Editörler : Lanet


Kapalı
17 Eylül 2007 22:04

Yörenize Ait Türküler-Efsaneleriyle Beraber-

Misket - Ankara yöresi

Güvercin uçuverdi

Kanadın açıverdi

Elin oğlu değil mi

Sevdi de kaçıverdi

A benim aslan yarim

Duvara yaslan yarim

Duvar cefa götürmez

Sineme yaslan yarim

Güvercinim uyur mu

Çağırsam uyanır mı

Yar orada ben burda

Buna can dayanır mı

A benim hacı yarim

Başımın tacı yarim

Eller bana acımaz

Sen bari acı yarim

Caminin müezzini yok

İçinin düzeni yok

Çok memleketler gezdim

Misget'ten güzeli yok

Daracık daracık sokaklar

Misget şeker topaklar

Pul pul olsun dökülsün

Seni öpen dudaklar

Caminin ezan vakti

İçinin düzen vakti

Ben Misget'i yitirdim

Sonbahar gazel vakti

Gökte yıldız sayılmaz

Çiğ yumurta soyulmaz

Üçer avrat almayan

Hiç erkekten sayılmaz

Yıllar yıllar önce zamanın birinde köylerden birinde bir delikanlı ile bir kiz severler birbirlerini. Delicesine bir sevdadir bu ama oraların ağası genç kıza göz koyar, benim olacaksin der, malum ağadir, soz söylese sözünün üstüne kelam olmaz, lakin delikanlı sevmektedir kızı ve dikilir ağanın karşısına, benim yavuklumdur ağa, yaretmem onu sana der, ağaya meydan okur. Kızın gözlerinin önünde ağa ile delikanlı inerler köy meydanına, kızın içi içini yemektedir. Ağa ile delikanlı karşı karşıya çekerler kınlarından bıçaklarını, dururlar cenge, dönerler bir etraflarında, bir de palazlanırlar karşılıklı, lakin yufka yurekli ağa delikanlıya döner ve " Sen bu kıza olan sevdan için benim karşıma çıkacak yurekliliği gösterdin, tez gidin yapın düğününüzü sen oğlumsun o da kızımdır bundan sonra" der babacanlik gosterir ve yeniden kızın evinin olduğu yokuştan yukarı doğru çıkmaya başlar arkasından da delikanlı gelmektedir. Fakat kızın gözüne ilk gözüken ağadır.Sevdiği gencin ağa tarafından katledildiğini sanan kız intihar eder dayanamayacağını düşünerek bu acıya, tüm köy ağıt olur tufan olur, delikanlı bitap ağa ise helak olur. Boyle buruk bir hikayedir misketin hikayesi.

Misket oyunu delikanlı ile Ağa'nın karşılıklı dövüş öncesi ortada dönmelerinden öykünmüştür. Misket ise uğruna dövüştükleri güzel kızın ismidir.


Ş@h-in
Müsteşar
17 Eylül 2007 22:52

Çamlığın Başında Tüter Bir Tütün (ZİYA'NIN TÜRKÜSÜ)

"At Üstünde Kuşlar Gibi Dönen Yar

Gendi gidip ehbabları kalan yar" nakaratıyla söylenen Ziya Türküsünün Hikayesi şöyledir;

Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat'ın Karacalar Köyündendir. Aynı köyden Fikriye adlı kızı sever ve nişanlanır. Fikriye'nin babası Karacalar Köyü imamı Ali Hocadır. Ali Hoca Kızıltepe Köyüne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmeye at sırtında gider. İki tarafta birbirini oldukça sevmektedir. Ziya bir gün ekin sularken üşütmüş ve karın ağrısından şikayet etmektedir. Doktora gider ama fayda bulamaz, bir hafta içinde ölür. Bir başka söylentiye göre, Ziya Bey yakışıklı, at düşkünü, çok iyi atan binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir. İki köy arasında oynanan ciritte attan düşer orada ölür. Fikriye, nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı ve kederi şiire döker böylece Ziya Türküsü ortaya çıkar. Ağıtın tamamı 30 kıtadır. Yozgat'ta çok sevilen ve söylenen bir türküdür.

***


poyraz81
Müsteşar Yardımcısı
17 Eylül 2007 22:59

Bende Ankaralıyım ve "illedemavi" rumuzlu arkadaşımız yöremizin vazgeçilmez türküsünü izahat etmiş teşekkür ederim arkadaşım :))

06 Vatan 03 Mekan

Saygılar.


gakgom
Daire Başkanı
17 Eylül 2007 23:53

MAMOŞ ADLI bir türkü.Elazığ yöresinden.

Pencereden bir taş geldi

Ben sandım ki Mamoş geldi

Uyan Mamoş, uyan Mamoş

Başımıza ne iş geldi

Penceresi yeşil perde

Yeni düştüm ben bu derde

Kör olasın Bekir Hoca

Nasıl yatak bu dar yerde

Eyvah Mamoş, eyvah Mamoş

Tabip getir, imdada koş

Penceresi yeşil yaprak

Mamoş giyer siyah kalpak

Kör olasın Bekir hoca

Yatağımız kara toprak

Evlerinde koyun kuzlar

Vuruldum ben yaram sızlar

Öldüğümü aramim ben

Yetim kaldı yavru kızlar

Di kalk Mamoş, Mamoş, di kalk

Başımıza yığıldı halk

Evlerinin ardı kavak

Yağmur yağar ufak ufak

Kör olasın Bekir hoca

Ağzımdaki kurşuna bak

Pencerenin önü çardak

Rakı içdik bardak bardak

Kör olasın Bekir Hoca

Koymadın ki murad alak

Eyvah Mamoş, Mamoş eyvah

Doktor çağır, yarama bak

Dış kapıyı, araladın ;

Ak bahtımı, karaladın.

