Editörler : supporters.
«222324252627282930313233»

Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
11 Eylül 2019 23:38

Sone 26 (William Shakespeare)

Sevgimin sultanı, ben kul oldum işte sana,

Erdemin güçlendirdi benim görev duygumu;

Gönderdiğim bu yazı, elçilik yapsın bana,

Bir zekâ gösterisi değil, hizmet belgem bu.

Böyle yüce görevi zavallı aklım belki

Anlatamaz da doğru dürüst, cılız gösterir,

Ama sendeki ruh ve düşün öyle güzel ki,

Umarım, işte onu bana çırçıplak verir.

Uğur doğar yazgımı yönelten yıldızlarda,

Talihim başlayarak yaver gitmeye yine,

Yırtık pırtık sevgime giyim kuşam sağlar da

Lâyık gösterir beni senin iyiliğine.

Bir gün övüneceğim sevdiğim için seni,

O güne dek görünmem sınarsın diye beni.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
12 Eylül 2019 23:07

Değil (Çisel Onat)

biraz değiştim,

her şey kadar, herkes kadar, sen kadar?

değiştim...

unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,

bir yanım kendimi kolluyor, bir yanım seni

ben benimle savaşıyorum,

seninle değil...

sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,

ne kazanabileni ne de kaybedeniyim...

sorun değil...

elbet alışırım...

biraz alıştım.

her şey kadar, herkes kadar, sen kadar...

alıştım!

varlığını istemediğim tüm eksik yanları

ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim iki arada bir derede duyguya alışıyorum...

bir yanım bırak diyor bir yanıma

kesin değil! henüz tanıştık...

her şey kadar, herkes kadar, sen kadar...

tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık

duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda

ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda

bir yanım memnun oldum diyor,

bir yanım tanıyamadım daha

samimi değil...

bir hayli kırıldım...

her şey kadar, herkes kadar, sen kadar...

canıma batan her halin felç gibi indi bedenime

gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım...

aslında ne sana, ne olanlara...

kendime kırgınım!.

maziye hiç değil, âna kırgınım

anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,

dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara,

beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna

bir hayli kırgınım...

beni ben kırdım oysa...

iyi değilim.

galiba yoruldum...

her şey kadar, herkes kadar, sen kadar...

kalbime, kalbimi kanıtlamaktan

ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan

ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.

aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..

sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.

şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık

ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

toprağa bakan yanım senden zaten ayrı

sana bakan yanımsa toprakla aynı

hıh! ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

gözlerim yorgun...

dudaklarım, dudaklarım hissiz...

dokunulmadan geçen yıllar bana ağır...

sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz

söyleyemediklerini söylesen de şimdi

sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!

isteyerek değil...

çok çalıştım

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine

beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye

ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen

daha önce de gitmiştim...

çok çalıştım...

paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine

beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine

ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen

gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için

çok çalıştım...

daha öncede gitmiştim...

kendi isteğimle...

anladım ki daha önce sevmemiştim!

çok çalıştım inan

değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye

her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya

ve alışmaya kendime...

bu göz gözü görmez dumanlı halime

çok alışmaya çalıştım hem de...

tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da

birini yaşattım! yaşatıyorum da hala

ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da

yorulmak, dinlenmekten geçmiyor

an be an çöküyor, insanın içindeki güç

ışığı sönüyor...

beyaza dönüyor rengi git gide

hissizleşiyor...

ne yormak istedim seni,

ne de yormak kendimi

çok çalıştım

gitmeye de kalmaya da...

ikisi de aynı acı.

kolay değil!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
13 Eylül 2019 23:26

İrade (Çişel Onat)

Her defasında aynı tat var sanıyorum,

Oysa ne çok yalan var ne çabuk aldanıyorum,

Belki bir yerde duruyordur diyorum

Ve buldum sandığımı o yere koyuyorum,

Belki biraz diner sandım seversem yeniden içimin acısı,

Oysa ne kalbim bıraktı acıyı ne de dudaklarım acının tadını,

Öylesine vurucu bir dalga gelip geçen üzerimden,

Her defasında hayallerimi yıkan,

Ve akıp giden bir dalga tadıyla tenimin,

Seni bana beni sana karıştıran tuzuyla terimin!

Tek başına sevdiğim gibi tek başına yıkabilir miyim dalgaları?

Sevişmesem yazabilir miyim böyle masalları,

Sevmesem diner mi içimin yası?

İrade nedir bilir misin?

Durup bakmak sana bir köşeden,

Çocuk gibi gülümsemek içimde solanı görme diye

Ve dokunmadan hissetmek nasıl koktuğunu,

İçmek dudağına değen kokulu çayın bardakta kalanını, her yarım bıraktığını,

Gittiğin zaman kapıyı kapatıp geride kalanlara kahkaha atmak gizlenircesine,

Nasıl bir yakalanma korkusudur

Sorma!

Bilemezsin nasıldır sana iradeli davranmak?

Küçük bir kızı oynayıp, kocaman bir kadını saklamak,

Ve istendiğini hissedememek,

?Dur! Sus! Yapma! ?yı bilmek,

Bilip beyninden kalbine hiçbir hücrene söz geçirememek,

Tekrarlanan bir sayfanın üzerinden her gün geçmek,

Bazen yokmuşsun gibi davranıp,

Olduğun her ana şükretmek,

Ve geçtiğin yerlerde diz çökmek?

Oynamak! Hep oynamak, rolü iyi omuzlamak,

Durmak!

Susmak! Sustuklarını yutmak,

Bilmek ve de?

İmkânsızlığını, olmayacağını?

Göze alamayacaklarını görmek,

Sana iradeli davranmak nasıldır bilemezsin?

Başka biriyle 2. yastığı paylaşıp,

Göz yumup seni düşlemek?

Nasıl bir fahişeliktir bilemezsin!

Aşk insanı bu kadar ucuzlatır mı?

Hayal etmek dediğin bu kadar kolay mı?

Başkasına soyunup sana tüm kapıları kapamak nasıl bir örtünmektir bilemezsin!

İşte bu yüzden bacak arasında değil aşk,

Sen her şeyi biliyorken,

Ben her şeyi göze almışken,

Sana uzaktan kıvranmak,

Nasıl acılı bir kanserdir bilemezsin!

Gecenin en berbat saatinde,

Dudaklarım titreyerek, boynuma dolanan saçlarımdan nefret ederek uykusuzluğuma sövmek,

Ve imkânsızı bildiğimden kızamamak sana,

Nasıl bir öfkedir bilemezsin!

Bırak gel her şeyi!

Ben kaçıp gitmeye hazırım,

Bırak boğulmama, içinde kalmama izin ver!

Yüzüme dokun, konuşma,

Çay yapayım, sabaha kadar susalım,

Bana bakarak uyu,

Giden ben olayım!

Geride kalanı ya al ya da bırak,

İçimde her şey noktalanmış kalsın,

Seninle virgüller atamamak hayata,

Nasıl bir noktadır ki dönemezsin,

Seni iradeli sevmek nasıl bir açlıktır bilemezsin!

Dilerim böyle bir zulme hiç bulanma,

Ve hiçbir aşka tek başına doyma,

Hayran değilim ne asaletine kalbimin ne de sabrına,

Sana her baktığımda onu acıtmak nasıl bir günahtır bilemezsin!

Hiç sorma!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Eylül 2019 23:18

14.09.2019

Seni Bilemem (Çisel Onat)

Şimdi ayrılık var yandığımız yerde,

Kokusu sindi kalbimize,

Olsun içimiz temiz bizim,

Anılarımızı yaşatırız belki,

Koymayız kimseyi yerimize.

Ben zaten sevemem,

Seni bilemem!

Emanetini sararsa da saklarım,

Eskide kaldı diyip gülüp geçemem,

Dokunmam kimseye,

Dokunmasınlar da, istemem!

Bana yeter bu kadarı

Fazlasını istemem,

Duyarsam susarım,

Hıçkırmadan ağlarım,

Öldürse de içimi yokluğun,

Sonrasızlığını hakkıyla yaşarım.

Senin adaletini bilemem!

Dokunduğun yerler mühürlü kalır,

Ellerine ihanet edemem,

Kendime bile dokunamam,

Esaret değil ayrılığın,

Ama özgürlüğü sensiz sevemem.

Senin sınırlarını bilemem!

Yaşarım bir şekilde,

Ölürsem acımın hakkını veremem,

Izdırap taşırım belki,

Çok ağrır, çok kanarım,

Uyanırım, camı açarım elbet,

Değişmez gördüklerim,

Değişmesini beklemem,

Senin gözlerini bilemem!

Yerimize konan ayrılık noktadır benim için,

Altına en fazla virgül koyabilirim,

Dünyanın hiçbir harfini,

Senin adını yazacaklar diye birleştiremem,

Senin imlanı bilemem!

Susarım, hep susarım,

Tek umudum kalır geriye,

Sırf bu yüzden ölemem,

Sana ölene kadar demişken,

Yarı yoldan dönemem,

Senin yeminini bilemem!

Ne başkasında gözüm kalır,

Ne geri kalanımı başkası alır,

Sevemem,

Seni bilemem!


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
15 Eylül 2019 23:22

Bir Devrimcinin Armonikası (İsmet Özel)

Binlerce binlerce çocuk

koşarak dokumuş benim kumaşımı

hançeremdeki bu şehrin

o geçimsiz mushafı

vardım dayandığım parmaklığına o büyük hesapların

Hazırım ey kalaycı çırakları ve güyümcüler

ey rakı sürülmüş yaralarım gövdeleşin

kırçıl acılarım benim

gök de bir mendil takınsın boynuna

benim kağşayan umutlarım gövdeleşin

çünkü ben oraya gidiyorum : boğulmaya.

Nasıl birer suç çağrışımıyız dünyada

adamlar,kadınlar,şehre indirdikleri bakraçları

ne kadar uydurma

ne kolay öpüşüyorlar yıllar süren intiharlarla

Oysa

insan zemheriyi

ve kadının doğurma vaktini bilir

hergün kalkıp öpüşebilir sabahın üniformasıyla

yeni şeyler,yeni şeyler yaratmak için tabi.

İşte potin bağlıyor çocuk

bütün uykularından sürülmüş kurşunlar

tütün gibi bakıyor nisanlara

ve ben sahici kılmak için öpüşlerimi

oraya gidiyorum : boğulmaya.

Ben ki gövdemi bütünüyle ne yapmalıyım

tahta bir bavul

gibi duruyorum insan kıyısında

makina

çok acemi buluyor beni sanırım

seyrek bir ölü vurdular alnıma,ekşi

1300 tarihli şehbenderlere dair talimata

ve anamın kanserine alıştım

ve de bir simsar gibi asvalta ve otobüslere

bir vitrin gibi

bir bıçak,bir

setre.

Tutuşan bir bıçak.

içerimde tozuyan bağırtılar vardır

Ondan işte gidiyorum oraya : boğulmaya.

Oraya gidiyorum boğulmaya

BOĞULMAYA

bir partizanın armonikasında.

Artık mazgallardan fırlamak

büyük kamalar saplamak

böğrüne coşarlığın

büyük bir çatırtının ayaklarını ovmak

armonikamla.

Ey çatlayan tohumun hengamesi!

İnsan,gülümsemeyi

ve ürün kaldırmasını bilir

çünkü derbeder bir okul çantasından

serin ve sevişli bir ırmağa girilir

ve benim o boğulduğum armonika

halklara seğirtir,coşar

o,korkunç bir yekinmedir buralarda

Hannoy'da bir uçaksavar.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
16 Eylül 2019 23:15

Bakmaklar (İsmet Özel)

Donyağından yapılmış sabunların

ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı - ağır -

ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın

taşınmaz kıldığı.

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın

keten helvacılardan, bileycilerden

rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim

barutun ve susamanın güzelliğiyle

tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.

Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan

direnmenin mayasını ellemeye.

Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın

kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla

ve hergece yatağımda bir engerek bulmanın

süregen iğrentisiyle dolardım, sesim

öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.

Çünkü heryerde bir göğün ufak kaldığı vardı

- akşama özgü göğsümü açardım

ey mutlu seri penceresi doğanın -

heryerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı

uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım

kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum hersabah.

Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü

anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları

dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi anamı.

Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi

hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla

GÖK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi

bir tabut kalmıştır akşam olmaya

bir tabut beklenen bir aydınlıktır

beklenen bir ses gibi avlularda.

Anam kirliserin penceresinde doğanın

uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına

gözlerine uyuşuk bir hınç siner artık

ölü bir erkeği almıştır yatağına

o soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı

birdenbire benim ağzıma takılır herşey

giderim akşama özgü göğsümü açmaya.

Ben nereye adımı yazsam

nereyi göstersem parmaklarımla

orası şapkalar yüklü bir vagondur,

nerede daralmış görsem bir adamı

akşamın güzel buğusunda eli-ayağı tutulmuş

bir çiçeğe uzanırken utandığını görsem

işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor ellerimde

kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını.

O zaman bir üzünç aralığında - herkes gibi - başlar korkum.

Ey irin mutluluğu!

Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!

Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında

ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,

piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda

coşkunun en sağlam atıyla geliyorum

sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.

TAN! Ölü bir keçiyle saçlarımı taramanın vaktidir

sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin

bir üzünç aralığındayız artık TAN!

savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
17 Eylül 2019 23:20

19 Nolu Sone (Bertolt Brecht)

Yalnızca benden kaçma yeter

Boş sözler de etsen duymak istiyorum seni

Sağır olsan gönlüm sözlerini ister

Dilsiz olsan gördüğünü.

Kör olsam, seni görmek isterdim

Sen yanımda yol gösterici oldun

Uzun yolun daha yarısı bile aşılmadı

Bir düşün içinde yaşadığımız karanlığı

'Bırak beni yaralıyım' desen de boşa

Görevden dönülmez, yalnızca ertelenir

Başka bir yerde değil, yalnızca burda

Bilirsin özgür değildir gereksinilen kimse

Gönlüm her şeyden önce seni ister

Biz de diyebilirim, ben yerine.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
18 Eylül 2019 23:16

Galata Kulesi (Ümit Yaşar Oğuzcan)

6 haziran 1973, pırıl pırıl bir yaz günüydü,

aydınlıktı, güzeldi dünya,

bir adam düştü o gün galata kulesinden.

kendini bir anda bıraktı boşluğa;

ömrünün baharında, bütün umutlarıyla birlikte paramparça oldu.

bir adam düştü galata kulesinden;

bu adam benim oğlumdu gencecikti vedat,

ışıl ışıldı gözleri, içi,

bütün insanlar için sevgiyle doluydu

çıktı apansız o dönülmez yolculuğa

kendini bir anda bıraktı boşluğa,

söndü güneş, karardı yeryüzü bütün zaman durdu.

bir adam düştü galata kulesinden

bu adam benim oğlumdu; açarken ufkunda güller alevden,

çıktı, her günkü gibi gülerek evden,

kimseye belli etmedi içindeki yangını

yürüdü, kendinden emin sonsuzluğa doğru.

galata kulesinde bekliyordu ecel,

bir fincan kahve, bir kadeh konyak,

ölüm yolcusunun son arzusuydu bu,

bir adam düştü galata kulesinden;

bu adam benim oğlumdu.

küçücüktü bir zaman,

kucağıma alır ninniler söylerdim ona,

uyu oğlum, uyu oğlum, ninni.

bir daha uyanmamak üzere uyudu vedat.

6 haziran 1973 galata kulesinden bir adam attı kendini;

bu nankör insanlara bu kalleş dünyaya inat,

şimdi yine bir ninni söylüyorum ona,

uyan oğlum, uyan oğlum, uyan vedat.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
19 Eylül 2019 23:13

Ayrılıklardan (Turgut Uyar)

böyle sessiz ayrılıklarda,

her şey önceden belli olur.

en güzel zamanında, aşkın ve hayatın

insan deli olur..

o, kadırga taraflarında bir evden çıkmıştır.

masum bir yalanla -halama diye-

gözleri pabuçlarında, mahcup

ellerine yapışmış gibidir

harçlığından arttırıp aldığı

sevimli hediye..

ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl

bir çaresizlik,

bir umutsuzluk sarmış her yanı.

aranızdan insanlar geçer.

bulutlar geçer.

o, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna

utanarak gülümsemeye çalışır.

bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.

yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;

zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,

bir yeşil yaprak üstünde gözlere,

görünür, uzaklaşır...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
20 Eylül 2019 23:36

Sözcükler (Ersin Ergün)

ve üçüncü boyutumu yitirdim

mektupların beyaz ülkesinde

üçüncü boyutumu yitirdim

ellerim sıcak bir ülkeydi eylül öncesinde

ellerim sıcak bir ülkeydi

ve güz rüzgarları yağmaladı avuçlarımı

kül fırtınaları kavurdu saçlarımı

alnımın ak çizgisine aktı ateş

alnımın ak çizgisine aktı ateş

ve kırlangıç ölüleri kanattı gözuçlarımı

güz rüzgarları yağmaladı avuçlarımı

çatıları uçmuş bir sevda kentidir kalbim

ve üçüncü boyutumu yitirdim mektupların tutsak ülkesinde

kalbim bütün çatıları uçmuş bir sevda kenti sıcak geceleri unuttum

tenim uçuk bir yansı kaç yıldır mektupların sessiz söz çevrintilerinde

sıska siluetleriyle sözcükler beyaz bir çölde bir gölge gibi sürüklediler ömrümü

kaç sabır yılı bu gözlerimi parmaklıkların paslı askısında unuttum

en güzel sözleri yağmak için kağıtların tuz kurusu toprağına

belleğimin sözcük ırmaklarını bir çöl sürgünü gibi içip kuruttum

kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kanımı içtim

karıştırıp geçtim bir sevda kitabının geceler boyu yanan çıplak sayfalarını

ay öpüşlü sözcükler seçtim?

ay öpüşlü sözcükler seçtim

ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler dudaklarını

hiçbiri bir sevgilinin dudaklarına sevda sıcağı bir öpüş konduramaz

yitik bir gecenin ıssız sularındaki uçuk hayallere benzerler biraz

kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu ellerimi içtim

tutuşturup geçtim inatçı bir sevginin görüş camlarına düşen buğulu gölgesini

gül dokunuşlu sözcükler seçtim?

gül dokunuşlu sözcükler seçtim

ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler parmaklarını

hiçbiri bir annenin ellerine oğul sıcağı bir dokunuş konduramaz

aynada kokularını yitiren çiçek yansılarına benzerler biraz

kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kanımı içtim

tutuşturup geçtim çoğul öykülerin kalbimin yolarına düşen arkadaş gölgesini

karanfil gülüşlü sözcükler seçtim?

karanfil gülüşlü sözcükler seçtim

ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler yapraklarını

hiçbiri dağlı bir dost sohbetine çam kokulu bir kahkaha konduramaz

çay buğusunu yitirmiş çatlak kristal bardaklara benzerler biraz

kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu ömrümü içtim

karıştırıp geçtim

aklımın isyan vadilerinde yasak bir kentin hala ışıyan kitaplarını

asi yürüyüşlü sözcükler seçtim?

asi yürüyüşlü sözcükler seçtim

ve kağıtların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler ayaklarını

hiçbiri direnen bir halkın

tarihle yıkanan sokaklarına kolkola bir adım konduramaz

resmin devinimsiz yüzünde çağıltısını yitiren hırçın dalgalara benzerler biraz

ve üçüncü boyutumu yitirdim mektupların özlem ülkesinde

kaç uzun mektup yılı kaç özlem yılı bu

kalbimi

ellerimi

kanımı

ömrümü içtim

karıştırıp geçtim

aklımın isyan vadilerinde yasak iklimlerin ateşe yazgılı kitaplarını

karıştırıp geçtim

sevda kitabının yağmalanmış avuçlarımda hala yanan çıplak sayfalarını

şiir ülkesini koşarak geçtim ve dolaştım dilin bütün sanatçı sarraşarını

ay öpüşlü

gül dokunuşlu

karanfil gülüşlü

asi yürüyüşlü sözcükler seçtim?

sözcükler ki

en sınırlı olandırlar ve hiçbir sınır tanımaz

her şeydirler ve hiçbirşey, üstlerine büyü sürülmüştür biraz

ve bu yüzden onlara şiir ülkesinin krallığı verilmiştir

sözcükler ki

hayatın kağıda düşen gölgeleridir hepsi

ve bu yüzden onlara gri renk uygun görülmüştür

kaç yıldır unuttum

sözcükler gri bir çölde sıska bir siluet gibi sürüklediler ömrümü

ve tenim suskun bir sevda kentidir mektupların ?görülmüştür? ülkesinde

kaç özlem yılı bu gövdemi parmaklıkların paslı cenderesinde unuttum

ateş yansıları kondurmak için gecenin kıyısına

kaç yıldır

özlem ülkesini düş yaylımına tuttum

kaç uzun mektup yılı kaç sabır yılı bu kalbimi kurşuna dizdim

parlak kan kristallerinden özlem resimleri çizdim kağıtların çıplak tuvaline

ince işlemeli sözler yazdım?

ince işlemeli sözler yazdım

ve mektupların iki boyutlu ülkesinde yitirdiler öznelerini?

kaç yıldır unuttum

üçüncü boyutum yitik bir çizgidir mektupların beyaz ülkesinde


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
21 Eylül 2019 16:53

Balzamin (Cemal Süreya)

Sen el kadar bir kadınsındır

Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli

Bazı ağaçlara kapı komşu

Bazı çiçeklerin andırdığı

İş bu kadarla bitse iyi

Bir insan edinmişsindir kendine

Bir şarkı edinmişsindir, bir umut

Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da

Saçlarınla beraber penceredeyken

Besbelli arandığından haberli

Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda

Sevgili


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
22 Eylül 2019 23:20

Yaşanmamış Hatıralar (Ümit Yaşar Oğuzcan)

- I -

Yaşanmamış hatıralar bilirim

Büyülü sonbahar akşamlarında

Bulutlar üstünde, su kenarında

Yalnız hayal edilen hatıralar

İşte, en ürpertici nağmelerle

Bizim şarkımızı söyleyen rüzgar

Sen, dudağında gülümsemelerle

Ben gözyaşlarımla, bu alemdeyim

Fakat yine bizbize, başbaşayız

Duymasan, düşünmesen de unutma

Bir daha bu anı yaşıyamayız.

- II -

Görülmemiş manzaralar bilirim

Karda, kışta, belki de ilkbaharda

Hür denizlerde, kuytu ormanlarda

Sadece hissedilen manzaralar

Bak dinle, neler anlatıyor yağmur

Üşüyorum, üşüyorum beni sar

Karanlık başladı, gitme ne olur

İnan değişen manzaralar değil

Kilometreler ayıramadı bizi

Fakat bir gün gelir de birleştirir

Beyaz bir güvercin kanadı bizi.

- III -

Söylenilmemiş mısralar bilirim

Hüzün dolu yağmurlu gecelerde

Alev çalgılarının sustuğu yerde

Yalnız, yalnız düşünülen mısralar

Bilinmeyen şeyler huzur içinde

Bilmenin bilinmez bir korkusu var

Bak bütün rüyalarım nur içinde

Çünkü, bugün havasını kokladığın

Denizaşırı bir diyar bilirim

Ve o diyarda seninle beraber

Yaşanmamış hatıralar bilirim...


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
23 Eylül 2019 23:14

Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim (İlhan Berk)

Ben senin krallığın ülkene yetiştim

Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.

Her sabah büyüten denizimizi böyle

Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim

Denize bakan evler gibiyim seninle.

Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle

Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğin o ülkesin varılmıyorsun

Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara

Güzelliğin balıkları gibi İstanbul'un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış

Yankımış denizlere öbür kadınlara

Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.

Çivi Yazısı


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
24 Eylül 2019 23:48

Üzerinden Sevişmek (Cemal Süreya)

başkaları da var masada

ileri geri konuşuluyor

ötedesin o adamın duldasında

gözkapaklarına bürünmüş adam

eli her an omuzunda

eğiliyor sigaranı yakıyor

teşekkürler sigara dumanı,

sağolasın o adam!

onunla gelmişin buraya

yüzün yandan ve uzaklarda

niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını

hoş belki de seviyorsun

herkes az buçuk sarhoş

herkes bir şeyler söylüyor

ama yalnız ikimizin sözcükleri

sarmaşdolaş

üzerinden sevişmek, kadınım,

sigaranın, asya?nın, omuzların,

üzerinden aile fotoğraflarının

eller nasıl duygandır nasıl yalın

iki ses, iki bakış, gelişir nasıl

tek bir cümle gibi, sözlere karşın

sivri topuklar nasıl ortasına

gömülmüştür belleksiz halıların


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
25 Eylül 2019 23:28

Ruknettin'in Kalbi İçin Kehanetler (Kemal Sayar)

Ruknettin'in aynalarda ağladığı kadar var.

Bir mevsimin kıyısından tutarsan Ruknettin

Kurak ovalara yağmurlar yağar,

Ayak bileklerinden kavrarsan bir harfi,

Kalbin şiir olup vadilerini sular.

Senin de vadilerin vardır Ruknettin!

Kehanetler kurarsın,yağmalarsın kendini

Kurtarıp o yangında ilk önce kalbini

Niyedir,aynalarda azalır sesin.

Doktorum

Ben bu kalbimi sarınır örtünürüm

Kış gecelerinde o nu yakar ısınırım

Üşürsem helak olacağımdan korkarım.

Doktorum

Gayya kuyusuna inmek istemem

Bana bir ip uzat,yağmurlar istemem

Aynaları kırarım,suretimi istemem

Mevsimler dönedursun,bu dünyayı istemem

Ben Allah'ı isterim.

Ben hep aynalardan geçerim doktor

Aynalar benden geçer.

Araf'tan bir sepet sarkıtırım aşağı,

Doluşur içine narin böcekler

Yaşamayı yeni öğrenmiş kelebekler

Üşüşür ben kalbimi sarkıtınca aşağı

Ben hep aynalardan geçerim doktor!

Günahları için ağlayan kim varsa

Kanatlarıyla okşar onu melekler

Hep böyle midir

Kalbin hep böyle yavaş mıdır Ruknettin?

Aynalar sana bir savaş mıdır Ruknettin?

Yarin dudaklarından trenler geçer de

Kalbiyin istasyonunda durmaz mı

Sen hiç satrançta yenilmez misin

Atına binip hep gider misin

Bilmez misin,atından ayrı düşen bir vezir

Zehir gibi çoğaltır kanında yalnızlığı

Ve nihayet şahlar da aynalardan geçer

Bir sen mi kalırsın bu rüyada Ruknettin

Herhalde hep böyledir

Bu dünya sevenlere bir tuzaktır Ruknettin!

Buraya kalbinizi kuşatmaya geldiydik

Konuşmayı unuttuyduk,hal diliyle söylediydik.

Dua okuduyduk,yağmur dilediydik

Kalbinizi kuşatmaya geldiydik.

Hoşgeldiniz.Buyrun.İşte kalbim.

Adımı unuttuğum zamanlarda RUKNETTİN'im

Gövdesi ihlal edilmiş bir yetimim.

Şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim.

Benim kalbim bir ıslahevidir doktor.

Yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde

Benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur

Uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde

Kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor

Tıkanır,ölür metropollerde.

Bir çiçeği uyandırmak için mi

Söner bu ateşgahlar

Kaldırmak için mi yeraltını

O derin uykusundan

Kurur bu göl

Ne var ve ne oluyor

Neden türkü söylüyor fesleğenler

Uzakta biri mi göründü

Biri İncil okurken düşüp bayıldı mı

Bir rüya mı gördü yalnız keşişler

Ne oldu?

Adım Ruknettin,tanışıyor olmalıyız

Bir çay ocağında ya da bir merdiven başında

Sunmuş olmalıyım kalbimi size

Bakın!demiş olmalıyım henüz avladım O'nu

İgvanın zehrini boşalttığı kuyularda.

Yalnız günah parlar zifiri karanlıkta

Ve kuyudan kuyuya bir yol yoktur

Bir avcı tüfeğini doğrulttuğunda

Ay gibi ışıdığında bir aşk

Bir mevsim yönünü şaşırdığında.

Hayret etmiş olmalısınız,kalbim

Hezarfen misali havalanınca.

Korkarım sevgili doktor,bu mektuba kendimi üzerek başlayacağım

Çabuk büyüyen bir çocuk gibi,

Ceplerimin nerede olduğunu unutacağım önce

Ve mazi gizlenecek bir yer bulamayacak kendine.

Sonra bir menekşeyi teheccüde kaldırmayı unutacağım.

Unutacağım,hangi şehirde durursam yar beni karşılar.

Nerede ölürsem bahtıma idamlar çıkar

Gülümseyen bir arap olacak yüzümün size bakan tarafı,

Terkedip gitmelerin ağırlaştığı bir güz olacak öte yarısı.

Alnımın dokunduğu yerden savaşlar artacak

Ve bahar giysilerine bürünmüş gelirken kıyamet

''gönüllü mağlupları olacak hayatın'' doktor.

Yarından korkan adam,Ruknettin böyle söyler.

Siz doktor,yazabilir misiniz bir gülü yeniden

Alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa

Kabaran yağmuru yeraltına

Ve bir aşkı ayrılığa

Yakıştırabilir misiniz doktor

Kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan

Kuşlarla konuşabilir

Ve trampetimi geri verebilir misiniz bana?

Ah kalbin moğolları ! size verecek ne kaldı

Bir kitap olup yandı da o

Külünden zehir kaldı

Bir hayal olup uçtu da

Gökte melekler bağırdı

''eve dön,eve dön!''

Döndüm ki;şehrin ağrıları üstüme kaldı

Bulvara uzanmış diskotek kızları/o melul orospular/

Süpermarketler,bankalar

/yani toplu insan mezarları/

Üstüme kaldı.

Size ne denir ey kalbin istilacıları

Barbar denir,'bir hayal yıkan'denir.

Alın O'nu da götürün,bir kalbim kaldı.

Bir ilkokul atlasında gemilerim yandıydı

Cenevizden geliyordum,elimde mektuplarım vardı.

Elimde ölü bir kızın sağır saçları vardı

Bir mevsimin ortasında kalakaldıydım

Bakkaldan manavdan değil,

Cenevizden geliyordum doktor

O kızın saçlarından geliyordum

Yitirilmiş bir mahkemeden

Galiba kalbimden geliyordum.

Bir güle boyun eğdiren nedir

O aşk değilse

Nedir kalbe çıkartılan

Tutuklama emri,

Aşk değilse.

Ah,o sığınaklardan

Yitikleri toplayan

Ve düşlere vuran gemi

Nedir aşk değilse

Size kendimden bahsediyorum doktor

Biraz yağmur kimseyi incitmez.

İyi ruhların arasında dolaşan

Bir gölgeden sözediyorum.

Acıdan çatlamış kalbi

Soğuğa dayanıklı kılan bir bilgiden

Terkedilmiş şizofrenleri

Kendine çeken vadiden

Keşişlerin hüznünden

Ve bir aşk yüzünden

Ayları karıştıran kişinin

Tababet-i ruhiyyesinden

Size kendimden bahsediyorum doktor

Ben kar yağarken ıslanmam.

Benim öbür adım rüzgar

Uğradığım orman

Değdiğim kalp uğuldar.

Deki bulunur elbet

İyi bir hal üzre kaybolan kişi


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
26 Eylül 2019 23:06

Seniha'nın Günlüğünden 1 (Edip Cansever)

Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-

Aynanın önünde durdum

-Kenarları saydam yapraklı aynanın-

Omuzları açık giysimi giydim - siyah-

Topaz kolyemi taktım

Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim

Acı, apacı bir gül

Dışarı çıktım

Muhassen?e uğradım -çağırdı demin-

Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen'e

Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında

Ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'

Her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'

Her şey, ama her şey

Bir düğün öncesi gibi

Uzun bir deniz yolculuğu sonrası

Bir yerden bir yere taşınma

Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki

Rüyamda da görmüştüm dün gece

Yedi gelin, yedi güveyi

Serpantinler, konfetiler içinde

Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı

Şuramda duymadığım bir duyma

Bir elimi kalçama koyuyorum

Kimim ben?

Seniha!

Çağırmadım ki 'kendimi

Sordum, o kadar

Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar

Bu işe çok uygunum, o kadar

Toprağına karışmış bir çiftçi gibi

Bir gün: yüzü olmayan bir erkek

Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan

Gözkapaklarımı indiriyorum

Lacivert bir jaluziyi indirir gibi

Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-

Bunu hep böyle yapıyorum.

Bugün de böyle yaptım

Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim

Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim

Perdeleri açtım

Pencereyi de açtım - açık bıraktım-

Merdivenleri indim - çok yavaş indim-

Kimseye rastlamadım

Dışarı çıktım: işte ilkbahar!

Yürüdüm yürüdüm

Ben ki herkesin bilmediği

Birtakım şeyler yapan biriydim

Böylece çok göründüm

Nedense öyle sandım

Yüzler silindi, olmayan yüzler

Sis, duman, pus gibi yüzler

İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen

Yitti, yitiverdi hepsi

Fırlattım göğsümdeki gülü havaya

Pembe pembe bakındı boşluk

Selamladı beni

Hayır, mutsuzum.

Evet mutluyum

Bir mutluluk yokmu her çelişkide

-Var! Varsa niçin? -

Yedi lamba bir arada

Bir arada yedi güvercin

Muhassen

Bir anlamda 'çabuk-güzel'

Bir bakıma 'çabuk-çirkin'

Anlıyorum

Ben sadece armesıyım o katedralin

Dünya ise çalmaya hazır

Koskocaman bir org gibidir

Ama çalmadan

Katedralin avlusuna düşüp

Düşüp de parçalanan

Bir org gibi..

-Sevişmek!

Kimse kimsenin olmasın-

Ah bu nisan yağmurları

Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın

Yağıp bitiyor

Bitsin

Çok tenha bir kahvedeyim

-Ah, aşkların çocuk bahçesi

Neden ömrün çok kısa-

Neden buruk bir özlemdir anılar

Ve özlem olarak kalacaktır da

Hayır!

Seniha!

Evet, çağırıyorum seni

Şimdiye ve sonraya

Bir başka yanıt:

Yok o da.

Sadece bir özlemim ben


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
27 Eylül 2019 23:31

Seniha'nın Günlüğünden - 3(Edip Cansever)

Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor

Üstüme kar yağıyor. Kalbimin

Atışlarında eriyor kar

Üşümüyorum, üşümek elimde değil

Hiçbir şey elimde değil

Sevmek istiyorum, sevemiyorum

Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları

Gülmek istiyorum, gülemiyorum

Öne geçiyor acılarımın çizgileri

Vermek istiyorum, veremiyorum

Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu

Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum

Kapanıyor büsbütün dudaklarım

-Demiştim, pembe bir çizgi olsun

Düğün çağrımızda o gün-

'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor

Aynada kar yağıyor parıltılarla

Abajuru yakıyorum: sarı kar

-Üç parmakla bira bardağını

Hafifçe tutan elim-

Dudağımı boyuyorum: pembe kar

Cemal'i düşünüyorum: acı kar

Ester'i düşünüyorum: kar duruyor

Cemile?

Kar yağmadı sanki. Kar

Duygulara göre bir yağıp bir duruyor

-Demiştim o gün, o gece

Ve sonraları

Kan karda kaldı-

Kurtuluş'ta kar yağıyor-ne zaman yağsa-

Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden

Bacak bacak üstüne atardım

Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden

(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın

buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir

halıya basması biçimindedir her günkü

oturmam kalkmam

Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman

kırmızı bir elmayı.soysam

Ve şimdi

Her yengi, her yenilgi

Her tutarsızlık, her ikilem

Güzelliğimi doldurur benim

İstesem de eskiyemem

Ve artık

Çok sesli bir müziğimdir ki ben

Tek zevki duyarken gövdemde

Kendimi kendime sunarken.)

'Evler'den birindeyim, bir org sesi bu

Yağdıkça yağan kardan

Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim

Ya da çökmüş olmalı çoktan

(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum

merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,

rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur

bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.

Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale

ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından

Ve

Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,

hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)

Giyinip dışarı çıkıyorum hemen

Ben bu 'evler'e sığamam.


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
28 Eylül 2019 23:24

Limon Kokulu Yağmurlu Kadınlar Vardır (Lale Müldür)

Gerçekten bir şey oluyor burada. Gizemli bir şey.

Bir denizaltı kadar görkemli ve garip.

Gri bir günde camlardan yağmuru seyretmek.

Saydam yusufçuklar yavaşça uzaklaşıyor ve beni

sana getiriyorlar topaz tapınaklarda.

Sen bir güneş tanrısı gibi gülümsüyorsun.

Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben

karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte.

Bir tek senin yanında yürümüştüm ben

topaz bir günde ve suya yakın.

Geceleri üstümü örterdin. Sonra konuşmazdın hiç.

Uzun süre konuşmazdık. Gözlerinde kaybolurdum.

Bu suskunluk anlaşılır bir şeydi. Deniz

ve karanlık yerlerden geçen bir nehrin sessizliği gibi...

Biliyor musun bir şey oluyor burada. Garip bir şey.

Bulanık bir suda yokoluş gibi.

Gözlerimde beyaz kelebekler uçuşuyor

ve beni kendime getiriyorlar yavaşça

beyaz odalarda...

Unutuşum başka bir sendi. Ben ölüyordum Tropiko.

Unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum.

Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.

Unutmak istemiyordum oysa.

Güzel kalan yaralarda vardır çünkü..

Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.

Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon kokulu...

herşeye rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır..

Ben iyiyim şimdi. Sen nasılsın?


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
29 Eylül 2019 23:13

Uzak Fırtına (Lale Müldür)

I

uzak fırtına

korkuyorum

senden

sensizlikten

korkuyorum

denge gibi gözüken dengesizlikten

uzak fırtına

anlamıyorum nasıl

bu denli uzak bu denli yakın

ve lazerlerin uçuşu

leyleklerin uçuşu gibi bir imge hep

fırtına habercisi seninle gelen

gözyaşı dökülmeyen bir umutsuzluk bu

yaşam sularının buza kestiği

beyaz ince bir şey diyorum

beyaz ince bir şey o

cam cam cam

bendeki selintiler ve yarıklar karşılığı

II

sen gelince

bir şeyler düşüyor kırılıyor hep

kapılardan

buz parçaçıkları dolu bir akım

duvarlarda çığlıklardan sarkıt

önodalarda doppler etkisi

III

bir erkeğin sevişi

usul usul yaklaşan

sigara dumanı gibi

kendine doğru

IV

ve cam zorlar içindekini

kendi biçimini almaya

uzak fırtına kenarları keskin çelik bir ayna

getiriyorum sana

megalomaninin de bir bedeli vardır çünkü

V

uzak fırtına

bir gün seni yazacağım

ağır aynalar olacak

yalnız seni yansıtan

elektrikli bir güzellik olacak

ve parafin kulaklarını acıtan

unutmuyorum bunları işte

bir gün seni yazacağım

şimşeğe uyarlanan bedenimin

umarsız bir saati olacak

ve mükemmel tozu yazacağım

kıvılcım tozunu ve buz adasındaki volkan

artık beklemeyelim

şimdi iki gemi siluetinin sessizce çarpışma saati

VI

zırhımı kuşanıp yatıyorum

sabah yine bir zıpkın yüreğimde...

VII

uzak fırtına

sana son kez söylüyorum

böyle gecelerin bir sabahı olacak

öyle bir sabah ki

ben bir leyten şişesi bulmayacağım yatağımda

ve vurgun olmayacak artık yüreğimdeki

ve yatağını değiştiren bir nehir gibi sanki

geri gelmemek üzere giden bir şeyin

kanat sesleri kalacak yalnız kulaklarında


Metallurgist
Başbakan Müsteşarı
30 Eylül 2019 23:25

Leyla (Ahmet Hamdi Tanpınar)

Bu akşam rüyamda Leyla'yı gördüm

Derdini ağlarken yanan bir muma;

İpek saçlarını elimle ördüm,

Ve bir kemend gibi taktım boynuma

Bu akşam rüyamda Leyla'yı gördüm.

Leyla...Ela gözlü bir çöl ahusu

Saçları bahtından daha siyahtır.

Kurmuş diye sevda yolunda pusu

Döktüğü gözyaşı, çektiği ahdır.

Leyla... Ela gözlü bir çöl ahusu.

Bir damla inciydi kirpiklerinde,

Aşkın ızdırapla dolu rüyası

Bir başka güzellik var kederinde

Bir başka alem ki ruhunun yası

Sessiz incileşir kirpiklerinde.

Toplam 1076 mesaj
«222324252627282930313233»

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi