Müslümanlık, zümreler arasındaki farkları kaldırdı. Beşer tabakalarından yahut fertlerden herhangi birinin hükümler ve şer'i teklifler huzurunda bir başkasına karşı üstünlüğünü asla kabul etmedi. Aksine bütün insanlığı, teklifleri önünde aynı seviyeye getirdi.
Müslümanlık bütün hükümlerinde, bütün tekliflerinden krallar ile halkları bir tutar.
Allah sorumlu değildir. (O'ndan başka) bütün varlıklar sorumludur (Enbiya Sûresi, 23). Hüküm Allah'tan başkasının olamaz. O, hakkı bildirir ve hâkimlerin en hayırlısıdır (En'am Sûresi, 57).
İşte bu gibi semavî hükümler sayesindedir ki hükümdarların, emirlerin, hâsılı nüfuz erbabının hepsinin, bütün işlediklerinden sorumlu olacağı, bütün hareketlerinin hesabını vereceği, İslâm Dininde kararlaşmıştır. Zaten "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz" hadisi şerifi bunu açıkça gösteriyor.
Yaratıcının emirlerine aykırı hususlarda hiçbir yaratığa itaat caiz değil. Hükümdar ile tebaa arasında bir ihtilaf ortaya çıkınca, Allah'ın kitabı ve Resulün sünneti hakem yapılacaktır. Buna göre kudreti, şevketi ne kadar yükselmiş olursa olsun; hiç kimse, öyle canının istediği, keyfinin bildiği gibi Müslümanlara hükmedemeyecek.
Bunun içindir ki Müslümanlık, adaletten ayrılan, şer'i hükümlerin çizdiği sınırlara riayet etmeyen emirlere karşı, Müslümanların baş kaldırmasına cevaz vermiş; böyleleriyle harbetmeye, hatta böylelerini öldürmeye müsaade etmiş.
İslam, kanunlar ve hükümler huzurunda hâkim tabaka ile halk arasındaki farkları kaldırdığı gibi, ruhanî sınıflara karşı harp açarak insanlığı onların şerlerinden kurtardı. Günahın miras yoluyla intikali inancını yıktı. Ve Allah ile yarattıkları arasına gerilmiş perdeleri, yukarıda izah ettiğimiz gibi yırtıp attı. Sonra, tam ismetin (günahsızlığın) ancak Allah'a mahsus olduğunu, bu hususta kendisine kimsenin ortak olamayacağını bizlere gösterdi. Diğer tabakalara mensup fertlerin, Hak huzurundaki mevkii ne ise, din adamlarını da aynı mevkie getirdi.
Halife, İslâm toplumları arasında Peygamber (s.a.v.) Efendimizin makamında durmakla, dinî mertebelerinden yükseğini işgal etmiş bulunuyor. Şimdi Müslümanlık, bir halifeyi hiçbir suretle hata etmez görmediği gibi kitabın, sünnetin ne tefsiri, ne de tadili imtiyazını ve beşer fertlerinden birinin günahını bağışlamak yahut kimseyi mağfiret dairesinden kovmak yahut kimsenin inancı üzerinde tahakküm edebilmek hakkını ona bahşetmez.
İslâm, halifeye yalnız şeriatın çizdiği hükümler içerisinde adalet icrasını emretmiş ve Allah huzurunda nasıl mesul ise, bütün Müslümanlara karşı da kendisini öylece sorumlu tutmuştur. Binaenaleyh haktan saptığı zaman, şeriatın tayin ettiği şartlara göre, kendisini hal' yahut katletmek, her Müslüman'ın üzerine vacip olur. Artık Resulûllah'ın halifesinin Müslümanlıktaki yeri böyle olursa, din adamları ile diğer bütün Müslümanların mevkileri ne olmak gerekir, düşünülsün.
(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)
Müslümanlık, zümreler arasındaki farkları kaldırdı. Beşer tabakalarından yahut fertlerden herhangi birinin hükümler ve şer'i teklifler huzurunda bir başkasına karşı üstünlüğünü asla kabul etmedi. Aksine bütün insanlığı, teklifleri önünde aynı seviyeye getirdi.
Müslümanlık bütün hükümlerinde, bütün tekliflerinden krallar ile halkları bir tutar.
Allah sorumlu değildir. (O'ndan başka) bütün varlıklar sorumludur (Enbiya Sûresi, 23). Hüküm Allah'tan başkasının olamaz. O, hakkı bildirir ve hâkimlerin en hayırlısıdır (En'am Sûresi, 57).
İşte bu gibi semavî hükümler sayesindedir ki hükümdarların, emirlerin, hâsılı nüfuz erbabının hepsinin, bütün işlediklerinden sorumlu olacağı, bütün hareketlerinin hesabını vereceği, İslâm Dininde kararlaşmıştır. Zaten "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz" hadisi şerifi bunu açıkça gösteriyor.
Yaratıcının emirlerine aykırı hususlarda hiçbir yaratığa itaat caiz değil. Hükümdar ile tebaa arasında bir ihtilaf ortaya çıkınca, Allah'ın kitabı ve Resulün sünneti hakem yapılacaktır. Buna göre kudreti, şevketi ne kadar yükselmiş olursa olsun; hiç kimse, öyle canının istediği, keyfinin bildiği gibi Müslümanlara hükmedemeyecek.
Bunun içindir ki Müslümanlık, adaletten ayrılan, şer'i hükümlerin çizdiği sınırlara riayet etmeyen emirlere karşı, Müslümanların baş kaldırmasına cevaz vermiş; böyleleriyle harbetmeye, hatta böylelerini öldürmeye müsaade etmiş.
İslam, kanunlar ve hükümler huzurunda hâkim tabaka ile halk arasındaki farkları kaldırdığı gibi, ruhanî sınıflara karşı harp açarak insanlığı onların şerlerinden kurtardı. Günahın miras yoluyla intikali inancını yıktı. Ve Allah ile yarattıkları arasına gerilmiş perdeleri, yukarıda izah ettiğimiz gibi yırtıp attı. Sonra, tam ismetin (günahsızlığın) ancak Allah'a mahsus olduğunu, bu hususta kendisine kimsenin ortak olamayacağını bizlere gösterdi. Diğer tabakalara mensup fertlerin, Hak huzurundaki mevkii ne ise, din adamlarını da aynı mevkie getirdi.
Halife, İslâm toplumları arasında Peygamber (s.a.v.) Efendimizin makamında durmakla, dinî mertebelerinden yükseğini işgal etmiş bulunuyor. Şimdi Müslümanlık, bir halifeyi hiçbir suretle hata etmez görmediği gibi kitabın, sünnetin ne tefsiri, ne de tadili imtiyazını ve beşer fertlerinden birinin günahını bağışlamak yahut kimseyi mağfiret dairesinden kovmak yahut kimsenin inancı üzerinde tahakküm edebilmek hakkını ona bahşetmez.
İslâm, halifeye yalnız şeriatın çizdiği hükümler içerisinde adalet icrasını emretmiş ve Allah huzurunda nasıl mesul ise, bütün Müslümanlara karşı da kendisini öylece sorumlu tutmuştur. Binaenaleyh haktan saptığı zaman, şeriatın tayin ettiği şartlara göre, kendisini hal' yahut katletmek, her Müslüman'ın üzerine vacip olur. Artık Resulûllah'ın halifesinin Müslümanlıktaki yeri böyle olursa, din adamları ile diğer bütün Müslümanların mevkileri ne olmak gerekir, düşünülsün.
(Abdülaziz Çaviş, Anglikan kilisesine cevap)