Kör olasın Bekir hoca

Mamoş'u da yaraladın

Mamoş, palton tutayım mı

Hayrın için satayım mı

Mezarında boş yer var mı

Ben de girip yatayım mı

Mamoş ninni, Mamoş ninni

Bilinmez kim kime kinni

Bekir hoca vurdu beni

Bekir hoca vurdu seni

Bekir Hoca'nın , Mamoş la Firdevs'i,

jandarma Ali'ye vurdurması üzerine çıkarılmıştır

*********************

Bu türküyü Erkan Oğur'dan dinleyebilrisiniz."Mamoş" ismi "mehmet" adının Elaziz'deki söylemi."Memiş,memik" gibi.

Editörüm yayınlarsanız sevinirim.


illedemavi
Kapalı
18 Eylül 2007 16:30

saygılar benden poyraz81:)


theottomanempire
Müsteşar Yardımcısı
18 Eylül 2007 18:38

ALTINIMI BEN BOYNUMA DİZERİM:

http://emirdag.gen.tr/site/index.php?option=com_content&task=view&id=151&Itemid=76

--- bu linkten 51 türküyü tıklatırsanız dinleyebilirsiniz.

ALTINIMI BEN BOYNUMA DİZERİM

Altınımı ben boynuma dizerim

Alayı ağlayı destan yazarım

Zorunan kötüye veriyor babam

Ölümünen olsa gene bozarım

Yaşmağım bozuldu bağlayamadım

Şu cahil gönlümü eğleyemedim

Ahretim Dödü'nün yanına vardım

Babası varmış söyleyemedim

Keşif geldi kapımıza dayandı

Sarı saçlar fışkılara boyandı

Sana diyom ey zalim baba

Biricik kızına nasıl dayandı

Evimizin önü üç dallı kiraz

Bir yanı kırmızı bir yanı beyaz

Kutnu yorganlarda yatamaz iken

Fışkının içi ne aman ayaz

Aldım helkeleri giderim suya

Verme zalim babam ben varmam ona

Üç gün evvel söyledim ben anama

Dördüncüsü gün yanarsın bana

Zilliğin düzünde kaldırdım harman

Yare yana yana kalmadı derman

Gitsen İstanbul'dan getirsen ferman

Ölümünen olsa gene bozarım

Hamzahacılı derler derenin içi

Yarden ayrılanın sallanır saçı

Ne sen bana doydun ne de ben sana

Yükledim gidiyorum ardıma göçü.

( Fakı Ede Er 'in derlemesinden alınmadır)

Köyümüzün türküsü.Babası kızını istediğiyle değil de bir başkasıyla evlendirmek isteyince,genç kız yukarıdaki sözleri bir kağıda karalayıp kendisini samanlıkta asmış.Olay 1960 larda geçiyor ve Emirdağ düğünlerinde bu türkü de okunuyor.


illedemavi
Kapalı
18 Eylül 2007 22:44

İlginize teşekkür ederim arkadaşlar:)


- Ayşe
Daire Başkanı
18 Eylül 2007 23:09

EZO GELİN/GAZİANTEP..

