BİRİNCİ KAİDE
NASSIN ŞER'Î HÜKME DELÂLET YOLLARI
Hanefîler lafzın manaya delalet yollarını dört kısma ayırmışlardır. Bunlar: Nassın ibaresi, nassın işareti, nassm delaleti ve nassın iktizasıdır. "Nass" dan maksad, manası anlaşılan lafızdır.
1- Nassın İbaresi
"Nassın ibaresi" demek, sözün kendisinden kastedilen manaya delalet etmesi demektir. Yani ister asıl ister ikinci derecede kastedilmiş olsun kelimeden hemen anlaşılıveren manadır. Şer'î naslardan her birinin ibaresinin delalet ettiği bir mana vardır. Bu ya kelimeden bizzat kastedilen manadır -ki asıl kastedilen budur- veya asıl olmayıp tâbi (ikinci derecede) olarak kastedilen bir mana olur. İşte buna "tebeî mana denir[1]. Bu ikisi arasındaki fark şu misallerle ortaya çıkacaktır:
"Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı." (Bakara: 2/275) ayet-i kerimesinin bir asıl kastedilen manası vardır ki bu alış verişle faizi ayırmaktır. Çünkü ayet-i kerime yine Kur'an-ı kerimin naklettiğine göre "alış-veriş de faiz gibidir" diyen cahiliye insanı ve yahudilere cevap vermek için nazil olmuştur. Bu ayetin teb'an kastedilen başka bir manası daha vardır ki bununla asıl kastedilen mana anlatılmak istenmektedir. İşte o "alış-verişin helal faizin haram olduğunu" ifade etmektedir. Her iki manâ da murad edilmiştir. Ancak birinci mana aslî ikinci manatebe'îdir.
"Beğendiğiniz, (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın." (Nisa: 4/37 ayetinin kastedilen manası vardır, birisi aslî diğeri tebe'îdir. Aslî maksud olan mana "helal olan eş sayısının dörtle sınırlı" kalmasıdır. Çünkü bu ayet-i kerime hanımları arasında adaletsiz davranmaktan çekinmediği halde, mallarını yeriz de zulmederiz korkusuyle yetimlerin vesayetini kabul etmekten çekinen vasilerin durumu hakkında nazil olmuştur. Zira onlar sınırsız, istedikleri kadar kadın nikahlıyorlar ve aralarında âdil de davranmı-yorlardı.
Bu ayetten tebe'î (ikinci derecede) maksud olan mana ise nikahın mubah olmasıdır. Asıl maksud olan mananın ifedesine bununla ulaşmak için bu tebe'î olarak zikredilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm ve sünnet-i şerifede teşrî' için varid olan nasların ekseriyeti "ibâratü'n-nas" yolu ile hükümlere delalet eder. Meselâ "Akidlere vefa gösterin" (Maide: 5/1) ve "Bayi' ve müşteri ayrılmadıkça muhayyerdirler" hadisi şerifi bu kabildendir.
Nassın ibaresinin delâleti haricî manialardan tecerrüd ettiği zaman kat'î hüküm ifade eder. Buna göre eğer nass tahsis edilmiş âmm ise delâlet zannî olur, kat'î olmaz.
2- Nassın İşareti
Bu sözün ne asaleten ne teb'an maksud olmayan lakin sözün bizzat ifade etmek için söylendiği mananın yani lafızdan ilk anlaşılan mananın lâzımı olan bir manaya delâlet etmesidir. Ve nassın, sözün siyakından maksud olmayan, doğrudan kastedilmeyen bir manaya delâleti, ibare ile değil işaretle olur. İşte bu mana iltizamî yani nassdan ilk bakışta anlaşılan aslî hüküm için lâzım olan bir manadır[2]
Meselâ "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı." (Bakara: 2/187) ayeti ibaresiyle ramazanda fecre kadar gecenin her cüzünde münasebette bulunmanın mubah olduğuna, işaretiyle de oruç halinde cünüp olarak sabahlamanın caiz olduğuna delâlet eder. Çünkü fecre kadar münasebetin mubah olması kişi cünüp iken fecrin üzerine doğması demektir. İşte bu mana ayetin siyakında maksud değildir, ancak bu, maksud olan mana için ayrılmaz bir manadır.
"Onların beslenmesi, giyimi maruf şekilde babaya aittir." (Bakara: 2/233) nassı, ibaresiyle süt emziren annelerin nafakasının ve giyiminin anneye değil babaya vacib olduğuna delâlet eder. Buradan (nassın işaretiyle) çocukların nafakası babadan başka hiç kimseye vacib olmadığı manası da çıkar. Çünkü neseb ona aittir. Ayrıca ihtiyaç halinde babanın, evladının malından ihtiyacını giderecek kadar alabileceği manası da çıkar. Çünkü çocuk onun olduğuna göre çocuğunun malı da onundur. Zira lam harfi ihtisas ifade ettiği için çocuğun nesebi hassaten babaya aittir. "Sen de malın da babanındır." hadisi şerifinde açıkça görülen "ihtisas = babaya ait olma" da bu manayı teyid etmektedir. Ancak bu edeb olarak böyledir yoksa mülk müstakildir.
Yine bu ayet-i kerimeden evlilik devam ederken, çocuğunu emzirmek üzere annenin süt anne gibi kiralanmasının caiz olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesi mucibince çocuklarını emziren annelerin nafakasını baba üzerine vacib kılmıştır.et
Burada başka bir "mana-yı lâzım" daha vardır ki şudur: Baba Kureyş kabilesinden ise çocuk Kureyşli olur, dayısıyle anne başka kabileden bile olsa çocuk Kureyş'ten evlenebilmek için küfüvv = denk olur. Ama anne Kureyş'ten baba başka kabileden olsa bu küfüvvü kazanamaz.
Başka bir misal: "Çocuğun hamli ve sütten ayrılması otuz. aydır" (Ahkaf: 46/15) ayet-i kerimesi ibaresiyle annenin çocuk üzerinde ne kadar hakkı olduğunu beyan eder, ayetin siyakı buna delalet etmektedir. İşaretiyle de hamilelik müddetinin en azı altı ay olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü "Sütten ayrılması iki yıldır" (Lukman: 31/14) ayetine göre sütten ayrılma müddeti iki yıldır, geriye otuz aydan hamilelik müddeti için altı ay kalmaktadır.
Dördüncü bir misal: "İş hakkında onlarla istişare yap" (Âli imran: 3/159) ve "Bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun" (Nahl: 16/437 ayet-i kerimelerinden her biri işaret yolu ile ümmetin içinde istişare edilebilecek ve sorulabilecek bir gurubun bulundurulmasının vacib olduğuna delâlet etmektedir.
İbarenin delâleti ile işaretin delâleti tearuz ederse, ibaresiyle sabit olan hüküm işaretiyyle sabit olan hükme tercih edilir, çünkü o daha kuvvetlidir. Meselâ "Kısas size farz kılındı" (Bakara: 2/178) nassı ibaresiyle amden öldürene kısasın farz olduğuna delâlet ederken "Amden adam öldürenin cezası cehennemde ebedî kalmaktır" (Nisa: 4/93) nassı da işaretiyle uhrevî ceza ile iktifa edilerek kısasın terkinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Ancak birinci hüküm takdim edilerek kısas tatbik edilir.
