Editörler : E.Kayı Han
12 Ağustos 2007 23:38

Yürekten edilmiş bir beddua tutar mı?

Kimisi beddua etmeyin kendinize döner diyor.Kimileri de gerçekten bir mazlumun bedduasını almışsanız mutlaka tutar...

Peki biri gerçekten canımızı çok yaktıysa,hakkımızı yediyse ve hayatımızda geri dönüşümü olmayan hasarlar ortaya çıkardıysa ve biz ellerimizi açıp yürekten bir bedduada bulunmuşsak bunun dinen hükmü nedir acaba?


nilada
Aday Memur
12 Ağustos 2007 23:53

allah herşeyin en iyisini bilir.


hakmes
Kapalı
13 Ağustos 2007 00:13

Hiç kimse bile bile çiğnenmiş hakkını helal etmeye mecbur değildir.Her ne kadar tavsiye,bağışlayıcı olmak ise de;konuyu İlahi Divan'a götürme hakkını,hiç bir güç hak sahibinin elinden alamaz.Bu yüzden dilimizi bedduaya alıştırmayalım.


prag-matik
Yasaklı
13 Ağustos 2007 00:15

canın yanmışsa ve haklıysan dua iyi veya kötü yerini bulur...

UNUTMA!!!!!

KÜFÜR DEVAM EDER AMMA VELAKİN ZULÜM DEVAM ETMEZ...


L0RDoftheOF
Kapalı
13 Ağustos 2007 01:16

1......İslâm, müslümanların kendileri ve diğer müslümanlar aleyhinde beddua etmelerini yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Kendi aleyhinize, evlâtlarınızın ve mallarınızın aleyhine sakın beddua etmeyiniz ki; duaların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olmuş olur." (Riyazü's-Sâlihin Tercümesi, III, 82) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) beddua etmekten kaçınırdı. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi. Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif'e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. O sırada Allah tarafından kendisine "onlar aleyhinde yapacağı bedduanın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz "Hayır, belki bunların sulbünden sana ibadet edecek çocuklar doğar, yâ Rabb " demişti. Uhud'da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için: "Allah'ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV, 314) diye dua etmiştir. Bütün çalışmalara rağmen İslâmiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince: "Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye dua etmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 344)

Bununla beraber, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur. Bi'r-i Mâûne'*de yetmiş İslâm davetçisini şehît eden Kilab kabîlesine Resulullah (s.a.s.) bir ay süre ile beddua ve lânet etmişti. Kâbe'de namaz kılarken kendisiyle alay eden müşriklere de beddua etmiş, Bedir muharebesinde yere serildiklerini gözleriyle görmüştü. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, X; 43-45) Hendek muharebesinde Medine önlerinde toplanan düşmanın perişan olup dağılmaları için dua etmiş, bunun üzerine geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 342-343)

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki müslüman, günahkâr da olsalar, müslümanlara beddua etmekten sakınmalıdır.

Bu dünyada zulmeden kişi cezasız kalmayacaktır. Bu dünyada zulmünün cezasını göreceği gibi ahirette de elim bir azapla cezalandırılacaktır. Burada mazluma düşen güzel bir şekilde sabretmektir.

2......zaten bu kişi bedduayı haketmişse cezasını en geç öte tarfta bulacaktır eğer siz beddua ederseniz hakkınızı bir nevi almış olursuznuz.eğer hakkınızın tamamını öte tarafta almak istiyorsanız beddua etmezsiniz.ama tavsiye etmesemde "allaha havale ediyorum"diyebilirsiniz:

1761 - Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her kim, kendine zulmedene beddua ederse, ondan intikamını (dünyada) almış olur."

Tirmizî, Daavât 115, (3547).

3......yine de bir mazlum beddua ederse bu bedduanın kabul edilmesi ihtimali yüksektir:

1985 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Muâz (radıyallâhu anh)'ı Yemen'e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki:

"Sen EhI-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin iIk şey AIIah'a ibâdet olsun. AIIah'ı tanıdılar mı, kendilerine AIIah'ın zekâtı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna da ittaat ederlerse kendilerinden zekatı aI. Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira AIIah'la bu beddua arasında perde mevcut değildir.

Buhâri, Zekât 1, 41, Sadaka 1, 63, Mezâlim 9, Megazi 60, Tevhid 1; Müslim, İmân 31, (19); Tirmizi, Zekât 6, (625); Ebü Dâvud, Zekât 4, (1584); Nesai, Zekât 46, (5, 55).

4......bir müslümana beddua takva bir hareket değildir.onun yerine ıslahını istemeli-doğru yola hidaayeti için dua etmelidir.:

4507 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Tufeyl İbnu Amr ed-Devsi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:

"Devs kabilesi helak oldu. (Allah'a) âsi oldu (ve İslam'a girmekten) imtina etti. Onlara bir bedduada bulunnun!" dedi. Orada bulunanlar, Aleyhissalâtu vesselâm'ın beddua yapacağını zannetti. Ama O:

"Allah'ım, Devs'e hidayet ver, onları imâna getir!" buyurdu."

Buhari, Megazi 75, Cihad 100, Da'avat 59; Müslim, Fezailu's-Sahâbe 197, (2524).

5......hatta kafire bile beddua etmemeli.ne belli o müslüman olacak.:

524 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Safvân İbnu Umeyye, Süheyl İbnu Amr ve el-Hâris İbnu Hişâm'a beddua ediyordu. Bunun üzerine şu ayet indi: "Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azab etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimlerdir" (Âl-i İmran, 128).

Buhari, Megazi 21, Tefsir, Al-i İmran 9; Tirmizi, Tefsir, Al-i İmran (3007, 3008); Nesâî, Salat 121, (2, 203).

burada efendimizin bazı kafirlere bedduası akla gelirse :

a)o kendi hevasından,öfkesinden birşey yapmazdı:5919 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Kisra'ya memtubunu göndermişti. Kisra, mektubu okuyunca yırttı. Aleyhissalâtu vesselâm da "paramparça olmaları için" beddua etti."

Buhârî, İlm 7.

b)eğer zellesi olsa zaten allah tarafından uyarılırdı

c)geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş ve ismet sıfatına haizdi.

d)en önemlisi beddua ettiklerinin akibetleri de kendine bildirlmiş de olabilir.çünkü o peygamberdi.nasılki kimler münafık kimse bilmez ama o bilirdi bunun gibi bazı şahsiyetlerin akibetleri de kendine bildirlmiş olması peygamberlik makamı için çok uzak bir ihtimal değildir:Allah'ım, Kureyş (in helâkini) sana havale ediyorum!" dedi ve üç kere tekrar etti. Resûlullah'ın sesi kulaklarına gelince, onlardan gülme gitti. Duasından korkuya düştüler. (Beddua edince bu onlara çok ağır geldi. Zira onlar, bu beldede yapılan duaların kabul edildiğini biliyorlardı.) Sonra Resûlullah:

"Ey Allah'ım, Ebu Cehl İbnu Hişam'ı, Utbe İbnu Rebî'a'yı, Şeybe İbnu Rebî'a'yı, Velid İbnu Utbe'yi, Ümeyye İbnu Halef'i, Utbe İbnu Ebî Muayt'ın helâklerini sana havale ediyorum" dedi. bir yedinciyi de zikretmişti, aklımda tutamadım. Muhammed'i hak ile gönderen Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Resûlullah'ın ismen zikrettiği bu adamları, Bedir günü hep yerlere serilmiş gördüm. Bunlar, sonra da kuyuya, Bedir kuyusuna sürüklenip atıldılar."

Buhari, Vudü' 69, Salat 109, Cihad 98, Cizye 21, Menakıbu'l-Ensar 29, Megazi, 7; Müslim, Cihad 107, (1794); Nesai, Tahâret 192, (1, 161).

e)beddua ve laneti yapmasındaki en önemli hikmet ise bunu gören diğer ümmetin bundan ders alması:6402 - İmran İbnu'l-Husayn ve Ebu Berze radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah, aleyhissalatu vesselam'la birlikte bir cenazeye gittik. (Bu esnada) Aleyhissalatu vesselam, ridalarını atıp sadece gömlekleri içerisinde yürümekte olan bir cemaat gördü ve: "Cahiliye amelini mi işliyorsunuz? Yoksa cahiliye fiilini yaparak onlara mı benzemeye çalışıyorsunuz? Şu suretinizden bir başka suretle (kabristandan) dönmeniz için hakkınızda beddua etmeyi cidden arzuladım" buyurdu. Bunun üzerine ridalarını giydiler ve bir daha bu adetlerine dönmediler."

f)kendine yapılan tüm hataları affeder sadece allah için hak talep ederdi.

g)alemlere rahmetti buna rağmen onun bedduasına layık olanlar bu rahmetten allahın ezeli ilminde nasibi olmayanlardı.:5311 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Ey Allah'ın Resülü! Müşriklere beddua et, onları lânetle!" denilmişti. Şu cevabı verdi:

"Ben rahmet olarak gönderiIdim, lanetleyici olarak değil!"

Müslim, Birr 87, (2597).

*********

SONUÇ:Soru: Şahsımıza ve dinimize râci olan kötülüklerde beddua edebilir miyiz? Bu konuda nasıl düşünmeli ve nasıl davranmalıyız?

Cevap: İmanın zevk-i rûhânîsine ermiş bir mü?min, her halde ?beddua? etmez ve yapılan bedduaya ?amin? demez. Ancak bazen bizim şahsımızda ya da duygu ve düşüncelerimizde dinimiz, diyanetimiz tahkir edilir. Bu kabil hakaret ve edep dışı muamelelerde bizim canımız sıkılabilir ve hislerimiz bizi bedduaya zorlayabilir.

Meselâ, bir seferinde beni istintak ederlerken üzerimden küçük bir memur maaşı çıkmıştı da, istintak edenler, ?ulan hoca, sana bu para nereden geldi?? diye çıkışmışlardı. Onlar, bana ?ulan? sözleriyle hakaret ederken ben, bu hakaretleri nefsime yapıyorlar kabul edip üslup ve terbiyemi bozmadan ?bey-beyefendi? tabirlerini kullanarak, onlara hep nezaket ve saygıyla hitap etmiştim. Kim bilir belki de, onları bu hareketlere iten yegâne sebep, bizim engin dünyamıza ait hakikatleri kendi düşünce ve inanç dünyalarına ters bulmalarından idi. Bundan dolayı da onlar aşamayacakları bir kötülük duygusuna kapılmışlardı.

Şimdilerde, ferden ferda da olsa, mü?minlere kötülük düşünüp kötülük yapanların niyetleri bana göre, İslâmî duygu ve düşünceyi tahkire matuftur. Şayet yapılan bu tahkir ve tezyifler, şahsımıza yapılıyorsa, şahsî olduğundan dolayı elden geldiğince affedici olmak icab eder. Yok dine ait ise, Bediüzzaman edasıyla ?o işin sahibi var? deyip Allah?a havale edilmelidir. Efendimiz (s.a.s)?in Mekke döneminde üzerine temizlenmemiş deve işkembesi koyanlara, isim tasrih etmeden; ?Allahümme aleyke bi külli mütecâvizin ve hâinin ve mâkirin ve muannidin..? diyerek yaptığı bedduadan hareketle her yerde Müslümanlar aleyhine planlar yapıp projeler üretenleri niyet ederek; ?Allahümme aleyke bihim? diyebiliriz. Evet, temel düşünce yapımız ve karakterimiz itibarıyla, bizim dünyamızda tel?in ve bedduaya yer yoktur, ama bu kadar da olsa onları Allah?a havale etmemiz de dine olan saygımızın gereği kabul edilmelidir.

Bir diğer taraftan, burada zikredilmesinde fayda mülâhaza ettiğimiz bir husus da, insanın iyiliğine yapılan duanın, kabul görmesi açısından bedduadan daha üstün olduğudur. Dolayısıyla insanlar hakkında iki türlü dua yapılabilir. Meselâ, bir kişiye avam ağzıyla: ?Allah seni başaşağı getirsin.. bîmurad eylesin.. evine yangın salsın.. çoluk-çocuğundan bul..? diye dua edilirse, o kişi kâfir bile olsa; eğer bazı iyilikleri varsa -meselâ bu kişi bir doktordur ve çok iyi insanları tedavi etmiş ve onların rahatsızlığının giderilmesinde vesile olmuştur- yaptığı bu iyilikler, onun hakkında yapılan beddua dalgalarını kırıp tesirsiz hale getirebilir. Ama aynı insan için; ?Sen bana ve dinime bunca kötülük yapmana rağmen Allah sana hidayet ihsan eylesin. Allah, içinde bulunduğun zulmeti yırtsın ve seni aydınlığa erdirsin..!? diye dua da edilebilir. Böyle bir dua, hiçbir şeye takılmadan kabul de görebilir. Şahsen bana; ?Şayet beddua edersen, sana kötülük yaptıklarından dolayı Allah bunların kökünü kazıyıp perişan edecek ve bütün düşmanların hazan yemiş yapraklar gibi solup gidecekler. Fakat affedersen Halid b. Velid?ler, Amr b. Âs?lar ve Osman b. Talha?lar gibi Müslüman olacak ve din-i mübin-i İslâm?a ileride hizmet edecekler? dense, seve seve ikinci şıkkı, yani bir gün onlarla el ele tutuşup sıratı geçmeyi ve -inşaallah- cennete onlarla beraber girmeyi tercih ederim.

Bunun değişik misallerini her zaman Asr-ı Saadet?te görmemiz mümkündür. Meselâ, aynen babası gibi, oturup kalkarken, hep Efendimiz ve Ashabı hakkında kötülük düşünen Ebu Cehil?in oğlu İkrime?ye Efendimiz (s.a.s), beddua etseydi ve sadece ?Allah?tan bul? deseydi, bu onun için fecî bir âkibet olur ve İkrime, dalâlet ve küfür içinde ölür giderdi. Ne var ki bir şefkat ve hoşgörü âbidesi olan Efendimiz (s.a.s), o engin müsamaha dünyasında, ona da yer vermiş ve kat?iyen beddua etmemiş.. etmemiş, o da, Mekke fethini müteakip dönemde hidayete ermiş.. ardından da Yermük?te, Müslümanlığı bir şehbal gibi dalgalandıran kahramanlardan olmuştur.

Bütün bu ve benzeri misalleri incelediğimizde, tercih edilecek şıkkın çok iyi düşünülmesi ve karar verilirken de aklî ve mantıkî olanın seçilmesi gerekir. Zaten dinimizin temel esprisi de insanlığı kurtarma değil midir? Evet, dinin bu temel esprisini kavradığımız zaman, yolumuzu belirlemek fazla zor olmayacaktır. Bizim vazifemiz, insanlığa aydınlık yolu göstermek ve Muhammedî mesajı onlara sunmaktır.

Meselâ ben, bazı ateistlerle görüşmeyi çok arzu etmişimdir. Gerçi onlar, fikren zengin insanlar olduğu için, bu iş belki bizi aşardı ve onlara birşey anlatamazdık. Ancak, şayet bu vazifeyi bir başkası yapmayacaksa, hayatı boyunca mukaddes bildiğimiz değerlere sövmüş bile olsalar, onlarla görüşmeyi ve ölüp giderken de imanla gitmelerini ben çok arzu ederdim.

Hasılı, şöyle-böyle bizim dünyamızda bedduaya yer yoktur!


emanetim
Aday Memur
13 Ağustos 2007 01:34

Allah bilir kardeşim...


L0RDoftheOF
Kapalı
13 Ağustos 2007 01:53

yunus mevlanaya hitaben ?Mesnevî?si için dediği gibi : Çok uzun yazmışsın, ben olsam. Ete kemiğe büründüm. Yunus diye göründüm. :=)

Toplam 6 mesaj

Çok Yazılan Konular

Sözlük

Son Haberler

Editörün Seçimi