Ezo Gelin'in asıl adı Zöhre'dir

Ezo Gelin, çok kişinin evlenme önerisini kabul etmez. kendini isteyen Barak Ağalarının evlenme isteklerini de geri çevirir. Ezo Gelin, evlenmeme nedenlerini açıklamaz. Suriye'nin Kozbaş Köyü'nde oturan teyzesinin oğlu Memey (Mehmet), sık sık dünürcü (görücü) göndererek istetir Ezo Gelin'i. Ezo'nun Suriye'ye gelin gitmek istemediğini işiten görücü kadınlar, Ezo Gelin'in evlenmesi için inandırıcı konuşurlar: ''Güzel kızım, hiç merak etme. Memey'in nüfus kaydı Türkiye'dedir. Evlendikten az bir zaman sonra Türkiye'ye göç edersiniz. Biliyorsun Barak'ta, Suriye'den gelen birçok mülteci vardır. Biz seni gurbet ellerinde hiç yakar mıyız?...Bize güven. Biz akrabalar, senin kötülüğünü istemeyiz.'' Üstelemelerden, kezlerce konuşmadan sonra, evlenmeyi uygun bulan Ezo, şöyle der: ''Sözlerinize inanıyorum. Yalnız korktuğum başıma gelirse?... Ya Memey Türkiye'ye mülteci olarak gelmezse, benim halim nice olur? ...Zaten birinci kocamdan boşandım. Şimdi de ikinciden mi boşanayım? Boşanma olmazsa, Suriye'de ölünceye kadar kalıp Türkiye'ye, akrabalara hasret mi kalacağım?... Talihim zaten karadır. Orada ölürsem, ölüm bile Türkiye'ye hasret kalır. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Siz ne derseniz o olsun. benim çabalarım para etmiyor. Ezo, nasıl olsa bir defa yandı. Bin defa yanacak değil ya...'' Ezo'nun güzel gözlerinden birkaç damla gözyaşı, gül rengi yanaklarına dökülürken fısıldarcasına ''Evet'' der.Ezo Gelin'i götürenler , akşam karanlığından yararlanarak, sınırı bekleyen askerlere görünmeden Suriye'ye ayak basarlar. Geldikleri Kozbaş Köyü'nde düğün dernek yapılmaz. Yörenin göreneğine göre dul kadın ve dul erkek için eğlenti yapılmaz... Sessizce imam nikahı kıyılır. Böylece Ezo, Suriye'nin Carablus İlçesi'nin Kozbaş Köyü'ne gelin gider. Sonra oradan, Lüle Köyü'ne taşınırlar.Ezo Gelin'in ikinci evlenmesi de ''değişik usulü'' olur... Ezo'nun teyzeoğlu Memey, bacısı Selvi'yi Zeynel Bozgeyik'e verir, kendisi Ezo'yu alır. (''Değişik usulü'' evlenme olgusunu sonra açıklayacağım.) Memey ile Ezo'nun aile kurması, ikisinin de ''değişik'' yoluyla yaptıkları ikinci evlenmeleridir.Ezo, gurbetlik acısına dayanamaz. Ara sıra köyündeki yakınlarını görmek amacıyla Suriye sınırını gizlice geçerek, Uruş (Dokuzyol) köyüne gelir. Türkiye'ye her gelişinde, biraz daha yıpranmış, daha süzülmüş ve üzgün görünür. Nedenini soranlara: ''Gurbetliğe fazla dayanamıyorum. köydeki hısım akrabaları göresim geliyor. Ne de olsa burası eski vatanım. Nedense Suriye'yi hiç sevemiyorum. Ah Türkiye'nin gözünü seveyim! Vasa öleydim, tek Türkiye'de kalaydım. İLLE VATAN İLLE VATAN.'' İlk kocasından çocuğu olmayan Ezo Gelin'in, ikinci eşinden altı kız çocuğu olur.Ezo Gelin'in gül yüzü, portakal rengine döner... Yıllardan beri ayakta çektiği hastalık, onu güçsüzleştirir, çok zayıflar, yatağa düşer. Ara sıra ağzından kan gelir. Gözleri de pek iyi görmez. Birkaç kez hekimlere görünür ancak yoksulluktan ilaçları düzenli olarak alamaz. Kendine bakamaz. 1952 yılının Mart ayında, Lüle Köyü'ndeki tek odalı kerpiç evini de yataktan kalkamaz... Ezo Gelin, 18 Mart Cuma günü gece yarısı, ''ince hastalık'' dedikleri Verem'den ölür. Özlemi, acıyı, yabancılığı içinde götürür Ezo Gelin... Ezo Gelin, arada bir yükseklere çıkar, Türkiye'ye doğru ağlayarak bakarmış... Sağlığında kocası Memey'e, ölüsünün, Bozhöyük Köyü'ndeki höyüğün başına gömülmesini yalvara yalvara söylermiş... BOZHÖYÜKE 'e GÖMÜN BENİ, MEMLEKETİMİ MEZARIM GÖRSÜN!!! Ben doyana kadar Türkiye'ye bakmadım, mezarım baksın. Ben seyretmezsem bile mezarımın taşı toprağı Türkiye'yi seyretsin.''dermiş Ezo Gelin. Ezo'nun vasiyeti yerine getirilerek, Lüle Köyü'nden alınan ölüsü, Bozhöyük Köyü'ndeki höyüğün üstüne gömülür. Ezo Gelin'in gömütü, Suriye'nin sınır boyundaki topraklarından ve Türkiye'nin sınıra birkaç saat uzaklıktaki köylerinden, beyaz bir benek gibi görünmektedir.

ezo gelin türküsü:

ezo gelin benim olsan seni vermem feleğe,

güzel yosmam başın için salma beni dileğe,

anası huridir de kendi benzer de meleğe

nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, nenneyle.

çık suriye dağlarına bizim ele el eyle,

gel bahtı karam gel, sıladan ayrı yazılım gel...

ezo gelin çık suriye dağlarının başına

güneş vursun kemerinin kaşına kaşına

bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına

nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, nenneyle

çık suriye dağlarına bizim ele el eyle

gel bahtı karam gel, sıladan ayrı yazılım gel...

AYNA GRUBUNUNDA;

ezo gelin ilkbaharda fırat?a inse

o kırmızı yanaklara zülüfler düşse

son günlerde hallerinde bir durgunluk var

sanki birikmiş bir yağmur var gözlerinde

sıcak toprak,yeşil yaprak,serin çardak ezo,

güzel gözlüm,temiz özlüm,ömür sözlüm ezo

ölüm varsa senden olsun,al bu ömrü ezo

seven kalbi bilir allah,sebat eyle ezo

canım sevgilim,

güzel nergisim

ezo gelin,güzel yarim

herşeyimsin benim


kollektif bilinç
Müsteşar Yardımcısı
20 Eylül 2007 05:00

İzmir'in Kavakları

Çakıcı Efe Ege Bölgesinde halkın dilinde dilden dile efsaneleşen bir kahramandır. Osmanlı?nın son zamanlarında devlet iradesinin iyiden kaybolduğu yıllarda (1800-1900) halk kendi kahramanlarını, kendi kurtarıcılarını çıkarmıştır. Kimileri bu boşluktan yararlanarak zalimlikler yapmışlar kimileri de adalet dağıtan güçlü yürekli halk kahramanı olmuşlar. Bu devirde Ege Bölgesinde?de Efelik çok meşhurmuş.

Çakıcı Efe de İzmir, Denizli, Aydın civarında hüküm sürmüş bir Efe?dir. O zmanlarda yaşadığı bölgede o kadar güçlenmiş ki Osmanlı ile egemen olduğu bölge konusunda resmi anlaşma yolları bile aramıştır. Çakıcı çoğu zaman dağlarda, kimi zamanda halkın yanına inerek zalimi durdurmuş, adalet dağıtmış, zenginden alıp fakir vermiştir. Bu sebeple halkın gönlünde de taht kurmuştur. Cesur hareketleriyle halkın gözüne girmiştir. Kimi zamanda düşmanla işbirliği yaptığı söylentisi çıkmışsa da halk onu hep sevmiş ona yapılan bu türküyle ismi ölümsüzleşmiştir.

İzmir?in kavakları

Dökülür yaprakları

Bize de derler çakıcı....

Yar fidan boylum

Yakarız konakları ..........


kollektif bilinç
Müsteşar Yardımcısı
20 Eylül 2007 05:12

Çökertme Zeybeği - Bodrum yöresi

Memleketin keşmekeş içinde olduğu, işgal ordularının yurdu parsellediği yıllardı.Ege ?de Yunan var.Eli silah tutan tüm gençlerin bellerinde pistov, ellerinde Rus filintası, sırtlarında yatakları, dağları, taşları, ovaları mesken tuttukları yıllar...Küçük Menderes ?ten, Köyceğiz?e, Denizli ?den Bodrum?a her karış toprakta onların alın teri.

Bir yandan işgalcilerle boğuşuyorlar, bir yandan da devletin seçip gönderdiği yöneticilerle.Bir yandan düşmanı kovalarken diğer yandan da işbirlikçilerle boğuşuyorlar.İşte o yıllarda Halil adlı yiğit bir delikanlı vardı.Mertti.İyi silah kullanır, üç kuruşluk mevkiye boyun eğmezdi.Çam yarması gibi, kaşı gözü ,eli yüzü düzgün, cesurdu.Yiğitliği de dillerdeydi.Bir de ?Bodrum kaymakamı? vardı.Halk düşmanı , astığı astık, kestiği kestik.İstanbul ?un da gözde adamı.Adına da ?Çerkez Kaymakam ? derlerdi.Halk arasında ?Kalleş Kaymakam? Bir eli yağda bir eli balda.Sandal sefaları, gece alemleri...Etrafında etek öpenler, fedailik yapanlar...Milletin kıtlıktan kırıldığı günlerde yağlı ballı yemeklerle donatılmış sofralar...

Bir de güzelliği tüm yörenin dilinde Çakır Gülsüm vardı.Bitez yalısında otururdu.Sahilde şipşirin bir köy.Köyün yakınlığından adına ?Bitez yalısı? demişler.Herkes güzel Gülsüm ?ü yiğit Halil ?e yakıştırıyordu.Gülsüm adı Halil ?le beraber anılırdı.Bunca dillenen güzellik Bodrum Kaymakamının kulağına da ulaşmıştı.Etrafındaki dalkavuk çömezler kaymakamın kulağını doldurmuşlar.?Gülsüm güzel kız.Saraylara layık.Halil gibi baş kaldırmış bir eşkıyanın eline düşerse yazık olur.Sen evet de on Gülsüm getirelim sana.Zaten Halil dağda, çetelerle dolaşıyor.? diyerek şişirmişler.Amaçları kaymakama yaranmak, hem de çıkarlarına taş koyan Halil ?e zarar vermek...

Çerkez Kaymakamın ?ın çok hoşuna gitmiş bu düşünce .Hem güzel Gülsüm?e sahip olacak, hem de büyüklerinin kulağına gitmiş bir efenin nişanlısını kaçırıp daha da yaranacak onlara.Kaymakam Bitez yalısına göndermiş kolcularını.Bir feryat, bir figan sarıp sarmalıyıp götürdüler Gülsüm ?ü.Gülsüm ?ün apar topar içine atıldığı sandal kıyıdan uzaklaşmak üzereyken çökertme tarafından hızlı hızlı gelen sandal göründü.Sandalın kürekleri kanat gibi açılıp kapanıyordu.Bir yanda kaymakam kolcularının sandalı bir diğer yanda da Bitez yalısına girdi girecek olan Halil?in sandalı.Yanında en güvendiği arkadaşı İbrahim Çavuş.İbrahim Çavuş asılmış küreklere, Halil ise ayakta gözünü siperlemiş eliyle kolcuları gözlüyor.Millet sahile dökülmüş yürekleri ağzında seyrediyor onları.

Halil?in sandalı uçuyor gibi.İki sandal burun buruna geldi vuruşma başladı.Patlayan silah sesleri.Ve ardından Gülsüm?ün figanı.İbrahim Çavuş?un figanı. İbrahim Çavuş kapanmış sandala haykırıyordu.?Gitti.Yiğit Halil gitti.Vurdular Halil?i.Kalleş Kaymakamın adamları vurdu Halil?i.

Kolcuların sandalı Bodrum?a hızla Gülsüm ?ü götürürken, Halil?in sandalı da ağır ağır sahile yaklaşıyordu.Sonra sandaldan çıkardılar Halil?i.Oluk oluk kan akıtordu. İbrahim Çavuş?un kollarında verdi son nefesini.Sonra kalabalığı bir uğultu sardı.Bir hıçkırık, bir gözyaşı seli.Bunların arasından da yanık içli bir ses yükseldi.Ağlayan,ağlatan...

Çökertme - Bodrum yöresi

Çökertme'den Çıktım Da Halil'im

Aman Başım Selâmet,

Bitez De Yalısına Varmadan Halil'im

Aman Koptu Kıyamet.

Arkadaşım İbram Çavuş

Allah?ıma Emanet,

Burası Da Aspat Değil Halil'im

Aman Bitez Yalısı,

Ciğerime Ateş Sardı,

Telli Kurşun Yarası.

Güverte De Gezer İken

Aman Kunduram Kaydı,

İpekli Mendilimi Halil'im

Aman Mor Rüzgâr Aldı.

Çakır Da Gözlü Gülsüm'ümü

Aman Kolcular Aldı,

Gidelim Gidelim Halil'im

Çökertme'ye Varalım,

Kolcular Gelirse Halil'im

Nerelere Kaçalım.

Teslim Olmayalım Halil'im

Aman Kurşun Sıkalım,


__KıRpıK__
Müsteşar
20 Eylül 2007 05:36

tolga çandarlı

tüm ege şarkıları çok güzel


illedemavi
Kapalı
20 Eylül 2007 11:45

Kollektif_bilinç, bay mustafayı da yazabilir misn?


kollektif bilinç
Müsteşar Yardımcısı
20 Eylül 2007 16:38

tabi buyrun :)

Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Gevenes köyünde Mustafa Şahbudak adın da, 1922 yılında bir efe doğar. Babası ağadır, dolayısıyla Mustafa da bir ağa çocuğudur. Mustafa hiddetli bir kişiliğe sahiptir. Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli en yakın canciğer arkadaşıdır. Herke bu ikilinin arkadaşlığına gıpta ile bakar Neredeyse her akşam köy kahvesinde bu iki arkadaş dama maçı düzenlerler iddialı ve dostça yapılan bu karşılaşmalar, kahvedekiler tarafından ilgi ile izlenir. Çünkü bu olayların mükafatını, izleyiciler almaktadır. 1946 yılı, Temmuz ayının sıcak bir gününde bu arkadaşlığa kan damlar, öfke seli karışır. Uğursu hadise cezaevinde sonuçlanarak, elli beş yıldır söylenegelen bir drama dönüşür.

Sıcak bir temmuz günü Mustafa Şahbudak, her zamanki gibi yine köy kahvesi ne gider. O sırada kahveye Muhtar Tevfik Cezayirli'yi görmeğe, Yatağan ilçe Milli Eğitim Müfettişi ile tahsildar gelmiştir. Muhtar olmadığı için misafirleri her zaman olduğu gibi, Mustafa Şahbudak ağırlama görevini üstlenir. İki misafiri alıp yemeğe götürür. Döndüklerinde Muhtar'ı kendilerini bekler görürler. O gün iki misafirden izin isteyip, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında orman memuru, Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik köyünde yangın olmuştur. 1946 seçimlerinin evrakları Yatağan'a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan'a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise, yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için, bekçiyi Muhtar'dan ister. Muhtar:

-Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem der. Bunun üzerine Ormancı ile Muhtar arasında, bir tartışma başlar. Muhtar en sonunda:

-Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et, der.

Ormancı kahveye girip tekrar geri döner, gelir. Dama masasını bir yumrukta darmadağın eder. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve Ormancı'ya bir tokat atar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, adamı alıp sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı oradan bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak'ın tahammül sınırını daha da zorlar. Yerinden kalkar, Ormancı'nın üzerine yürür. Ormancı Mehmet'in, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak'ın sol kolunun pazısından yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak Ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. İşte ne olursa, o an olur!

Muhtar, Ormancı'nın ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa Bey tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. ikinci atış üzerine Mehmet in, yere düşer.

Arka cebinde tabaka olduğu için, ona hiç bir şey olmaz. Bu arada ne yazık ki, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik'i vurur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik'i, tahta bir sal üzerinde Muğla devlet hastahanesine götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey'e:

Babamın selamı var, bu adamı iyileştir. der.

Veli Bey:

-O ölecek, önce senin kolunu saralım. der. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa'yı yanına çağırarak:

-Ben ölüyorum hakkını helal et. der.

Mustafa:

-Hayır, sen ölmeyeceksin! derken ağlamaya başlar. Aslında orada herkes efelerin ağlamadığını bilir. Ancak Mustafa, arkadaşının bu durumuna dayanamamıştır.

Gerçekten de biraz sonra Tevfik, hayata gözlerini kapar. Mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için polise teslim olur, Bu olay üzerine dört yıl ceza yer. Ceza. evindeyken her gece Tevfik rüyasına girer. Ancak Ormancı'ya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan Ormancı, tayin ister.

Kavaklıdere Orman Müdürlüğüne atanır. Aslen Marmarislidir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında, kendi memleketi olan Marmaris'te ölür.

Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla merkeze yerleşir.

Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşını Muhtar Tevfik Cezayirli'yi tek

kurşunla öldürdüğünde arkada yirmi beş yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır. Muhtar'ın eşi Pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra aklı dengesini yitirir. Oğlanın biri İzmir'e yerleşir. Diğer oğlanla kız, köyde evlenirler ve hayatlarını orada sürdürmeye devam etmekteler.

