Evliliği isteyenler ve evlilik hayali kuranlar, hep gözlerinde o mutluluğu görür... O mutluluğun hayaliyle bir hayat kurmak isteyenler ise, hatta hayal kuranların çoğu hep hayal kırıklığı yaşar...
Düşündün mü, ya da hiç düşünüp kendi kendinize sordunuz mu bilmem, bilemem. Ama,
Nedir evlilikte insanı hüzünlü hissettiren?
Neydi ki, yıllar boyunca aynı yastığa baş koyan ama içim içim nefret besleyen bir ruh haline büründüren?
İlk zamanların mutluluğunun yerine, kara bulut misali kaplayan hüznün sebebi neydi sahi?
Neydi bizi bu hale getiren? Bu şekilde bir insan olmadığımızı bildiğimiz halde, insanlıktan çıktığımızı söyleyecek kadar bizi kindar yapanın adı neydi?..
Bakın kardeşler!
Dinleyin yüreğinde kırıklık hissedenler...
Gönül kulağınızla bir kulak verin gönüldaşlar...
Dünya, meşakkatlik diyarı değil midir? Dünyada var olan insan, sıkıntıya, meşakkate, zorluğa, darlığa göğüs gelmek için yaratılmamış mıdır? Bu zorlukların karşısında insana "sabrı" tavsiye eden bir Yaratıcı, sabrederek başarıya koşanların varacağı yer, "ebedi mutluluk olan cennet yurdu"nun vaadini vermemiş midir?
Öyle ki,
Evlilik, meşakkattir...
Eşe sabretmek, Allah'a sığınma duygusunu pekiştirir...
Evlat büyütmek, sabır gerektirir...
Çalışmak, Allah'ın helal yoldan kazanma isteğine cevap vermek için, büyük bir özveri ister...
Anne ve babaya itaat etmek, merhamet duygusuna sahip olmakla gerçekleşir...
Kolu komşuya el uzatmak, derdiyle dertlenmek, iman hamurunu güzel bir kıvama getirmekle mümkündür.
Her şey mümkündür mümkün olmasına ama, ah bir yaşayabilsek inandığımız inançla...
İnanç diyorum inanç... Çünkü insan, inanarak başarıya ulaşır, inandığı kadar gayret eder, çabalar ve inancı kadar sever, sevilir, sevgiye muhatap olur...
Şu an gözümün önüne bir hatıra geldi... Rasulullah'tan işittiğim, kitabımızdan okuduğum bir hatıra...
Hani üç arkadaş bir mağara da kalmıştı da, dinlenmek için sığındıkları mağaranın girişine büyük bir kaya yuvarlanmış, uyandıklarında bu duruma şaşırmış, kendi aralarında konuşmuş, gelin bu zamana kadar yaptığımız iyiliklerin muhasebesini yapalım da, Allah Teala'ya bu iyiliğimizden dolayı dua edelim, Rabbimiz belki bize bir açık kapı gösterir demişlerdi...
Elbette o hatırayı uzun uzun anlatacak değilim ama, o üç arkadaşın arasında şu insanın inancına ayrı bir şekilde değinmek istiyorum... Mağara da kalan üç kişiden biri olan bu arkadaşa sıra gelince, dizlerini çöker, Rabbiyle şöyle konuşur inana inana...
Ve dedi ki:
"Ya Rabbim, her şeyi gören ve bilen Sensin. Bir gün ben işimden geç çıktım, eve geldim... Eve geldiğimde baktım ki, evin bütün ışıkları kapalı, herkes yatmış... Ahıra gittim, biraz süt aldım, annem ve babam, eşim ve çocuklarım hepsi uyumuş... Ben sütü aldım, annemin ve babamın yanı başında onların uyanmasını, uyandıklarında onlara hizmet etmeyi bekledim. Onlar uyandığında gün açmıştı ve ben, ahırdan aldığım sütü, çocuklarımdan önce, eşim ve kendimden önce anne ve babama tercih ettim ve bunu, sırf Senin rızanı kazanmak için yaptım. Ya Rabbim, eğer bu yaptığımda samimiysem, ve Senin rızanı kazanmışsam, çıkmamıza mani olan şu kayayı kaldır... "
diye dua ettiğinde, bir de baktılar ki, kaya yerinden oynamış ama yine de mağaradan çıkılacak gibi değildi. Diğer arkadaşları da, kendi yaptıkları iyilikleri dile getirdiklerinde, kaya her birinde biraz daha yerinden oynar ve mağarayı kapatan o kaya, artık önlerinde engel olmayacak bir duruma gelir...
Neden peki?
Çünkü, inanarak yaşadıkları için... İnançlarının gereği hayatlarına o şekilde yön verme gayreti içerisinde oldukları için...
Bu hatırayla anlatmak istediğim hakikatin özü şudur:
Yaşayarak değil, inanarak yaşayın. İnanan insanın sevgisi de, bağlılığı da, teslimiyeti de, ahlakı da, hoşgörüsü de, iyiliği de, sitemi de, alınganlığında da samimiyet vardır. Eksikte olsa, zaman zaman şaşırtsa da, vicdana ve merhamete sahip olduğu bir gerçektir.
Evliliği isteyenler ve evlilik hayali kuranlar, hep gözlerinde o mutluluğu görür... O mutluluğun hayaliyle bir hayat kurmak isteyenler ise, hatta hayal kuranların çoğu hep hayal kırıklığı yaşar...
Düşündün mü, ya da hiç düşünüp kendi kendinize sordunuz mu bilmem, bilemem. Ama,
Nedir evlilikte insanı hüzünlü hissettiren?
Neydi ki, yıllar boyunca aynı yastığa baş koyan ama içim içim nefret besleyen bir ruh haline büründüren?
İlk zamanların mutluluğunun yerine, kara bulut misali kaplayan hüznün sebebi neydi sahi?
Neydi bizi bu hale getiren? Bu şekilde bir insan olmadığımızı bildiğimiz halde, insanlıktan çıktığımızı söyleyecek kadar bizi kindar yapanın adı neydi?..
Bakın kardeşler!
Dinleyin yüreğinde kırıklık hissedenler...
Gönül kulağınızla bir kulak verin gönüldaşlar...
Dünya, meşakkatlik diyarı değil midir? Dünyada var olan insan, sıkıntıya, meşakkate, zorluğa, darlığa göğüs gelmek için yaratılmamış mıdır? Bu zorlukların karşısında insana "sabrı" tavsiye eden bir Yaratıcı, sabrederek başarıya koşanların varacağı yer, "ebedi mutluluk olan cennet yurdu"nun vaadini vermemiş midir?
Öyle ki,
Evlilik, meşakkattir...
Eşe sabretmek, Allah'a sığınma duygusunu pekiştirir...
Evlat büyütmek, sabır gerektirir...
Çalışmak, Allah'ın helal yoldan kazanma isteğine cevap vermek için, büyük bir özveri ister...
Anne ve babaya itaat etmek, merhamet duygusuna sahip olmakla gerçekleşir...
Kolu komşuya el uzatmak, derdiyle dertlenmek, iman hamurunu güzel bir kıvama getirmekle mümkündür.
Her şey mümkündür mümkün olmasına ama, ah bir yaşayabilsek inandığımız inançla...
İnanç diyorum inanç... Çünkü insan, inanarak başarıya ulaşır, inandığı kadar gayret eder, çabalar ve inancı kadar sever, sevilir, sevgiye muhatap olur...
Şu an gözümün önüne bir hatıra geldi... Rasulullah'tan işittiğim, kitabımızdan okuduğum bir hatıra...
Hani üç arkadaş bir mağara da kalmıştı da, dinlenmek için sığındıkları mağaranın girişine büyük bir kaya yuvarlanmış, uyandıklarında bu duruma şaşırmış, kendi aralarında konuşmuş, gelin bu zamana kadar yaptığımız iyiliklerin muhasebesini yapalım da, Allah Teala'ya bu iyiliğimizden dolayı dua edelim, Rabbimiz belki bize bir açık kapı gösterir demişlerdi...
Elbette o hatırayı uzun uzun anlatacak değilim ama, o üç arkadaşın arasında şu insanın inancına ayrı bir şekilde değinmek istiyorum... Mağara da kalan üç kişiden biri olan bu arkadaşa sıra gelince, dizlerini çöker, Rabbiyle şöyle konuşur inana inana...
Ve dedi ki:
"Ya Rabbim, her şeyi gören ve bilen Sensin. Bir gün ben işimden geç çıktım, eve geldim... Eve geldiğimde baktım ki, evin bütün ışıkları kapalı, herkes yatmış... Ahıra gittim, biraz süt aldım, annem ve babam, eşim ve çocuklarım hepsi uyumuş... Ben sütü aldım, annemin ve babamın yanı başında onların uyanmasını, uyandıklarında onlara hizmet etmeyi bekledim. Onlar uyandığında gün açmıştı ve ben, ahırdan aldığım sütü, çocuklarımdan önce, eşim ve kendimden önce anne ve babama tercih ettim ve bunu, sırf Senin rızanı kazanmak için yaptım. Ya Rabbim, eğer bu yaptığımda samimiysem, ve Senin rızanı kazanmışsam, çıkmamıza mani olan şu kayayı kaldır... "
diye dua ettiğinde, bir de baktılar ki, kaya yerinden oynamış ama yine de mağaradan çıkılacak gibi değildi. Diğer arkadaşları da, kendi yaptıkları iyilikleri dile getirdiklerinde, kaya her birinde biraz daha yerinden oynar ve mağarayı kapatan o kaya, artık önlerinde engel olmayacak bir duruma gelir...
Neden peki?
Çünkü, inanarak yaşadıkları için... İnançlarının gereği hayatlarına o şekilde yön verme gayreti içerisinde oldukları için...
Bu hatırayla anlatmak istediğim hakikatin özü şudur:
Yaşayarak değil, inanarak yaşayın. İnanan insanın sevgisi de, bağlılığı da, teslimiyeti de, ahlakı da, hoşgörüsü de, iyiliği de, sitemi de, alınganlığında da samimiyet vardır. Eksikte olsa, zaman zaman şaşırtsa da, vicdana ve merhamete sahip olduğu bir gerçektir.