İşaretin delâleti de ibarenin delâleti gibi kat'î hüküm ifade eder. Ancak bunu kat'îden zannîye çevirecek bir sebeb bulunursa zan ifade eder. Meselâ: Yukarıda geçen "onların maruf şekilde beslenmesi giyinmesi babaya aittir" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesinde de çocuğun babaya tâbi olduğu ifade edilme-sirfe rağmen âlimlerin kölelik ve hürriyet konusunda çocuğun anneye tâbi olmasında icmâ etmeleri bu kabildendir ve bu ayet-i kerime icmâ ile tahsis edilmiş olur.
3- Nassın Delâleti
Bu, lafzın ibare veya işaret yolu ile değil de hükmün menâtı veya illeti yolu ile delâlet etmesidir. Meselâ, iki hâdisenin hükmün illetinde ortak olması veya meskûtün anhın mantûktan evlâ olması (yani nassın sükût ettiği meselenin hükmü, söylediğinden daha açık olması) ve bunun kıyasa veya içtihada ihtiyaç duymaksızın lafızdan anlaşılması gibi. Buna hitabın fahvası yani gaye ve maksadı denir. İmam Şafiî bunu celî kıyasdan sayar ve Şafiîlerce buna "mefhûmu'l-muvafaka" denir. Bu delâlete "nassın delâleti" denir. Çünkü bununla sabit olan hüküm nassın ibaresi ve işaretinde olduğu gibi sadece lafızdan anlaşılmaz bilakis bu delâlet ancak hükmün menâtı ve illeti vasıtasıyle anlaşılır.
İlletle ortak olduklarına misal: "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa: 4/10) ayet-i kelimesidir. Bu nas, ibaresiyle "haksız yere yetimlerin mallarını yemenin haram olduğuna delâlet ederken delâlet yoluyla da yakmak veya dağıtmak gibi başka şekillerde itlaf etmenin de mutlak haram olduğuna delâlet eder. Çünkü dili bilen herkes bu ifadeden maksadın yetimin malını zayi etmekten nehiy olduğunu anlar. Dolayısıyle itlaf etmek de hükmün illetinde yemeye müsavî olduğu için o da haram olur.
Başka bir misal: "Boşanmış kadınlar kendilerini üç kuru' bekletsinler." (Bakara: 2/228) nassı ibaresiyle rahmin ceninden temiz olup olmadığının anlaşılması için boşananın iddet beklemesi vacib olduğuna delâlet eder. İddetin illeti budur. Dili bilen herkes kadının, hıyarı bulûğ veya dengi olmaması gibi başka herhangi bir sebeple nikahı feshetmesi halinde de aynı illet mevcud olduğu için iddet vacib olduğunu anlar. Bu nass delâlet yolu ile bunu da ifade etmektedir.
İlletin evleviyyetine misal: "Onlara "öf bile deme onları azarlama" (İsra: 17/23) ayet-i kerimesi ibaresi ile açıkça öf demenin haram olduğuna delâlete eder. Çünkü bu onlara eza vermektedir. Yine bu nass delâlet tariki ile de onlara vurma, sövüp-sayma, aç bırakma gibi muamelelerin haram olduğuna delâlet etmektedir, zira bunlar "öf" demekten daha ağır eza verir. Çünkü "öf demenin nehyedilmesinden, ana-babaya bundan daha çok eza veren şeylerin nehyedilmiş olması dil bakımından pekâlâ anlaşılmaktadır. O halde meskûtün anhdaki hüküm mantûkun hükmünden evlâdır. (Yani, nassın sükût geçtiği meselnin hükmü, söylediğinden daha açıktır). Zira illet birincisinde ikincisinden daha kuvvetlidir.
4- Nassın İktizası
Sözün şer'an muteber olabilmesi için takdir edilmesine ihtiyaç duyulan lafızdır. Bu delâlete iktiza denilmiştir, çünkü iktiza, taleb etmek ve istemek manasınadır, söz şer'an doğru ve sahih olması için o mukadder manayı taleb eder.
Bunun misali "Ümmetimden hata, nisyan, unutma ve ikrah kaldırılmıştır" hadisi şerifidir. Bu nass lafzı ve ibaresiyle hata, unutma ve ikrahın bu ümmetten kaldırıldığına delâlet eder ki bu selim bir mana değildir, çünkü fiil olduktan sonra kalkmaz. O halde ibareyi düzültmek için mutlaka bir şey takdir etmek lazımdır ki işte bu "günahın veya hükmün kalkması" dır. Yani hatanın, unutmanın ve ikrahın vebali kaldırılmıştır demektir. "Günahın kalkması" iktiza ile anlaşılmaktadır.
Başka bir misal: "Köye sor." (Yusuf: 12/823) ayet-i kerimesinde "köy halkına sor" şeklinde takdir etmedikçe kelam sahih olmaz.
"Bu ganimet malları yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan fakir muhacirlerindir" (Haşr: 59/8) ayet-i kerimesi ibaresiyle muhacirlerin fakirliğine delâlet eder. Fakirlik sıfatı ancak Mekke'de terkettiklerinden mülkiyetlerinin zail olması ve onlara istila yoluyle kâfirlerin malik olduğunun takdir edilmesiyle sabit olur. İşte bu iktiza tariki ile anlaşılmaktadır[3]
"Size anneleriniz haram kılındı" (Nisa: 4/23); "Size meyte haram kılındı" (Maide: 5/3) ayet-i kerimelerinin her biri ibareleriyle bunların zatının haram olduğuna delâlet eder, halbuki haramlık fiillere taalluk eder. Bu sebeple birinci ayette "nikahlamak" kelimesi ikinci ayette de "yemek" kelimeleri takdir edilir. Yani "Size annelerinizi nikahlamak haram kılındı", "Size meyte yemek haram kılındı" demektir. İşte bu takdir iktizanın delaletiyle sabittir.
Bu Delâletlerin Hükümleri:
Bu dört delâletle hüküm kat'î ve yakîn şekilde sabit olur. Ancak tahsis veya tevil gibi bu delâleti zanna çevirecek bir şey bulunursa zannî olarak sabit olur.
Delâlet kuvvetine göre bu delâletlerin mertebeleri şöyledir: İbare işaretten, işaret delâletten, delâlet iktizadan daha kuvvetlidir. Teârüz ettikleri zaman kuvvetli takdim olunur.
İbare ile işaretin tearuz ettiğine misal, daha önce de geçtiği gibi "Size kısas farz kılındı" (Bakara: 2/178) ayet-i kerimesi ibaresiyle kısasın vücubunu, "Kim bir mümini amden öldürürse cezası ebedî cehennemde kalmaktır" (Nisa: 4/93) ayet-i kerimesi işaretiyle uhrevî ceza ile edilip kısas yapılmamasının ifade etmektedir. Ancak nassın ibaresi takdim edilerek kısasın vücubuna hükmedil-melidir.
Bir başka misal: "Hayzın en azı üç en çoğu on gündür" hadisi şerifinin ifade ettiği hüküm "her kadın ömrünün yarısını oturarak geçirir, namaz kılmaz" hadisinin ifade ettiği hükme takdim edilir. Çünkü birinci hüküm yani "hayız müddetinin en çoğu on gündür" hükmü nassın ibaresiyle sabittir. İkinci hüküm yani "en çoğu onbeş gündür" hükmü nassın işaretiyle sabittir.
Nassın işaretiyle delâletinin tearuz ettiiğine dair misal: "Kim bir mümini taammüden öldürürse onun cezası ebedî cehennenmdir" (Nisa: 4/93) ayeti işaretiyle amden öldürmede keffaret vacib olmadığını ifade etmektedir. Halbuki "Kim bir mümini hata ile öldürüşe (keffareti) bir mümin köle azad etmektir" (Nisa: 4/92) ayet-i kerimesi delaletiyle amden öldürene de keffaret vacip olacağını ifade etmektedir, çünkü hata ile öldüren keffaret verirse amden öldüren öncelikle vermelidir. Ancak birinci ayetin işaret} ikinci ayetin delâletine takdim edilir, çünkü birinci ayet onun dünyada günahı için keffaret olmadığını, zira onun cehennemde ebedî kalmaktan başka bir cezası olmadığını işaretiyle ifade etmektedir. İşte bu işaret ikinci ayetin -yani amden yapan günahı için keffaret vermeye hata ile yapandan daha layıktır -delâletinden daha kuvvetlidir.^
Nassın delâleti ile iktizasının tearuzuna misal yoktur.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Keşfii'l-Esrâr. 1/67; Usûlü Serahsî: 1/236.
[2] etTelvîh ale't-Tevzîh: 11130; Müsellemü's-Subût: 1/338.
[3] Usûlcüler bu misali nassın işareti için zikrederler. Halbuki doğrusu bu nassın iktizası için misaldir. Çünkü
işaretin delâletinde mana-yı lazım müteahhir olur, halbuki iktizanın delâletinde mütekaddim olur ve sözün doğru
veya sahih olması ona bağlıdır. Şüphesiz ayetteki "fakirler" kelimesinin manayı lâzımı yani mülkiyetin zevali
mütekaddimdir, "fakirler" lafzının muhacirler için kullanılması ancak bu mananın takdir edilmesiyle sahih olur.
Dolayısıyle bu işaretin delâleti babından değil iktizanın delaleti babından olur.
****
İKİNCİ KAİDE
MEFHÛMU'L-MUHÂLEFET
Nassın mefhumu iki çeşittir: Mefhûmu'l-muvâfakat mefhumu'l-muhalefet.
Mefhûmu'l-muvâfakat: Mezkur olan şeyin hükmüne delalet eden lafzın, illetle müşterek oldukları için, meskûtün anh olanın hükmüne de delâlet etmesidir. Meselâ, "onlara öf bile deme" ayet-i kerimesinin onlara vurmanın da öncelikle haram olmasına delâlet etmesi gibi. Bunun hükmü, bu mefhum ile amel etmenin vacib olmasıdır. Çünkü o, hükme mantuktan daha münasibdir. Meskûtün anh mantuka müsavi olduğu zaman da hüküm aynıdır. Yetimin malını haksız yere yemenin haram olmasına müsâvî olan onun malını telef etmenin de haram olması gibi.
Mefhumu'l-muhalefet: Mantûkun şartlarından biri bulunmadığı için kelamın mezkur için sabit olan hükmünün, meskûtün anh olandan nefyedildiğine delâlet etmesidir.
Hanefîlerce kabul edillen esasa göre "mefhumu'l-muhalefetden çıkan hüküm alınmaz" Meselâ şer'î nass bir hükmün bir mahalde bir şarta veya gayeye (yani belli bir yere ve zamana) veya adede bağlı olarak var olduğuna delâlet ettiği zaman nassın bunlara bağlı olarak var olan hükmü o nassın mantûkudur, bunların bulunmadığı mahallin hükmü ise mefhumu'l-muhalefetidir. Hanefîler nazarında şer'î nassın mefhumu'l-muhalefetde her hangi bir hükme delâleti yoktur.
,
Mehfumu'I-Muhalefetin Çeşitleri:
"Mehfumu'l-Muhalefet" kaidesinin açıklanabilmesi için onun çeşitlerini açıklamak lazımdır. En mühimleri beş tanedir:
1-Mehfumu's-sıfat Bu, bir sıfatla muttasıf olan lafzın o sıfatın bulunmadığı yerde hükmün de bulunmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "İçinizde, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın" (Nisa: 4/25) ayet-i kerimesi Şafiî, Hanbelî ve Malîkîlere göre imanlı olmadıkları takdirde cariyelerle evlenmenin haram olduğuna delâlet etmektedir. Hanefîlere göre ise onu bu sıfatla takyid etmek o sıfatın bulunmadığı yerde hüküm de bulun-mayacağ.m göstermez, dolayısıyle bu ayet-i kerimede mümin olmayan cariyelerle evlenmenin hükmüne dair bir delâlet yoktur. Aynı şekilde hür kadınlarla evlenmeye gücü yeten kişinin mümin cariyelerle evlenip evlenemeyeceğinin hükmüne dair de bir delâlet yoktur. "Yahut mesfuh = dışarı akmış kan" (En'am: 6/145) ayet-i kerimesinin mantûku mesfûh kanın haram olmasıdır. Bunun mehfumu'lmuhalifi ise Hanefîlerin haricindeki mezheplere göre mesfûh olmayan yani hayvan kesildiğinde dışarı akmayıp içinde kalan kanın helal olmasıdır.
"Davarın dağda otlayanında zekat vardır"[1] hadisi şerifi Maliki, Şafiî ve Hanbelîlere göre ahırda alefle beslenende zekat olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre delâlet etmez. "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür" hadisi şerifi cumhura göre fakirin geciktirmesinin zulüm olmadığına delâlet eder.
2- Mehfumu'ş-şart Bu, hükmün varlığını bir şarta bağlayan lafzın, şart olmadığı yerde hükmün de olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "(Boşanan kadınlar) eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin" (Talak: 65/6) ayet-i kerimesi Şafiî, Malikî ve Hanebelîlere göre mehfum-ı muhalifi ile hamile olmayan kadın için iddeti boyunca kocasına nafaka vacib olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre etmez. "Eğer gönül rızası ile o mehrin bir kısmını size bağışlarsa onu da afiyetle yiyin" (Nisa: 4/4) ayet-i kerimesi cumhura göre hanımların rızaları olmadan kocalarının mehirden almalarının haram olduğuna delâlet ettiği halde Hanefîlere göre buna delâlet etmez.