Yıllardır her şeyi unutmaya çalışan Mustafa'ya bir gün arkadaşları, Tahir Usta adında bir değirmenciden bahsederler. Bu değirmenci, annesinin akrabasıdır. Değirmenci Tahir Usta aynı zamanda türkü de bestelemektedir. İşte Gevenes köyünde yaşanan bu acı olay da bu kişi tarafından bestelenmiştir. Düğünlerde okunan, herkesin diline düşen türkü ''Ormancıdır.'' Bir gün, radyodan duyduğu bu türkü ile unutmak istediği olayları, tekrar yaşar gibi olur. Radyoyu kapatır, bu türküden çok incinmiştir.

Ormancı türküde Ormancı adı ile, Mustafa Şahbudak ise ''Bay Mustafa" adı ile yer almıştır.

Ormancı Mehmet'in bir anlık sarhoşluğunun musibetini, yıllarca pişmanlık

duyarak ve memleketinde barınamayarak ödedi demek yanlış olur.

Çünkü o türkü yaşadığı müddetçe kötü adam olarak anılacaktır ve tarihe öyle geçecektir.*

ORMANCI TÜRKÜSÜ

Çıktım Belen kahvesine baktım ovaya

Bay Mustafa çağırdı, dam oynamaya,

Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı,

Söz dinlemez Ormancı, çekmiş kafayı

Aman Ormancı, canım Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in ortasında, değirmen döner,

Değirmenin suları, dağından iner,

Ormancı'ya atılan kurşun, Tevfik' e döner,

Tevfik' in feryatları, yürekler deler,

Aman Ormancı, canım Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı

Gevenes' in suları hoştur içmeye,

Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye,

Tevfik' imi vurdular, hiç mi hiç yere,

Yazık ettin Ormancı, köyün iki gencine

Aman Ormancı, canım Ormancı

Köyümüze bıraktın yoktan bir acı


theottomanempire
Müsteşar Yardımcısı
22 Eylül 2007 00:27

Ben Giderim Oduna (Yaşar) 2

Pörnek Köyü Emirdağ?a yakın bir köyün adıdır. Yakın bir geçmişte, bu köyde Cemile adında fakat ?Yaşar? diye anılan yedi sekiz yaşlarında oldukça güzel bir kız vardır. Cemile?nin anası babası ölmüş; yakın hısım, akrabasından kimse kalmamıştır. Yalnız, kendinden küçük Veyis adında bir kardeşi bulunmaktadır. Cemile, yaşının ve genç kızlığının gereğince, dünyayı başka türlü görmeye başlıyor. Yani sevmek çağına girmiştir. Ve Cemile birini sevmeye başlıyor. Köyün yakışıklı delikanlılarından Şahin (Şahan) adında birine aşık olmuştur. Şahin de onu sevmektedir. Bu sevgi devam edip gelişirken araya kara kedi girer. Cemile?nin köyde yakın birisi olmaması yüzünden onu zengin bir köylü, sonradan kendi oğluna almak düşüncesi ile himayesine alır. Aradan zaman geçer ve oğlan babasının önceden verdiği kararla nişan yapılır. Cemile Şahin?i sevdiği için nişana razı değildir. Ama baskı ağırdır ve kız sıkıntı içindedir. Hem Cemile hem de Şahin yanıp kavruluyor ve ateşleri günden güne artıyor. Bu nişan işi onları birbirinden uzaklaştıracağı yerde, aksine birbirine daha çok yaklaştırmış ve bağlamıştır. Nişanın önüne geçmek ve beraber evlenebilmek için çareler aramaya koyulurlar. Fakat oğlan tarafı buna meydan vermemekte ve mani olmaya çalışmaktadır. Aradan günler, haftalar, aylar geçiyor. Cemile erimeye başlıyor.

Zavallı şahin de aşk ateşiyle sayıklamalar, hülyalar içindedir, içini türkülere döküyor. Cemile ile sevgisini içli bir şekilde ifade ediyor. Cemile için için ağlar erirken; Şahin de türkü döküp dururken düğün zamanı gelivermiştir.

Oğlan tarafı çifte davullar çaldırarak, civardan pehlivanlar getirterek muhteşem bir düğün yapmış, Cemile?yi gelin almışlardır. Cemile düğünden çok etkilenmiştir, üzüntülü ve acılı bir durumdadır. Kendisi için her şey bitmiştir. Çünkü Anadolu?da kız bir kez gelin olur. Dünyada Şahin?den başka kimsesi olmayan Cemile artık istemediği bir ailenin gelinidir.

Gelinliği bir yıl sürer. Şahin?le Cemile?nin ateşlerinin söndüğü zannedilir. Halbuki aşk ateşi daha da artmış, yalımları yüreklerinin dışına taşmıştır. Şahin bu geçen bir yıl içinde evlenmemiş ve başkasıyla da evlenmeyi aklından geçirmemiş; Cemile de kocasına bir türlü ısınamamıştır. İkisi de sevgilerini iyice gizlemeye çalışıyor ve başarılı da oluyorlar. Şahin?le gizli gizli haberleşiyorlar. Bir gün bu ıstıraba son vermek gerektiği kanısına varırlar ve Şahin?in teklifi gelir. Cemile de aynı düşüncededir: tüm yollar birlikte kaçmak düşüncesine çıkmaktadır.

Köyün kıyısındaki evin önünde buluşmayı kararlaştırırlar. Şahin bir kır ata binip gelir. Vakit gecedir. Biraz sonra Cemile de aynı yere gelir. Hiç vakit kaybetmeden Cemile?yi atın terkisine alarak atı sürer, doğruca Şahin?in Emirdağ?daki ablasının evlerine...

Ertesi gün olay köyün dilindedir. Hem Şahin'de hem Cemile?nin kocası tarafında bir telaş başlar.

Şahin?le Cemile on, onbeş gün Emirdağ?da kaldıktan sonra Emirdağ?a dönerler. Cemile?nin kocası mahkemeye başvurur. Bu şekilde Cemile ile Şahin bir müddet daha birlikte kaldıktan sonra, Cemile Şahin?in yengesi tarafından kandırılır. Şahin?in yengesi Şahin?i sevmemektedir, zaten Cemile?nin kocasının akrabasıdır da. Ne yapıp edip Cemile?yi sevdiğinden ayırmak gerektiğini düşünür. Günlerce dil döküp Cemile?yi kandırmayı başarır. Cemile?nin küçük kardeşi Veyis de açıkta kaldığından, ablasının yine eski zengin kocasına dönmesini istemektedir.

Cemile bunun üzerine düşünüyor, düşünüyor ve kocasına dönmeye karar veriyor. Çünkü küçük kardeşi içliliği yüzünden amansız bir hastalığa yakalanmış bulunuyor. Kardeşine acıyan, başka düşüncelerle de sarsılan Cemile kocasının evine dönüyor. Fakat kocası Cemile?yi kabul etmiyor. Cemile ortada kalakalmıştır. Hem Şahin?den hem kocasından olmuştur. Sığınacağı kimsesiz kardeşi kalmıştır, başka da yeri yoktur artık. Veyis hasta olduğu için bakacak kimseleri yoktur. Her şekilde açıkta kalan Cemile düşünüp dururken köyün zenginlerinden biri Cemile?ye evlenme teklif eder. Cemile maddi olanaklarının artacağı düşüncesiyle adamla evlenmeye razı olur ve evlenirler. Sonrasında Veyis hastalığın pençesinden kurtulamayıp Afyonkarahisar Hastanesi?nde ölür.

Cemile derin bir yalnızlık içinde hissediyor kendini. Kardeşinin ölümünü kendinden biliyor ve büyük azap içinde kıvranıyor. Bu ağır elem içinde Cemile onulmaz bir derde düşüyor,garip, kimsesiz Cemile?yi ölüme götürüyor bu dert.

Tüm bu acı hikayenin üzerine Şahin Gürbüz içini türkülere, ağıtlara döküveriyor.

Kaynak: Osman Attila ? Afyonkarahisar Türküleri (Genişletilmiş ikinci baskı), 1966, Ankara, Güven Matbaası

Kadir Üstündağ

Emirdağ

türkü:

Ben Giderim Oduna (Yaşar) 2

Karşıdan gelen atlı

Altında kilim katlı

Anam babam sağolsun

Hepisinden yar tatlı

Yalan mıydın Yaşar

Karakolda doğru söyler

Mahkemede şaşar

Sarı yayımın bendi

Ne tez unuttun andı

Düşmanlar bile etmez

Bana ettiğin fendi

Yalan mıydın Yaşar

Karakolda doğru söyler

Mahkemede şaşar

Ben giderim oduna

Şahan derler adıma

Otuz günde doyamadım

Cemile?nin tadına

Aldırdım eller

Burçağı mercimeği

Yoldurdum eller

Onyedi yarin yaşı

Karadır yarin kaşı

Üç senede sönmedi

Ciğerimin ateşi

Yanıyor gelin

Delidevre türkü söyler

Çürüyesi dilim

Mahkemenin salonda

İstidası elinde

Kendi gidip adı kalan

Koca köyün dilinde

Yalan mıyım Yaşar

Karakolda doğru söyler

Mahkemede şaşar

Konakta duran kadı

Cemile gelsin dedi

Biz nasıl ayrılalım

Yaşlarımız onyedi

Ayırmayın bizi

Yaktı beni kül eyledi

Hediye?nin kızı

Allah yaktı özümü

Kara yazmış yazımı

Alt?ay söndüremedim

Ciğerimin közünü

Yandım kül oldum

Cemile?min yoluna

Deli divane oldum

Gördü idim düşümde

Yaşar gelin peşimde

Övdük güzel değildin

Yandıyıdım sana

Cebrile getirdi dedin

Karakolda bana

Hükümetin emiri

İkilinin demiri

El yüzüne çıkmaz ettin

Kocan denen Gımırı

Gelin Cemile

Kır beygirin üstüne

Bindiydik bile

Kınalı ellerine

İncecik bellerine

Pörnekliyi döküm ettin

Afiyon yollarına

Yalan mıyım işte

Ben yarimi görüyordum

Hayalimde düşte

(Kadir Üstündağ

Emirdağ)


feyza.
Yasaklı
17 Ocak 2008 18:32

Benim yörem değil ama annemin çok sevdiği ve de güzel söylediği bir türküydü.

Yüksek Yüksek Tepeler

Yöre: Edirne

Eski zamanlarda Malkara?da 15 yaşlarında Zeynep isimli güzel bir kız vardır. Bir gün köyde Ağa?nı bir düğünü olur. Düğünde eğlenceler ve at yarışları yapılır. At yarışlarına uzaklardan gelen Ali adında bir genç te katılır. Ali gönlünü düğünde gördüğü Zeynep?e kaptırır. Köyüne dönünce babasına Zeynep?i istetir. Ali?nin Köy?ü uzak olduğundan Zeynep?in ailesinin pek gönlü olmaz ama gönüllü gönülsüz verirler. Düğün yapılır, Zeynep Aili?ni köyü?ne gelin gider. Ancak ailesinden ayrı olmaya alışık olmayan Zeynep tam yedi yıl ailesini göremez. İçindeki hasret büyüdükçe türküler yakmaya başlar, düğünlerde söyler. Zeynep?in kocası Ali?de bu duruma aldırış etmez, yeri geldilçe Zeynep?i döver, O?nu hor görür. Zeynep üzüntüsünden hastalanıp yataklara düşer. Çevredekiler en sonunda dayanamayıp Zeynep?in anasını, babasını çağırırlar. Annesi bası geldiğinde Zeynep onlara bu türküyü mırıldanır ve bir daha da iyileşemez. Bu duruma çok üzülen çevresindeki halk bu türküyü dilden dile günümüze kadar aktarmıştır.

Yüksek yüksek tepeler ev kurmasınlar

Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler

Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun

Ben annemi özledim

Hem annemi hem babamı

Ben köyümü özledim

Babamın bir atı olsa bise de gelse

Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse

Kardeşlerim yollarımı bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun

Ben annemi özledim

Hem annemi hem babamı

Ben köyümü özledim


Gazi Rahman
Kapalı
24 Haziran 2008 23:34

Gökte uçan huma kuşu

Ne bilir dalın kıymatın

Gargayı kondurman dala

Ne bilir gülün kıymatın

.........

Mencilisten söz atanlar

Gerçeğe yalan katanlar

Sonra beyliğe yetenler

Ne bilir elin kıymatın


gakgom
Daire Başkanı
25 Haziran 2008 17:36

Telgrafçı Akif'in türküsü. Akif, Harput'ta telgraf ve posta müdürüdür. Yakışıklı, mert; herkesçe sevilen sohbeti hoş biridir. Kız kardeşi Atiye Hanım (türküde Ati Hanım olarak geçer) ile beraber Harput'un altında kalan Hüseynik'te yaşarlar. Kız kardeşi Akif'i evlendirmek ister. Akif hastalığını bahane ederek, ölürse karısı ortada kalır kaygısıyla evlenmez.Günlerden bir gün işine gitmek için Harput'a çıkarken bir kalp ağrısı sonucu olduğu yere yığılıp kalır. Bu olay üzerine yakılmış,kardeşi adına yakılmış, bir Elazığ türküsüdür.Hafız Osman Öge(Elazığ'da mahalli sanatçı) tarfından derlenmiştir.

HÜSEYNİK

Hüseynikten çıktım şeher yoluna

Can ağrısı tesir etti koluma

Yaradanım merhamet et kuluna

**

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme

Bilmem şu feleğin bana kastı ne

*

Telgırafın direkleri sayılmaz

Ati Hanım baygın düşmüş ayılmaz

böyle canlar teneşire konulmaz

**

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme

Bilmem şu feleğin bana kastı ne

*

Lütfü gelsin telgırafın başına

Bir tel versin musulda kardaşıma

Bu gençlikte neler geldi başıma

**

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme

Bilmem şu feleğin bana kastı ne

***********

Çok yürek burkan bir türküdür.Muzaffer Ertürk ve Yavuz Bingöl'den dinlemenizi tavsiye ederim.


serpili
Başbakan Müsteşarı
26 Haziran 2008 10:14

sanırım hüseynik türküsünü erdal erzincan da söylemişti ama karıştırıyor olabilirim türküler sevdamız kasetlerinden birinde olduğundan eminim ama kimin okuduğu şuan tam olarak aklımda değil ben de o yorumu tavsiye edebilirim ama yavuz bingölün nasıl söylediğini de merak ettim şimdi...


gakgom
Daire Başkanı
26 Haziran 2008 12:13

Evet serpili,Erdal Erzincan da söyledi.:)


Saba_
Kapalı
01 Ocak 2009 11:51

Çayda çıra yanıyor,

Humar göz uyanıyor.

Fitil çifte yara bir,

Yürek mi dayanıyor?

Çayda çıra yakarım,

Yar yoluna bakarım.

Bir yüz görümlüğüne,

Beşibirlik takarım.

Çayda çıra, yüz çıra,

Yanıyor sıra sıra.

Yarim keklik, ben, şahin,

Everim ardı sıra.

Çayda çıra yanıyor,

Ay tutulmuş sanıyor.

Yavaş yürü, usul bas,

Engeller uyanıyor

.......

Bu oyun Elazığ Harput'tan derlenmiştir. Oyun "Mumlu Dans" namıyla dünyaca tanınmaktadır. Çayda Çıra oyunu hakkında çeşitli efsaneler vardır.

Efsaneye göre Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç gizlice buluşmaktadırlar. Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir. Buluşma gece olduğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir. Genç ise ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır. Bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortasına geldiği sırada çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur. Bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. Bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki çıralarla iki sevgiliyi aramaya başlarlar.

Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile arama olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir.

12 Mayıs 2009 18:02

NEŞET ERTAŞ-ENGELLER KOYMUYOR

Toplam 20 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi