Editörler : Lanet


Yasaklı
24 Aralık 2005 23:18

Eğitim Sistemimiz Ne Kadar Bilimsel?

1-BİLİM

Bilim, insanın örgütlü olarak geliştirdiği, bireysel ve toplumsal bir etkinliktir. Bu etkinliğin gelişimi, her zaman, toplam toplumsal etkinliğin de bir parçası olmuştur.

Bilimin içeriğinde çok önemli paya sahip olan soru yöneltme, anlama çabası ve insan yaşamını kolaylaştırmak amacıyla doğayı sistemleştirme işi, tarihin farklı dönemlerinde değişmek koşuluyla, sosyal etkileriyle birlikte, kendi devinimi içerisinde, sürekli değişerek gelişmiştir. Doğayı kavramlaştırmada var olan toplumsal etkinin izlerini birçok bilim adamının gelişiminde gözlemleyebiliriz.

Bilim her dönemde, anlama ve doğayı sistemleştirme bileşenlerinden; uygulamalı ve kavramsal bilimlerin diyalektik bir birlikteliğinden ibarettir, bu bileşenlerin herhangi birinden değil. Üretim ilişkilerinin, bilimin üretim sürecinin bileşenlerinin öne çıkarılma derecesindeki etkisi yanında, karmaşıklaşan toplumsal yapının farklı ürünlerinin, örneğin salt eğitim sisteminin yapısının, dini veya kültürel yapının, üretim ilişkileriyle organik bir bağ içinde bilimin yapısında meydana getirdiği etki unutulmamalıdır.

Bu bakış açısının bilimin tanımına, gelişim sürecindeki 'anlama' olgusuna, bu olgunun ortaya çıkışındaki atılıma dayandığı ve buna paralel olarak sistemin çizdiği çizginin dışına adım atarken, kişisel olarak bilim insanının toplumun belirleyici etkenlerinin olabildiğince dışında hareket etmesi gerektiği anlamına geldiği görülmelidir. Her yönden tabularını yıkan bir kavrayışın yansımasıdır, bilim.

Burada anlatılmak istenen, insanın bakış açısının toplumun yapısının etkisini hiçbir şekilde hissetmediği değil, aksine bilim insanının zihinsel sürecinin çok daha karmaşık ve birbirinden farklı, yani dönemsel olarak etkileri değişen faktörlerin izlerini taşıması, fakat doğrudan onlar tarafından belirlenemez oluşudur. Bilimsel bakış açısı, onu üretenin kendisine ait bir kavrayışın ürünü olmadığı sürece, gelenekselleşmeye mahkûmdur. Bu bakış açısının bilim tarihinde uygulanışı ve buradan yola çıkarak günümüz gençliğinin, bilimle ilişkisine temas etmek, konuyu netleştirecektir.

2-TARİHİ AKIŞ İÇERİSİNDE BİLİMİN, TOPLUMSAL YAŞAMA VE ÜRETİM İLİŞKİLERİNE ETKİSİ.

 

Bilim ve tarih arasındaki ilişkiye baktığımızda, ilk önümüze çıkacak olan, anlamlı ve sistemli olarak ele alınmaya başlandığı ilk uygarlıklarda bilimin, doğayı anlama çabası olarak dönemin filozoflarının epistemolojisinin kaynaklarından biri olduğudur. Üretim ilişkilerinin karmaşık yapılara sahip olmadığı bu dönemde, bilim insanının zihinsel altyapısını, doğayı kavramlaştırmasındaki sistematiği belirleyenin daha çok kendi birikim ve inisiyatifi olduğu görülür.*

20. yüzyılda üretimin artışı ve bu artışa paralel olarak, sermayenin kalifiye eleman ihtiyacı sonucu, üniversitenin eğitim sisteminin kontrol altına alınması önem kazandı. Üniversitenin eğitim programının doğrudan sistemin kendini üretebilmesi ekseninde odaklanması, kimi zaman, üniversitenin toplumsal düzenle ilişkileri içinde biraz "kendiliğinden", kimi zaman da planlanarak ve tam olarak sonuçlarının farkına varılarak gerçekleştirildi. Bunu 'en kötü olanı' izlemeye başladı; tek alternatifin zaten mevcut sistemin eğitimde, bilimde, üretim ilişkilerinde sürerliliği olduğu yanılsaması. İnsanın yapısına ait bir özelliği, bu ortamda zararlı bir görev üstlendi; olan bitenin birikerek hayatı zorlar seviyede sorun olmaya başlamasından önce, bu birikimlerin sorgulamasını yapmayışı, yani alışkanlık kazanması.

20 YÜZYIL VE BİLİMİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM

Emperyalist saldırganlığın doruk noktasına ulaştığı 20. yy?da bilim de bu saldırganlıktan payını almış, bu, 21. yy?a da taşınmıştır. Bilim ve bilim insanları üzerinde tekellerin ve egemenlerin baskıları artmış; bilimsel çalışmaların yerini teknolojik araştırmalar almaya başlamıştır.

Bilimin, ortaya çıkışından günümüze kadar olan gelişmesine baktığımızda, ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçları gidermeye yönelik pratik uygulamalar doğrultusunda doğup geliştiğini görüyoruz. Fakat bilimin ilgi alanını oluşturan bu ihtiyaçların belirlenmesinde bilim insanının içinde yaşadığı sistemin etkisi büyüktür. Örneğin; insanlığın ilk dönemlerinde bu ihtiyaçlar, hastalıkların tedavisi, su yollarının yapılması, evlerin inşa edilmesi, hayvanların yakalanması ve bitkilerin yetiştirilmesi için maddelerin, hayvan davranışlarının, insan bedeninin ve bitkilerin araştırılması gibi konulardan meydana gelirken, 19. yy?da bu ihtiyaçları, büyüyen Amerikan iş hayatının haberleşme gereksinimlerini karşılamak için telgrafın geliştirilmesi, genişleyen kentlerin daha kolay ışıklandırılması ya da Alman bira endüstrisinin rekabeti karşısında Fransız biracıların ürünlerini geliştirme çabaları oluşturuyordu.

BİLİM KİMLERİN, HANGİ AMAÇLARINA HİZMET EDER OLMUŞTUR?

Kapitalist sistemin gelişmesi ve toplumun büyük kısmını oluşturan kesimle, azınlıkta kalan egemen sınıfın birbirinden gittikçe uzaklaşmasıyla birlikte, bilim de toplumdan uzaklaşmaya, egemen güçlere ve tekellere hizmet etmeye başlamıştır.

Kimyacılar ve fizikçiler artık, toplum için değil, ilaç ya da silah şirketleri için çalışmaya; üniversiteler, biyolojik silah ve kitle yıkımı için diğer araçlar üzerine çalışan özel şirketlerin veya hükümet kuruluşlarının para yatırdığı projelerin merkezinde yer almaya başlamışlardır.

İşçiler üretim araçlarına sahip olmadığı gibi, bilim insanları da günümüzde, çalışmalarında kullandıkları araçlara sahip değillerdir. Bu araç ve gereçler, tamamen kâr amacıyla kurulmuş olan büyük şirketler tarafından bilim insanlarının kullanımına sunulmakta ve bunun karşılığında da şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamaya, bilimsel çalışmalardan çok teknolojik uygulamalara zaman ayırmaları istenmektedir. Ekonomik getirisi olmayan çalışmalar maddi açıdan destek bulamamakta ve karanlıkta kalan birçok konu, şirketlere para kazandırmayacağı için aydınlatılamamaktadır.

Bilim insanları, deterjan ya da diş macunu reklamlarında oynar, siyanürün zararsız bir madde oluşundan bahseder veya silah teknolojisinin gelişimine katkı sunar hale gelmişlerdir. Bilim dünyasına hakim kılınan bu bilim dışı anlayışın izlerini, üniversitelerde okutulan ders kitaplarındaki saçmalıklarda ve şarlatanlıklarda da görmek mümkündür.

İktisat, kapitalistlerin sömürü ve talanını haklı göstermek için okutulmakta ve özelleştirmeler, yabancı sermaye, aşırı kâr hırsı ve tekelcilik övülüp kutsanırken, kapitalizmin ekonomik krizlerini, güneş lekelerine ya da ?azalan marjinal fayda?ya bağlayarak açıklamak, iktisadi doktrinler olarak öğretilmektedir.

Matematik, fizik ve kimya, ezberlenmesi gereken karmaşık formüller ve şekillerden ibaret, sadece kârlı yatırımların ölçüm ve proje araçları olarak var olabilmektedir.

Bilim ve bilim insanları üzerindeki bir diğer baskı aracı olarak da milliyetçi çıkar hesaplarını görüyoruz. 1936?da Alman İmparatorluk Günü?nde Göttingen Üniversitesi?nden bir profesör, ?Uluslararası bilimi yadsıyoruz. Uluslararası öğrenim dünyasını yadsıyoruz. Araştırma uğruna araştırma yapılmasını yadsıyoruz. Soyut yasaları keşfetmek için değil, diğer halklarla olan rekabetinde Alman halkının araçlarını kuvvetlendirmek için bilimleri öğreniyor ve öğretiyoruz? diyordu.

EĞİTİM SİSTEMİ,ÜNİVERSİTELER VE BİLİM

Üniversitenin birey açısından önemi, onun insanlaşma temelinde kazanacaklarından, doğayı ve kendini daha doğru tamamlamasından öte; yaşamını finanse etmenin kapısı olarak bireyin beyninde ortaya çıkar. Yarış devam etmektedir; ezersin ya da ezilirsin. Önünde küçümsenmeyecek engeller vardır. Metropol üniversitelerinde daha yoğun hissettiği, mali sınırlara sahiptir.