3- Mehfumu'l-gaye : Bu, bir hükmü bir sınırla tahdid eden lafzın, o sınırdan sonra o hükmün zıddının sabit olduğuna delâlet etmesidir. Gaye'nin iki lafzı vardır hattâ. "Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden ayırt edinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın." (Bakara: 2/187) ayet-i kerimesi mehfum-ı muhalifi ile gayeden yani fecrin doğmasından sonra yiyip içmenin haram olduğuna, gurub vaktinde gecenin girmesiyle de iftar etmenin cevazına delâlet etmektedir. "Temizleninceye kadar onlara (hanımlara) yaklaşmayın" (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesi Şafiî ve Hanbelîlere göre hayızdan temizlendikten sonra istimtanın caiz olduğuna delâlet eder. "Kocası onu (üçüncü defa) boşarsa artık o başka bir koca ile evlenmedikçe ona (eski kocasına) helal olmaz." (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesinin mefhum-ı muhalifi şudur: Üç talak verilen kadın başka biri ile evlenip boşandıktan sonra ilk kocasına helal olur. Bu cumhura göredir. Hanefîlere göre ise bu mefhum, gayeden sonra hükmün (yani ilk kocasına haramlığın) kalktığına delâlet etmez.
4- Mehfumu'l-aded Bu, hükmü bir adede bağlı ifade eden lafzın, bu adedin olmadığı yerde hükmün olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ: "Zina eden kadın ve zina eden erkek, her birine yüzer sopa vurun" (Nur: 24/2) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile bu sayının yüzden ne fazla ne eksik olmasının caiz olmadığına delâlet eder. "Onlara seksen sopa vurun" (Nur: 24/4) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile seksenden az ve çok olamayacağına delâlet eder. "Onu-da bulamayan üç gün oruç tutsun" (Bakara: 2/196) ayet-i kerimesi mehfumu'lvmuhalefet'i ile orucun üçten az ve çok olamayacağına delâlet eder. Cumhura göre bu mefhum alınır amel edilir Hanefi'lere göre alınmaz. J
5- Mehfumu'l-lakab veya Mehfumu'l-isim Bundan maksad kendisiyle zât anlatılan ismin mefhumudur. Meselâ: "Muhammed Allah'ın Rasûlüdür" ün mehfumu'l-muhalefet'i Muhammed'in gayrisi değildir demektir. "Anneleriniz size haram kılındı" ayet-i kerimesinin mehfumu'l-muhalefet'i "annelerden gayrisi haram değildir şeklindedir." "Buğdayda sadaka vardır" hadisi şerifinin mefhumu "buğdaydan gayrisinde yoktur" şeklindedir.
Usûlcülerin ittifakla vardıkları hüküm şudur: Mefhumu'l-lakab hüccet değildir, dolayısıyle lakabın mehfumu'l-muhalefet'i hüccet sayılmaz. Çünkü lakabın zikredilmesi ne takyid ne de tahsis ifade eder ve ne de onun dışındakilerden ihtirazı.
Lakab: Nassda isim olarak varid olup, zikredilen hükmün kendisine isnad edildiği zata alem olan câmid lafızdır.
Özetle: Usûlcüler, ister şer'î naslarda ister başkalannda olsun mefhumu'l-lakabın bir hüccet olmadığında ittifak etmişlerdir. Mefhumu sıfat, şart, adet ve gayenin de şer'î nassların dışında yani akidlerde, halkın sözlerinde, müelliflerin ibarelerinde, fukahanın ıstılahlarında hüccet olduğunda da ittifak etmişlerdir. Meselâ, bir insan "vakfımın geliri fakir akrabama verilsin" dese bu sözün mantûku fakir akrabalarının bu gelirde hak sahibi olduğunun sabit olmasıdır; mehfumu'l-muhalefet'i ise fakir olmayan akrabalarının hakkının olmamasıdır, çünkü insanların örfü ve ıstılahı buna göredir. Ancak bir karine bulunur da buradaki kaydın tahsis için olmadığına delâlet ederse bütün akrabası alır.
Ancak usûlcüler şer'î nasslarda sıfatta, şartta, gayede ve adette mehfumu'l-muhalefet'i ile istidlal etme hususunda ihtilaf ettiler. Cumhur, örfü ve halkın kullanımını esas alarak mehfumu'l-muhalefet'in şer'î nasslarda mantûkun hükmünün zıddını isbat etmekte bir hüccet olacağı görüşündedir. Hanefîlere göre ise mehfumu'l-muhalefet bu hallerde hüccet değildir. Çünkü Arap dili üslupları ve şer'î nasslann pek çoğunda zikredilenin dışında kalan hükmü nefyetme kastedilmez. Meselâ "Kâfirlerin fitnesinden korkarsanız,
namazı kısa kılmanızda size bir vebal yoktur." (Nisa: 4/101) ayet-i kerimesinde nass namazı kısaltmanın caiz olması için fitne korkusu bulunmasını şart koşmasına rağmen namaz kılanlar kâfirlerin fitnesinden ister korksun ister korkmasın sefer halinde namaz kısaltılır. 'Himayenizdeki üvey kızlarınızı nikahlamak size haram kılındı." (Nisa: 4/23) nass-ı şerifinde haram olması onun üvey babanın himayesinde olmasını şart koşmasına rağmen ister himayesinde olsun ister olmasın o annesinin kocasına haramdır. Buradaki "himayesinde bulunma" kaydının vakıayı beyan için geldiği, mantukun dışındaki hükmü nefyetme kastedilmediği unutulmamalıdır. Nitekim, faiz mutlak olarak haram kılındığı halde kat kat yenilmesini haram kılan nass da bu kabildendir, çünkü bu mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan için getirilmiş bir kayıttır.
Mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan etme gibi başka bir hikmet murad edilmiş ise, nassda varid olan kaydın ancak tahsis için ve onun haricin-dekilerden ihtiraz için olduğunu kesin tesbit edersek cumhurun görüşü ercahtır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ancak Malikîler "Her beş devede bir koyun zekat verilir" hadisinin umum ifade etmesinden dolayı ister merada ister ahırda beslensin bütün hayvanlarda zekatı vacib görmüşlerdir. Delil sâime olmayanda zekat olmamasını gerektirmesine rağmen İmam Malik bunlarda da zekat görmekte, mefhumu'l-muhalifle amel etmemektedir.
*****
BUNLARI BİLMEDEN YANİ FIKIH USULÜNÜ BİLMEDEN , İLGİLİ AÇIKLAYICI HADİSLERE DE MÜRACAAT ETMEDEN KURAN ANLAŞILAMAZ , OKUNUR İSTİFADE EDİLİR , MANALAR ÇIKARILIR AMA FIKHİ SONUÇLAR ÇIKARILAMAZ..HER İLMİN KENDİNE HAS DERİNLİĞİ VARDIR ..FIKIH VE TEFSİRDE ÖMYLEDİR..BU DERİNLİKLERİ BIRAK KONUNUN BAŞLIKLARIONI BİLE BİLMEYEN CEHALET ABİDELERİNİN KURANIN AYETLERİNE BAKARAK HÜKÜM KOYMASI NE BÜYÜK BİR SU-İ EDEB VE NE BÜYÜK BİR HADDİ AŞMIŞLIK.
BİRİNCİ KAİDE
NASSIN ŞER'Î HÜKME DELÂLET YOLLARI
Hanefîler lafzın manaya delalet yollarını dört kısma ayırmışlardır. Bunlar: Nassın ibaresi, nassın işareti, nassm delaleti ve nassın iktizasıdır. "Nass" dan maksad, manası anlaşılan lafızdır.
1- Nassın İbaresi
"Nassın ibaresi" demek, sözün kendisinden kastedilen manaya delalet etmesi demektir. Yani ister asıl ister ikinci derecede kastedilmiş olsun kelimeden hemen anlaşılıveren manadır. Şer'î naslardan her birinin ibaresinin delalet ettiği bir mana vardır. Bu ya kelimeden bizzat kastedilen manadır -ki asıl kastedilen budur- veya asıl olmayıp tâbi (ikinci derecede) olarak kastedilen bir mana olur. İşte buna "tebeî mana denir[1]. Bu ikisi arasındaki fark şu misallerle ortaya çıkacaktır:
"Allah alış-verişi helal faizi haram kıldı." (Bakara: 2/275) ayet-i kerimesinin bir asıl kastedilen manası vardır ki bu alış verişle faizi ayırmaktır. Çünkü ayet-i kerime yine Kur'an-ı kerimin naklettiğine göre "alış-veriş de faiz gibidir" diyen cahiliye insanı ve yahudilere cevap vermek için nazil olmuştur. Bu ayetin teb'an kastedilen başka bir manası daha vardır ki bununla asıl kastedilen mana anlatılmak istenmektedir. İşte o "alış-verişin helal faizin haram olduğunu" ifade etmektedir. Her iki manâ da murad edilmiştir. Ancak birinci mana aslî ikinci manatebe'îdir.
"Beğendiğiniz, (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın." (Nisa: 4/37 ayetinin kastedilen manası vardır, birisi aslî diğeri tebe'îdir. Aslî maksud olan mana "helal olan eş sayısının dörtle sınırlı" kalmasıdır. Çünkü bu ayet-i kerime hanımları arasında adaletsiz davranmaktan çekinmediği halde, mallarını yeriz de zulmederiz korkusuyle yetimlerin vesayetini kabul etmekten çekinen vasilerin durumu hakkında nazil olmuştur. Zira onlar sınırsız, istedikleri kadar kadın nikahlıyorlar ve aralarında âdil de davranmı-yorlardı.
Bu ayetten tebe'î (ikinci derecede) maksud olan mana ise nikahın mubah olmasıdır. Asıl maksud olan mananın ifedesine bununla ulaşmak için bu tebe'î olarak zikredilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm ve sünnet-i şerifede teşrî' için varid olan nasların ekseriyeti "ibâratü'n-nas" yolu ile hükümlere delalet eder. Meselâ "Akidlere vefa gösterin" (Maide: 5/1) ve "Bayi' ve müşteri ayrılmadıkça muhayyerdirler" hadisi şerifi bu kabildendir.
Nassın ibaresinin delâleti haricî manialardan tecerrüd ettiği zaman kat'î hüküm ifade eder. Buna göre eğer nass tahsis edilmiş âmm ise delâlet zannî olur, kat'î olmaz.
2- Nassın İşareti
Bu sözün ne asaleten ne teb'an maksud olmayan lakin sözün bizzat ifade etmek için söylendiği mananın yani lafızdan ilk anlaşılan mananın lâzımı olan bir manaya delâlet etmesidir. Ve nassın, sözün siyakından maksud olmayan, doğrudan kastedilmeyen bir manaya delâleti, ibare ile değil işaretle olur. İşte bu mana iltizamî yani nassdan ilk bakışta anlaşılan aslî hüküm için lâzım olan bir manadır[2]
Meselâ "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı." (Bakara: 2/187) ayeti ibaresiyle ramazanda fecre kadar gecenin her cüzünde münasebette bulunmanın mubah olduğuna, işaretiyle de oruç halinde cünüp olarak sabahlamanın caiz olduğuna delâlet eder. Çünkü fecre kadar münasebetin mubah olması kişi cünüp iken fecrin üzerine doğması demektir. İşte bu mana ayetin siyakında maksud değildir, ancak bu, maksud olan mana için ayrılmaz bir manadır.
"Onların beslenmesi, giyimi maruf şekilde babaya aittir." (Bakara: 2/233) nassı, ibaresiyle süt emziren annelerin nafakasının ve giyiminin anneye değil babaya vacib olduğuna delâlet eder. Buradan (nassın işaretiyle) çocukların nafakası babadan başka hiç kimseye vacib olmadığı manası da çıkar. Çünkü neseb ona aittir. Ayrıca ihtiyaç halinde babanın, evladının malından ihtiyacını giderecek kadar alabileceği manası da çıkar. Çünkü çocuk onun olduğuna göre çocuğunun malı da onundur. Zira lam harfi ihtisas ifade ettiği için çocuğun nesebi hassaten babaya aittir. "Sen de malın da babanındır." hadisi şerifinde açıkça görülen "ihtisas = babaya ait olma" da bu manayı teyid etmektedir. Ancak bu edeb olarak böyledir yoksa mülk müstakildir.
Yine bu ayet-i kerimeden evlilik devam ederken, çocuğunu emzirmek üzere annenin süt anne gibi kiralanmasının caiz olmadığı da anlaşılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) "Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesi mucibince çocuklarını emziren annelerin nafakasını baba üzerine vacib kılmıştır.et
Burada başka bir "mana-yı lâzım" daha vardır ki şudur: Baba Kureyş kabilesinden ise çocuk Kureyşli olur, dayısıyle anne başka kabileden bile olsa çocuk Kureyş'ten evlenebilmek için küfüvv = denk olur. Ama anne Kureyş'ten baba başka kabileden olsa bu küfüvvü kazanamaz.
Başka bir misal: "Çocuğun hamli ve sütten ayrılması otuz. aydır" (Ahkaf: 46/15) ayet-i kerimesi ibaresiyle annenin çocuk üzerinde ne kadar hakkı olduğunu beyan eder, ayetin siyakı buna delalet etmektedir. İşaretiyle de hamilelik müddetinin en azı altı ay olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü "Sütten ayrılması iki yıldır" (Lukman: 31/14) ayetine göre sütten ayrılma müddeti iki yıldır, geriye otuz aydan hamilelik müddeti için altı ay kalmaktadır.
Dördüncü bir misal: "İş hakkında onlarla istişare yap" (Âli imran: 3/159) ve "Bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun" (Nahl: 16/437 ayet-i kerimelerinden her biri işaret yolu ile ümmetin içinde istişare edilebilecek ve sorulabilecek bir gurubun bulundurulmasının vacib olduğuna delâlet etmektedir.
İbarenin delâleti ile işaretin delâleti tearuz ederse, ibaresiyle sabit olan hüküm işaretiyyle sabit olan hükme tercih edilir, çünkü o daha kuvvetlidir. Meselâ "Kısas size farz kılındı" (Bakara: 2/178) nassı ibaresiyle amden öldürene kısasın farz olduğuna delâlet ederken "Amden adam öldürenin cezası cehennemde ebedî kalmaktır" (Nisa: 4/93) nassı da işaretiyle uhrevî ceza ile iktifa edilerek kısasın terkinin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Ancak birinci hüküm takdim edilerek kısas tatbik edilir.
