Editörler : supporters.
«42434445464748495051525354

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:31

14.01.2021

Eski (Selahattin Yolgiden)

artık zamanı değildi eskinin

yaz çoktan bitti bahçelerde

şimdi kokulu mumlar ve kalın bir perde

ile örtülü odalardasın, odalar her yerde!

sana ağlayan heykellerin kıymetini bil,

bir zamandan ötekine götüren

avuçlarında bir tutam saçla

uyandığın esrik rüyaları unut gitsin.

bir büyücüydün eskiden

vardan yok, yoktan var eden

bulutların vardı deniz kokulu

yağmurların denizlere ağlayan.

kurtar kendini acılarından, arın

herkes unuttu seni, kimse sevmiyor

şu sokak bile sıradan bir sokak artık

herkes unuttu seni, unut gitsin sen de

artık zamanı değil eskinin

kendini unut, içindeki seni dinle!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:36

15.01.2021

Yabanca (Kaan Koç)

güller birbirini eleştirirken camdan bakan annem

tersyüz edilmiş çağındayız belki insanlığın

benim ağzım senin yaralarında merhem ve sevdiğim kadınlar

isa'yı ardından 5 kez bıçaklar, seninleyim meryem!

jülieti sevmedim romeosuyla haspa ve hoppaydı baştan sona

leyla bir çocuğu bırak iki dirhem süt bile vermedi mecnuna

bu yüzden hırpalama sevdiğim ayaklarını sen, uzat balkonlar kıskansın

tüyüne kibrit çakılmış kuşlar kıskansın göğüslerinle sen bak

ne onursuz bir padişahsın

çayımı içerim, suların bile buruk tadı saçların dökülmediyse içine

zavallı böcekler cumhuriyetinde elinde sancağıyla ve kırılmış dişleri

kudüsten buraya yol olmaz mı dersin ama babam da fay hatlarında

ev kurmayı sever sen de bilirsin ve oğlun

dünden bugüne kimseyi incitemedi

anne, bir meryem sen değilsin, bir de başkası var

onun da tenine vakitsiz atlar koşar, yaralı ağzıyla gökten kan tutar

varislerim olursa belki kıçı kırık bir musa belki uzun ince ayşa

onlara benden, iki meryemi çivilediğim birbirine

bir güzel çarmıh kalır anca

bu akşam pek hüzünlüydü gözlerime ulaşmadı bile yüreksuyum

yoksunum şimdi bir trenin rayları silip götürmesinden

dört telli bir çalgıdır yani şu tren yolu dedikleri de zaten, başka ne ki

ya neşet ertaş ya david gilmour vurup durur gece gündüz

değil miydi tanrıcılık dedikleri, dünyayı semerinde taşıyan bir öküz

ah babam, ne benzerim ona kırılmak ve öfkelenmekte

o tuzluğu sever limonsuz ruhuna dökmek için

benim kalbimi silmeye bir elbezi yeter her yemekte

güller yani, bırak birbirini yesin dursun anne

senin halin gülün deldiği topraktan nice

içimde kalmadı ne şiddet ne öfke, ben şimdi kendime bir iz bırakıp

geliyorum çağları çağlayıp sana meryem!

yatağı hazır et, suları soğut, iki sansürü sütleyip at memelerinden

ne zaman belini tutsam, eğrilmiş sırtıyla yorgun ağlıyor annem

elele dolaşsak caddelerde, kemikli bir avuçtur toz toprak elimde

ve gözlerinde mezar böcekleri görüyorum bazen

anla işte! karışıyor birbirine sen nerdesin nerde annem

ben seni bu yüzden hiç gözlerim kapalı öpmedim öpemem

meryem!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:38

16.01.2021

Aykırılığa Başkaldırı (Kaan Koç)

atların kırıldıysa bacakları

bize oturacak tek sofra kalmadı demektir.

ağzını ağzıma sokma sabah sabah

iç içe girmiş iki ağız bu sokakta

yanlış bir adrestir.

gözlerini bağla, gecenin kemendini getirdim

ikimiz, iki komşu dal gibi ormanda, iki yapışık boyun

iki şah damarı gibi yakında,

vaktiyle bizi seven herkes gitti, dünya gemimiz ve biz

unuttun mu,

önce aslanlar kaçıyor bir orman yandığında...

annem komünistti, babam faşist

içten böldü bizi dünya, her kahvaltı önümde bir topal sehpa

didiştim kuşlarla kapımda yelkovan, tik tak

vurup durdu ölüm; o türk filmi karşımda.

unutma,

veremli kız değil, yalnız kalan erkek ölür

kamera arkasında.

bilirim, ayrılık aşkın annesidir, koşarak gider sıkışınca

ayrılığı emzirenler kazanıyor belki, belki iki kaygan organ

hayasızca içlenince, belki her otobüste başka gözlere akınca

kuralsızlığı oynamak belki aşk belki adı herkesin ağzında yosma

evet ama,

aşkın yıpranmış kadınlığını kullanabiliriz hiç olmazsa ağlarken

ve sırılsıklam uyanınca sabaha.

bütün ölü şairler rakı sofrası kuruyor göğsümde

susunca kızıyorsun oysa konuşunca anason kokuyor dilim

buna da öfkelisin, öfkesiz içebilirsin rakıyı ya da şehrin meydanında

ağzını dayayabilirsin boğazıma,

ah! kurşunu gelmiş revolverim

ne çok istiyorum boşalmanı ağzıma.

kırıldı mı atların bacakları, cevapla

susarsan saatin kösteği kopmuş demektir.

şah damarlarımızı çözmeye çalışma,

şah damarlarıma akan elin bu yatakta

yanlış bir abdesttir.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:40

17.01.2021

Bir Yanlışlık Oldu (Devrim Dirlikyapan)

bir yanlışlık oldu, büyüdüm;

hiç çizgi roman okumadan,

futbol oynamadan. daha tekerlemesi bile

bitmeden masalımın, korkulara sürüldüm.

bu uyku tünelinde geçti çocukluğum.

saatim yoktu. ölçemedim ömrümü,

her doğum günüme bir müzik kutusu kurabildim.

otuz yıl öncesine randevu verdim kadınlara.

kimseler gelmedi. bir yanlışlık oldu, bekledim,

bir parantez içi gibi kaldım geçmişte.

son baskıya yetişmedi umudum.

bir itiraz dilekçesi buldum kendime

müzik, sinema ve edebiyattan; içime iğneledim.

bir yığın "maddi hata" bulundu düşlerimde.

aşk bir ağır ceza suçuymuş, bilemedim.

bir yanlışlık oldu, öldürülmedim.

param yoktu, yalnızca bir kap mide spazmı

alabildim. en yoksul kafiyesi oldum çağımın.

güncelleştirilmemiş bir yazıt gibi yaşadım.

bir yanlışlık oldu, büyüdüm. ta başından

yakalandım hayata; mağara resimleri çizerken

rahim duvarlarına annemin.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:41

18.01.2021

Yanlış ve Yabancı (Devrim Dirlikyapan)

trenim öldü

akşamdan kalma bir yabancıyım

artık beni bu çağdan topla kalbim

kimsenin beklediği devrim değilim,

ne sevebildim yerimi

ne dirlik yapabildim.

kolay bitmedi gecem

şarkısını yitirmiş çingene bir çocukla

ağır yaralı iki bacak gibi yanyana

sabaha kadar devrildim,

bir göç imgesine saplanıp kaldı ayaklarım

ah yollar, görmediler ki beni gidebileyim.

geceleri altını ıslatan bir bulut muydu o çocuk

kaç damla yağmur yedim de böyle şişmanladım

ki düşlerin kanatlarına bile ağır geldi

bir zamanlar leyleklerin getirdiği bedenim.

ah kalbim, ben asaleti bozuk

tanrılar çağına mı düştüm,

bunca yıldır gezerim

hiç böyle dünya görmedim.

trenim öldü

durdu zaman makinem

öyle çok sonlar buldum ki artık

bilmiyorum nereden başlamalıyım.

hiç bulamadığı kapağıyım tencerenin

bir buluşmalar yabancısıyım,

koskoca yıllar yanlışı...

artık beni bu çağdan topla kalbim

bir şarkıya binip gideyim.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Ocak 2021 00:45

Karla Gelen (Devrim Dirlikyapan)

geldiğin gece kar yağmıştı kentin üstüne

gökyüzünden sorular düşüyordu hiç durmadan.

nasıl da kalabalıktın sen; bütün kollarımla

sarılıyordum da vücuduna, kapıda kalıyordu

yine de bir yarın... ilk o zaman anlamıştım

bu eve fazla gelen bir yanı vardı bu buluşmanın

ve daha o geceden belliydi, aşkımızın

boyumuzu aşan yüzlerce ayak izinden

ve kar sıcağı sorulardan yapıldığı.

alıştığımız bir şey değildi oysa, karda tipide

sulara düşmek bir ateşin ağzından,

yeni bir ejderha oluvermek buzul çağında

ve ansızın çatlatabilmek zamanı

en ağır yerinden.

yüreğini düşürmüş binlerce sevgiliden

kopuşa kopuşa mı buluşmuştuk seninle,

beynindeki canavarı mı öpmüştük

kentin bütün "kitap yüklü merkepler'inin?"

ne çok avcı yağmıştı gözlerinin peşinden

ve ne çok çığ dayanmıştı kapımıza.

görmüşlerdi seni saksofon çalar gibi öptüğümü

ve yıllarca düş kırıklığı toplayan şairin

yerin altında artık bir aziz

kent maketi kurduğunu.

o gece ilk defa, aşkın bu kente

yenilmediği bir yerdi sokağımız.

ahlak masasına yatırılmış ömürlerden

çılgın saatler çalıyorduk çünkü hiç çekinmeden

ve bir gecede kimbilir kaç bin yıl yaşamıştık

unutulmuş bir uçurumu emzirirken.

lanetlenmiş yüksek tansiyon vakitlerinde

kalbimiz ancak bu kadar hızlı koşabilirdi

ve az kalsın yanıt verecekti durgun sulardan:

nedir çocuk ölmek her şey yaşlanıyorken.

gelişin çünkü kutsal bir okyanusu

yutmak istemesiydi iki küçük balığın;

kapı kolu, ip ve korkudan ibaret bir öyküyü

yere çalmasıydı çürük diş şövalyelerinin.

sen beni tuzlar kadar sevmiştin,

ben seni karlar kadar, sevgim sevginde erimiş

sevişmiştik, erimiştik kaynar sulara.

oysa bilirsin nicedir

bir yağmur bedduasıydı aşklar

ve her şey ne kadar da aşağılıktı.

geldiğin gece kar yağmıştı kentin üstüne

gökyüzünden gözlerin düşüyordu hiç durmadan,

kar sıcağı sorular kadar tehlikeli gözlerin.

ne kadar güzeldin, bütün resimlerin ve eşyaların

sözünü kesiyordu yüzün. bedenin dolusu

karadeniz kokuyordun... sendin elbet hayatın

altımdaki iskemleye vurması yakın bir ânında

kirpikleriyle ipimi kesen peri; soluğunu

tehlikeyle sıvayan kadın.

gözlerin her şeyi değiştirebilir miydi?

salıncağa binmiş bir zerre gibi kimbilir

kaç kez esrimiştim inanabilmek için buna.

ve yalnızca kellemi değil, bütün bir

bedenimi almıştım koltuğumun altına.

donmuş kan damardan kovulmalıydı çünkü

"böyle olmalıydı ve oldu işte."

tabulardan koleksiyon kurmuş bir kent için

elbette ki toplumsal bir sorundu kalbin.

bütün avcıları peşine takacak kadar

çok sevmiştin çünkü uçmayı, yasaklı

serüvenler getirmiştin. ve nasıl da kalabalıktın

bu eve fazla gelen bir yanın vardı senin,

bütün kollarımla sarılıyordum da vücuduna

kapıda kalıyordu yine de bir yarın.

belli ki toplamadan gelmiştin ayak izlerini,

kilitlenmiş adımlarla örtülü bir kente

yalnızca kabına sıkışmış bir kıpırtı

kalmasın diye eyleminden...

o gece anlamıştım: her yerinden yüreği

taşan bir kadındır bir şaire gereken;

bir karla gelendir, bir kardelen.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Ocak 2021 00:23

Sakarya Türküsü (Necip Fazıl Kısakürek)

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Ocak 2021 23:13

Çile (Necip Fazıl Kısakürek)

Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun.

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al sana rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kâinat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.

Deliler köyünden bir menzil aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selâm sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

Annemin duası, düş de perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

Teselli pınarı, sabır memesi;

Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

Lûgat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mâverâ dede.

Yandı sırça saray, ilâhî yapı,

Binbir âvizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçiçe mimarî, içiçe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni âhenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim.

Gökte saman yolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
22 Ocak 2021 23:43

Biraz daha (Müştak Erenus)

Bir uzun öykü biter

Yorulur kişileri

Girer derede yıkanır

Yollar inatçıdır

Keçiler ağaçlara tırmanır

Döner döner de bir Temmuz günü

Böceklerle bir köşede tükenir

Çalkanır güçlü denizler

Bütün o delilikler üstüne

Devrilir devrilir de

Varır bir çöplükte yorulur

Yurdum benim

Taşım toprağım

Göğüm ağacım

Çiçekli dikine dikine yamacım

Gelir gelir de

Kötü bir güne dayanır

O öykü öyle bitmez

Yorulmaz kişileri

Varır gün ışığına şöyle

Yunar, yenilenir

Yolların inatçılığı nicedir

Ağaçlarda keçilerin başı vurulur

Köşeler dolandığı yerde düzlenir

Alır bir soluğa götürür

Çalkanır güçlü denizler

Bütün o erdemlikler üstüne

Yücelir yücelir de

Varır o köhneyi kurutur

Yurdum benim

Taşım toprağım

Göğüm ağacım

Gelin çiçekli köklü ağacım

Elbet bir gün gelir

o güzel güne uyanır.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
23 Ocak 2021 23:29

Aşk Yaşayanlar İçindir (Necati Cumalı)

Ağladığını istemem ben ölürsem.

Beni en sevdiğin halimle hatırla.

Uzak bir yerde çalıştığımı düşün.

Hayatta olduğuma inan

Bir gün gelir kendiliğinden

Geçer bütün üzüntün

Her yeni gelen günü

Yeni bir ümitle beklemeli

Her yeni gün yeni havalarla gelir

Gece, yağan yağmurla uyursun

Sabah, birde bakarsın odan güneşli.

Her gelen vapur, tren

Yeni insanlarla gelir...

Ben esmerdim güzelim

Bu sefer bir sarışını seversin

Aşk yaşayanlar içindir..


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Ocak 2021 23:48

Açsam Rüzgara (Orhan Veli Kanık)

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş

Mavilerde sefer etmek!

Bir sahilden çözülüp gitmek

Düşünceler gibi başıboş.

Açsam rüzgara yelkenimi;

Dolaşsam ben de deniz deniz

Ve bir sabah vakti, kimsesiz

Bir limanda bulsam kendimi.

Bir limanda, büyük ve beyaz...

Mercan adalarda bir liman..

Beyaz bulutların ardından

Gelse altın ışıklı bir yaz.

Doldursa içimi orada

Baygın kokusu iğdelerin.

Bilmese tadını kederin

Bu her alemden uzak ada.

Konsa rüya dolu köşkümün

Çiçekli dalına serçeler.

Renklerle çözülse geceler,

Nar bahçelerinde geçse gün.

Her gün aheste mavnaların

Görsem açıktan geçişini

Ve her akşam dizilişini

Ufukta mermer adaların.

Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,

İller, göller, kıtalar aşmak.

Ne hoş deniz deniz dolaşmak

Düşünceler gibi başıboş.

Versem kendimi bütün bütün

Bir yelkenli olup engine;

Kansam bir an güzelliğine

Kuşlar gibi serseri ömrün.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
25 Ocak 2021 23:39

Albino (Enis Batur)

kaç gece kaç gün geçti bilmem;

bembeyaz denizin üzerinden uçarı

bir kabuk, uzun, arşa yükselen

albino dalgaların savurduğu kör

bir lekeydim: yorgun, korkusunu

çoktan terketmiş, hem iki boşluk

duygusu arasında sonsuz kuş, hem

kuyunun dibinde soluksuz karanlık

hayvanı, bekledim, kaç gece kaç gün

geçti bilmeden çoktan geçmişken

kendimden an geldi koptum hepten,

çekildim uzaktaki bir noktaya doğru,

içimden geçen eksen mi kırılmıştı,

gövdemi tutan yay mı oynamıştı

kökündeki yerinden bilemedim:

kaçıncı gecenin sabahıydı doğmadı

güneş, bana gönderilen tufanın

ardından gelen siyah bir gündü, uyandım.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
26 Ocak 2021 23:44

Adına Yaktığım Türküler (Necati Cumalı)

Ne söyler bu türküler

Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler

Sevilip sevdikten sonra

İnsan böyle yalnız mı kalır

Bahtına hatırlamak mı düşer

Ne söyler bu türküler

Bomboş ovalardan geçen trenler

Bir kere Menemen'den

Kolları kelepçeli bir adamla

Bir cardarma oturdular yanıma

Manisa'da indiler

Küçüktün annem söyledi

"Atımın adı Dilber'dir"

"İskender Bey dayımdır"

Büyüdüm neden sonra anladım

Has bahçede kör sarmaşık

Karışık güller arasına

Ben şahin değilim

Yükseklerde uçamam tek başıma

Serçe kuşu değilim

İnemem nar dalından

Pınar başına

Pencerem denize karşıdır

Oturur düşünürüm bazı günler

Seni beni mahzun eden bu haller geçer

Gün gelir herkes gibi ben de ölürüm

Bu aşk yürekten yüreğe yeniler

Bir gün ağızdan ağıza dolaşır

Adına yaktığım türküler


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
27 Ocak 2021 23:29

Güneş Delisi (Necati Cumalı)

Akan suyu severim ben

Işıldayan karı severim

Bir yeşil yaprak

Bir telli böcek

Yeşeren tohum

Güneşte görsem

Sevinç doldurur içime

Bir günü

Güzel bir günü

Güneşli bir günü

Hiçbir şeye değişmem

Onun için savaşı sevmem

Onun için zulümü sevmem

Onun için yalanı sevmem

Bilirim yaşamaz güneşte

Bilirim yaşamaz yanyana aşkla

Ne haksızlık

Ne korku

Ne açlık


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
28 Ocak 2021 23:28

Sabret (Cahit Külebi)

Sen petekte bir gömeç bal gibisin!

Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.

Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki

Her gün eser durursun hafızamdan.

Ellerin var beyaz güller gibi küçücük,

Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe!

Sanki yeşil yaylalardır gözlerin

Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.

Ben kanadı kırık bir kuş değilim

Döner birgün gurbet ellerde kalan

Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim,

Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
29 Ocak 2021 23:48

Bir Halin Var Özlüyorum (Cahit Külebi)

Bir halin var seviyorum

Küçük ellerinden daha çok

Bir halin var özlüyorum

Sıcak dudaklarında yok

Yıldızlı gözlerinde ayrı ufuk

Bir halin var düşünüyorum

Bir halin var gülüyorum

Arsız burnunda çocuk

Bir halin var özlüyorum

30 Ocak 2021 21:21


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Ocak 2021 23:40

Zavallı Tutsak Yürek (Adnan Yücel)

Hep açlığında büyür yaşamın

Hep korkulusunda dolanır

Gezer durur elden ele

Şiirsiz sancılar kıvranır

Zavallı tutsak yürek

Bugün onlardadır yarın bizde

Çırpınır ha çırpınır

Bir ağlamaklı şiir dizesi

Bir yıpranmış imge diye

Alır başını bazen çekip gider

Taksit taksit konuşur arkadan

Yaşanmış coşkuları taklit eder

Yanıbaşında boğulurken şafak

Ve katledilirken ter

Oturur kanın üstüne şarap içer

Mevsimleri de bilmez ama

Her mevsimde üç renge gire


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
31 Ocak 2021 23:42

Açık Atlas (Ece Ayhan)

Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran

Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya

Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi

Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte

Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını

Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru

Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne

İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar

Yalnız Orta Doğu'da el altında satılan bir atlas

Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş

İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp

Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun

Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama

Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların

Bir cenaze töreninde daha ölümlü karşılamaya götürüleceğiz

Efendiler! Eşekler susabilirler

Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
01 Şubat 2021 23:54

Anladım (Ahmet Telli)

Bulutları düşünüyorum kuşları ve aşkı

Tarihleri var da onların hatta anıları

Vatanları olmadı hiç bir zaman ki onlar

Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek

Ve bırakarak metal bir uygarlığı geride

Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil

Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar

Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk

Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum

Üşüdüğümü unutuyorum yalnızlığımı da

Yasaksa artık bu ülkeden çıkmamız

Vatansız olduğumuzu bilelim diyedir

Mayınlayarak ömrümüzün kalan kısmını

Anladım vatansızlıktır bir şaire yakışan.

Toplam 1076 mesaj
«42434445464748495051525354

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi