Dört çeşid zekât malından, zekât hayvanlarının ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını ve şehre dışardan gelen ticâret eşyâsının zekâtını, hükûmet alır. Fekat, hükûmet de aldığını yalnız müslimân
fakîrlere dağıtır. Yanî hükûmet, fakîrlerin vekîli olarak almakdadır.
Zekât parası ile câmi, köprü, çeşme, yol, baraj, hac, cihâd gibi
hayr işlerinin ve âmme hizmetlerinin hiçbiri yapılmaz. Her çeşid
zekâtı, 7 kimseden birine veyâ vekîline teslîm etmek lâzımdır.
Devlet topladığı zekâtı başka işlerde kullanamaz. 7 sınıfdan bir
kimseye verir. Zenginin, zekâtını, fakîr olan akrabâya, sâlihlere,
ilm öğrenen fakîrlere vermesi dahâ sevâbdır.) Hadîs-i şerîfde, (Ey
ümmetim! Beni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, fakîr akrabâsı varken, başkalarına verilen zekâtı, Allahü teâlâ kabûl etmez) buyuruldu. Yanî sevâbı olmaz. Müşebbihe gibi kâfir olan bid?at sâhiblerine (Mülhid) denir. Mülhidlere zekât verilmez.
Devleti devirip yok etmeğe ihtilâl denir. Meşrû devletin emrlerine uymıyan müslimânlara âsî, bâgî denir. (İbni Âbidîn)de diyor ki, (Bâgîlerin veyâ zâlim hükûmetlerin baskısı altında veyâ Dârülharbde bulunan müslimân, hayvan zekâtını ve uşru onlara vermeyip, fakîrlere kendisi dağıtmış ise veyâ verdiğinin, onlar tarafından yedi belli kimseden birine verilmiş olduğunu biliyor ise, bu zekâtları ve uşru meşrû hükûmet tekrar alamaz. Fekat altın ile gümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtını almış iseler, zenginin bunları tekrâr fakîrlere vermesi lâzım olur. Bazı kitâblar, bâgîlerin ve zâlimlerin, eğer müslimân iseler, her zekâtı almaları ve başka yerlere de sarf etmeleri câiz olur demişlerdir. Bunları, fakîr saymışlardır). Buradan da, zekâtın fakîrlere verilmesi lâzım olduğu anlaşılmakdadır.
Türkçe ilmihâl kitâblarının en kıymetlilerinden olan (Dürri yektâ) sâhibi ?rahmetullahi teâlâ aleyh? diyor ki, (Dört çeşid zekât mallarından ikisine, yanî altın ile gümüşe ve ticâret eşyâsına,
(Emvâl-i bâtına) gizli mallar denir. Bir kimsenin gizli mallarını
araşdırmak ve zekâtlarını istemek câiz değildir. Böyle malların
mikdârını hesâb etmek ve zekâtını vermek işi, bunların sâhiblerine bırakılmışdır. Sâhibi, zekâtını dilediği fakîre vermekde serbestdir. Zekât hayvanlarına ve toprakdan yetişen maddelere (Emvâl-i zâhire) denir. Emvâl-i zâhirenin mikdârını anlamak ve fakîrlere dağıtmak, bunların sâhiblerine bırakılmamışdır. Bu işleri müslimânların imâmı tarafından gönderilen memûr yapar. Bu memûra (Âmil) denir.)
Mal demek, insanlara, lâzım olan ve kullanmak için saklanabilen şey demekdir. Birkaç buğday dânesi, bir kaşık toprak, bir içim su, mal değildirler. Çünki, insanların hepsi veyâ birkaçı, bunları saklamaz.
Kâğıd paralar, üzerinde yazılı kıymet ile kullanılmazsa, kendileri kıymetsiz olur. Çünki para olarak kullanılması yasak edilen, çarşıda, pazarda geçmiyen bu kâğıd parçaları bir işe yaramaz ve kullanmak için saklanılmaz. (İbni Âbidîn) ?rahmetullahi teâlâ aleyh?, sarraflık satışını anlatırken, (Fülûs yanî bakır paralar, geçer akçe ise, üzerindeki değere göre para olur. Üzerindeki değeri kaldırılırsa, kıymetsiz mal olur) diyor. Kâğıd liralar da böyledir. 13.sahîfesinde diyor ki, (Ödenecek senedlerin iki manâsı vardır:
Üzerinde yazılı olan değeri ve kâğıdın kendi değeri. Üzerindeki değer (Deyn) olan, yanî insanın kendinde bulunmıyan malını göstermekdedir. Kâğıdın kendi değeri ise pek azdır.) Hükûmetden alınacak aylıkların senedleri, çekleri üzerinde yazılı değerlerin, deyn olan malı gösterdiği, İbni Âbidînin 14.sahîfesi başında yazılıdır. Kâğıd liraların üzerindeki değerler de böyledir.
İnsanın tam mülkü olan, yanî tesarrufu, istifâdesi câiz ve mümkin olan malın zekâtı verilir. İnsanın tam mülkü değilse, zekâtı verilmez. Zekât malı insanın kendinde bulunuyorsa, Ayn denir.
Başkasında bulunuyorsa Deyn denir. Alışverişde, malın ayn ve deyn olması başkadır. Mebi yanî satın alınan mal, akd yanî sözleşme yapılınca müşterinin mülkü olur ise de teslîm alınmadan önce, kullanılması câiz değildir. Bunun için teslîm almadan önce tam
mülkü değildir. Teslîm almadan, zekât hesâbına katılmaz. Satılan
bir malın Semeni, yanî karşılığı, teslîm alınmadan önce, alışverişde ayn ise, yanî satış peşin ise, herkese verilebilir. Semen söz
kesilirken deyn ise, yanî satış veresiye ise yalnız borcluya, yanî satıcıya verilebilir. Bunun için semen, teslîm alınmadan önce de zekât hesâbına katılır.
İster ayn olsun, ister deyn olsun, tam mülk olan (Emvâli bâtına), nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra, elde bulunanın kırkda
birini ayırıp, zekât olarak vermek farz olur. Bunların zekâtlarının
beş şeklde verilebileceği, Dürrülmuhtâr kitâbında şöyle yazılıdır:
1 ? Deyn olan mal, fakîrde ise, hepsi veyâ bir kısmı, bu fakîre
bağışlanırsa, bağışlanan malın zekâtı da deyn olarak verilmiş olur.
Zengindeki mal, zengine bağışlanırsa, bunun zekâtını, ayrıca fakîre ayn olarak vermek lâzımdır.
2 ? Ayn olan malın zekâtını, ayn olarak vermek lâzımdır. Yanî hâzır olan malın zekâtını vermek için kendinde olan bu malın kırkda birini ayırıp fakîre verir.
3 ? Deyn olan malın zekâtı deyn olarak verilemez. Ayn olarak vermek lâzımdır. Yanî başkasında bulunan malının zekâtını, hâzır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa, başkasındaki malından zekât mikdârını isteyip teslîm alıp, sonra bunu fakîre verir.
4 ? Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yanî hâzır bulunan malın zekâtı olarak, fakîrdeki alacağını bu fakîre bağışlamak câiz değildir. Fekat, yanındaki malın zekâtı olarak,
başka birisindeki alacağını alması için fakîre emr etmesi câiz olur.
Çünki fakîr, o kimsedeki malı, altını eline alınca, ayn olur. Ayn
olan malın zekâtı, ayn olarak verilmiş olur. Fakîrde deyn olan malın zekâtı, o deyn maldan verilemez. Çünki, geri kalanı fakîrden aldığı zemân, ayn olur. Aynın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Bu ise câiz değildir.
5 ? Fakîrden alacağı olan deynin bir kısmını bu fakîre bağışlarsa, bu kısmın zekâtı da verilmiş olur. Geri kalan kısmın zekâtını, ayn olarak ayrıca vermek lâzım olur. Bağışlamış olduğunu, bu zekât yerine sayamaz. Çünki, geri kalanı teslîm alınca, ayn olur. Aynın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Bu ise câiz değildir.
Fıkh bilgilerini dört mezhebe göre ayrı ayrı bildiren Kitâb-ülfıkh alel-mezâhib-il erbea kitâbını hâzırlıyan heyetin reîsi Abdürrahmân Cezîrî ?rahmetullahi teâlâ aleyh? 1946 da Mısrda vefât etdi. diyor ki, (Kâğıd paraların zekâtını vermek üç mezhebde de lâzımdır. Hanbelî mezhebinde ise, karşılıkları olan altın veyâ gümüş ele geçince zekâtları verilir). Kâğıd liraların kendi değerlerinin değil, üzerlerinde yazılı değerlerin zekâtı verilmekdedir. Çünki, kendi değerleri pek az olup nisâba erişemez. Üzerlerindeki değerlerin de, deyn olan malı göstermekde olduğu yukarıda bildirilmişdir. Deynin zekâtı, deyn olarak verilemiyeceği için kâğıd liraların zekâtı, kâğıd lira olarak verilemez. Ayn olarak vermek, yanî deyn olan malı teslîm alıp da, fakîre vermek lâzımdır. Bundan başka, her dürlü borc, önce zekât malından ödenir. Zekât malı yanî altın ve gümüş ve ticâret malı varken, başka mal, meselâ evde kullanılan halı, inci gibi zekâtı
verilmiyen malı vererek borc ödemek câiz değildir. Kâğıd liraların
zekâtı da, fakîre olan borcudur. Bu borcu, zekât malından ödemek lâzımdır. Tüccâr olmayıp yalnız kâğıd parası ile zengin olanın
zekât malı altındır. Çünki kâğıd liralar, altın karşılığıdır. Gümüş
karşılığı değildir. (Dürr-ül-muhtar)da ve (İbni Âbidîn)de, 8.sahîfe başında diyor ki, (Bir kimsede altın, gümüş ve ticâret eşyâsı ve zekât hayvanları gibi çeşidli zekât malları varsa, borcunu önce altın ve gümüşden ödemesi lâzım olur). Tüccâr olmıyan kimsenin satın alacağı mal, ticâret eşyâsı olmaz. Bu kimsenin herhangi birşeyi satın alıp, bunu zekât olarak fakîre vermesi câiz olmaz. Çünki, ticâret eşyâsı olmıyan mal, zekât olarak verilemez. Altın alıp vermesi lâzım olur. Ticâret eşyâsının zekâtını vermek için, alış fiyâtı, altın veyâ gümüş para üzerinden nisâb mikdârı ise, eşyânın kendisinin veyâ kıymetinin kırkda biri verilir. Şernblâlî, Dürer hâşiyesinde diyor ki, (Fülus denilen metal paralar geçer akça iseler veyâ ticâret malı iseler, bunların kıymetlerinden zekât vermek vâcib olur.) (Hidâye) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Kıymet hesâb edilip, ikiyüz dirhem
için, beş dirhem gümüş verilir) buyuruldu. Görülüyor ki, fülûs veyâ kâğıd paraların zekâtı olarak kendileri değil, kıymetleri kadar
altın verilir. Tüccâr olmıyanlar, kâğıd paralarının zekâtını yalnız
altın olarak vermelidir. Zekâtı kâğıd para olarak vermek câiz değildir. Tüccârlar ise, kâğıd paralarının zekâtını, altın olarak da, ticâret yapdıkları maldan da verebilirler. Fekat, başka maldan veremezler.
DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, eski zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd para kullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız! Kolaylık gösteriniz buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-i belvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeye izn vermişdir. Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) derse, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine iftirâdır. Çünki:
Dinde güçlük göstermeyiniz demek, kolayınıza geleni yapınız demek değildir. İslâmiyyetin izn verdiği, câiz olan kolaylığı yapabilirsiniz demekdir. Meselâ, hasta olduğu için veyâ çok soğuk olduğu için ayakları yıkamak güç olunca, mest üzerine mesh edilir.
Çünki, islâmiyyet buna izn vermişdir. Fekat kolaylık olsun diye
ayakları yıkamadan mest giyilmez. Çünki islâmiyyet bu kolaylığa
izn vermemişdir. Hasta olan kimse, başkasının yardımı ile yıkar.
Soğuk ise, suyu ısıtıp da yıkar. Mestlerini bundan sonra giyer. İslâmiyyet, bu kolaylığa da izn vermişdir. Din âlimlerinin sözlerine
ehemmiyyet vermeyip de, fıkh kitâblarının gösterdiği kolaylıkların
dışına çıkmak câiz değildir. İslâmiyyeti, kendi aklına, kendi görüşüne göre çevirmek isteyenlere Dinde reformcu veyâ Zındık denir. Şimdi Mısrda ve Hicâzda böyle zındıklar çoğaldı. İslâmiyyeti istedikleri tarafa çekip çeviriyorlar. Bu zındıklara, bu sapıklara,
asrımızın derin âlimi, müctehid, müceddid ve şehîd gibi parlak ismler takarak ve zehrli kitâblarını terceme ederek satan, böylece milletin dînini, îmânını yıkarak, para kazanan din tüccarları da memleketimizde çoğalmakdadır.
Âlimlerimizin, umûm-i belvâ olan, yanî, her yere yayılan ve sakınılması güç olan şeylere izn vermesi de böyledir. Yanî, kitâbları
karışdırarak, çeşidli ictihâdlar arasında, çok zaîf olsa bile, en kolayını arayıp bulmuşlar ve millete bildirmişlerdir. Umûm-i belvâ
olunca, müctehidlerin en za?îf sözleri ile fetvâ vermek câiz olur. Fekat, hiç bir âlim, hiçbir zemânda hiçbir müctehidin câiz demediği
bir şeye câiz dememişdir ve diyemez. Dinde reformcular, yanî
mezhebsizler ise, akllarına gelen herşeyi yazarlar. Bunlara uyanların ibâdetleri de, dinleri de bozulur. Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yokdur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbâh) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhimâ?, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak istiyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dînimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islâmiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîrin yanında olmıyarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslîm alıp, birkaç dakîka sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fakîre ve başka fakîrlere, Kur?ân-ı kerîm kurslarına ve dîne hizmet eden müslimânlara dağıtır. Câiz olmayan kimselere ve nemâz kılmıyanlara verirse, zekât vermemek azâbından kurtulursa da sevâblarına kavuşamaz. Altınları ödünç almış olduğu kimseye geri verir. Dahâ çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder. Îmânı kuvvetli olana, ibâdetler güç gelmez. Kolay ve tatlı gelir.
Dört çeşid zekât malından, zekât hayvanlarının ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını ve şehre dışardan gelen ticâret eşyâsının zekâtını, hükûmet alır. Fekat, hükûmet de aldığını yalnız müslimân
fakîrlere dağıtır. Yanî hükûmet, fakîrlerin vekîli olarak almakdadır.
Zekât parası ile câmi, köprü, çeşme, yol, baraj, hac, cihâd gibi
hayr işlerinin ve âmme hizmetlerinin hiçbiri yapılmaz. Her çeşid
zekâtı, 7 kimseden birine veyâ vekîline teslîm etmek lâzımdır.
Devlet topladığı zekâtı başka işlerde kullanamaz. 7 sınıfdan bir
kimseye verir. Zenginin, zekâtını, fakîr olan akrabâya, sâlihlere,
ilm öğrenen fakîrlere vermesi dahâ sevâbdır.) Hadîs-i şerîfde, (Ey
ümmetim! Beni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, fakîr akrabâsı varken, başkalarına verilen zekâtı, Allahü teâlâ kabûl etmez) buyuruldu. Yanî sevâbı olmaz. Müşebbihe gibi kâfir olan bid?at sâhiblerine (Mülhid) denir. Mülhidlere zekât verilmez.
Devleti devirip yok etmeğe ihtilâl denir. Meşrû devletin emrlerine uymıyan müslimânlara âsî, bâgî denir. (İbni Âbidîn)de diyor ki, (Bâgîlerin veyâ zâlim hükûmetlerin baskısı altında veyâ Dârülharbde bulunan müslimân, hayvan zekâtını ve uşru onlara vermeyip, fakîrlere kendisi dağıtmış ise veyâ verdiğinin, onlar tarafından yedi belli kimseden birine verilmiş olduğunu biliyor ise, bu zekâtları ve uşru meşrû hükûmet tekrar alamaz. Fekat altın ile gümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtını almış iseler, zenginin bunları tekrâr fakîrlere vermesi lâzım olur. Bazı kitâblar, bâgîlerin ve zâlimlerin, eğer müslimân iseler, her zekâtı almaları ve başka yerlere de sarf etmeleri câiz olur demişlerdir. Bunları, fakîr saymışlardır). Buradan da, zekâtın fakîrlere verilmesi lâzım olduğu anlaşılmakdadır.
Türkçe ilmihâl kitâblarının en kıymetlilerinden olan (Dürri yektâ) sâhibi ?rahmetullahi teâlâ aleyh? diyor ki, (Dört çeşid zekât mallarından ikisine, yanî altın ile gümüşe ve ticâret eşyâsına,
(Emvâl-i bâtına) gizli mallar denir. Bir kimsenin gizli mallarını
araşdırmak ve zekâtlarını istemek câiz değildir. Böyle malların
mikdârını hesâb etmek ve zekâtını vermek işi, bunların sâhiblerine bırakılmışdır. Sâhibi, zekâtını dilediği fakîre vermekde serbestdir. Zekât hayvanlarına ve toprakdan yetişen maddelere (Emvâl-i zâhire) denir. Emvâl-i zâhirenin mikdârını anlamak ve fakîrlere dağıtmak, bunların sâhiblerine bırakılmamışdır. Bu işleri müslimânların imâmı tarafından gönderilen memûr yapar. Bu memûra (Âmil) denir.)
Mal demek, insanlara, lâzım olan ve kullanmak için saklanabilen şey demekdir. Birkaç buğday dânesi, bir kaşık toprak, bir içim su, mal değildirler. Çünki, insanların hepsi veyâ birkaçı, bunları saklamaz.
Kâğıd paralar, üzerinde yazılı kıymet ile kullanılmazsa, kendileri kıymetsiz olur. Çünki para olarak kullanılması yasak edilen, çarşıda, pazarda geçmiyen bu kâğıd parçaları bir işe yaramaz ve kullanmak için saklanılmaz. (İbni Âbidîn) ?rahmetullahi teâlâ aleyh?, sarraflık satışını anlatırken, (Fülûs yanî bakır paralar, geçer akçe ise, üzerindeki değere göre para olur. Üzerindeki değeri kaldırılırsa, kıymetsiz mal olur) diyor. Kâğıd liralar da böyledir. 13.sahîfesinde diyor ki, (Ödenecek senedlerin iki manâsı vardır:
Üzerinde yazılı olan değeri ve kâğıdın kendi değeri. Üzerindeki değer (Deyn) olan, yanî insanın kendinde bulunmıyan malını göstermekdedir. Kâğıdın kendi değeri ise pek azdır.) Hükûmetden alınacak aylıkların senedleri, çekleri üzerinde yazılı değerlerin, deyn olan malı gösterdiği, İbni Âbidînin 14.sahîfesi başında yazılıdır. Kâğıd liraların üzerindeki değerler de böyledir.
İnsanın tam mülkü olan, yanî tesarrufu, istifâdesi câiz ve mümkin olan malın zekâtı verilir. İnsanın tam mülkü değilse, zekâtı verilmez. Zekât malı insanın kendinde bulunuyorsa, Ayn denir.
Başkasında bulunuyorsa Deyn denir. Alışverişde, malın ayn ve deyn olması başkadır. Mebi yanî satın alınan mal, akd yanî sözleşme yapılınca müşterinin mülkü olur ise de teslîm alınmadan önce, kullanılması câiz değildir. Bunun için teslîm almadan önce tam
mülkü değildir. Teslîm almadan, zekât hesâbına katılmaz. Satılan
bir malın Semeni, yanî karşılığı, teslîm alınmadan önce, alışverişde ayn ise, yanî satış peşin ise, herkese verilebilir. Semen söz
kesilirken deyn ise, yanî satış veresiye ise yalnız borcluya, yanî satıcıya verilebilir. Bunun için semen, teslîm alınmadan önce de zekât hesâbına katılır.
İster ayn olsun, ister deyn olsun, tam mülk olan (Emvâli bâtına), nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra, elde bulunanın kırkda
birini ayırıp, zekât olarak vermek farz olur. Bunların zekâtlarının
beş şeklde verilebileceği, Dürrülmuhtâr kitâbında şöyle yazılıdır:
1 ? Deyn olan mal, fakîrde ise, hepsi veyâ bir kısmı, bu fakîre
bağışlanırsa, bağışlanan malın zekâtı da deyn olarak verilmiş olur.
Zengindeki mal, zengine bağışlanırsa, bunun zekâtını, ayrıca fakîre ayn olarak vermek lâzımdır.
2 ? Ayn olan malın zekâtını, ayn olarak vermek lâzımdır. Yanî hâzır olan malın zekâtını vermek için kendinde olan bu malın kırkda birini ayırıp fakîre verir.
3 ? Deyn olan malın zekâtı deyn olarak verilemez. Ayn olarak vermek lâzımdır. Yanî başkasında bulunan malının zekâtını, hâzır olan malından vermek lâzımdır. Hâzır malı yoksa, başkasındaki malından zekât mikdârını isteyip teslîm alıp, sonra bunu fakîre verir.
4 ? Ayn olan malın zekâtını deyn olarak vermek câiz değildir. Yanî hâzır bulunan malın zekâtı olarak, fakîrdeki alacağını bu fakîre bağışlamak câiz değildir. Fekat, yanındaki malın zekâtı olarak,
başka birisindeki alacağını alması için fakîre emr etmesi câiz olur.
Çünki fakîr, o kimsedeki malı, altını eline alınca, ayn olur. Ayn
olan malın zekâtı, ayn olarak verilmiş olur. Fakîrde deyn olan malın zekâtı, o deyn maldan verilemez. Çünki, geri kalanı fakîrden aldığı zemân, ayn olur. Aynın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Bu ise câiz değildir.
5 ? Fakîrden alacağı olan deynin bir kısmını bu fakîre bağışlarsa, bu kısmın zekâtı da verilmiş olur. Geri kalan kısmın zekâtını, ayn olarak ayrıca vermek lâzım olur. Bağışlamış olduğunu, bu zekât yerine sayamaz. Çünki, geri kalanı teslîm alınca, ayn olur. Aynın zekâtı, deyn olarak verilmiş olur. Bu ise câiz değildir.
Fıkh bilgilerini dört mezhebe göre ayrı ayrı bildiren Kitâb-ülfıkh alel-mezâhib-il erbea kitâbını hâzırlıyan heyetin reîsi Abdürrahmân Cezîrî ?rahmetullahi teâlâ aleyh? 1946 da Mısrda vefât etdi. diyor ki, (Kâğıd paraların zekâtını vermek üç mezhebde de lâzımdır. Hanbelî mezhebinde ise, karşılıkları olan altın veyâ gümüş ele geçince zekâtları verilir). Kâğıd liraların kendi değerlerinin değil, üzerlerinde yazılı değerlerin zekâtı verilmekdedir. Çünki, kendi değerleri pek az olup nisâba erişemez. Üzerlerindeki değerlerin de, deyn olan malı göstermekde olduğu yukarıda bildirilmişdir. Deynin zekâtı, deyn olarak verilemiyeceği için kâğıd liraların zekâtı, kâğıd lira olarak verilemez. Ayn olarak vermek, yanî deyn olan malı teslîm alıp da, fakîre vermek lâzımdır. Bundan başka, her dürlü borc, önce zekât malından ödenir. Zekât malı yanî altın ve gümüş ve ticâret malı varken, başka mal, meselâ evde kullanılan halı, inci gibi zekâtı
verilmiyen malı vererek borc ödemek câiz değildir. Kâğıd liraların
zekâtı da, fakîre olan borcudur. Bu borcu, zekât malından ödemek lâzımdır. Tüccâr olmayıp yalnız kâğıd parası ile zengin olanın
zekât malı altındır. Çünki kâğıd liralar, altın karşılığıdır. Gümüş
karşılığı değildir. (Dürr-ül-muhtar)da ve (İbni Âbidîn)de, 8.sahîfe başında diyor ki, (Bir kimsede altın, gümüş ve ticâret eşyâsı ve zekât hayvanları gibi çeşidli zekât malları varsa, borcunu önce altın ve gümüşden ödemesi lâzım olur). Tüccâr olmıyan kimsenin satın alacağı mal, ticâret eşyâsı olmaz. Bu kimsenin herhangi birşeyi satın alıp, bunu zekât olarak fakîre vermesi câiz olmaz. Çünki, ticâret eşyâsı olmıyan mal, zekât olarak verilemez. Altın alıp vermesi lâzım olur. Ticâret eşyâsının zekâtını vermek için, alış fiyâtı, altın veyâ gümüş para üzerinden nisâb mikdârı ise, eşyânın kendisinin veyâ kıymetinin kırkda biri verilir. Şernblâlî, Dürer hâşiyesinde diyor ki, (Fülus denilen metal paralar geçer akça iseler veyâ ticâret malı iseler, bunların kıymetlerinden zekât vermek vâcib olur.) (Hidâye) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Kıymet hesâb edilip, ikiyüz dirhem
için, beş dirhem gümüş verilir) buyuruldu. Görülüyor ki, fülûs veyâ kâğıd paraların zekâtı olarak kendileri değil, kıymetleri kadar
altın verilir. Tüccâr olmıyanlar, kâğıd paralarının zekâtını yalnız
altın olarak vermelidir. Zekâtı kâğıd para olarak vermek câiz değildir. Tüccârlar ise, kâğıd paralarının zekâtını, altın olarak da, ticâret yapdıkları maldan da verebilirler. Fekat, başka maldan veremezler.
DİKKAT: Bir kimse çıkıp da, (Zekâtı altın olarak vermek, eski zemânda imiş. Şimdi, altın kullanılmıyor. Her yerde kâğıd para kullanılıyor. Şimdi, zekâtı altın olarak vermek lâzım demek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır. Allahü teâlâ, güçlük çıkarmayınız! Kolaylık gösteriniz buyuruyor. Kâğıd para kullanmak, umûm-i belvâ olmuşdur. Âlimler, umûm-i belvâ olan şeye izn vermişdir. Bunun için, bugün zekât, kâğıd para ile niçin verilmesinmiş?) derse, bu söz doğru değildir, hem yanlışdır, hem de islâm âlimlerine iftirâdır. Çünki:
Dinde güçlük göstermeyiniz demek, kolayınıza geleni yapınız demek değildir. İslâmiyyetin izn verdiği, câiz olan kolaylığı yapabilirsiniz demekdir. Meselâ, hasta olduğu için veyâ çok soğuk olduğu için ayakları yıkamak güç olunca, mest üzerine mesh edilir.
Çünki, islâmiyyet buna izn vermişdir. Fekat kolaylık olsun diye
ayakları yıkamadan mest giyilmez. Çünki islâmiyyet bu kolaylığa
izn vermemişdir. Hasta olan kimse, başkasının yardımı ile yıkar.
Soğuk ise, suyu ısıtıp da yıkar. Mestlerini bundan sonra giyer. İslâmiyyet, bu kolaylığa da izn vermişdir. Din âlimlerinin sözlerine
ehemmiyyet vermeyip de, fıkh kitâblarının gösterdiği kolaylıkların
dışına çıkmak câiz değildir. İslâmiyyeti, kendi aklına, kendi görüşüne göre çevirmek isteyenlere Dinde reformcu veyâ Zındık denir. Şimdi Mısrda ve Hicâzda böyle zındıklar çoğaldı. İslâmiyyeti istedikleri tarafa çekip çeviriyorlar. Bu zındıklara, bu sapıklara,
asrımızın derin âlimi, müctehid, müceddid ve şehîd gibi parlak ismler takarak ve zehrli kitâblarını terceme ederek satan, böylece milletin dînini, îmânını yıkarak, para kazanan din tüccarları da memleketimizde çoğalmakdadır.
Âlimlerimizin, umûm-i belvâ olan, yanî, her yere yayılan ve sakınılması güç olan şeylere izn vermesi de böyledir. Yanî, kitâbları
karışdırarak, çeşidli ictihâdlar arasında, çok zaîf olsa bile, en kolayını arayıp bulmuşlar ve millete bildirmişlerdir. Umûm-i belvâ
olunca, müctehidlerin en za?îf sözleri ile fetvâ vermek câiz olur. Fekat, hiç bir âlim, hiçbir zemânda hiçbir müctehidin câiz demediği
bir şeye câiz dememişdir ve diyemez. Dinde reformcular, yanî
mezhebsizler ise, akllarına gelen herşeyi yazarlar. Bunlara uyanların ibâdetleri de, dinleri de bozulur. Zekâtı altın olarak vermek, çok kolaydır. Hiç de güç değildir. Sarrafa gitmeğe, altın satın almağa lüzûm da yokdur. Zekâtını fakîrlere kâğıd para olarak dağıtmakda ısrâr eden bir zengin, (Eşbâh) ve (Redd-ül-muhtâr) kitâblarının sâhiblerinin ?rahmetullahi teâlâ aleyhimâ?, fakîrdeki alacağını, ona zekât olarak bırakmak istiyen bir zengin için bildirdikleri gibi yapar: Dağıtmak istediği nisâbdan az kâğıd paranın değerinde altını zevcesinden veyâ başkasından ödünç alır. Sâlih bir fakîre (Birkaç tanıdığıma ve sana zekât vereceğim. Dînimiz zekâtın altın olarak verilmesini emr ediyor. Altınları kâğıd paraya çevirmekde size kolaylık olmak için senin zekâtını almak ve dilediği kimseye hediyye etmek üzere şunu vekîl yapmanı istiyorum. Böylece benim islâmiyyete uymamı sağlamış olacaksın. Bunun için de, ayrıca sevâb kazanacaksın!) der. Zenginin güvendiği bir kimse vekîl yapılır. Altınları fakîrin yanında olmıyarak, bu vekîle zekât niyyeti ile verir. Fakîrin bu vekîli, altınları teslîm alıp, birkaç dakîka sonra bu altınları zengine hediyye eder. Zengin de kâğıd paralarını o fakîre ve başka fakîrlere, Kur?ân-ı kerîm kurslarına ve dîne hizmet eden müslimânlara dağıtır. Câiz olmayan kimselere ve nemâz kılmıyanlara verirse, zekât vermemek azâbından kurtulursa da sevâblarına kavuşamaz. Altınları ödünç almış olduğu kimseye geri verir. Dahâ çok zekât vermesi îcâb ediyorsa, bu işi tekrâr eder. Îmânı kuvvetli olana, ibâdetler güç gelmez. Kolay ve tatlı gelir.