İşaretin delâleti de ibarenin delâleti gibi kat'î hüküm ifade eder. Ancak bunu kat'îden zannîye çevirecek bir sebeb bulunursa zan ifade eder. Meselâ: Yukarıda geçen "onların maruf şekilde beslenmesi giyinmesi babaya aittir" (Bakara: 2/233) ayet-i kerimesinde de çocuğun babaya tâbi olduğu ifade edilme-sirfe rağmen âlimlerin kölelik ve hürriyet konusunda çocuğun anneye tâbi olmasında icmâ etmeleri bu kabildendir ve bu ayet-i kerime icmâ ile tahsis edilmiş olur.
3- Nassın Delâleti
Bu, lafzın ibare veya işaret yolu ile değil de hükmün menâtı veya illeti yolu ile delâlet etmesidir. Meselâ, iki hâdisenin hükmün illetinde ortak olması veya meskûtün anhın mantûktan evlâ olması (yani nassın sükût ettiği meselenin hükmü, söylediğinden daha açık olması) ve bunun kıyasa veya içtihada ihtiyaç duymaksızın lafızdan anlaşılması gibi. Buna hitabın fahvası yani gaye ve maksadı denir. İmam Şafiî bunu celî kıyasdan sayar ve Şafiîlerce buna "mefhûmu'l-muvafaka" denir. Bu delâlete "nassın delâleti" denir. Çünkü bununla sabit olan hüküm nassın ibaresi ve işaretinde olduğu gibi sadece lafızdan anlaşılmaz bilakis bu delâlet ancak hükmün menâtı ve illeti vasıtasıyle anlaşılır.
İlletle ortak olduklarına misal: "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa: 4/10) ayet-i kelimesidir. Bu nas, ibaresiyle "haksız yere yetimlerin mallarını yemenin haram olduğuna delâlet ederken delâlet yoluyla da yakmak veya dağıtmak gibi başka şekillerde itlaf etmenin de mutlak haram olduğuna delâlet eder. Çünkü dili bilen herkes bu ifadeden maksadın yetimin malını zayi etmekten nehiy olduğunu anlar. Dolayısıyle itlaf etmek de hükmün illetinde yemeye müsavî olduğu için o da haram olur.
Başka bir misal: "Boşanmış kadınlar kendilerini üç kuru' bekletsinler." (Bakara: 2/228) nassı ibaresiyle rahmin ceninden temiz olup olmadığının anlaşılması için boşananın iddet beklemesi vacib olduğuna delâlet eder. İddetin illeti budur. Dili bilen herkes kadının, hıyarı bulûğ veya dengi olmaması gibi başka herhangi bir sebeple nikahı feshetmesi halinde de aynı illet mevcud olduğu için iddet vacib olduğunu anlar. Bu nass delâlet yolu ile bunu da ifade etmektedir.
İlletin evleviyyetine misal: "Onlara "öf bile deme onları azarlama" (İsra: 17/23) ayet-i kerimesi ibaresi ile açıkça öf demenin haram olduğuna delâlete eder. Çünkü bu onlara eza vermektedir. Yine bu nass delâlet tariki ile de onlara vurma, sövüp-sayma, aç bırakma gibi muamelelerin haram olduğuna delâlet etmektedir, zira bunlar "öf" demekten daha ağır eza verir. Çünkü "öf demenin nehyedilmesinden, ana-babaya bundan daha çok eza veren şeylerin nehyedilmiş olması dil bakımından pekâlâ anlaşılmaktadır. O halde meskûtün anhdaki hüküm mantûkun hükmünden evlâdır. (Yani, nassın sükût geçtiği meselnin hükmü, söylediğinden daha açıktır). Zira illet birincisinde ikincisinden daha kuvvetlidir.
4- Nassın İktizası
Sözün şer'an muteber olabilmesi için takdir edilmesine ihtiyaç duyulan lafızdır. Bu delâlete iktiza denilmiştir, çünkü iktiza, taleb etmek ve istemek manasınadır, söz şer'an doğru ve sahih olması için o mukadder manayı taleb eder.
Bunun misali "Ümmetimden hata, nisyan, unutma ve ikrah kaldırılmıştır" hadisi şerifidir. Bu nass lafzı ve ibaresiyle hata, unutma ve ikrahın bu ümmetten kaldırıldığına delâlet eder ki bu selim bir mana değildir, çünkü fiil olduktan sonra kalkmaz. O halde ibareyi düzültmek için mutlaka bir şey takdir etmek lazımdır ki işte bu "günahın veya hükmün kalkması" dır. Yani hatanın, unutmanın ve ikrahın vebali kaldırılmıştır demektir. "Günahın kalkması" iktiza ile anlaşılmaktadır.
Başka bir misal: "Köye sor." (Yusuf: 12/823) ayet-i kerimesinde "köy halkına sor" şeklinde takdir etmedikçe kelam sahih olmaz.
"Bu ganimet malları yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan fakir muhacirlerindir" (Haşr: 59/8) ayet-i kerimesi ibaresiyle muhacirlerin fakirliğine delâlet eder. Fakirlik sıfatı ancak Mekke'de terkettiklerinden mülkiyetlerinin zail olması ve onlara istila yoluyle kâfirlerin malik olduğunun takdir edilmesiyle sabit olur. İşte bu iktiza tariki ile anlaşılmaktadır[3]
"Size anneleriniz haram kılındı" (Nisa: 4/23); "Size meyte haram kılındı" (Maide: 5/3) ayet-i kerimelerinin her biri ibareleriyle bunların zatının haram olduğuna delâlet eder, halbuki haramlık fiillere taalluk eder. Bu sebeple birinci ayette "nikahlamak" kelimesi ikinci ayette de "yemek" kelimeleri takdir edilir. Yani "Size annelerinizi nikahlamak haram kılındı", "Size meyte yemek haram kılındı" demektir. İşte bu takdir iktizanın delaletiyle sabittir.
Bu Delâletlerin Hükümleri:
Bu dört delâletle hüküm kat'î ve yakîn şekilde sabit olur. Ancak tahsis veya tevil gibi bu delâleti zanna çevirecek bir şey bulunursa zannî olarak sabit olur.
Delâlet kuvvetine göre bu delâletlerin mertebeleri şöyledir: İbare işaretten, işaret delâletten, delâlet iktizadan daha kuvvetlidir. Teârüz ettikleri zaman kuvvetli takdim olunur.
İbare ile işaretin tearuz ettiğine misal, daha önce de geçtiği gibi "Size kısas farz kılındı" (Bakara: 2/178) ayet-i kerimesi ibaresiyle kısasın vücubunu, "Kim bir mümini amden öldürürse cezası ebedî cehennemde kalmaktır" (Nisa: 4/93) ayet-i kerimesi işaretiyle uhrevî ceza ile edilip kısas yapılmamasının ifade etmektedir. Ancak nassın ibaresi takdim edilerek kısasın vücubuna hükmedil-melidir.
Bir başka misal: "Hayzın en azı üç en çoğu on gündür" hadisi şerifinin ifade ettiği hüküm "her kadın ömrünün yarısını oturarak geçirir, namaz kılmaz" hadisinin ifade ettiği hükme takdim edilir. Çünkü birinci hüküm yani "hayız müddetinin en çoğu on gündür" hükmü nassın ibaresiyle sabittir. İkinci hüküm yani "en çoğu onbeş gündür" hükmü nassın işaretiyle sabittir.
Nassın işaretiyle delâletinin tearuz ettiiğine dair misal: "Kim bir mümini taammüden öldürürse onun cezası ebedî cehennenmdir" (Nisa: 4/93) ayeti işaretiyle amden öldürmede keffaret vacib olmadığını ifade etmektedir. Halbuki "Kim bir mümini hata ile öldürüşe (keffareti) bir mümin köle azad etmektir" (Nisa: 4/92) ayet-i kerimesi delaletiyle amden öldürene de keffaret vacip olacağını ifade etmektedir, çünkü hata ile öldüren keffaret verirse amden öldüren öncelikle vermelidir. Ancak birinci ayetin işaret} ikinci ayetin delâletine takdim edilir, çünkü birinci ayet onun dünyada günahı için keffaret olmadığını, zira onun cehennemde ebedî kalmaktan başka bir cezası olmadığını işaretiyle ifade etmektedir. İşte bu işaret ikinci ayetin -yani amden yapan günahı için keffaret vermeye hata ile yapandan daha layıktır -delâletinden daha kuvvetlidir.^
Nassın delâleti ile iktizasının tearuzuna misal yoktur.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Keşfii'l-Esrâr. 1/67; Usûlü Serahsî: 1/236.
[2] etTelvîh ale't-Tevzîh: 11130; Müsellemü's-Subût: 1/338.
[3] Usûlcüler bu misali nassın işareti için zikrederler. Halbuki doğrusu bu nassın iktizası için misaldir. Çünkü
işaretin delâletinde mana-yı lazım müteahhir olur, halbuki iktizanın delâletinde mütekaddim olur ve sözün doğru
veya sahih olması ona bağlıdır. Şüphesiz ayetteki "fakirler" kelimesinin manayı lâzımı yani mülkiyetin zevali
mütekaddimdir, "fakirler" lafzının muhacirler için kullanılması ancak bu mananın takdir edilmesiyle sahih olur.
Dolayısıyle bu işaretin delâleti babından değil iktizanın delaleti babından olur.
****
İKİNCİ KAİDE
MEFHÛMU'L-MUHÂLEFET
Nassın mefhumu iki çeşittir: Mefhûmu'l-muvâfakat mefhumu'l-muhalefet.
Mefhûmu'l-muvâfakat: Mezkur olan şeyin hükmüne delalet eden lafzın, illetle müşterek oldukları için, meskûtün anh olanın hükmüne de delâlet etmesidir. Meselâ, "onlara öf bile deme" ayet-i kerimesinin onlara vurmanın da öncelikle haram olmasına delâlet etmesi gibi. Bunun hükmü, bu mefhum ile amel etmenin vacib olmasıdır. Çünkü o, hükme mantuktan daha münasibdir. Meskûtün anh mantuka müsavi olduğu zaman da hüküm aynıdır. Yetimin malını haksız yere yemenin haram olmasına müsâvî olan onun malını telef etmenin de haram olması gibi.
Mefhumu'l-muhalefet: Mantûkun şartlarından biri bulunmadığı için kelamın mezkur için sabit olan hükmünün, meskûtün anh olandan nefyedildiğine delâlet etmesidir.
Hanefîlerce kabul edillen esasa göre "mefhumu'l-muhalefetden çıkan hüküm alınmaz" Meselâ şer'î nass bir hükmün bir mahalde bir şarta veya gayeye (yani belli bir yere ve zamana) veya adede bağlı olarak var olduğuna delâlet ettiği zaman nassın bunlara bağlı olarak var olan hükmü o nassın mantûkudur, bunların bulunmadığı mahallin hükmü ise mefhumu'l-muhalefetidir. Hanefîler nazarında şer'î nassın mefhumu'l-muhalefetde her hangi bir hükme delâleti yoktur.
,
Mehfumu'I-Muhalefetin Çeşitleri:
"Mehfumu'l-Muhalefet" kaidesinin açıklanabilmesi için onun çeşitlerini açıklamak lazımdır. En mühimleri beş tanedir:
1-Mehfumu's-sıfat Bu, bir sıfatla muttasıf olan lafzın o sıfatın bulunmadığı yerde hükmün de bulunmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "İçinizde, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın" (Nisa: 4/25) ayet-i kerimesi Şafiî, Hanbelî ve Malîkîlere göre imanlı olmadıkları takdirde cariyelerle evlenmenin haram olduğuna delâlet etmektedir. Hanefîlere göre ise onu bu sıfatla takyid etmek o sıfatın bulunmadığı yerde hüküm de bulun-mayacağ.m göstermez, dolayısıyle bu ayet-i kerimede mümin olmayan cariyelerle evlenmenin hükmüne dair bir delâlet yoktur. Aynı şekilde hür kadınlarla evlenmeye gücü yeten kişinin mümin cariyelerle evlenip evlenemeyeceğinin hükmüne dair de bir delâlet yoktur. "Yahut mesfuh = dışarı akmış kan" (En'am: 6/145) ayet-i kerimesinin mantûku mesfûh kanın haram olmasıdır. Bunun mehfumu'lmuhalifi ise Hanefîlerin haricindeki mezheplere göre mesfûh olmayan yani hayvan kesildiğinde dışarı akmayıp içinde kalan kanın helal olmasıdır.
"Davarın dağda otlayanında zekat vardır"[1] hadisi şerifi Maliki, Şafiî ve Hanbelîlere göre ahırda alefle beslenende zekat olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre delâlet etmez. "Zenginin borcunu geciktirmesi zulümdür" hadisi şerifi cumhura göre fakirin geciktirmesinin zulüm olmadığına delâlet eder.
2- Mehfumu'ş-şart Bu, hükmün varlığını bir şarta bağlayan lafzın, şart olmadığı yerde hükmün de olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ "(Boşanan kadınlar) eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin" (Talak: 65/6) ayet-i kerimesi Şafiî, Malikî ve Hanebelîlere göre mehfum-ı muhalifi ile hamile olmayan kadın için iddeti boyunca kocasına nafaka vacib olmadığına delâlet ettiği halde Hanefîlere göre etmez. "Eğer gönül rızası ile o mehrin bir kısmını size bağışlarsa onu da afiyetle yiyin" (Nisa: 4/4) ayet-i kerimesi cumhura göre hanımların rızaları olmadan kocalarının mehirden almalarının haram olduğuna delâlet ettiği halde Hanefîlere göre buna delâlet etmez.
3- Mehfumu'l-gaye : Bu, bir hükmü bir sınırla tahdid eden lafzın, o sınırdan sonra o hükmün zıddının sabit olduğuna delâlet etmesidir. Gaye'nin iki lafzı vardır hattâ. "Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden ayırt edinceye kadar yiyin için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın." (Bakara: 2/187) ayet-i kerimesi mehfum-ı muhalifi ile gayeden yani fecrin doğmasından sonra yiyip içmenin haram olduğuna, gurub vaktinde gecenin girmesiyle de iftar etmenin cevazına delâlet etmektedir. "Temizleninceye kadar onlara (hanımlara) yaklaşmayın" (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesi Şafiî ve Hanbelîlere göre hayızdan temizlendikten sonra istimtanın caiz olduğuna delâlet eder. "Kocası onu (üçüncü defa) boşarsa artık o başka bir koca ile evlenmedikçe ona (eski kocasına) helal olmaz." (Bakara: 2/230) ayet-i kerimesinin mefhum-ı muhalifi şudur: Üç talak verilen kadın başka biri ile evlenip boşandıktan sonra ilk kocasına helal olur. Bu cumhura göredir. Hanefîlere göre ise bu mefhum, gayeden sonra hükmün (yani ilk kocasına haramlığın) kalktığına delâlet etmez.
4- Mehfumu'l-aded Bu, hükmü bir adede bağlı ifade eden lafzın, bu adedin olmadığı yerde hükmün olmadığına delâlet etmesidir. Meselâ: "Zina eden kadın ve zina eden erkek, her birine yüzer sopa vurun" (Nur: 24/2) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile bu sayının yüzden ne fazla ne eksik olmasının caiz olmadığına delâlet eder. "Onlara seksen sopa vurun" (Nur: 24/4) ayet-i kerimesi mehfumu'l-muhalefet'i ile seksenden az ve çok olamayacağına delâlet eder. "Onu-da bulamayan üç gün oruç tutsun" (Bakara: 2/196) ayet-i kerimesi mehfumu'lvmuhalefet'i ile orucun üçten az ve çok olamayacağına delâlet eder. Cumhura göre bu mefhum alınır amel edilir Hanefi'lere göre alınmaz. J
5- Mehfumu'l-lakab veya Mehfumu'l-isim Bundan maksad kendisiyle zât anlatılan ismin mefhumudur. Meselâ: "Muhammed Allah'ın Rasûlüdür" ün mehfumu'l-muhalefet'i Muhammed'in gayrisi değildir demektir. "Anneleriniz size haram kılındı" ayet-i kerimesinin mehfumu'l-muhalefet'i "annelerden gayrisi haram değildir şeklindedir." "Buğdayda sadaka vardır" hadisi şerifinin mefhumu "buğdaydan gayrisinde yoktur" şeklindedir.
Usûlcülerin ittifakla vardıkları hüküm şudur: Mefhumu'l-lakab hüccet değildir, dolayısıyle lakabın mehfumu'l-muhalefet'i hüccet sayılmaz. Çünkü lakabın zikredilmesi ne takyid ne de tahsis ifade eder ve ne de onun dışındakilerden ihtirazı.
Lakab: Nassda isim olarak varid olup, zikredilen hükmün kendisine isnad edildiği zata alem olan câmid lafızdır.
Özetle: Usûlcüler, ister şer'î naslarda ister başkalannda olsun mefhumu'l-lakabın bir hüccet olmadığında ittifak etmişlerdir. Mefhumu sıfat, şart, adet ve gayenin de şer'î nassların dışında yani akidlerde, halkın sözlerinde, müelliflerin ibarelerinde, fukahanın ıstılahlarında hüccet olduğunda da ittifak etmişlerdir. Meselâ, bir insan "vakfımın geliri fakir akrabama verilsin" dese bu sözün mantûku fakir akrabalarının bu gelirde hak sahibi olduğunun sabit olmasıdır; mehfumu'l-muhalefet'i ise fakir olmayan akrabalarının hakkının olmamasıdır, çünkü insanların örfü ve ıstılahı buna göredir. Ancak bir karine bulunur da buradaki kaydın tahsis için olmadığına delâlet ederse bütün akrabası alır.
Ancak usûlcüler şer'î nasslarda sıfatta, şartta, gayede ve adette mehfumu'l-muhalefet'i ile istidlal etme hususunda ihtilaf ettiler. Cumhur, örfü ve halkın kullanımını esas alarak mehfumu'l-muhalefet'in şer'î nasslarda mantûkun hükmünün zıddını isbat etmekte bir hüccet olacağı görüşündedir. Hanefîlere göre ise mehfumu'l-muhalefet bu hallerde hüccet değildir. Çünkü Arap dili üslupları ve şer'î nasslann pek çoğunda zikredilenin dışında kalan hükmü nefyetme kastedilmez. Meselâ "Kâfirlerin fitnesinden korkarsanız,
namazı kısa kılmanızda size bir vebal yoktur." (Nisa: 4/101) ayet-i kerimesinde nass namazı kısaltmanın caiz olması için fitne korkusu bulunmasını şart koşmasına rağmen namaz kılanlar kâfirlerin fitnesinden ister korksun ister korkmasın sefer halinde namaz kısaltılır. 'Himayenizdeki üvey kızlarınızı nikahlamak size haram kılındı." (Nisa: 4/23) nass-ı şerifinde haram olması onun üvey babanın himayesinde olmasını şart koşmasına rağmen ister himayesinde olsun ister olmasın o annesinin kocasına haramdır. Buradaki "himayesinde bulunma" kaydının vakıayı beyan için geldiği, mantukun dışındaki hükmü nefyetme kastedilmediği unutulmamalıdır. Nitekim, faiz mutlak olarak haram kılındığı halde kat kat yenilmesini haram kılan nass da bu kabildendir, çünkü bu mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan için getirilmiş bir kayıttır.
Mevcud hali ve çoğunlukla yapılanı beyan etme gibi başka bir hikmet murad edilmiş ise, nassda varid olan kaydın ancak tahsis için ve onun haricin-dekilerden ihtiraz için olduğunu kesin tesbit edersek cumhurun görüşü ercahtır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ancak Malikîler "Her beş devede bir koyun zekat verilir" hadisinin umum ifade etmesinden dolayı ister merada ister ahırda beslensin bütün hayvanlarda zekatı vacib görmüşlerdir. Delil sâime olmayanda zekat olmamasını gerektirmesine rağmen İmam Malik bunlarda da zekat görmekte, mefhumu'l-muhalifle amel etmemektedir.
*****
BUNLARI BİLMEDEN YANİ FIKIH USULÜNÜ BİLMEDEN , İLGİLİ AÇIKLAYICI HADİSLERE DE MÜRACAAT ETMEDEN KURAN ANLAŞILAMAZ , OKUNUR İSTİFADE EDİLİR , MANALAR ÇIKARILIR AMA FIKHİ SONUÇLAR ÇIKARILAMAZ..HER İLMİN KENDİNE HAS DERİNLİĞİ VARDIR ..FIKIH VE TEFSİRDE ÖMYLEDİR..BU DERİNLİKLERİ BIRAK KONUNUN BAŞLIKLARIONI BİLE BİLMEYEN CEHALET ABİDELERİNİN KURANIN AYETLERİNE BAKARAK HÜKÜM KOYMASI NE BÜYÜK BİR SU-İ EDEB VE NE BÜYÜK BİR HADDİ AŞMIŞLIK.