Üniversitenin sadece özelleşmesi değil, bir bütün olarak sermayeleştirilmesi karşısında, her gün bir şeyler daha yitirerek pasifleşmeye sürüklenir. Aklına bazı sorular gelir: Niçin tercih ettiği bölümdedir de başkasında değildir? Hayatı yeniden kurmak için mevcut durumunu nasıl en iyi şekilde kullanmalıdır? Bu sorular elbette, üniversitenin bilimselleşmesi mücadelesine katılmanın başlangıcıdır.

 

Bugün üniversitelerimizde kurulan araştırma-geliştirme üniversitelerinin neye hizmet ettiği, YÖK yasa tasarısının akademik personele getirdiği dayatmalar, öğrencinin bu yasayla bir mala ve okulda bulunduğu süre içerisinde de bir müşteriye dönüştürülmek istendiği, yukarıdaki gelişmeler göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz.

Temel bilimlerin ve mühendisliğin getirildiği noktanın dışında, öğrenciye bütün eğitim süreci boyunca verilen şekil, öğrencinin bilim özleminin temelini oluşturuyor.

Akademisyenler, çalışmalarının onay alıp desteklenmesini amaç haline getirmek zorunda kalıyorlar. Patentlenmek ve "bilime" katkıda bulunmak, patentin ve bilimin kim ve ne için anlam taşıdığına bakılmaksızın, birçoğu açısından büyük önem taşıyor ve içine gömüldükleri çıkar batağının farkına varamayabiliyorlar.

Bilimi, hayattan kopuk, at gözlüğüyle görmesi, hem bilimcinin kolayına geliyor, hem de iplerini elinde bulunduran sermayeye yarıyor. Öğrenciye de aynı gözlüklerden takılmaya çalışılıyor; notunu kullanan, referanslarını kullanan bilim adamı, patentinin getirdiği bir güvenle doğru yaptığından şüphe bile etmeyen bir hale geliyor.

Üniversitenin ve bilimin bugün geldiği noktanın ve derslerin içeriğinin, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmesinin sonucu olduğu, her üniversiteli genç tarafından kavranmalıdır. Üniversitede geçen dört beş yılın ardından, daha iyi bir gelecek için verilen mücadeleden geri duruş, bu bağlantının kurulamıyor olmasıyla açıklanabilir.

Oysa, üniversitede bilimin alternatif duruşu ortaya konmadığı sürece, bir bütünün eksik parçası, gençlik mücadelesi açısından tamamlanmayacaktır. Bilimsel süreçte yaratılacak gerçek bir alternatif, üniversite mücadelesi açısından çıkış noktası yaratabilecek derecede öneme sahiptir.

 


bedra
Memur
25 Aralık 2005 02:50

yeni müfredat tamamen bilisel. Komisyonda çalışan arkadaşlarım var, hepsi de birbirinden değerli bilim adamı. Ziya selçuk ve servet özdemir mümtaz insanlar.


santiegose
Yasaklı
29 Aralık 2005 01:48

Bilim nedir?

Amacı ne olmalıdır?

Neye veya kime, nasıl hizmet etmelidir?

Bu konuda siz eğitimci arkadaşların, düşünce ve yorumlarını bekliyorum.

Saygı ve dostlukla.

Sedat.


abedgd
Daire Başkanı
31 Aralık 2005 13:41

BİLİM+GÖNÜL Bileşeninden etkileniyorum.

Diğer ifade ile, beynimizin her iki yarım küresinin gerektikçe ve eşit oranda kullanılıp,kullanılmadığı konusudur.

Beynimizin her bir yarım küresi farklı fonksiyonlarla çalışmaktadır.İşbirliği içine girdiği zaman beklenen fonksiyonlar ziyadesiyle yerine gelmektedir.Örneğin sanatsal faaliyetler,vizyon işleri sağ yarımkürede işlenmektedir.Sol yarımküre hesap işleri,analiz gibi işleri yapmaktadır.

Hayatın her alanında bu iş birliği vardır.Her şeyin analizi mümkün olabilirse de, anlamsızlık başlıyorsa son kontrolleri yapmak yerinde olur.Hidrojen ve Oksijen molekülleri su oluştururken, ayrıştırılması durumunda yakınıcı ve yakıcı gazlar elde edilmektedir.Bilim elde ettiklerini bütünüyle insanlığın yararına sunmalıdır.Olumsuzluklar karşısında bunun için gönül bölümü devreye girer.Mevlana,yunus bu anlamda zaman tanımayan değerlerimizdendir.Ne olursan ol,kim olursan ol,GEL..., Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol...Bilim ile gönül bileşimi harika bir alaşımdır.Gönülsüz bilim,bilimsiz gönülün olmayacağını benimsiyor,saygılar sunuyorum.


santiegose
Yasaklı
03 Ocak 2006 01:01

Sözleşmeli öğretici

1995?te Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) uyarınca birçok hizmet alanının yanı sıra eğitim ve öğretim hizmetlerinin de uluslararası ticarete açılması taahhüt edildi.

Bu taahhüt gereği büyük patronların üretimde verimlilik (birim zamanda en düşük maliyetle en yüksek kârın elde edilmesi) için zorunlu gördükleri esnek (kuralsız) çalışma kamunun bütün alanlarına ve eğitime de uygulanmalıydı.

AKP?nin ?Acil Eylem Planı?nda da belirtilen bu hedefin sonucu olarak, önce Kamu Yönetimi Reformu yasalaştırılmaya çalışıldı. Başarılamayınca tek tek uygulamalara yönelindi. Sağlık ve eğitimde sözleşmelilik üzerinden esnek çalışma uygulaması başlatıldı.

657 sayılı Devlet Memurları Yasası?ndaki ?Geçici Personel? maddesine dayanarak 10.09.2005 tarihinde yayınlanan 2005/9345 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına göre bir öğretim yılında 10 ayı geçmemek üzere kısmi zamanlı çalışmak üzere 20 bin sözleşmeli öğretici (öğretmen) istihdamı kararlaştırıldı.

Bu personelin sağlık, öğrenim veya eş durumu nedeniyle yer değişikliği yapılmayacak, ancak yönetim isterse yerlerini değiştirebilecek, haftada en çok 4 gün (sınıf öğretmenleri, görme, işitme, zihinsel engelliler sınıf öğretmenleri, rehber öğretmenler ve okul öncesi/çocuk gelişimi öğretmenleri haftada 5 gün) ve günde en çok 6 saat çalışacaklar ve çalıştıkları her 6 ders saati için 2006 yılında 61.80 YTL. brüt ücret alacaklar. Bu ücretten gelir vergisi, SSK primi ve damga vergisi ile yasa çıktığında GSS primi kesilecek. Ayda 16 gün sigortalı olacakları için 6 aydan önce sağlık yardımından yararlanamayacaklar.

Bu öğreticiler birden çok okulda görevlendirilebilecekler, sosyal güvenlik bakımından SSK?ya tabi olacaklar, ancak işçi sayılmayacaklar, geçici personel olduklarından memur sendikalarına üye olamayacakları belirtiliyorsa da 87 ve 151 sayılı ILO sözleşmeleri ve Anayasa?nın 90. maddesine göre memur sendikalarına üye olabilecekler, sözleşmeleri bir ay önceden bildirilmek koşuluyla sebep gösterilmeksizin feshedilebilecek.

Öğretmen olmak için yıllarca yüksek öğrenim gören gençler, bu uygulamayla işverenin her türlü emir ve isteklerini yapan, aksi halde sözleşmesinin feshine razı olan, gelecek kaygısı içinde, örgütsüz ve adeta köle gibi çalışmaya zorlanmaktadır.

Yarın sözleşmesinin devam edip etmeyeceğini bilemeyen bir öğreticinin sağlıklı bir eğitim-öğretim işlevi yapmasına olanak var mıdır? Sanırım hayır.

Aynı işi yapan kadrolu öğretmenlerle sözleşmeli öğreticilerin farklı çalışma koşullarına tabi olmaları ve farklı ücret almaları hukuk dışı ve kabul edilemez bir durumdur. Ne var ki ileri aşamalarda kadrolu öğretmenlik ortadan kalkacak ve Kamu Personel Rejimi Tasarısı?nda olduğu gibi sözleşmelilik asıl çalışma biçimi olacaktır. İşte o günlerde sözleşme bu haliyle de kalmayacak İş Yasası?ndaki işyeri, iş, ücret ve çalışma zamanları bakımından esneklik kuralları sözleşmeye tümüyle aktarılacaktır. Tabii eğer engellenmezse.

27 Aralık?ta Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi?nin öğretmen adayı öğrencileri ile kamudaki yeniden yapılanma ve sözleşmeli öğretmenlik konulu bir söyleşi yapıldı. Katılan yaklaşık 200 öğretmen adayının çoğunluğunun yukarıda anlatılanlardan bilgilerinin olmadığını gördük.

Söyleşide bu durumun sebepleri (kapitalizmin daha çok kâr hedefi ve buna bağlı olarak maliyetin düşürülmesi amaçlı esnek çalışma uygulaması vb.) ile kapital/sermaye yerine insanı esas alan bir sistemin gerekliliği üstüne konuşuldu.

Durumun bilgisine ulaşan öğrenci gençler tüm eğitim fakülteleri ve ilgili diğer fakültelerin öğrencileriyle birlikte bu gidişi durdurmak için çalışma kararı aldılar.

Eğitimci sendikaları ile veli derneklerinin de bu konuyu gündemlerine alacaklarını sanırız. Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği için.

Emekçilerin yılı olması dileğiyle, yeni yıl kutlu olsun.

AV.HASAN HÜSAYİN EVİN.


santiegose
Yasaklı
05 Ocak 2006 22:19

EĞİTİM SİSTEMİ BİLİMSEL NİTELİĞİNİ YİTİRMİŞTİR.

Kimyacılar ve fizikçiler artık, toplum için değil, ilaç ya da silah şirketleri için çalışmaya; üniversiteler, biyolojik silah ve kitle yıkımı için diğer araçlar üzerine çalışan özel şirketlerin veya hükümet kuruluşlarının para yatırdığı projelerin merkezinde yer almaya başlamışlardır.

İşçiler üretim araçlarına sahip olmadığı gibi, bilim insanları da günümüzde, çalışmalarında kullandıkları araçlara sahip değillerdir. Bu araç ve gereçler, tamamen kâr amacıyla kurulmuş olan büyük şirketler tarafından bilim insanlarının kullanımına sunulmakta ve bunun karşılığında da şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamaya, bilimsel çalışmalardan çok teknolojik uygulamalara zaman ayırmaları istenmektedir. Ekonomik getirisi olmayan çalışmalar maddi açıdan destek bulamamakta ve karanlıkta kalan birçok konu, şirketlere para kazandırmayacağı için aydınlatılamamaktadır.

Bilim insanları, deterjan ya da diş macunu reklamlarında oynar, siyanürün zararsız bir madde oluşundan bahseder veya silah teknolojisinin gelişimine katkı sunar hale gelmişlerdir. Bilim dünyasına hakim kılınan bu bilim dışı anlayışın izlerini, üniversitelerde okutulan ders kitaplarındaki saçmalıklarda ve şarlatanlıklarda da görmek mümkündür.


***Wise-Man***
Aday Memur
30 Nisan 2010 21:19

Avrupa ülkelerinde eğitim 25 - 50 ve hatta 100 yıllık dönemi kapsayacak şekilde planlamakta ve uygulanmaktadır.

Ancak bizim ülkemizde her genel seçimden sonra eğitim sistemi, ders kitapları, müfredatlar, ders ve sınıf geçme sistemleri v.s. v.s. hepsi ama hepsi değişiyor ve sil baştan yeni bir sisteme geçiliyor.

Bu eğitimi almış ve almakta olan bireyler olarak bilimsellikten nasıl söz edebiliriz?


öslem
Müsteşar Yardımcısı
30 Nisan 2010 23:58

Eğitim sistemleri tabiki bilim üzerine inşa edilir ama ne olursa olsun eleştirmeden geçmek mümkün değil.

Bir kaç noktada söyleyip geçeceğim belki bu işin uzmanları okurda biraz eleştirirler kendilerini

Kitapların içi boşaltıldı ilköğretimde çoçuklar düşünmeden etmeden sadece sezgi üzerine çalışmalar yapacaklarmış hoş oluyor mu hayır neden?Sezgi alt yapı olmadan olmazda ondan.Üstelik sınavlar o kitaplarla hazırlanmak imkansız neden dersaneciliğe kayılması için bu kadar içini boşaltma ihtiyacı duyuldu bilemiyorum sonuçta her öğrenci dersaneye gidemiyor ki fırsat eşitliğini öldürdüler.Mesela çok merak ediyorum hiç mi kitapta bi değişiklik yapılmaz. Sunduğumuz eleştiriler dikkate alınmaz her sene aynı hatalarla aynı kitapları işlemenin neresi bilimsel anlamış değilim.Madem kitapları bize tenkit ettiriyorsunuz neden o yaptıklarımıza bakıp değiştirmiyorsunuz?Eğer yapmayacaksanız niye her sene bize bu çalışmayı boşu boşuna yaptırıyorsunuz?Düşünmeyen açıkça düşünme yetisini ortadan kaldıran bir eğitim sistemi içinde cebelleşiyoruz artık meb kitaplarını işlerken sürekli takviye yapmak farz oluyor. Neden? Çünkü vermediğiniz şeyleri kitaplarda göstermezken sınavlarda istiyorsunuz ne perhiz ne lahana diyorum. Kısaca bu eğitim sistemi bilimsel mi değil resmen bi nesli harap etme politikasıdır.Algısı kıt,düşünmesi istenmeyen bir sisiledir işte.


uluda
Müsteşar Yardımcısı
01 Mayıs 2010 01:48

Eğitim sistemini hala iki kutuplu dünya üzerinden değerlendiren siyasal yaklaşıma ve temsilcilerine söyleyecek sözüm yok bu sadece bir politik tavırdır ve beğenmesemde saygı duyarım..

Davranışçı yaklaşımın, fare pedal deneyleri ile öğrenmeyi açıklamaya çalışan , insanları boş bir levhadan ibaret sayan anlayışı Avrupa ve Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri bizden çok önce bırakmıştı..

Kitapların içi boşaltıldı diyen arkadaşlara sorayım 5. sınıfta ülkemizin en fazla ihracat ve ithalat yaptığı ülkeyi öğrenmek bize ne kazandırır.. Geçmişte bize yığılan gereksiz bilgileri unutmuş olanlar varsa ben buradan tekrar hatırlatabilirim sayfalarca.. Soyut işlem dönemi hesaba katılmadan ezber yoluyla heder edilen nesilden habersiz büyüyenlerin eğitimci oluncada habersiz kalmalarına şaşıyorum sadece..

Düşünemeyen üretemeyen tek tip insanlar yetişti uzun yıllardır eski sistemde ve değişmesi elzemdi ancak bu programda maalesef ölü doğdu, doğruluğu bilimsel verilerle ve uygulanan ülkelerdeki sonuçlarla oratada olan programı tartışmaktan ziyade onun uygulanma ve süreçte yaşanan sıkıntılarını dillendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.. Program tartışılmasın diye bir anlayış sahibi değilim.. Sadece iki yaklaşım arasındaki farkı ve Yeni Programın felsefesini bile çözemeyenlerin bu tartışmada taraf olmaması gerekir diyorum..

Uygulamada hatalar vardır ve olacaktır.. Değişim doğru yönetilmemiştir, SBS gibi, ölçme değerlendirme gibi, Programın anlaşılması ve uygulanması gibi vs konularda çok yetersiz kalındığı bir gerçektir ama bu yanlışlar üzerinden sistemin doğru getirilerini karalamamak gerekir..


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
10 Şubat 2013 23:40

Eğitim sistemimiz çok bilimsel. O kadar bilimsel ki idrakimin üstünde kaldığı için, üstüne konuşamıyorum bile...

En basiti kıyafet konusu. Bunun dahi bilimselliğini anlayamadım. Bir bilimselliği yok, nesini anlayacaksın mı diyorsunuz? O zaman neden aylardır bilim yuvaları adına tartışılıyor ki?!.

Özel okul-devlet okulu, %60- %40

Bu geriye kalan %40'ın Aziz Nesin'le falan bir alakası yok değil mi? Hayır artık neyi neyle bağlantılı düşünürsem mantıklı olur, mantığını anlamakta biraz zorlanıyorum da...

Sizi bilmem ama beni aşıyor bu konular...


englshtchr
Genel Müdür
13 Şubat 2013 12:02

Önce eğitimde bir sistem oturtsak da sonra bilimselliğini konuşsak daha iyi olacak. 3 yıl sonra üniversiteye veya liseye geçişin nasıl olacağı ile ilgili bir öngörüsü olan var mı? Şimdi popüler olan mesleklerin 5 yıl sonra işsiz kalmayacağına kim garanti verilebilir. Açılan üniversitelerin ve bölümlerin bir plan dahilinde olduğunu söyleyebilir misiniz?

Eğer bilimsel bir sistemimiz varsa; bilimselliği de sorgulama vakti gelmiş demektir...


Uçanşahin
Yasaklı
14 Şubat 2013 07:29

Bay Hüseyin Çelik ve Bay Ömer Dinçer zamanında eğitim-öğretim sistemi çok alabora oldu, laçkalaştırıldı. Tabir caizse berbat edildi. İnşallah düzelir.


BilimveAkıl
Daire Başkanı
17 Şubat 2013 14:58

İnsanlar bilgisiz doğar, aptal değil; sadece eğitilerek aptal olurlar. Bertrand Russell

Bilinmeyen bir şeyi, bilinenlerle açıklamak mantıksal yordamdır. Bilinen bir şeyi, bilinmeyenlerle açıklamak ise teolojik tuhaflıktır. David Brooks

Bağnazlar yaratmanın en bilindik yöntemi, öğretmeden inandırmaktır. Voltaire

Tarih, çoğunlukla üçkağıtçı liderlerin ve çoğunlukla aptal askerlerin yarattığı, çoğunlukla önemsiz olayların çoğunlukla yanlış hikayesidir. Ambrose Bierce

Ancak sana dayatılan dünya tarifini aklından silerek özgürleştiğin zaman dünyayı özgürleştirebilirsin. Tanrılar Okulu, Stefano E.D’anna

İnanç size cevaplar vermez, sadece sorular sormanızı durdurur. Frater Ravus

Küçük kuşku, küçük aydınlanma. Büyük kuşku, büyük aydınlanma.ZEN ATASÖZÜ


BilimveAkıl
Daire Başkanı
17 Şubat 2013 15:03

Öğrencilere okulda evrim konusuna girmeden bitki ve hayvan türleri; otoriteye itaatin rolüne, açgözlülüğe, yetersizliklere ve cehalete değinmeden yalnızca savaşlar, tarihler ve kralları anlatan tarih; elementlerin nereden geldiğine yer verilmeden kimya öğretiliyor. Carl Sagan

Sıradan bir öğretmen anlatır. İyi öğretmen izah eder, Üstün bir öğretmen örnekler gösterir. Büyük öğretmen ilham kaynağıdır. WILLIAM ARTHUR WARD

Hayal gücü ve yaratıcılık bilgiden daha önemlidir. Bilginin sınırları var, ama hayal gücü tüm evreni kucaklar. ALBERT EINSTEIN

Eğitimin amacı kendilerini hayat boyunca eğitmeleri için gençleri hazırlamaktır. ROBERT MAYNARD HUTCHİNS

Gelişmiş toplumlar dindar oldukları için değil dine rağmen gelişmiştir. Mark Twain

İnançlar, "hakikat düşmanları olarak" yalanlardan daha tehlikelidir. Nietzsche

Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et. Rene Descartes.

Eğer okullarımızda çocuklarımıza bilim derslerinde yaratılış iddiasını Evrim Kuramı'na alternatif olarak okutacaksak; bu derslerde bebekleri leyleklerin getirdiği iddiasını da cinsel üremeye alternatif olarak okutmamız gerekir. Judith Hayes (Yazar)

Evrim teorisinin gerçeklerle yeterince desteklenmediğini düşüncesizce savunanlar, kendi teorilerinin hiçbir gerçekle desteklenmediğini unutmuş görünüyorlar. Herbert Spencer (İngiliz filozof, biyolog, sosyolog ve politik teorisyen)


BilimveAkıl
Daire Başkanı
17 Şubat 2013 15:12

Gerçeği arayanlara inanın. Bulduklarını iddia edenlerden çekinin…Andre Gide

Eğitimin amacının zihinsel özgürlük olduğu bir dünya isterdim. Gençlerin aklını, onları bütün hayatları boyunca nesnel kanıtların oklarından koruyacak olan bir zırhın içine sokmamalı. Dünyanın açık kalplere ve aydın insanlara ihtiyacı var ve bunu statik sistemlerle elde edemeyiz. Bertrand Russell - Sorgulayan Denemeler

Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayatın gerçek trajedisi, bir yetişkinin aydınlıktan korkmasıdır. PLATON

Bilim harika bir oyundur. İlham vericidir ve tazeleyicidir. Oyun alanıysa Evren'in ta kendisidir. Isidor Isaac Rabi (1898-1988, Amerikalı Fizikçi, 1944 Nobel Ödülü sahibi)

İnsan olmak ve hayatı hayvanlardan daha az anlamak ne hazin şey... P.Istrati

Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. 'Tavuk toplum', önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz. Charles Darwin

Dünya, 15 yaşından küçük çocuklara din dersi vermeyecek kadar dürüst olursa, belki o zaman ona umut besleyebiliriz. Arthur Schopenhauer

Herkesin birbirine benzemesi, herkesin aynı olması için çalışanları görmek ne acı! İnsanlar toprağın üzerindeki çiçekler gibidir. Toprağa baktığınız zaman papatyadan başka bir şey göremediğinizi düşünün; ne kadar sıkıcı olurdu değil mi? Nez Perce Kabilesi

Tüm uygarlığımız, karşılıklı kar sağlayan bir alış-veriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor. Sevme Sanatı, Erich Fromm

Makineleşmeyle geliştirdiğimiz hızın içine sıkışıp kaldık. Bereket bizi terketti. Bilgimiz bizi alaycı kıldı. Aklımız ise anlaşılmaz ve kaba. Çok düşünüp az hissettik. Teknolojiden çok insanlığa, zekadan çok nezakete ihtiyacımız yok mu? Charlie Chaplin

Tarih kazananların propagandasıdır. Ernst Toller

Tarihin en acı derslerinden biri şudur: Yeterince uzun zamandır aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilenmeyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğümüzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir çünkü. Bir kere şarlatana iplerinizi verdiniz mi, bir daha hiçbir zaman geri alamazsınız. Böylece, yenileri çıkagelene kadar eski aldatmacalar sürer gider. Carl SAGAN, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı

Bütün bilimlerde hatalar, doğrulardan önce gelir ve hatanın sonradan ortaya çıkmasındansa, önden gitmesi daha iyidir. Hugh Walpole (İngiliz Yazar, 1884-1941)

Bana bazı şeylerin aklımızı aştığını söyleseler de, bu, saçmalıklara inanmama yol açmaz. Hiç şüphem yok ki aklımızı aşan şeyler var; ama aklımıza aykırı olan herşeyi ve ona zıt düşen ne varsa, cesurca reddediyorum. Denis Diderot


BilimveAkıl
Daire Başkanı
17 Şubat 2013 15:20

Hiçbir zaman okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim. Mark Twain

Bilgi hazinelerine ulaşabilen insanların sayısı ne kadar artarsa,dini inançlardan kopuş da o kadar yaygınlaşır. Sigmund Freud

Bir bilimsel gerçek, karşıtlarının ikna edilmesi ve sonunda gerçeği görerek aydınlanmalarıyla zafer kazanmaz. Genellikle karşıtları eninde sonunda ölür [ancak gerçekler asla ölmez] ve yeni nesil gerçeklere alışık olarak büyür. Max Planck

Günümüzde, dünyadaki temel sorun, aptalların kendilerinden son derece emin, akıllıların ise devamlı şüphe içinde olmalarıdır…(BERTRAND RUSSELL)

Annem yalan söyledi? Dadım yalan söyledi? Öğretmenim yalan söyledi? Bana söylenenlerin tam tersi bir dünyada ne yapılabileceğini nerden bilebilirim ki? Bernard Shaw

Tek kitaplı adamdan kork! Bertrand Russell

Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi? Michel Foucault

Aptallık makamında rütbe almak istemiyorsan gereksiz bilgilerle dolma. Zata

Bilim adamlarının kesinliği yok ama delilleri var. Yaratılışçıların delilleri yok ama kesinliği var. Ashley Montagu

Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir. William James

Aptal bir şeyi 50 milyon kişi de söylese, o hala aptal bir şeydir. ANATOLE FRANCE

Aklını kullanmaktan vazgeçmiş bir insanla tartışmaya çalışmak, bir ölüye ilaç vermeye benzer" Thomas Paine


englshtchr
Genel Müdür
18 Şubat 2013 16:03

Bu kadar alıntıdan sonra son sözü tuttum...


Fer.Fecir
Kapalı
18 Şubat 2013 23:15

En iyimser yorumda bile; Uygulamada hatalar vardır ve olacaktır.. Değişim doğru yönetilmemiştir, SBS gibi, ölçme değerlendirme gibi, Programın anlaşılması ve uygulanması gibi vs konularda çok yetersiz kalındığı bir gerçektir ama…Şerhi var…Yorumun yapıldığı tarih Mayıs 2010…Daha bol dörtlü sistemin esamesinin okunmadığı bir dönem…

Anasınıfı zorunlu olacaktı,okullar ona göre kendini hazırlayacaktı…Sözleşmeli Öğretmen uygulaması sonuna kadar devam edecekti çünkü bu Doğu ve Güneydoğudaki öğretmen açığının kapatılması elzemdi…Yanlış anlaşılmadan söylemeliyim…Sözleşmeliliği savunmuyorum…Benim takıldığım şey,kaldırılış biçimi…Seçimlerden 1-2 ay önce bakan açıkladı”sözleşmelilikten dönüş yok”diye…Sonrası mı başka bir yüksek siyasetçi sözleşmeli öğretmenler 1 milyon oy eder dedi kaldırdılar…Yaklaşımdaki bilimselliğe bakın, oy sayısı...

Jeep özellikli sistemin yasalaşma süreci daha gülünç…Kabul edenler,,etmeyenler…Edilmiştir…Bu da başka bir bilimsellik örneği…

Zorunlu anasınıfı uygulamasından bir gecede vazgeçiş,birinci sınıflarda okuma yazma öğrenip öğrenmediğine bakılmadan,sınıfta bırakmayı kaldırıp,aynı çocuğa İngilizce dersi vermek bilimselliğimizin başka bir boyutu…Komisyonun iktidar partili üyeleri bile 60 ay çok erken 72 ayda uzlaşılır derken,bir gecede 60-66 ay isteğe bağlı dönüştürmek,ve 72 ayda ikinci sınıfa okuma yazmadan geçme şansı vermek,birde üstüne o çocuğa İngilizce dersi koymak…Yok böyle bir bilimsellik…Örnekler çok çok fazlalaştırılabilir...

Personel politikaları,Liseye geçiş sınavları,adı her yıl değişen yüksek öğrenim saymayalım en iyisi,konunun en iyi tartışılacağı yer sanırım eğitim öğretim forumu…

Bence asıl tartışılması gereken eğitimcilerin durumu? Kendi dünya görüşümüzden küçük bir kırıntı dahi bulduğumuz her “yeniliği” sorgusuz sualsiz kabul eden biz eğitimcilerde…


_neden_
Müsteşar Yardımcısı
18 Şubat 2013 23:39

Ne zamandır zihnimi meşgul eden, üzerinde düşünmeyi düşündüğüm ama sonra düşüncelerimin uzaklara ulaşamayacağına kanaat getirdiğim için düşüncelerimi susturduğum bir konu: Bizim "eğitim sistemimiz mi var, eğitim politikamız mı?"

Son paylaşımcının iletisinden sonra, acaba düşünsem mi diye bir kez daha düşündüm...


askadamiii
Şef
22 Şubat 2013 00:02

Bizim eğitim politikamız, iyi kullar ve uslu işçiler yetiştirmek üzere belirlenmiş sağcı kapitalist hükümetler tarafından.

Düşünen sorgulayan hayatı bilimle felsefeyle anlayan özgürlüğü ve eşitliği isteyen insanların oranının toplumda artması için gerici ve kapitalist eğitim(robotlaştırma) politikalarına dur demeliyiz.

23 Şubat 2013 21:57

eğitim adı üstünde eğmekten geliyor. bilim ayrıntıdır

Toplam 22 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi