İbn-i Haldun 14 YYda yaşamış ve özellikle sosyal bilimlerin kurucu atalarından belki de en önemlisi kabul edilen bilim insanlarındandır. Bilim dünyası (Akademik dünya ) İbn-i Haldunu 19.YYdan itibaren ve özellikle 20.YYda, gecikmeli de olsa artık keşfetmiştir denilebilir. O dönemin şartları içinde günümüze de ışık tutabilecek görüş ve yaklaşımları, İslam bilim ve kültür tarihinin insanlığa kattığı değer ve birikimin önemli bir göstergesidir. Bugün artık onun adı hem doğu hem batı dünyasında gayet iyi tanınmaktadır. İşin esasına, temeline inmek isteyen bilim insanları tarafından eserlerine ve onunla alakalı olarak yapılan çalışmalara olan teveccüh ve yönelim giderek artmaktadır.
İbn-i Haldun sosyal bilimler alanında çok yönlü (multidisipliner) yaklaşımıyla bütün dünyada kabul gören öncü bir konuma sahiptir. Onun bu yaklaşımı baş eseri Mukaddime?de açıkça görülmektedir. O, İlm-i Umran adını verdiği yeni bir bilim dalı ortaya koymuştur. Umran ve asabiye bu bilim dalının iki anahtar kavramıdır.
İbn-i Haldunun hayatı hakkındaki bilgileri yine kendisinin kaleme aldığı eserlerinde bulmak mümkündür.
İbn-i Haldun?un nesebi (soy kütüğü) Hadramevt?te Yemen Araplarının seçkinlerinden sahabeden Vail bin Cuhr?a kadar uzanmaktadır. Hz. Peygamber?in Vail bin Cuhr?a ve çocuklarına kıyamete dek bereket duası yaptığı söylenmektedir. İbn-i Haldun?un atalarından Haldun bin Osman daha sonra Endülüs?e göç etmiştir. Babası Muhammed Ebubekir ise kendi döneminde Tunus?ta bilim ve fetva büyüğü olarak kabul görmüştür. İbn-i Haldun 1332 yılında Tunus?ta doğmuş, önce babasından ve sonra diğer hocalarından muhtelif naklî ve aklî ilimler tahsil etmiştir. Ayrıca bilimsel olarak kendilerinden yararlandığı birçok çağdaşları olmuştur.
İbn-i Haldun tahsilini tamamladıktan sonra bürokrasiye yönelip mühürdarlık görevi üstlenmiştir. Daha sonra Endülüs?te Sultan Ebu Salim?e sır kâtipliği görevini yapmış, bu görevindeki yenilikçi tavrı diğer meslektaşları tarafından yadırganmıştır. İbn-i Haldun bu arada, şiir hayattır, diyerek şiirler de yazmıştır. Son olarak Fas?tan ayrılma isteğini sultana iletmiş ve ata yurdu Endülüs?e gitme kararı vermiştir. İbn-i Haldun Gırnata?da ( Granada) sultan tarafından heyecanla karşılanıp ve Kastale (Castille) kralı Bıtru?ya elçi olarak gönderilmiştir. Fakat sultana yakınlığı dolayısıyla vezirin hoşnutsuzluğunu celbetmiş ve yaşadıklarından dolayı ?siyasette vefa yokmuş? tespitini yapmıştır.
İbni Haldunun çok farklı deneyimleri olmuştur. Timur bin Taregay diye tanınan Timur (Teymur) 1394 yılında Fırat?ı ve Urfa?yı geçerek Şam?a yürümüştür. Timur?un orduları bu esnada her tarafı kasıp kavurmuştur. Burada İbn-i Haldun daha da ileri gitmemesi için onu sakinleştirip pozitif yönde etkilemek amacıyla Timur?la birkaç kez görüşmüştür. Timur?un kendisine birçok konuda sorular sorduğunu aktarmaktadır. Burada İbn-i Haldun Timur?a coğrafî, kültürel ve tarihî bazı bilgiler vermiştir.
İbn-i Haldunun Bilimler Sahasındaki Özel Konumu : Gökyüzünde Bir Yıldız
İbn-i Haldunun sosyal, ekonomik ve siyasî konularla ilgili yaklaşımları birbirleriyle iç içe geçmiş, etkileşim içerisindeki olgular ve süreçler olarak bütüncül denilebilecek niteliktedir; içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal şartları yakalamış ve aynı zamanda da çağını aşmış görüş ve düşüncelerden oluşmaktadır. İbn-i Haldun ilimleri dört ana kısma ayırır: Birincisi, akıl yürütme ile bilinenlerden bilinmeyenleri çıkarırken zihni hata yapmaktan koruyan mantık ilmidir. Mantık ilmi ile doğru-yanlış ayırt edilebilir. Aklî ilimlerden ikincisi olarak fizik bilimlerini zikretmektedir. Üçüncüsü, somut beş duyu ötesini içeren manevî konuları inceleyen kaynağı esas olarak vahye dayalı olan ilm-i ilâhi yani ilâhiyattır. Dördüncüsü, nicelikleri kendisine konu edinen matematik ilimleridir. Matematik ilimleri de geometri, aritmetik, musıki ve astronomi olmak üzere dört bölüme ayrılmaktadır. İbn-i Haldun?a göre diğer ilimler bunların şubesidir. Örneğin tıp fiziğin; hesap matematiğin; zîc ilmi (astronomik tablolar) de astronominin şubesidir. İbn-i Haldunun görüşüne göre, ilim ve felsefeye (akla, hikmete) en çok değer veren İslâm öncesi iki millet İranlılar ve Yunanlılardı ( o çağlarda denilebilir). Bu yüzden bu iki millet o zamanlarda umran ve medeniyette çok ileri gitmişlerdir.
İslâm düşünürleri iktisat bilimini politika ve ahlâk bilimiyle birlikte pratik (amelî, ampirik) bilimler sınıfına koymaktadırlar. İbn-i Haldun toplumsal dinamizmi açıklarken iktisadî ve siyasî sebeplerin ve sonuçların toplumun kendisinden doğduğunu, iktisadî ve siyasî süreçlerin değişme ve gelişiminin izlenmesiyle temel eğilimlerin tespit edilebileceği görüşündedir. İbn-i Haldun temayüz eden tarih,toplum ve iktisat anlayışıyla diğer bilginlerden kolaylıkla ayırt edilebilir. O maddî temelde gözlem ve deneyleri de işin içine katarak kucağında yaşadığı toplumun içyapısını tahlil etmiş ve önemli sonuçlara varmıştır.
Coğrafya kaderdir diye ona referansla türkçemizde kullanılan sözü, coğrafyanın ve iklimin insanlar ve toplumlar üzerindeki etkilerine dair yaklaşımı çok çarpıcıdır. O maddi şartlar ile manevi kültür unsurlarını karşılıklı etkileşim içinde ele alarak analiz etmekteydi. İbn-i Haldun dünyayı olayların karşılıklı olarak birbirini etkilediği ahenkli bir bütün olarak değerlendirmekteydi. Bunda hiç şüphesiz gerçek İslam düşüncesindeki insanlık tarihine bakıştaki tevhid eksenli bütüncül yaklaşımın ve çoğulculuğa açık çokluk içinde birlik fikrinin payı büyüktür. Dünya gezegeni, bugün gelinen noktada başta teknolojinin tarihsel yanlış kullanımından kaynaklanan çevresel felaket ve nükleer enerji kaynaklı küresel risk ve tehditlere rağmen, insanlığın ortak mirası ve geleceği olmayı sürdürmektedir . Umran derken aslında İbn-i Haldun bilim, kültür ve uygarlığın ortak geçmişi ve geleceğine işaret etmeye çalışmaktadır. Cemil Meriç, umrandan uygarlığa eserinde gökyüzünde tek başına bir yıldız teşbihi yaparken onun bu biricikliğini vurguluyordu.
Özgün Bir Bilim İnsanı
İbn-i Haldun, daha önce mevcut olmayan bir ilim ortaya koyduğunu ve bu ilme umran adını verdiğini belirtmektedir.Dikkatle bakıldığında kendisi tarihten felsefeye, psikolojiden sosyolojiye, ekonomiden tıpa, dinden coğrafyaya kadar çok geniş bir alanda tespitler yapmış, görüş, düşünce ve yorumlarını ortaya koymuştur. Siyasal analizlerinin temeline sultanı, mülkü, devleti yerleştirmiş ve mülkün, devletin safhalarına işaret etmiştir. Sosyal olarak da topluluk ve toplumun ortaya çıkmasına yol açan asabiye kavramını ( iki hatta çağdaş dünya gerçekliğini de dahil ederek söylersek üç farklı kategoride ele alınabilecek toplumsal biz bilinci denilebilir) ilk olarak incelemiş ve değerlendirmiştir. Göçebelikten yerleşikliğe, bedevîlikten medeniliğe geçiş sürecinde; savaş ve barışın ortaya çıkmasında; umranın zayıflaması ya da kuvvetlenmesinde etkili olan faktörleri kendisine has bir metod ile ele almıştır. Bunu yaparken dinî inanç ve ideallerinden kopmamış, onları makul ve anlaşılır bir şekilde anlamaya, açıklamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Onda, Endülüs alimlerinin ve İbn-i Rüşt felsefesinin aklı ve metodik şüpheciliği öne çıkaran yaklaşımıyla, Gazali?nin dinde orta yol tutumu arasında bir denge arayışı müşahede edilmektedir.
İbn-i Haldunun ?toplumların yapısı, geçimlerini nasıl kazandıklarına bağlıdır? görüşü toplumsal yapıyla ekonomi arasındaki ilişkiyi doğrudan açığa çıkartmıştır. Ancak o bu yaklaşımı tarihi maddeci bir felsefeyle değil, tarihsel/toplumsal bir realiteyi doğal sınırları içerisinde görerek ortaya çıkarma gayretiyle gerçekleştirmiştir.
İbni Haldun tarihe, yaşadığı zamana ve geleceğe bakarken her bir bilgi kaynağına hak ettiği değeri verip kendine has metodolojisini koruyarak sahici, otantik yaklaşımla bilişsel mimarisini sürece dahil etmeye çalışmaktadır.
Bilimsel yaklaşımında yeniliğe ve gelişime açıklığı
İbn-i Haldun, kendisinin söylediklerinin daha ileriye götürülmesi yönünde bir görüş ve yaklaşıma da sahiptir, bu da onun bilimdeki yenilik ve değişmelere açık oluşunun bir kanıtıdır. Bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:İnşallah Allah?ın lütfuyla benim yazamadıklarımı ve söyleyemediklerimi de söyleyip tamamlayacak sağlam düşünceli ve apaçık ilim sahibi birisi gelir de (umran ve medeniyete ait) bu problemleri benim yaklaşımımdan daha derin bir şekilde ele alır.
İbni Haldunun üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir sözü:
İnsan anne-babasının değil, alışkanlıklarının çocuğudur.
Allahtan tabiatı, uzayı, evreni, varlığı, metafiziği ( fizik ötesini), insanı/insanları ve insanlığı her bakımdan aydınlatıp geliştirecek ve gerçeğin, hakikatin bilgisine ve sevgisine ulaştıracak daha nice derinlikli, nitelikli, değerli bilim insanlarımızı, insanoğlunun ve yaşamın ortak meselelerini çözebilmek için, tüm boyut ve unsurlarıyla birlikte ortaya çıkarmasını diliyorum .
İbn-i Haldun 14 YYda yaşamış ve özellikle sosyal bilimlerin kurucu atalarından belki de en önemlisi kabul edilen bilim insanlarındandır. Bilim dünyası (Akademik dünya ) İbn-i Haldunu 19.YYdan itibaren ve özellikle 20.YYda, gecikmeli de olsa artık keşfetmiştir denilebilir. O dönemin şartları içinde günümüze de ışık tutabilecek görüş ve yaklaşımları, İslam bilim ve kültür tarihinin insanlığa kattığı değer ve birikimin önemli bir göstergesidir. Bugün artık onun adı hem doğu hem batı dünyasında gayet iyi tanınmaktadır. İşin esasına, temeline inmek isteyen bilim insanları tarafından eserlerine ve onunla alakalı olarak yapılan çalışmalara olan teveccüh ve yönelim giderek artmaktadır.
İbn-i Haldun sosyal bilimler alanında çok yönlü (multidisipliner) yaklaşımıyla bütün dünyada kabul gören öncü bir konuma sahiptir. Onun bu yaklaşımı baş eseri Mukaddime?de açıkça görülmektedir. O, İlm-i Umran adını verdiği yeni bir bilim dalı ortaya koymuştur. Umran ve asabiye bu bilim dalının iki anahtar kavramıdır.
İbn-i Haldunun hayatı hakkındaki bilgileri yine kendisinin kaleme aldığı eserlerinde bulmak mümkündür.
İbn-i Haldun?un nesebi (soy kütüğü) Hadramevt?te Yemen Araplarının seçkinlerinden sahabeden Vail bin Cuhr?a kadar uzanmaktadır. Hz. Peygamber?in Vail bin Cuhr?a ve çocuklarına kıyamete dek bereket duası yaptığı söylenmektedir. İbn-i Haldun?un atalarından Haldun bin Osman daha sonra Endülüs?e göç etmiştir. Babası Muhammed Ebubekir ise kendi döneminde Tunus?ta bilim ve fetva büyüğü olarak kabul görmüştür. İbn-i Haldun 1332 yılında Tunus?ta doğmuş, önce babasından ve sonra diğer hocalarından muhtelif naklî ve aklî ilimler tahsil etmiştir. Ayrıca bilimsel olarak kendilerinden yararlandığı birçok çağdaşları olmuştur.
İbn-i Haldun tahsilini tamamladıktan sonra bürokrasiye yönelip mühürdarlık görevi üstlenmiştir. Daha sonra Endülüs?te Sultan Ebu Salim?e sır kâtipliği görevini yapmış, bu görevindeki yenilikçi tavrı diğer meslektaşları tarafından yadırganmıştır. İbn-i Haldun bu arada, şiir hayattır, diyerek şiirler de yazmıştır. Son olarak Fas?tan ayrılma isteğini sultana iletmiş ve ata yurdu Endülüs?e gitme kararı vermiştir. İbn-i Haldun Gırnata?da ( Granada) sultan tarafından heyecanla karşılanıp ve Kastale (Castille) kralı Bıtru?ya elçi olarak gönderilmiştir. Fakat sultana yakınlığı dolayısıyla vezirin hoşnutsuzluğunu celbetmiş ve yaşadıklarından dolayı ?siyasette vefa yokmuş? tespitini yapmıştır.
İbni Haldunun çok farklı deneyimleri olmuştur. Timur bin Taregay diye tanınan Timur (Teymur) 1394 yılında Fırat?ı ve Urfa?yı geçerek Şam?a yürümüştür. Timur?un orduları bu esnada her tarafı kasıp kavurmuştur. Burada İbn-i Haldun daha da ileri gitmemesi için onu sakinleştirip pozitif yönde etkilemek amacıyla Timur?la birkaç kez görüşmüştür. Timur?un kendisine birçok konuda sorular sorduğunu aktarmaktadır. Burada İbn-i Haldun Timur?a coğrafî, kültürel ve tarihî bazı bilgiler vermiştir.
İbn-i Haldunun Bilimler Sahasındaki Özel Konumu : Gökyüzünde Bir Yıldız
İbn-i Haldunun sosyal, ekonomik ve siyasî konularla ilgili yaklaşımları birbirleriyle iç içe geçmiş, etkileşim içerisindeki olgular ve süreçler olarak bütüncül denilebilecek niteliktedir; içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal şartları yakalamış ve aynı zamanda da çağını aşmış görüş ve düşüncelerden oluşmaktadır. İbn-i Haldun ilimleri dört ana kısma ayırır: Birincisi, akıl yürütme ile bilinenlerden bilinmeyenleri çıkarırken zihni hata yapmaktan koruyan mantık ilmidir. Mantık ilmi ile doğru-yanlış ayırt edilebilir. Aklî ilimlerden ikincisi olarak fizik bilimlerini zikretmektedir. Üçüncüsü, somut beş duyu ötesini içeren manevî konuları inceleyen kaynağı esas olarak vahye dayalı olan ilm-i ilâhi yani ilâhiyattır. Dördüncüsü, nicelikleri kendisine konu edinen matematik ilimleridir. Matematik ilimleri de geometri, aritmetik, musıki ve astronomi olmak üzere dört bölüme ayrılmaktadır. İbn-i Haldun?a göre diğer ilimler bunların şubesidir. Örneğin tıp fiziğin; hesap matematiğin; zîc ilmi (astronomik tablolar) de astronominin şubesidir. İbn-i Haldunun görüşüne göre, ilim ve felsefeye (akla, hikmete) en çok değer veren İslâm öncesi iki millet İranlılar ve Yunanlılardı ( o çağlarda denilebilir). Bu yüzden bu iki millet o zamanlarda umran ve medeniyette çok ileri gitmişlerdir.
İslâm düşünürleri iktisat bilimini politika ve ahlâk bilimiyle birlikte pratik (amelî, ampirik) bilimler sınıfına koymaktadırlar. İbn-i Haldun toplumsal dinamizmi açıklarken iktisadî ve siyasî sebeplerin ve sonuçların toplumun kendisinden doğduğunu, iktisadî ve siyasî süreçlerin değişme ve gelişiminin izlenmesiyle temel eğilimlerin tespit edilebileceği görüşündedir. İbn-i Haldun temayüz eden tarih,toplum ve iktisat anlayışıyla diğer bilginlerden kolaylıkla ayırt edilebilir. O maddî temelde gözlem ve deneyleri de işin içine katarak kucağında yaşadığı toplumun içyapısını tahlil etmiş ve önemli sonuçlara varmıştır.
Coğrafya kaderdir diye ona referansla türkçemizde kullanılan sözü, coğrafyanın ve iklimin insanlar ve toplumlar üzerindeki etkilerine dair yaklaşımı çok çarpıcıdır. O maddi şartlar ile manevi kültür unsurlarını karşılıklı etkileşim içinde ele alarak analiz etmekteydi. İbn-i Haldun dünyayı olayların karşılıklı olarak birbirini etkilediği ahenkli bir bütün olarak değerlendirmekteydi. Bunda hiç şüphesiz gerçek İslam düşüncesindeki insanlık tarihine bakıştaki tevhid eksenli bütüncül yaklaşımın ve çoğulculuğa açık çokluk içinde birlik fikrinin payı büyüktür. Dünya gezegeni, bugün gelinen noktada başta teknolojinin tarihsel yanlış kullanımından kaynaklanan çevresel felaket ve nükleer enerji kaynaklı küresel risk ve tehditlere rağmen, insanlığın ortak mirası ve geleceği olmayı sürdürmektedir . Umran derken aslında İbn-i Haldun bilim, kültür ve uygarlığın ortak geçmişi ve geleceğine işaret etmeye çalışmaktadır. Cemil Meriç, umrandan uygarlığa eserinde gökyüzünde tek başına bir yıldız teşbihi yaparken onun bu biricikliğini vurguluyordu.
Özgün Bir Bilim İnsanı
İbn-i Haldun, daha önce mevcut olmayan bir ilim ortaya koyduğunu ve bu ilme umran adını verdiğini belirtmektedir.Dikkatle bakıldığında kendisi tarihten felsefeye, psikolojiden sosyolojiye, ekonomiden tıpa, dinden coğrafyaya kadar çok geniş bir alanda tespitler yapmış, görüş, düşünce ve yorumlarını ortaya koymuştur. Siyasal analizlerinin temeline sultanı, mülkü, devleti yerleştirmiş ve mülkün, devletin safhalarına işaret etmiştir. Sosyal olarak da topluluk ve toplumun ortaya çıkmasına yol açan asabiye kavramını ( iki hatta çağdaş dünya gerçekliğini de dahil ederek söylersek üç farklı kategoride ele alınabilecek toplumsal biz bilinci denilebilir) ilk olarak incelemiş ve değerlendirmiştir. Göçebelikten yerleşikliğe, bedevîlikten medeniliğe geçiş sürecinde; savaş ve barışın ortaya çıkmasında; umranın zayıflaması ya da kuvvetlenmesinde etkili olan faktörleri kendisine has bir metod ile ele almıştır. Bunu yaparken dinî inanç ve ideallerinden kopmamış, onları makul ve anlaşılır bir şekilde anlamaya, açıklamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Onda, Endülüs alimlerinin ve İbn-i Rüşt felsefesinin aklı ve metodik şüpheciliği öne çıkaran yaklaşımıyla, Gazali?nin dinde orta yol tutumu arasında bir denge arayışı müşahede edilmektedir.
İbn-i Haldunun ?toplumların yapısı, geçimlerini nasıl kazandıklarına bağlıdır? görüşü toplumsal yapıyla ekonomi arasındaki ilişkiyi doğrudan açığa çıkartmıştır. Ancak o bu yaklaşımı tarihi maddeci bir felsefeyle değil, tarihsel/toplumsal bir realiteyi doğal sınırları içerisinde görerek ortaya çıkarma gayretiyle gerçekleştirmiştir.
İbni Haldun tarihe, yaşadığı zamana ve geleceğe bakarken her bir bilgi kaynağına hak ettiği değeri verip kendine has metodolojisini koruyarak sahici, otantik yaklaşımla bilişsel mimarisini sürece dahil etmeye çalışmaktadır.
Bilimsel yaklaşımında yeniliğe ve gelişime açıklığı
İbn-i Haldun, kendisinin söylediklerinin daha ileriye götürülmesi yönünde bir görüş ve yaklaşıma da sahiptir, bu da onun bilimdeki yenilik ve değişmelere açık oluşunun bir kanıtıdır. Bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir:İnşallah Allah?ın lütfuyla benim yazamadıklarımı ve söyleyemediklerimi de söyleyip tamamlayacak sağlam düşünceli ve apaçık ilim sahibi birisi gelir de (umran ve medeniyete ait) bu problemleri benim yaklaşımımdan daha derin bir şekilde ele alır.
İbni Haldunun üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir sözü:
İnsan anne-babasının değil, alışkanlıklarının çocuğudur.
Allahtan tabiatı, uzayı, evreni, varlığı, metafiziği ( fizik ötesini), insanı/insanları ve insanlığı her bakımdan aydınlatıp geliştirecek ve gerçeğin, hakikatin bilgisine ve sevgisine ulaştıracak daha nice derinlikli, nitelikli, değerli bilim insanlarımızı, insanoğlunun ve yaşamın ortak meselelerini çözebilmek için, tüm boyut ve unsurlarıyla birlikte ortaya çıkarmasını diliyorum .