Mutluluklar; dertsiz, sıkıntısız ve kedersiz elde edilmez. Nasıl ki dikenlerin arasından gül çıkıyorsa, meşakkat ve sıkıntıların ardından da gül mîsâli güzelliklere kavuşulur.
Gülün, hep diken ile beraber bulunuşu çok ibretli ve hikmetlidir. Dikene katlanan gül, çiçeklerin şâhı olmuştur. Huzûr ve mutluluk da, cefâlara katlanmanın sonucunda elde edilir. Nefsin suflî arzularına ve hayatın ağır imtihanlarına tahammül, iki cihân saâdetinin kapısıdır.
İptilâlar, musîbetler ve çâresizlikler, kulu hep Rabbine döndürür. Bu hâlin zıddına; her istediğine kavuşan, her derdine çâre bulan veya dert ve kederden âzâde olan insanların nefsi kabarık ve şımarık olur. Hayatta hiç yokluk görmeyen ve çâresizlik tatmayan insanların nefisleri, azgınlaşır.
İnsanlar, aştıkları engeller nisbetinde rûhen güc ve mukavemet kazanırlar. Sıkıntı ve ızdıraplar, mânevî terbiyede en mühim terakkî vâsıtalarıdır. Çilelere tahammül, kalbleri kemâle erdirir. Zîra tahammül, çileler dünyasında en büyük imtihân edebidir. Öyle ki bu haslet, bir îmân ölçüsüdür. Hakk Teâlâ bu sebeple, en çok peygamberlerini çile çemberinden geçirmiştir.
Hayat, bir güle benzer. Dünya hayatı, bu gülün dikenli bölümü; âhiret yani cennet hayatı da, gülün asıl dikensiz olanıdır. Dünyada çekilen bu çile ve ızdıraplar, âhirette devşireceğimiz hakîkî gülün dikenleridir. Dünyada üzüntü ve sıkıntılara sabırla ve metânetle tahammül gösterenler, âhirette cennet ve cemâl ile müşerref kılınarak gülleri dikensiz olarak devşirecekler ve umdukları ebedî saâdete kavuşacaklardır. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
?Gülün güzel kokulu olması, onun dikenlere katlanmasıdır. Zîra gülün dostu dikendir.?
Hiçbir güzellik yoktur ki güçlüklerin, çilelerin ardında gizlenmiş olmasın. Gaflet dikenini aşmadan ayıklık gülistânına kavuşulamaz. Benlik dikeninden kurtulmadan mânevî varlığa erişilemez. Gözyaşı dikenlerini aşmadan gülmeye hak kazanılamaz. Ölüm dikenini aşmadan ebedî hayata erilemez?
Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- da, gülün ateşten dikenlerini aştıktan sonra gülistâna kavuşmuş ve târifi mümkün olmayan huzûru bulmuştur. Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
?Bahçede bulunan gül, yanağını kirlerden arındırmış, gömleğini yırtmış tebessüm ediyor. Dikenlerin verdiği acılara, kederlere sabrediyor. Âdetâ:
?Ey insanoğlu, sen de benim gibi ol! Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim? Neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesi ile âleme güzellikler ve hoş kokular takdîm etme imkânına kavuştum. Dikenle hoş geçinmek, bana daha neler neler kazandırdı!..? diyordu.? (Osman Nûri Topbaş, Muhabbet ve Mârifet, s. 207)
Hakîkatte gül, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz?in sembolüdür. Yani güllerin şâhı, Efendimiz -aleyhisselâtü vesselâm-?dır. Bizler de güzel hâlimiz ve ahlâkımızla o gülün bir şebnemi olmaya gayret etmeliyiz. Müslüman; zarîf, ince ruhlu, hassas ve güzel bir insan olması hasebiyle güle benzer. Gül bahçesi mîsali, binbir güzellikler kendisinde hayat bulur. Şeyh Sâdî, Gülistân adlı eserinde şöyle bir hikâye anlatır:
?Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri, kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyihâ yaylır. Adam kile sorar:
?-A mübârek! Senin güzel kokunla mest oldum. Haydi söyle, sen misk misin, amber misin??
Kil ona cevâben şöyle der:
?-Ben misk de, amber de değilim. Bildiğiniz, alelâde bir toprağım. Lâkin, bir gül fidanının altında bulunuyor ve gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte hissettiğiniz gönüllere ferahlık veren bu râyihâ, o güllere aittir.? (Osman Nûri Topbaş, Muhabbet ve Mârifet, s.146)
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri de, sâdıklarla beraber olup onların yolundan gidenlerin, sonunda dost güllerini devşireceklerini ne güzel ifâde eder:
?Sâdıklar yolunu tutup,
?Hakk?ın dergâhına yetüp,
?Âşık bülbül gibi ötüp,
?Dost güllerin deregör.?
Osmanlı pâdişahlarından, peygamber âşığı Sultan 1. Ahmed Hân?ın, peygamberler yetiştiren o müstesnâ gül bahçesinin eşsiz bir gülü olan ol Rasûl-i Kibriyâ?nın ayak izlerinin maketine yüzünü sürüp, bir tâc gibi onu başında taşımayı büyük bir şeref olarak ifâde eden şu mısraları ne kadar mânidârdır:
?N?ola tâcım gibi başımda götürsem dâim,
?Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı rusûlün..
?Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir,
Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün.?
Şâir Nesîmî?nin, gülü bir değer ölçüsü olarak ifâde eden şu mısraları da ne kadar güzeldir:
?Seyrimde bir şehre vardım, Gördüm sarayı güldür gül,
?Sultânımın tâcı tahtı, Bağı duvarı güldür gül.
?Gül alırlar gül satarlar, Gülden terâzi tutarlar,
?Gülü gül ile tartarlar, Çarşı pazarı güldür gül..?
Gül ismi, Allah dostlarından bazıları için tâc isim olarak da kullanılmıştır. Onyedinci asırda yaşamış Hakk dostlarından Misâli Baba, Bağdat Seferi sırasında kendisini ziyârete gelen Dördüncü Murat Hân?a, kış mevsimi olmasına rağmen, kerâmet olarak koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. (Evliyâlar Ansiklopedisi, c.8, s.253)
Mutluluklar; dertsiz, sıkıntısız ve kedersiz elde edilmez. Nasıl ki dikenlerin arasından gül çıkıyorsa, meşakkat ve sıkıntıların ardından da gül mîsâli güzelliklere kavuşulur. Bu sebepten başımıza gelen her şeyin Hakk?tan geldiğine ve Hakk?tan gelen her şeyin de hakkımızda en hayırlı olduğuna inanmalıyız. Şâir, bu hakîkatı ne güzel ifâde eder:
?Hoştur bana Sen?den gelen,
?Ya gonca gül, yâhud diken!
?Ya hil?at ü yâhud kefen!
?Kahrın da hoş, lütfun da hoş!?
Müslüman; gülün bile dikensiz olmadığını düşünerek, başına gelen her şeyin Hakk?tan geldiğini kabûl etmeli; her gecenin bir gündüzü, her kışın bir bahârı, her zorluğun bir kolaylığı, her hüznün bir sürûru olduğunu unutmamalı, devamlı rızâ, teslîmiyet ve memnûniyet hâli içerisinde hayatını sürdürmelidir. Bilmelidir ki asıl marifet, hayatın bütün bu hengâmeleri arasında hiç sarsılmadan İslâmı yaşamak ve istikametten ayrılmamaktır.
Mutluluklar; dertsiz, sıkıntısız ve kedersiz elde edilmez. Nasıl ki dikenlerin arasından gül çıkıyorsa, meşakkat ve sıkıntıların ardından da gül mîsâli güzelliklere kavuşulur.
Gülün, hep diken ile beraber bulunuşu çok ibretli ve hikmetlidir. Dikene katlanan gül, çiçeklerin şâhı olmuştur. Huzûr ve mutluluk da, cefâlara katlanmanın sonucunda elde edilir. Nefsin suflî arzularına ve hayatın ağır imtihanlarına tahammül, iki cihân saâdetinin kapısıdır.
İptilâlar, musîbetler ve çâresizlikler, kulu hep Rabbine döndürür. Bu hâlin zıddına; her istediğine kavuşan, her derdine çâre bulan veya dert ve kederden âzâde olan insanların nefsi kabarık ve şımarık olur. Hayatta hiç yokluk görmeyen ve çâresizlik tatmayan insanların nefisleri, azgınlaşır.
İnsanlar, aştıkları engeller nisbetinde rûhen güc ve mukavemet kazanırlar. Sıkıntı ve ızdıraplar, mânevî terbiyede en mühim terakkî vâsıtalarıdır. Çilelere tahammül, kalbleri kemâle erdirir. Zîra tahammül, çileler dünyasında en büyük imtihân edebidir. Öyle ki bu haslet, bir îmân ölçüsüdür. Hakk Teâlâ bu sebeple, en çok peygamberlerini çile çemberinden geçirmiştir.
Hayat, bir güle benzer. Dünya hayatı, bu gülün dikenli bölümü; âhiret yani cennet hayatı da, gülün asıl dikensiz olanıdır. Dünyada çekilen bu çile ve ızdıraplar, âhirette devşireceğimiz hakîkî gülün dikenleridir. Dünyada üzüntü ve sıkıntılara sabırla ve metânetle tahammül gösterenler, âhirette cennet ve cemâl ile müşerref kılınarak gülleri dikensiz olarak devşirecekler ve umdukları ebedî saâdete kavuşacaklardır. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:
?Gülün güzel kokulu olması, onun dikenlere katlanmasıdır. Zîra gülün dostu dikendir.?
Hiçbir güzellik yoktur ki güçlüklerin, çilelerin ardında gizlenmiş olmasın. Gaflet dikenini aşmadan ayıklık gülistânına kavuşulamaz. Benlik dikeninden kurtulmadan mânevî varlığa erişilemez. Gözyaşı dikenlerini aşmadan gülmeye hak kazanılamaz. Ölüm dikenini aşmadan ebedî hayata erilemez?
Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- da, gülün ateşten dikenlerini aştıktan sonra gülistâna kavuşmuş ve târifi mümkün olmayan huzûru bulmuştur. Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
?Bahçede bulunan gül, yanağını kirlerden arındırmış, gömleğini yırtmış tebessüm ediyor. Dikenlerin verdiği acılara, kederlere sabrediyor. Âdetâ:
?Ey insanoğlu, sen de benim gibi ol! Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim? Neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesi ile âleme güzellikler ve hoş kokular takdîm etme imkânına kavuştum. Dikenle hoş geçinmek, bana daha neler neler kazandırdı!..? diyordu.? (Osman Nûri Topbaş, Muhabbet ve Mârifet, s. 207)
Hakîkatte gül, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz?in sembolüdür. Yani güllerin şâhı, Efendimiz -aleyhisselâtü vesselâm-?dır. Bizler de güzel hâlimiz ve ahlâkımızla o gülün bir şebnemi olmaya gayret etmeliyiz. Müslüman; zarîf, ince ruhlu, hassas ve güzel bir insan olması hasebiyle güle benzer. Gül bahçesi mîsali, binbir güzellikler kendisinde hayat bulur. Şeyh Sâdî, Gülistân adlı eserinde şöyle bir hikâye anlatır:
?Bir kişi hamama gider. Hamamda dostlarından biri, kendisine temizlenmesi için güzel kokulu bir kil verir. Kilden, rûhu okşayan enfes bir râyihâ yaylır. Adam kile sorar:
?-A mübârek! Senin güzel kokunla mest oldum. Haydi söyle, sen misk misin, amber misin??
Kil ona cevâben şöyle der:
?-Ben misk de, amber de değilim. Bildiğiniz, alelâde bir toprağım. Lâkin, bir gül fidanının altında bulunuyor ve gül goncalarından süzülen şebnemlerle her gün ıslanıyordum. İşte hissettiğiniz gönüllere ferahlık veren bu râyihâ, o güllere aittir.? (Osman Nûri Topbaş, Muhabbet ve Mârifet, s.146)
Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri de, sâdıklarla beraber olup onların yolundan gidenlerin, sonunda dost güllerini devşireceklerini ne güzel ifâde eder:
?Sâdıklar yolunu tutup,
?Hakk?ın dergâhına yetüp,
?Âşık bülbül gibi ötüp,
?Dost güllerin deregör.?
Osmanlı pâdişahlarından, peygamber âşığı Sultan 1. Ahmed Hân?ın, peygamberler yetiştiren o müstesnâ gül bahçesinin eşsiz bir gülü olan ol Rasûl-i Kibriyâ?nın ayak izlerinin maketine yüzünü sürüp, bir tâc gibi onu başında taşımayı büyük bir şeref olarak ifâde eden şu mısraları ne kadar mânidârdır:
?N?ola tâcım gibi başımda götürsem dâim,
?Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı rusûlün..
?Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir,
Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün.?
Şâir Nesîmî?nin, gülü bir değer ölçüsü olarak ifâde eden şu mısraları da ne kadar güzeldir:
?Seyrimde bir şehre vardım, Gördüm sarayı güldür gül,
?Sultânımın tâcı tahtı, Bağı duvarı güldür gül.
?Gül alırlar gül satarlar, Gülden terâzi tutarlar,
?Gülü gül ile tartarlar, Çarşı pazarı güldür gül..?
Gül ismi, Allah dostlarından bazıları için tâc isim olarak da kullanılmıştır. Onyedinci asırda yaşamış Hakk dostlarından Misâli Baba, Bağdat Seferi sırasında kendisini ziyârete gelen Dördüncü Murat Hân?a, kış mevsimi olmasına rağmen, kerâmet olarak koynundan, açılmış tâze bir gül çıkarıp vermesi sebebiyle, Gül Baba lakabı ile anılmıştır. (Evliyâlar Ansiklopedisi, c.8, s.253)
Mutluluklar; dertsiz, sıkıntısız ve kedersiz elde edilmez. Nasıl ki dikenlerin arasından gül çıkıyorsa, meşakkat ve sıkıntıların ardından da gül mîsâli güzelliklere kavuşulur. Bu sebepten başımıza gelen her şeyin Hakk?tan geldiğine ve Hakk?tan gelen her şeyin de hakkımızda en hayırlı olduğuna inanmalıyız. Şâir, bu hakîkatı ne güzel ifâde eder:
?Hoştur bana Sen?den gelen,
?Ya gonca gül, yâhud diken!
?Ya hil?at ü yâhud kefen!
?Kahrın da hoş, lütfun da hoş!?
Müslüman; gülün bile dikensiz olmadığını düşünerek, başına gelen her şeyin Hakk?tan geldiğini kabûl etmeli; her gecenin bir gündüzü, her kışın bir bahârı, her zorluğun bir kolaylığı, her hüznün bir sürûru olduğunu unutmamalı, devamlı rızâ, teslîmiyet ve memnûniyet hâli içerisinde hayatını sürdürmelidir. Bilmelidir ki asıl marifet, hayatın bütün bu hengâmeleri arasında hiç sarsılmadan İslâmı yaşamak ve istikametten ayrılmamaktır.