıkarmıştır. Daha doğrusu toplumda gösterdiği faaliyet ile bu dönemde ortaya çıkan mezheplere yön vermiştir. Bunlar sırasıyla Şafiî, Hanbelî, ve Zahirî mezhepleridir.[3] İtikadi alanda ise Ehli Hadis?in nakle dayanarak belirledikleri esasları akıl ile destekleyerek devam ettiren Eş?arîlik ve Maturidîlik olmuştur. Maturidîlik hilafet merkezine nazaran kenarda kaldığından çok fazla etkili olmamıştır.[4] Dolayısıyla Ehli Hadis?in bu alandaki düşünceleri Eş?arîlik vasıtasıyla yaygınlık kazanmıştır.
Ehl-i Hadis?in bakış açısına göre sünnetin Kur?an gibi vahiy kaynaklı olduğu çıkarılabilir. Nitekim Hassan b. Atıyye el-Muhâribî (120/737), Cebrail?in Kur?an?ı Hz.Peygamber?e indirdiği gibi, sünneti de indirdiğini ifade etmektedir.[5] Ehl-i Hadis?ten Süleyman b. Tarhan et-Teymî (143/760) de ?Hz.Peygamber?in hadisleri Allah?ın kelamı gibidir? demektedir.[6] Ebû Davud, (275/888) ve Ahmed b. Hanbel (241/ 855)?in eserlerine şu hadisi dercetmeleri, onların sünnetin vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimsediklerini gösteren bir işaret olarak kabul edilebilir: ?Bilin ki bana Kur?an ile birlikte onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir.?[7] ed-Darimî (255/868), ?babu?s-sunneti kadıyetun ala kitabillah? unvanında Yahya b. Ebî Kesir?den ?Sünnet Kur?an?a hükmedicidir, fakat Kur?an sünnete hükmedici değildir.? görüşünü ve Hassan b. Atıyye?nin sünneti de Cebrail?in vahiy gibi indirdiği görüşünü naklederek bu konudaki bakış açısını yansıtmaktadır.[8] İlk asırlarda Hz.Peygamber?in söz ve fiillerinin ilâhî menşeli olduğu görüşü, sünnetin Kur?an?ı neshedebileceği anlayışını benimsemeye yol açmıştır. H. III. asır alimlerinden olan İbn Kuteybe (276/889) âhad-mütevatir ayrımını belirtmeksizin Kur?an?ın sünnetle neshedilmesinin caiz olduğunu ifade ederek gerekçesini şöyle açıklamaktadır: ?Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah?tan getirmektedir. Bu takdirde Kur?an olan (neshedilmiş) Allah kelamı, Kur?an olmayan Allah vahyi ile neshedilmiş olur. Bundan dolayıdır ki Rasulullah: ?Bana Kur?an ve onunla beraber, onun benzeri verildi?[9] buyurmuştur. Bununla kendisine Kur?an ve sünnetten de onun misli verildiğini kastetmiştir.?[10] Ebu Süleyman el-Hattabî (388/998) söz konusu hadisin iki manaya muhtemel olduğunu belirtmektedir. İlki, Kur?an?ın benzerinden (sünnet) kastın, gayri metlüv olan vahy-i batındır. İkincisi, Kitaptaki hükümlerin, âmm ve hassın açıklanması ve kitapta bulunmayan ziyade hüküm getirmesi için beyanın (Allah tarafından) verilmesidir.[11] el-Hattabî bu iki manadan birinde tercihte bulunmadığı için her iki manayı da kabul ettiği anlaşılmaktadır. İbn Hıbban (354/965), Sahih?inde ?Musatafa?nın bütün sünnetlerinin kendisinin ortaya koyduğu bir şey olmayıp Allah?tan olduğunu açıkça ortaya koyan haber?[12] başlığıyla sünnetin tamamının vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimsemiş olduğu ortaya çıkmaktadır. İbn Abdilber (463/1071) de ?sünnetin Kur?an?a göre konumu? unvanı altında sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yaklaşımını sergilemektedir.[13] Hz.Peygamber?in sünnetini bütünüyle ilahî kaynaklı hale getiren ve Kur?an hükümlerinin sünnetle neshine cevaz veren bu anlayış, onun beşeriyetini göz ardı etmekte ve onu bu özelliklerden soyutlamaktadır. Bu, Onun her söylediği söz, iş ve davranışın ilham yoluyla Cenab-ı Hak tarafından kendisine bildirildiği anlayışını empoze etmektedir. Dolayısıyla onun bütün tavır ve davranışları ilahî kaynaklı hale gelmektedir. Buna göre Hz.Peygamber?in beşeriyeti arka plana itilmiş olmaktadır.
Ehl-i Hadis, Hz.Peygamber?in sünnetinin kaynağını vahiy kabul edip, onu hem fizikî-biyolojik yönden olağanüstü mucizelerle hem de kelamcıların ifadesiyle hissî mucizelerle donatarak harikulade bir insan olarak kabul etmişlerdir. Bu durum daha ilk asırlarda gerçekleşmiş, gerek fizikî-biyolojik harikuladelikler gerekse doğumundan itibaren peygamberlik dönemi de dahil bütün hayatı boyunca gerçekleştiği kabul edilen mucizeler hadis mecmualarında ve Şemâil, Delailu?n-Nübuvve ve el-Hasâisu?n-Nebeviyye adı altındaki eserlerde onun bu anlamda pek çok harikulade özelliklerine yer verilmiştir. Sadece nakle dayanarak nübüvveti mucizeler ve harikulade olaylarla ispatlamaya çalışan bu tür eserler, daha çok Selefiyeye bağlı hadisçiler tarafından kaleme alınmıştır.[14] Ehl-i Hadis, Hz.Peygamber?in fizikî-biyolojik açıdan tasvirini genel olarak şu şekilde yapmışlardır: ?Hz.Peygamber önünü ve arkasını görmekte, en uzaktaki sesleri mükemmel bir şekilde işitmekte, başka bir deyişle, insanların duymadıklarını duymakta ve görmediklerini de görmektedir. Hz.Peygamber?in sesinin bereketinden dolayı sesi her yerde duyulabilmekte, tükürüğü her türlü yara-bereyi tedavi etmekte, içine tükürdüğü kuyu misk kokusu saçmakta ve tertemiz hale gelmektedir. Bevli şifalı ve temiz olup, onu içen kimse, o günden itibaren karın ağrısından şikayet etmemektedir. Onun kanı da temiz ve içilebilir olup, onun kanını içen kimsenin ağzında misk gibi bir koku yayılmakta, bununla birlikte onun kanını içen kendini ateşten korumuş olmaktadır. Gaitası ise yer tarafından yutulmakta ve orada misk gibi bir koku yayılmaktadır. O ihtilam olmamakta ve esnememektedir, zira bu özellikler şeytanın insana olan bir müdahalesi olarak kabul edildiğinden Hz.Peygamber?e yakıştırılmamaktadır. Teri misk gibi kokmakta ve koku imalinde kullanılmaktadır. Onun saçının bir teli dahi yere düşürülmemekte, herkes bir kıl alabilmek için adeta bir yarış yapmaktadır. Sahabenin bu rağbetini gören Hz.Peygamber de herkese bu kılların adaletle dağıtılmasını emretmektedir. Bazı rivayetlere göre, Hz.Peygamber cinsel açıdan 30-40 erkek gücüne sahiptir. Allah tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissetmemektedir. O ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümemekte, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve kokusu değişmeden kalmıştır.[15] Bu naklettiğimiz özellikler Hz.Peygamber?in fizikî-biyolojik açıdan harikulade özellikleridir. Bunların dışında Ehl-i Hadis'in tamamının kabul ettiği başka harikuladelikler ve mucizeler vardır ki, örneğin o bir bereket kaynağıdır; bilhassa yiyecek ve içeceklere bir dokunmasıyla harikulade denilecek bir nicelik artmasına vesile olabilmektedir. Bu onun fizik alem üzerinde olağanüstü tasarrufta bulunduğu; daha doğrusu, fizik kurallarıyla kayıtlı olmadığı şeklinde algılandığını göstermektedir. Nitekim, O, insan dışında mümkün ve gerçek olan melek, cin, hayvânât, nebâtât hatta cemâdât bütün varlık türleriyle iletişim içerisindedir; sadece iletişim içerisinde kalmayıp, maddi varlıkları kendi yaratılış yasaları dışında davranışa sürükleyecek kadar da bir nüfuza sahiptir. Ehl-i Hadis'in kabulüne göre bu nitelikleri haiz olan Hz.Peygamber?in bilgi kaynakları da sadece beş duyu ve akılla sınırlı değildir; O, gözle görünmeyenin, geçmişin ve geleceğin bilgisine sahiptir[16] ve bu bilgisini arkadaşlarıyla paylaşmıştır; onlara kendi yaşadıkları zamanda gaybî bazı olayları bildirdiği gibi; tarih öncesi dönemlerden nakillerde bulunmuş, gelecek zamanla ilgili kimi olayları da haber vermiştir.[17] Öyle ki Hz.Peygamber?in hasais ve delaili hakkında yazılan Delailu?n-Nubuvve ve el-Hasaisu?n-Nebeviyye türü pek çok eserde bu tür binlerce "mucize", "delail" ve "hasais" zikredilmiştir. Örneğin İbn Mulakkın?ın nakline göre, Kudurî?nin şârihi Muhtar b. Mahmud el-Hanefî ez-Zahidî (551/631) yazdığı Nasıriyye Risalesi'nde Hz.Peygamberin elinden bin, başka bir rivayete göre de üç bin mucize zahir olduğunu belirtmiştir.[18]
en-Nevevî (676/1277), İbn Hacer (852/1448), es-Suyutî (911/1505), el-Kastallânî (923/1517) vb. büyük hadisçiler Peygamberlik anlayışları yukarıdaki nakillerden hareketle ?harikulade olaylara konu olan beşer üstü nitelikleri haiz bir beşer? tasavvuru şeklinde özetlenebilir. Bu tasavvura yol açan temel saik hadisçilerin varlık- kozmogoni anlayışlarıdır. Yaşadıkların çağın ruhuna ve mantalitesine uygun olan söz konusu anlayış, vahiy gibi fizik ötesi bir fenomene muhatap olan Peygamber?i kendiliğinden rasyonalitenin konusu olmaktan çıkarmış ve akıl dışı (non-rasyonel) bir düzeye çekmiştir. Bütün bunlara vahiy metninde yer alan, geçmiş peygamber ve topluluklara ilişkin mucizevî anlatılar da eklenince, aynı bakış açısı, Hz.Peygamber?e de uygulanmıştır. Zaman içerisinde Hz.Peygamber?e duyulan sevgi ve özlem, mitolojik tasvirleri içeren rivayet örnekleriyle dillendirilmiş; bu konuyla ilgili literatürün malzemesini ve rengini belirlemiştir.[19]Gerek Hz.Peygamber, gerekse önceki peygamberler hakkında Hadis Literatürü başta olmak üzere, Siyer, Şemail, İslam Tarihi, Tefsir ve Vaaz türü eserlerde görülen mitolojik yönü ağır basan rivayetlere rastlanması, bu eserleri yazanların bu tür rivayetleri kabullenebilecek bir zihniyet ve mantaliteye sahip olduklarını göstermektedir.[20]
Ehl-i Hadis?in insanüstü ve mucizevî güç ve özelliklere sahip bir peygamber tasavvuruna yol açan nedenlerden birisi de geçmiş peygamberlere olağanüstü niteliklerin ve mucizevî olayların aynısının veya benzerinin Hz.Peygamber?e de izafe edilmesi suretiyle onu diğer peygamberler ve müntesipleri karşısında yüceltme amacıdır.[21] Nitekim es-Suyûtî (911/1505) ve Ebu?l-Hasen el-Eş?ârî (324/936)?nin ?Nebilere verilmiş olan her mucizenin benzeri veya ondan daha üstünü Peygamberimize de verilmiştir.?[22] sözü, Hz.Peygamber?le diğer peygamberlerin insanüstü mucizevî güç bakımından üstünlük yarışına sokulduğu anlayışını destekler mahiyettedir.[23]
Hadisçilerin beşer üstü Peygamber tasavvurlarına onların Allah, alem tasavvurunun önemli bir zemin teşkil ettiği ve bunun sünnet ve hadislerin anlaşılmasına da menfi tesiri olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Hadisçilerin bu alandaki dünya görüşlerini belirleyebilmek için itikadi açıdan hangi ekolü takip ettiklerine bakmak yeterlidir. Gerek Hadis usûlüne dair yazılan eserler gerekse hadislerin anlaşılması ve şerhine dair yazılan eserlerin müellifleri tetkik edilecek olursa bunların büyük bir kısmının -birkaç istisnası dışında- Şafi?î mezhebini esas aldıkları ve bunların itikadî açıdan da Eş?arî doktrini benimsedikleri ortaya çıkmaktadır. Çünkü Ebu?l-Hasan el-Eş?arî (324/936) Mutezile?den ayrıldıktan sonra Ahmed b. Hanbel?in yolunu tutan Ehl-i Hadis zümresine katılmıştır.[24] Dolayısıyla Ehli Hadis?in bakış açısına sahip olan alimler Eş?arî doktrinini benimsemiştir. Onların bu konudaki bakış açılarını ortaya koyabilmek için Eş?arîlerin Allah tasavvuru ve alemdeki nedensellik ilkesine bakışlarını tespit yeterlidir. Eş?arîlerin çoğunluğuna göre Allah hiçbir şeyle sınırlı değildir.Onun gücü ve otoritesi mutlaktır. Allah kullarının küfretmesine kâdir olduğu gibi, iman etmelerine de kâdirdir. Onun Yaptığı her fiil ona aittir. Hiçbir ?malik?in sahip olmadığı kudrete maliktir. Dilerse mü?minlere azap eder, kafirleri de cennete sokar. Bundan dolayı ayıplanmaz. Onun üstünde ona emreden, onu zorlayan, onu yasaklayan, ona sınır belirleyen hiç kimse yoktur. Durum böyle olunca onu ayıplayacak hiçbir şey yoktur.[25] Allah?ın fiillerinden hiç biri ne kendine yönelik ne de insana yönelik amaç, maslahat ve sebeplilik taşımaz. Eğer Allah bir sebepten dolayı bir fiil işlerse, bu onun zatı için bir eksiklik anlamına gelir. Oysa O, bu eksiklikten uzaktır. Yine Eş?arîler, Allah?ın mutlak kudreti ve iradesi açısından bakarak, Allah?ın fiil ve emirlerinin insani anlamda adalete konu olamayacağını (aşkın olduğunu) ileri sürerler, Adalet, Allah?ın kendi mülkünde istediği gibi tasarruf etmesidir. Eş?arîler bu görüşlerini ?O yaptıklarından sorulmaz? (21, Enbiya, 23) ve ?O istediğini yapar? (11, Hûd, 107) ayetlerine dayandırmaktadır.[26] Eş?arîler tabiattaki nedensellik yasasını da reddetmektedirler. Tabiattaki şeyler ve varlıklar bir sonuç üretecek güç ve vasfa sahip değildirler. Yaratıkların sahip oldukları güç, mutlak kudret sahibi olan Allah tarafından verilmiştir. Alemdeki şeyler her an yaratılan ve yok edilen bölünmez parçalardan meydana gelmiştir. Onları yaratan, yok eden ve alemdeki değişimi sağlayan Allah?tır. Dolayısıyla ?tabiat kanunu? diye bir şey yoktur. Alem, Allah?ın sürekli ve her an tekrarlanan faaliyetiyle ayakta durmaktadır. Eş?arîler böylece nedenle sonuç arasındaki zorunlu ilişkiyi ve nedendeki gücü reddettikleri gibi, onlar aynı şekilde peygamberliğin dayandığı mucizelerin mümkünlüğünü savunabilmek amacıyla söz konusu (nedensellik) ilkeyi reddetmektedirler.[27] Eş?arî doktrinindeki Allah tasavvuru ve alemdeki nedensellik anlayışının reddi düşüncesi, büyük oranda sünneti ve hadisleri yorumlayan Hadisçiler için bir zihniyet ve dünya görüşü haline gelmiştir. Hadisçilerin bu anlayışı, Kur?an?daki risaletin dayanağı kabul edilen mucizelerin imkanını savunmakla kalmamış, gerek sahih kabul edilen eserlerde gerekse zayıf ve uydurma rivayetlerin yoğun bulunduğu delail ve hasais türü eserlerde olsun Kur?an dışındaki hadis mecmularında delail ve mucizelerin ve Hz.Peygambere isnad edilen fiziki-biyolojik olağanüstü vasıfların kabul edilmesine yol açmıştır. Zira onların düşüncelerine göre söylediğimiz türdeki hadis mecmularında delail, mucizeler ve olağanüstü peygamberî vasıfların ortaya çıkması her an Allah?ın gücü ve kudreti dahilindedir. O istediği mucizeyi dilediği yer ve zamanda meydana getirir, istediğini getirmez. Dilediği kimseye iyilik ihsan da bulunur, dilediğine bulunmaz. Zira onların düşüncesine göre Allah mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Onun tasarrufuna hiçbir şekilde sınır getirilemez. Onun tasarrufunda hiçbir kanun, kural söz konusu değildir. Nitekim İbn Rüşd bahsettiğimiz bu tasavvuru (tecviz/imkan teorisini) ?ilahi iradenin bir şeyi ve onun zıddını yapmaya kadir olduğu? şeklinde tanımlamaktadır. Dolayısıyla bu tecviz düşüncesinde nedenle sonuç arasında hem tabiat olayları düzeyinde hem de düşünce ve ahlaki alanda zorunlu bir alaka yoktur.[28] el-Cabiri?ye göre bu düşünce tedvin asrından başlamak suretiyle Arap-İslam aklını şekillendiren unsurlardan birini teşkil etmiştir.[29] Tabi ki böyle bir zihniyet dünyasıyla sünnetin/hadisin doğru ve sağlıklı anlaşılması ve yorumlanması mümkün değildir. Bırakın sahih kabul edilen hadislerdeki olağanüstü anlatımları, zayıf ve uydurma olan rivayetlerdeki söz konusu anlatımlar bu bakış açısıyla meşrû ve sahih kabul edilmek durumunda kalınacaktır.
Buraya kadar Ehli Hadis?in beşer üstü peygamber tasavvuru ve bu tasavvurun oluşmasındaki zihinsel altyapı irdelenmeye çalışılmıştır. Buna göre bugün İslam dünyasına egemen olan bu peygamber tasavvuru Kur?an?ın evren ve insan anlayışından uzak, akıl ve mantık dışı/ötesi ve mitolojik bir yapıya sahiptir. Epistemolojik ve metodolojik bakımdan ise Kur?an?a aykırı bilgi kaynaklarından, kaynağı ve sıhhati şüpheli nakil ve rivayetlerden beslenen, nakilci, seçmeci ve eleştirel olmaktan uzak, literalist bir niteliktedir.[30] Bu tür peygamber tasavvuru ve zihinsel yapının sünnet ve hadislerin anlaşılması ve yorumlanmasında meydana getirdiği problemlerin anlaşılması için bazı örnekler üzerinde durmakta yarar vardır. Bu örneklerin bir kısmı, sahih addedilen eserlerden bir kısmı da Delail, Hasais türü eserlerden seçilmiştir. Bu örneklerin irdelenmesinin amacı, Ehl-i Hadis?in benimsediği beşer üstü peygamber tasavvurunun aşağıda ele alınacak hadislerin anlaşılmasına ve yorumlanmasına ne derece etkili olduğuna dikkat çekmektir.
Sünnet ve Hadislerin Anlaşılmasında Ehli Hadis?in Beşer üstü Peygamber Tasavvurunun Yanlış Etkisi
Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
Tarihî süreç içerisinde Sünnet/hadislerin anlaşılması ve yorumlanması önemli bir problem teşkil etmiştir. Hadislerin anlaşılması önündeki engeller olarak ileri sürülen klasik yöntemlerin şekilci-lafızcı, parçacı karakterde olması, sünnetin oluştuğu toplumsal şartların göz ardı edilmesi, hadislerin sebeb-i vurudu ile siyak-sibakının gözden uzak tutulması şeklindeki faktörler yanında yanlış Peygamber tasavvurlarının da sünnetin ve hadislerin anlaşılmasında olumsuz bir katkısı olduğu izahtan varestedir. Zira İslam geleneğinde hadis ve sünneti farklı okuma, anlama ve yorumlama biçimlerinin vücut bulmasının sebepleri arasında Hz.Peygamber?in otoritesi, teşrideki konumu, beşeri, nebevî, idari, siyasi, askerî yönleriyle ortaya koyduğu tasarrufları, mucizeleri, bilgisinin sınırları ve kaynakları gibi konuları ihtiva eden Peygamber tasavvurunun da önemli bir etkisi vardır.[1] Biz bu tebliğde özellikle Beşer üstü Peygamber tasavvurunun sünnetin ve hadisin anlaşılmasında oynadığı rolü ele alıp bu konudaki problemleri tartışmak istiyoruz.
Sünnet/hadisin anlaşılmasında ve yorumlanmasında Peygamber tasavvurunun da büyük bir rolü vardır. Zira sünnet ve hadislerin kaynağı Hz.Peygamber?dir. Hz.Peygamber?in söz, fiil ve takrirleri ondan nesiller boyu aktarılarak bize ulaşmıştır. Sünnet ve hadislerin anlaşılmasında Hz.Peygamber?in bizzat beşeri şahsiyeti, Peygamberin vahiyle ilişkisi, peygamber-mucize ilişkisi göz önünde bulundurulması gereken önemli unsurlardır. Sünnet ve hadisi bize anlatan Hz.Peygamberdir. Anlatan şahsın söylediklerinin anlaşılmasında şahsî portresi önem kazanmaktadır. İslam geleneğindeki anlama yönteminde anlama faaliyetinin asıl öznesi anlatandır. Konu hadisler olunca, Hz.Peygamber anlatan konumundadır. Anlatan şahsın anlattığı şeyin anlaşılmasında bizzat şahsının önemli bir fonksiyonu olduğu gerçektir. Eğer Peygamberin (anlatan-özne) söylediği her şey vahiy kabul edilip ve attığı her adımda mucize gösteren bir kişi olarak algılandığı zaman, onun söz ve fiillerinin anlaşılması ve yorumlanması da bu bakış açısı çerçevesinde gerçekleşecektir. Sünnetin ve hadislerin anlaşılması da tarihi süreç içerisinde oluşturulan peygamber tasavvurlarına göre şekil almıştır. Peygamber konusunda belli başlı üç tasavvur belirmektedir. İlki, Sünnetin de Kur?an gibi vahiy mahsulü olduğu, Hz.Peygamber?in fiziki-biyolojik açıdan harikulade vasıflara sahip olduğu ve her adım attığı yerde olağanüstü mucizeler gösterdiği şeklindeki bakış açısıdır. İkincisi, Sünnette vahiy ürünü hiçbir şeyin olmadığı, Hz.Peygamberin her türlü olağanüstülükten sıyrılmış, arınmış, aldığı vahiy dışında diğer insanlar gibi bir beşer olduğu şeklindeki değerlendirmedir. Üçüncüsü, Hz.Peygamber?in sünnetinin bir kısmı vahiy mahsulü, bir kısmı da kendi içtihadı olduğu şeklindeki bakış açısıdır.[2]
Bu görüşler içinde en fazla tartışılan ve tarihi süreç içerisinde en fazla toplumsal açıdan yaygınlık kazanıp benimsenen görüş birinci görüştür. Diğer iki bakış açısı üzerinde durulmayacaktır. Zira onların İslam dünyasında fazla revaç bulduğu söylenemez. Bundan dolayı bu tebliğde birinci bakış açısının sünnet ve hadislerin anlaşılmasında ne ölçüde olumlu-olumsuz katkıda bulunduğu araştırılacaktır. İslam dünyasının çoğunluğuna hakim olan bu görüşün öncülüğünü yapan kültür tarihimizde bilgi kaynaklarını rivayetlere teksif eden, anlama yöntemi olarak da lafızların zahirini esas alan Ehl-i Hadis?tir. Ehl-i Hadis, yoğun çabalarına rağmen mustakil bir mezhep olarak kendisini kabul ettirememiş, ancak bünyesinden üç ayrı mezhep çıkarmıştır. Daha doğrusu toplumda gösterdiği faaliyet ile bu dönemde ortaya çıkan mezheplere yön vermiştir. Bunlar sırasıyla Şafiî, Hanbelî, ve Zahirî mezhepleridir.[3] İtikadi alanda ise Ehli Hadis?in nakle dayanarak belirledikleri esasları akıl ile destekleyerek devam ettiren Eş?arîlik ve Maturidîlik olmuştur. Maturidîlik hilafet merkezine nazaran kenarda kaldığından çok fazla etkili olmamıştır.[4] Dolayısıyla Ehli Hadis?in bu alandaki düşünceleri Eş?arîlik vasıtasıyla yaygınlık kazanmıştır.
Ehl-i Hadis?in bakış açısına göre sünnetin Kur?an gibi vahiy kaynaklı olduğu çıkarılabilir. Nitekim Hassan b. Atıyye el-Muhâribî (120/737), Cebrail?in Kur?an?ı Hz.Peygamber?e indirdiği gibi, sünneti de indirdiğini ifade etmektedir.[5] Ehl-i Hadis?ten Süleyman b. Tarhan et-Teymî (143/760) de ?Hz.Peygamber?in hadisleri Allah?ın kelamı gibidir? demektedir.[6] Ebû Davud, (275/888) ve Ahmed b. Hanbel (241/ 855)?in eserlerine şu hadisi dercetmeleri, onların sünnetin vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimsediklerini gösteren bir işaret olarak kabul edilebilir: ?Bilin ki bana Kur?an ile birlikte onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir.?[7] ed-Darimî (255/868), ?babu?s-sunneti kadıyetun ala kitabillah? unvanında Yahya b. Ebî Kesir?den ?Sünnet Kur?an?a hükmedicidir, fakat Kur?an sünnete hükmedici değildir.? görüşünü ve Hassan b. Atıyye?nin sünneti de Cebrail?in vahiy gibi indirdiği görüşünü naklederek bu konudaki bakış açısını yansıtmaktadır.[8] İlk asırlarda Hz.Peygamber?in söz ve fiillerinin ilâhî menşeli olduğu görüşü, sünnetin Kur?an?ı neshedebileceği anlayışını benimsemeye yol açmıştır. H. III. asır alimlerinden olan İbn Kuteybe (276/889) âhad-mütevatir ayrımını belirtmeksizin Kur?an?ın sünnetle neshedilmesinin caiz olduğunu ifade ederek gerekçesini şöyle açıklamaktadır: ?Çünkü sünneti kendisine Cebrail, Allah?tan getirmektedir. Bu takdirde Kur?an olan (neshedilmiş) Allah kelamı, Kur?an olmayan Allah vahyi ile neshedilmiş olur. Bundan dolayıdır ki Rasulullah: ?Bana Kur?an ve onunla beraber, onun benzeri verildi?[9] buyurmuştur. Bununla kendisine Kur?an ve sünnetten de onun misli verildiğini kastetmiştir.?[10] Ebu Süleyman el-Hattabî (388/998) söz konusu hadisin iki manaya muhtemel olduğunu belirtmektedir. İlki, Kur?an?ın benzerinden (sünnet) kastın, gayri metlüv olan vahy-i batındır. İkincisi, Kitaptaki hükümlerin, âmm ve hassın açıklanması ve kitapta bulunmayan ziyade hüküm getirmesi için beyanın (Allah tarafından) verilmesidir.[11] el-Hattabî bu iki manadan birinde tercihte bulunmadığı için her iki manayı da kabul ettiği anlaşılmaktadır. İbn Hıbban (354/965), Sahih?inde ?Musatafa?nın bütün sünnetlerinin kendisinin ortaya koyduğu bir şey olmayıp Allah?tan olduğunu açıkça ortaya koyan haber?[12] başlığıyla sünnetin tamamının vahiy mahsulü olduğu görüşünü benimsemiş olduğu ortaya çıkmaktadır. İbn Abdilber (463/1071) de ?sünnetin Kur?an?a göre konumu? unvanı altında sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yaklaşımını sergilemektedir.[13] Hz.Peygamber?in sünnetini bütünüyle ilahî kaynaklı hale getiren ve Kur?an hükümlerinin sünnetle neshine cevaz veren bu anlayış, onun beşeriyetini göz ardı etmekte ve onu bu özelliklerden soyutlamaktadır. Bu, Onun her söylediği söz, iş ve davranışın ilham yoluyla Cenab-ı Hak tarafından kendisine bildirildiği anlayışını empoze etmektedir. Dolayısıyla onun bütün tavır ve davranışları ilahî kaynaklı hale gelmektedir. Buna göre Hz.Peygamber?in beşeriyeti arka plana itilmiş olmaktadır.
Ehl-i Hadis, Hz.Peygamber?in sünnetinin kaynağını vahiy kabul edip, onu hem fizikî-biyolojik yönden olağanüstü mucizelerle hem de kelamcıların ifadesiyle hissî mucizelerle donatarak harikulade bir insan olarak kabul etmişlerdir. Bu durum daha ilk asırlarda gerçekleşmiş, gerek fizikî-biyolojik harikuladelikler gerekse doğumundan itibaren peygamberlik dönemi de dahil bütün hayatı boyunca gerçekleştiği kabul edilen mucizeler hadis mecmualarında ve Şemâil, Delailu?n-Nübuvve ve el-Hasâisu?n-Nebeviyye adı altındaki eserlerde onun bu anlamda pek çok harikulade özelliklerine yer verilmiştir. Sadece nakle dayanarak nübüvveti mucizeler ve harikulade olaylarla ispatlamaya çalışan bu tür eserler, daha çok Selefiyeye bağlı hadisçiler tarafından kaleme alınmıştır.[14] Ehl-i Hadis, Hz.Peygamber?in fizikî-biyolojik açıdan tasvirini genel olarak şu şekilde yapmışlardır: ?Hz.Peygamber önünü ve arkasını görmekte, en uzaktaki sesleri mükemmel bir şekilde işitmekte, başka bir deyişle, insanların duymadıklarını duymakta ve görmediklerini de görmektedir. Hz.Peygamber?in sesinin bereketinden dolayı sesi her yerde duyulabilmekte, tükürüğü her türlü yara-bereyi tedavi etmekte, içine tükürdüğü kuyu misk kokusu saçmakta ve tertemiz hale gelmektedir. Bevli şifalı ve temiz olup, onu içen kimse, o günden itibaren karın ağrısından şikayet etmemektedir. Onun kanı da temiz ve içilebilir olup, onun kanını içen kimsenin ağzında misk gibi bir koku yayılmakta, bununla birlikte onun kanını içen kendini ateşten korumuş olmaktadır. Gaitası ise yer tarafından yutulmakta ve orada misk gibi bir koku yayılmaktadır. O ihtilam olmamakta ve esnememektedir, zira bu özellikler şeytanın insana olan bir müdahalesi olarak kabul edildiğinden Hz.Peygamber?e yakıştırılmamaktadır. Teri misk gibi kokmakta ve koku imalinde kullanılmaktadır. Onun saçının bir teli dahi yere düşürülmemekte, herkes bir kıl alabilmek için adeta bir yarış yapmaktadır. Sahabenin bu rağbetini gören Hz.Peygamber de herkese bu kılların adaletle dağıtılmasını emretmektedir. Bazı rivayetlere göre, Hz.Peygamber cinsel açıdan 30-40 erkek gücüne sahiptir. Allah tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissetmemektedir. O ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümemekte, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve kokusu değişmeden kalmıştır.[15] Bu naklettiğimiz özellikler Hz.Peygamber?in fizikî-biyolojik açıdan harikulade özellikleridir. Bunların dışında Ehl-i Hadis'in tamamının kabul ettiği başka harikuladelikler ve mucizeler vardır ki, örneğin o bir bereket kaynağıdır; bilhassa yiyecek ve içeceklere bir dokunmasıyla harikulade denilecek bir nicelik artmasına vesile olabilmektedir. Bu onun fizik alem üzerinde olağanüstü tasarrufta bulunduğu; daha doğrusu, fizik kurallarıyla kayıtlı olmadığı şeklinde algılandığını göstermektedir. Nitekim, O, insan dışında mümkün ve gerçek olan melek, cin, hayvânât, nebâtât hatta cemâdât bütün varlık türleriyle iletişim içerisindedir; sadece iletişim içerisinde kalmayıp, maddi varlıkları kendi yaratılış yasaları dışında davranışa sürükleyecek kadar da bir nüfuza sahiptir. Ehl-i Hadis'in kabulüne göre bu nitelikleri haiz olan Hz.Peygamber?in bilgi kaynakları da sadece beş duyu ve akılla sınırlı değildir; O, gözle görünmeyenin, geçmişin ve geleceğin bilgisine sahiptir[16] ve bu bilgisini arkadaşlarıyla paylaşmıştır; onlara kendi yaşadıkları zamanda gaybî bazı olayları bildirdiği gibi; tarih öncesi dönemlerden nakillerde bulunmuş, gelecek zamanla ilgili kimi olayları da haber vermiştir.[17] Öyle ki Hz.Peygamber?in hasais ve delaili hakkında yazılan Delailu?n-Nubuvve ve el-Hasaisu?n-Nebeviyye türü pek çok eserde bu tür binlerce "mucize", "delail" ve "hasais" zikredilmiştir. Örneğin İbn Mulakkın?ın nakline göre, Kudurî?nin şârihi Muhtar b. Mahmud el-Hanefî ez-Zahidî (551/631) yazdığı Nasıriyye Risalesi'nde Hz.Peygamberin elinden bin, başka bir rivayete göre de üç bin mucize zahir olduğunu belirtmiştir.[18]
en-Nevevî (676/1277), İbn Hacer (852/1448), es-Suyutî (911/1505), el-Kastallânî (923/1517) vb. büyük hadisçiler Peygamberlik anlayışları yukarıdaki nakillerden hareketle ?harikulade olaylara konu olan beşer üstü nitelikleri haiz bir beşer? tasavvuru şeklinde özetlenebilir. Bu tasavvura yol açan temel saik hadisçilerin varlık- kozmogoni anlayışlarıdır. Yaşadıkların çağın ruhuna ve mantalitesine uygun olan söz konusu anlayış, vahiy gibi fizik ötesi bir fenomene muhatap olan Peygamber?i kendiliğinden rasyonalitenin konusu olmaktan çıkarmış ve akıl dışı (non-rasyonel) bir düzeye çekmiştir. Bütün bunlara vahiy metninde yer alan, geçmiş peygamber ve topluluklara ilişkin mucizevî anlatılar da eklenince, aynı bakış açısı, Hz.Peygamber?e de uygulanmıştır. Zaman içerisinde Hz.Peygamber?e duyulan sevgi ve özlem, mitolojik tasvirleri içeren rivayet örnekleriyle dillendirilmiş; bu konuyla ilgili literatürün malzemesini ve rengini belirlemiştir.[19]Gerek Hz.Peygamber, gerekse önceki peygamberler hakkında Hadis Literatürü başta olmak üzere, Siyer, Şemail, İslam Tarihi, Tefsir ve Vaaz türü eserlerde görülen mitolojik yönü ağır basan rivayetlere rastlanması, bu eserleri yazanların bu tür rivayetleri kabullenebilecek bir zihniyet ve mantaliteye sahip olduklarını göstermektedir.[20]
Ehl-i Hadis?in insanüstü ve mucizevî güç ve özelliklere sahip bir peygamber tasavvuruna yol açan nedenlerden birisi de geçmiş peygamberlere olağanüstü niteliklerin ve mucizevî olayların aynısının veya benzerinin Hz.Peygamber?e de izafe edilmesi suretiyle onu diğer peygamberler ve müntesipleri karşısında yüceltme amacıdır.[21] Nitekim es-Suyûtî (911/1505) ve Ebu?l-Hasen el-Eş?ârî (324/936)?nin ?Nebilere verilmiş olan her mucizenin benzeri veya ondan daha üstünü Peygamberimize de verilmiştir.?[22] sözü, Hz.Peygamber?le diğer peygamberlerin insanüstü mucizevî güç bakımından üstünlük yarışına sokulduğu anlayışını destekler mahiyettedir.[23]
Hadisçilerin beşer üstü Peygamber tasavvurlarına onların Allah, alem tasavvurunun önemli bir zemin teşkil ettiği ve bunun sünnet ve hadislerin anlaşılmasına da menfi tesiri olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Hadisçilerin bu alandaki dünya görüşlerini belirleyebilmek için itikadi açıdan hangi ekolü takip ettiklerine bakmak yeterlidir. Gerek Hadis usûlüne dair yazılan eserler gerekse hadislerin anlaşılması ve şerhine dair yazılan eserlerin müellifleri tetkik edilecek olursa bunların büyük bir kısmının -birkaç istisnası dışında- Şafi?î mezhebini esas aldıkları ve bunların itikadî açıdan da Eş?arî doktrini benimsedikleri ortaya çıkmaktadır. Çünkü Ebu?l-Hasan el-Eş?arî (324/936) Mutezile?den ayrıldıktan sonra Ahmed b. Hanbel?in yolunu tutan Ehl-i Hadis zümresine katılmıştır.[24] Dolayısıyla Ehli Hadis?in bakış açısına sahip olan alimler Eş?arî doktrinini benimsemiştir. Onların bu konudaki bakış açılarını ortaya koyabilmek için Eş?arîlerin Allah tasavvuru ve alemdeki nedensellik ilkesine bakışlarını tespit yeterlidir. Eş?arîlerin çoğunluğuna göre Allah hiçbir şeyle sınırlı değildir.Onun gücü ve otoritesi mutlaktır. Allah kullarının küfretmesine kâdir olduğu gibi, iman etmelerine de kâdirdir. Onun Yaptığı her fiil ona aittir. Hiçbir ?malik?in sahip olmadığı kudrete maliktir. Dilerse mü?minlere azap eder, kafirleri de cennete sokar. Bundan dolayı ayıplanmaz. Onun üstünde ona emreden, onu zorlayan, onu yasaklayan, ona sınır belirleyen hiç kimse yoktur. Durum böyle olunca onu ayıplayacak hiçbir şey yoktur.[25] Allah?ın fiillerinden hiç biri ne kendine yönelik ne de insana yönelik amaç, maslahat ve sebeplilik taşımaz. Eğer Allah bir sebepten dolayı bir fiil işlerse, bu onun zatı için bir eksiklik anlamına gelir. Oysa O, bu eksiklikten uzaktır. Yine Eş?arîler, Allah?ın mutlak kudreti ve iradesi açısından bakarak, Allah?ın fiil ve emirlerinin insani anlamda adalete konu olamayacağını (aşkın olduğunu) ileri sürerler, Adalet, Allah?ın kendi mülkünde istediği gibi tasarruf etmesidir. Eş?arîler bu görüşlerini ?O yaptıklarından sorulmaz? (21, Enbiya, 23) ve ?O istediğini yapar? (11, Hûd, 107) ayetlerine dayandırmaktadır.[26] Eş?arîler tabiattaki nedensellik yasasını da reddetmektedirler. Tabiattaki şeyler ve varlıklar bir sonuç üretecek güç ve vasfa sahip değildirler. Yaratıkların sahip oldukları güç, mutlak kudret sahibi olan Allah tarafından verilmiştir. Alemdeki şeyler her an yaratılan ve yok edilen bölünmez parçalardan meydana gelmiştir. Onları yaratan, yok eden ve alemdeki değişimi sağlayan Allah?tır. Dolayısıyla ?tabiat kanunu? diye bir şey yoktur. Alem, Allah?ın sürekli ve her an tekrarlanan faaliyetiyle ayakta durmaktadır. Eş?arîler böylece nedenle sonuç arasındaki zorunlu ilişkiyi ve nedendeki gücü reddettikleri gibi, onlar aynı şekilde peygamberliğin dayandığı mucizelerin mümkünlüğünü savunabilmek amacıyla söz konusu (nedensellik) ilkeyi reddetmektedirler.[27] Eş?arî doktrinindeki Allah tasavvuru ve alemdeki nedensellik anlayışının reddi düşüncesi, büyük oranda sünneti ve hadisleri yorumlayan Hadisçiler için bir zihniyet ve dünya görüşü haline gelmiştir. Hadisçilerin bu anlayışı, Kur?an?daki risaletin dayanağı kabul edilen mucizelerin imkanını savunmakla kalmamış, gerek sahih kabul edilen eserlerde gerekse zayıf ve uydurma rivayetlerin yoğun bulunduğu delail ve hasais türü eserlerde olsun Kur?an dışındaki hadis mecmularında delail ve mucizelerin ve Hz.Peygambere isnad edilen fiziki-biyolojik olağanüstü vasıfların kabul edilmesine yol açmıştır. Zira onların düşüncelerine göre söylediğimiz türdeki hadis mecmularında delail, mucizeler ve olağanüstü peygamberî vasıfların ortaya çıkması her an Allah?ın gücü ve kudreti dahilindedir. O istediği mucizeyi dilediği yer ve zamanda meydana getirir, istediğini getirmez. Dilediği kimseye iyilik ihsan da bulunur, dilediğine bulunmaz. Zira onların düşüncesine göre Allah mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Onun tasarrufuna hiçbir şekilde sınır getirilemez. Onun tasarrufunda hiçbir kanun, kural söz konusu değildir. Nitekim İbn Rüşd bahsettiğimiz bu tasavvuru (tecviz/imkan teorisini) ?ilahi iradenin bir şeyi ve onun zıddını yapmaya kadir olduğu? şeklinde tanımlamaktadır. Dolayısıyla bu tecviz düşüncesinde nedenle sonuç arasında hem tabiat olayları düzeyinde hem de düşünce ve ahlaki alanda zorunlu bir alaka yoktur.[28] el-Cabiri?ye göre bu düşünce tedvin asrından başlamak suretiyle Arap-İslam aklını şekillendiren unsurlardan birini teşkil etmiştir.[29] Tabi ki böyle bir zihniyet dünyasıyla sünnetin/hadisin doğru ve sağlıklı anlaşılması ve yorumlanması mümkün değildir. Bırakın sahih kabul edilen hadislerdeki olağanüstü anlatımları, zayıf ve uydurma olan rivayetlerdeki söz konusu anlatımlar bu bakış açısıyla meşrû ve sahih kabul edilmek durumunda kalınacaktır.
Buraya kadar Ehli Hadis?in beşer üstü peygamber tasavvuru ve bu tasavvurun oluşmasındaki zihinsel altyapı irdelenmeye çalışılmıştır. Buna göre bugün İslam dünyasına egemen olan bu peygamber tasavvuru Kur?an?ın evren ve insan anlayışından uzak, akıl ve mantık dışı/ötesi ve mitolojik bir yapıya sahiptir. Epistemolojik ve metodolojik bakımdan ise Kur?an?a aykırı bilgi kaynaklarından, kaynağı ve sıhhati şüpheli nakil ve rivayetlerden beslenen, nakilci, seçmeci ve eleştirel olmaktan uzak, literalist bir niteliktedir.[30] Bu tür peygamber tasavvuru ve zihinsel yapının sünnet ve hadislerin anlaşılması ve yorumlanmasında meydana getirdiği problemlerin anlaşılması için bazı örnekler üzerinde durmakta yarar vardır. Bu örneklerin bir kısmı, sahih addedilen eserlerden bir kısmı da Delail, Hasais türü eserlerden seçilmiştir. Bu örneklerin irdelenmesinin amacı, Ehl-i Hadis?in benimsediği beşer üstü peygamber tasavvurunun aşağıda ele alınacak hadislerin anlaşılmasına ve yorumlanmasına ne derece etkili olduğuna dikkat çekmektir.